Kahramanmaraş’ın Narlı Beldesi’nde yaptırılan ilköğretim okulunun temel atma törenine protestolar yüzünden ilgi olmayınca, kalan kuru pasta ve meyve suları iki gün sonra çocuklara dağıtıldı. Gıda zehirlenmesi sonucu hastaneye kaldırılan 70’e yakın çocuk taburcu oldu.
Özgür Gürbüz / 28 Şubat 2009
Kahramanmaraş’ın Narlı Beldesi’nde Sanko Holding’e bağlı Çimko Çimento A.Ş., eski Narlı İlköğretim Okulu’nun yerine, “Çimko İlköğretimn Okulu” adında bir okul yaptırmaya başladı. Aynı firmanın bölgede iki büyük çimento fabrikası yapmasını protesto eden yerel halk, 25 Şubat tarihindeki açılışı protesto etti. Katılım az olunca elde kalan kuru pasta ve meyce suları 27 Şubat’ta Narlı İlköğretim Okulu’ndaki çocuklara dağıtıldı. Aynı gün rahatsızlanan 70’e yakın çocuk Pazarcık Devlet Hastanesi’nde tedavi edildi.
Narlı Ovası’nda yapımı süren iki büyük çimento fabrikasına karşı çıkan ve “Ovama ve Onuruma Dokunma Çevre Hareketi” adıyla fabrikalara karşı kampanya yapan yöre halkı, çimento fabrikasını yaptıran firmanın okul yaparak göz yapamaya çalıştığını öne sürüyor. “Eğitime değil çimentoya karşıyız” diyen Pazarcıklılar, bozuk yiyecekler konusunda yetkililerden bir açıklama beklediklerini söylüyor.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Allionoi ve Hasankeyf için tarihi karar
Danıştay 6. Dairesi, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun, “Hasankeyf’i taşıyarak, Allianoi’yi de çamurla kaplayarak koruma” kararlarına dayanak olan maddeleri iptal etti. Danıştay aldığı son kararla sular altında kalacak tarihi Allianoi ve Hasankeyf için kurtulma umudu doğdu.
Özgür Gürbüz / 26 Şubat 2009
Danıştay 6. Dairesi’nin verdiği son karar, Hasankeyf ve İzmir’in Bergama İlçesi sınırları içerisindeki tarihi Allianoi kentlerinin korunması için yıllardır mücadele veren çevreci ve arkeologları sevindirdi. Danıştay, aldığı kararla, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 717 sayılı Baraj Alanlarından Etkilenen Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunması ile ilgili ilke kararının 2. ve 3. maddelerini iptal etti. Bu kararlar, planlanan alanın dışında başka bir yerde yapılmasının mümkün olmadığının DSİ tarafından tespit edildiği baraj projelerinde, barajın yapılmasının zorunlu olduğu durumlarda, taşınmaz kültür varlıklarının geleceğini belirleme hakkını koruma kuruluna bırakıyordu. Bu karara dayanılarak Hasankeyf'in taşınması, Allianoi'nin de mille kaplanıp suya gömülmesi için koruma kurulu kararları alınmıştı.
Davayı açan Arkeologlar Derneği, Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, TMMOB Mimarlar Odası, İzmir Turist Rehberleri Odası, Çağdaş Hukukçular Derneği ile 74 Yurttaş adına yazılı bir açıklama yapan Avukat Arif Ali Cangı, iki bölge de yapılan çalışmaların hukuki dayanağının kalmadığını söyledi. Cangı, “ İptal edilen karara dayanılarak alınan Koruma Bölge Kurulu kararları hemen geri alınmalı, bu kararlar doğrultusunda başlatılan faaliyetler hemen durdurulmalıdır” dedi. 717 sayılı ilke kararının 1. maddesine göre baraj yapılması planlanan alanlarda, üniversitelerden ve bakanlık uzmanlarından oluşacak bir heyet tarafından mevcut ve olası taşınmaz kültür varlıklarının envanter çalışmasının yapılması gerekir diyen Cangı, son karardan sonra, “Söz konusu alanda taşınmaz kültür varlıklarının ve arkeolojik sit alanlarının bulunması halinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (D.S.İ.) tarafından planlanan alanın dışında baraj alanı olarak başka yerlerin planlamasının yapılması" ilkesinin geçerli olduğuna dikkat çekiyor. Davacı sivil toplum örgütleri, iki bölgede de durdurulan kazı çalışmalarının yeniden ve hemen başlatılmasını istiyor.
Özgür Gürbüz / 26 Şubat 2009
Danıştay 6. Dairesi’nin verdiği son karar, Hasankeyf ve İzmir’in Bergama İlçesi sınırları içerisindeki tarihi Allianoi kentlerinin korunması için yıllardır mücadele veren çevreci ve arkeologları sevindirdi. Danıştay, aldığı kararla, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 717 sayılı Baraj Alanlarından Etkilenen Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunması ile ilgili ilke kararının 2. ve 3. maddelerini iptal etti. Bu kararlar, planlanan alanın dışında başka bir yerde yapılmasının mümkün olmadığının DSİ tarafından tespit edildiği baraj projelerinde, barajın yapılmasının zorunlu olduğu durumlarda, taşınmaz kültür varlıklarının geleceğini belirleme hakkını koruma kuruluna bırakıyordu. Bu karara dayanılarak Hasankeyf'in taşınması, Allianoi'nin de mille kaplanıp suya gömülmesi için koruma kurulu kararları alınmıştı.
Davayı açan Arkeologlar Derneği, Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, TMMOB Mimarlar Odası, İzmir Turist Rehberleri Odası, Çağdaş Hukukçular Derneği ile 74 Yurttaş adına yazılı bir açıklama yapan Avukat Arif Ali Cangı, iki bölge de yapılan çalışmaların hukuki dayanağının kalmadığını söyledi. Cangı, “ İptal edilen karara dayanılarak alınan Koruma Bölge Kurulu kararları hemen geri alınmalı, bu kararlar doğrultusunda başlatılan faaliyetler hemen durdurulmalıdır” dedi. 717 sayılı ilke kararının 1. maddesine göre baraj yapılması planlanan alanlarda, üniversitelerden ve bakanlık uzmanlarından oluşacak bir heyet tarafından mevcut ve olası taşınmaz kültür varlıklarının envanter çalışmasının yapılması gerekir diyen Cangı, son karardan sonra, “Söz konusu alanda taşınmaz kültür varlıklarının ve arkeolojik sit alanlarının bulunması halinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (D.S.İ.) tarafından planlanan alanın dışında baraj alanı olarak başka yerlerin planlamasının yapılması" ilkesinin geçerli olduğuna dikkat çekiyor. Davacı sivil toplum örgütleri, iki bölgede de durdurulan kazı çalışmalarının yeniden ve hemen başlatılmasını istiyor.
“Ölüme terk etmedik” denilen atlardan ikisi öldü
Çanakkale Belediyesi’nin atları trafikten çekme kararı gereğince doğaya salınan ve ölüme terk etmedik dediği atlardan iki tanesi soğuk ve açlık yüzünden öldü. Hayvan hakları savunucuları, yıllardır insanlar tarafından beslenen atların yaşama şansı olmadığını iddia ediyordu.
Özgür Gürbüz / 18 Şubat 2009
Fotoğraf: Sitare Şahin
Çanakkale İl Trafik Komisyonu’nun trafikten at arabalarını çekme kararıyla sahiplerinden toplatılan 88 atın akıbeti belirsizliğini koruyor. Yaklaşık 10 yıl önce alınan kararı 1 Şubat’tan itibaren uygulamaya başlayan Çanakkale Belediyesi Zabıta Müdürü Mustafa Ada, toplanan atların doğaya bırakıldığını doğrulamış, “Ancak onları ölüme terk ettiğimiz haberleri gerçeği yansıtmıyor” demişti. Çanakkale Çevre ve Sokak Hayvanları Koruma Derneği Başkanı Sitare Şahin ise bundan 7 gün önce Kazdağları’nda başıboş dolaşan atları fotoğraflamış ve ilgililere bildirmişti. Atları ilk gördüğü günden iki sonra yine aynı bölgeye giden Şahin, bu defa iki atın ölüsüyle karşı karşıya kaldı. Atların izini son dört gündür bulamadığını belirten Şahin’e göre, insan eliyle beslenmeye alışmış bu atların, bu hava koşullarında yiyecek bulması ve hayatta kalmaları mümkün değil.
Hayvan hakkı ihlaline para cezası
Aynı zamanda Türkiye Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) temsilcisi de olan Şahin, belediyeden toplatılan 88 atın kimlere verildiğine dair sordukları sorulara yanıt alamadıklarına dikkat çekiyor. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun ihlal edildiğini söyleyen Şahin, “Hayvanların il dışarısına sağlık kontrolleri yapılmadan çıkarılması da yasak” diyor ve işin peşini bırakmayacaklarını söylüyor. Hayvan Hakları konusunda yapılan ihlaller, Kabahatler Kanunu” çerçevesinde değerlendirildiği için yaptırım idari cezalarla sınırlı. Hayvan hakları savunucuları, bu konuda da kampanya yürütüyor ve ihlallerin Ceza Yasası kapsamında değerlendirilmesini istiyor.
Çanakkale Belediyesi olarak rehabilitasyon merkezi kurmak istediklerini ancak bunun için yeterli kaynağın olmadığını belirten Zabıta Müdürü Mustafa Ada, “Hak sahiplerinden toplanan at arabalarından bazılarının köydeki çalışmalarda kullanılmak amacıyla muhtarlıklara teslim edildiğini, köy muhtarlarıyla iletişim halinde olduklarını istedikleri takdirde köylere muhtarlıkları aracılığı ile tekrar at arabası verilebileceğini ve bu konuda hatalarının olmadığını söylüyor.
Özgür Gürbüz / 18 Şubat 2009
Fotoğraf: Sitare Şahin
Çanakkale İl Trafik Komisyonu’nun trafikten at arabalarını çekme kararıyla sahiplerinden toplatılan 88 atın akıbeti belirsizliğini koruyor. Yaklaşık 10 yıl önce alınan kararı 1 Şubat’tan itibaren uygulamaya başlayan Çanakkale Belediyesi Zabıta Müdürü Mustafa Ada, toplanan atların doğaya bırakıldığını doğrulamış, “Ancak onları ölüme terk ettiğimiz haberleri gerçeği yansıtmıyor” demişti. Çanakkale Çevre ve Sokak Hayvanları Koruma Derneği Başkanı Sitare Şahin ise bundan 7 gün önce Kazdağları’nda başıboş dolaşan atları fotoğraflamış ve ilgililere bildirmişti. Atları ilk gördüğü günden iki sonra yine aynı bölgeye giden Şahin, bu defa iki atın ölüsüyle karşı karşıya kaldı. Atların izini son dört gündür bulamadığını belirten Şahin’e göre, insan eliyle beslenmeye alışmış bu atların, bu hava koşullarında yiyecek bulması ve hayatta kalmaları mümkün değil.
Hayvan hakkı ihlaline para cezası
Aynı zamanda Türkiye Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) temsilcisi de olan Şahin, belediyeden toplatılan 88 atın kimlere verildiğine dair sordukları sorulara yanıt alamadıklarına dikkat çekiyor. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun ihlal edildiğini söyleyen Şahin, “Hayvanların il dışarısına sağlık kontrolleri yapılmadan çıkarılması da yasak” diyor ve işin peşini bırakmayacaklarını söylüyor. Hayvan Hakları konusunda yapılan ihlaller, Kabahatler Kanunu” çerçevesinde değerlendirildiği için yaptırım idari cezalarla sınırlı. Hayvan hakları savunucuları, bu konuda da kampanya yürütüyor ve ihlallerin Ceza Yasası kapsamında değerlendirilmesini istiyor.
Çanakkale Belediyesi olarak rehabilitasyon merkezi kurmak istediklerini ancak bunun için yeterli kaynağın olmadığını belirten Zabıta Müdürü Mustafa Ada, “Hak sahiplerinden toplanan at arabalarından bazılarının köydeki çalışmalarda kullanılmak amacıyla muhtarlıklara teslim edildiğini, köy muhtarlarıyla iletişim halinde olduklarını istedikleri takdirde köylere muhtarlıkları aracılığı ile tekrar at arabası verilebileceğini ve bu konuda hatalarının olmadığını söylüyor.
Kyoto Prtokolü Hayatımızı Nasıl Değiştirecek?
Özgür Gürbüz/ 6 Şubat 2009
Türkiye, gecikmeli de olsa 5 Şubat 2009 tarihinde Kyoto Protokolü’ne taraf oldu. Protokole bugüne kadar 185 ülke taraf oldu ve küresel ısınmaya yol açan seragazı emisyonlarını, 2012 sonuna kadar 1990 yılındaki seviyenin en az yüzde 5 altına çekmeyi kabul ettiler. 1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde ortaya çıkan anlaşmada bu sorumluluk tüm taraf ülkelere verilmedi. Gelişmiş ülkeler olarak adlandırılan grup indirim taahhütlerini kabul ederken, gelişmekte olan ülkeler için yaptırım içermeyen tedbirler kabul edildi. Bugün protokole taraf olan Çin, Hindistan gibi ülkeler bu nedenle, birinci dönem olarak da adlandırılan 2008 – 2012 yılları arasında seragazı emisyonlarını indirmek zorunda değiller.
Türkiye’nin özel durumu
Türkiye’nin durumu ise birçok açıdan farklılık içeriyor. 1997’deki ilk metinde kendisini, OECD ülkesi olduğu için gelişmiş ülkelerin yanında bulan Türkiye, uzun yıllar yükümlülük alacak ülkeler arasında yer aldı. Türkiye’nin ilk yıllarda küresel ısınmaya gereken ilgiyi göstermemesi nedeniyle bu sorun fazlaca gündeme gelmedi. İşin ciddiyeti daha sonra anlaşıldı ve Türkiye 2001 yılında Fas’ın Marakeş kentindeki Taraflar Toplantısı’nda (COP 7) kendi özel durumunu kabul ettirerek, yükümlülük alan ülkelerin içinde yer aldığı “Ek-B” adı verilen listeden ismini çıkarttırdı. Bugün protokole imza atan Türkiye hem 2001 yılındaki karardan dolayı 2012 yılına kadar yükümlülük almıyor. 2009 Aralık ayında Danimarka’nın Kopenhag kentinde yapılacak toplantıda 2012 sonrası alınacak yeni yaptırımlar belli olacak. Türkiye’nin bu dönemde nasıl bir yükümlülük alacağı ise orada yapılacak görüşmelerde belli olacak. Protokol’e taraf olan Türkiye, Kopenhag’ta müzakerelere aktif olarak katılabilecek.
Neler yapmalıyız?
Önümüzdeki üç yıl boyunca Türkiye’yi etkileyen en büyük yükümlülük, Birleşmiş Milletler’e verilecek olan raporların daha detaylı ve sık olarak hazırlanacak olması. Bu dönemde Türkiye bir yaptırım almasa da uzmanlar, sürenin iyi değerlendirilerek 2012 sonrasına hazırlanılmasının önemine değiniyor. Makro politikalar; enerjiyi verimli kullanma, toplu taşımanın yaygınlaştırılması, karayollarından demiryollarına geçiş, rüzgar, güneş ve biyokütle gibi temiz enerji kaynaklarının kullanımının arttırılması, orman alanlarının ve su havzalarının korunması, sanayide yeşil teknoloji seçimine yönelinmesine neden olacak. Kyoto’nun günlük hayatımıza yansıması ise daha çok bireysel tedbirleri kapsıyor. Geri dönüşüm için evsel atıkların ayrıştırılması, tasarruf tedbirleri, evlerde yalıtım ve enerjiyi verimli kullanan cihazların kullanımı yine ilk akla gelenler. Yerel yönetimlerin tavırları ve çıkarılacak yasal düzenlemelerin bireysel tedbirlere etkisi fazla olacak.
Protokol hedef gösteriyor, gidilecek yolu ülkeler çiziyor
Kyoto Protokolü, yükümlülük alan ülkelere atmosfere saldıkları seragazı oranında indirim ya da sınırlama getiriyor. Bu hedefe nasıl ulaşacaklarına ise ülkelerin kendileri karar veriyor. Örneğin Avustralya 2012 sonuna kadar seragazı emisyonlarını 1990’a göre yüzde 2,1 azaltmak zorunda. Avustralya’nın hedefine ulaşmak için daha az kömürle çalışan santral mi yapacağı ya da enerji tasarrufuna mı ağırlık vereceği Kyoto’yla belirlenmiş değil. Protokol, ülkeleri seçimlerinde serbest bırakıyor, sadece Emisyon Ticareti (Karbon Borsası) gibi mekanizmalarla yol gösteriyor.
AB ve Kyoto
Avrupa Birliği (AB), Kyoto Protokolü’ne topyekün taraf olarak tüm üyelerin sorumluluk almasını şart koştu. Türkiye’nin AB’ye girişinde de Kyoto’ya ya taraf olması şart koşulmuştu. AB-15 üyeleri, 2013’e ortak bir hedef belirledi ve seragazlarını 1990’a göre toplamda yüzde 8 azaltmayı kararlaştırdı. Bu ortak hedefe ulaşmak için her ülkeye ayrı hedefler verildi. Bazı ülkeler 90 yılına göre sınırlı da olsa arttırım hakkı kazanırken, Almanya, Danimarka ve İngiltere gibi ülkeler AB’nin ortalama yüzde 8 indirimi yakalaması için yüksek hedeflerle yola çıktılar. Avrupa Çevre Ajansı, AB’ye üye olan 27 ülke içerisinde sadece İspanya, İtalya ve Danimarka’nın bu hedefleri yakalamayacağı ve ikinci dönem için daha fazla yükümlülük alacağını tahmin ediyor. Kısacası 2012’ye kadar Avrupa’da ciddi bir sorun yok. Ülkelerin hedeflerine ulaşamaması halinde en büyük yaptırım, ilgili ülkenin bir eylem planı belirlemesi ve 2012 sonrası dönemdeki yükümlülüklerini yüzde 30 artırması olarak belirlenmiş.
***
Türkiye’nin Küresel Isınmaya Katkısı
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 1990 yılında 170 milyon ton CO2e (karbondioksit eşdeğeri) olan seragazı emisyonu, 2006 sonunda 331 milyon tonu geçti. Yüzde 95’lik bu artış hızı Türkiye’yi dünya birincisi yapıyor. Türkiye’yi yüzde 50 ile İspanya izliyor. Ülkelerin karşılaştırılmalarında kullanılan bir diğer kriter ise kişi başına düşen seragazı miktarı. Türkiye’de bu rakam kişi başına 5 tona yaklaştı. Bu rakam dünya ortalamasının, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin üstünde ve AB-25 ortalaması olan 10 tona yakın. Türkiye’nin artış hızına bakıldığında, AB ortalamasını önümüzdeki 10 yıl içerisinde yakalayacağı düşünülüyor.
***
Protokol’ün tarihçesi
BM’e ait ülkeler 1992 yılında, İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’nı oluşturarak insan kaynaklı iklim değişikliğine çözüm bulunması için bir araştırma yapılmasını kabul etti. Bu araştırma insan etkisini ortaya çıkarırsa, küresel bir protokolle sorunun çözülmesi için çalışlması da amaç olarak belirlendi. Bu amacın sonucunda Kyoto Protokolü ortaya çıktı. Çerçeve Anlaşması’na göre, anlaşmaya imza atan ülkeler her yıl sekreteryaya seragazı emisyon envanteri sunmayı da kabul ediyor. Bu anlaşma çerçevesinde yapılan toplantılar “Taraflar Toplantısı” (COP) olarak anılıyor ve bu yıl Kopenhag’ta tarihi kararların alınacağı toplantı 15. buluşma (COP-15)olacak. Türkiye Çerçeve Anlaşması’na tam 12 yıl sonra 2004 yılında imza attı. İşgal altında olan Irak’tan sadece 4 yıl önce. Çerçeve Anlaşması’ndan sonra 1997 yılında kabul edilen Kyoto Protokol’e de yine tam 12 yıl sonra taraf oldu. 1997 yılında hazırlanan Protokol, 2005 Şubat ayına kadar ABD’nin muhalefeti nedeniyle bir türlü hayata geçirilemedi. Protokolün hayata geçmesi için küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 55'ine neden olan en az 55 ülkenin yükümlülük altına girmesi ön şartlardan bir tanesiydi. ABD, 2001 yılında Bush hükümetinin başa gelmesiyle protokolden çekilince yüzde 55'i geçmek için o ana kadar imza atmamış Rusya'nın "evet" demesi gerekiyordu. 2005 yılında Rusya taraf oldu ve 2008’de Protokol yaptırımlarıyla birlikte hayata geçti.
***
Küresel ısınma nedir?
Dünyanın çevresini saran ve seragazları dediğimiz karbondioksit, metan, azotoksit gibi gazlar, normal koşullarda gezegeni canlıların yaşaması için uygun olan 18 derecelik sıcaklıkta tutarlar. Sanayi devrimiyle atmosfere salınan seragazı miktarındaki ciddi bir artış oldu ve dünyanın ısınmasına yol açtı. Halihazırda ortalama sıcaklıkta 0,8 derecelik bir artış gerçekleşti ve bilim insanları 2 derecelik bir artıştan sonra geri dönülemez bir noktaya gelineceği konusunda uyarılar yapıyor.
Türkiye, gecikmeli de olsa 5 Şubat 2009 tarihinde Kyoto Protokolü’ne taraf oldu. Protokole bugüne kadar 185 ülke taraf oldu ve küresel ısınmaya yol açan seragazı emisyonlarını, 2012 sonuna kadar 1990 yılındaki seviyenin en az yüzde 5 altına çekmeyi kabul ettiler. 1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde ortaya çıkan anlaşmada bu sorumluluk tüm taraf ülkelere verilmedi. Gelişmiş ülkeler olarak adlandırılan grup indirim taahhütlerini kabul ederken, gelişmekte olan ülkeler için yaptırım içermeyen tedbirler kabul edildi. Bugün protokole taraf olan Çin, Hindistan gibi ülkeler bu nedenle, birinci dönem olarak da adlandırılan 2008 – 2012 yılları arasında seragazı emisyonlarını indirmek zorunda değiller.
Türkiye’nin özel durumu
Türkiye’nin durumu ise birçok açıdan farklılık içeriyor. 1997’deki ilk metinde kendisini, OECD ülkesi olduğu için gelişmiş ülkelerin yanında bulan Türkiye, uzun yıllar yükümlülük alacak ülkeler arasında yer aldı. Türkiye’nin ilk yıllarda küresel ısınmaya gereken ilgiyi göstermemesi nedeniyle bu sorun fazlaca gündeme gelmedi. İşin ciddiyeti daha sonra anlaşıldı ve Türkiye 2001 yılında Fas’ın Marakeş kentindeki Taraflar Toplantısı’nda (COP 7) kendi özel durumunu kabul ettirerek, yükümlülük alan ülkelerin içinde yer aldığı “Ek-B” adı verilen listeden ismini çıkarttırdı. Bugün protokole imza atan Türkiye hem 2001 yılındaki karardan dolayı 2012 yılına kadar yükümlülük almıyor. 2009 Aralık ayında Danimarka’nın Kopenhag kentinde yapılacak toplantıda 2012 sonrası alınacak yeni yaptırımlar belli olacak. Türkiye’nin bu dönemde nasıl bir yükümlülük alacağı ise orada yapılacak görüşmelerde belli olacak. Protokol’e taraf olan Türkiye, Kopenhag’ta müzakerelere aktif olarak katılabilecek.
Neler yapmalıyız?
Önümüzdeki üç yıl boyunca Türkiye’yi etkileyen en büyük yükümlülük, Birleşmiş Milletler’e verilecek olan raporların daha detaylı ve sık olarak hazırlanacak olması. Bu dönemde Türkiye bir yaptırım almasa da uzmanlar, sürenin iyi değerlendirilerek 2012 sonrasına hazırlanılmasının önemine değiniyor. Makro politikalar; enerjiyi verimli kullanma, toplu taşımanın yaygınlaştırılması, karayollarından demiryollarına geçiş, rüzgar, güneş ve biyokütle gibi temiz enerji kaynaklarının kullanımının arttırılması, orman alanlarının ve su havzalarının korunması, sanayide yeşil teknoloji seçimine yönelinmesine neden olacak. Kyoto’nun günlük hayatımıza yansıması ise daha çok bireysel tedbirleri kapsıyor. Geri dönüşüm için evsel atıkların ayrıştırılması, tasarruf tedbirleri, evlerde yalıtım ve enerjiyi verimli kullanan cihazların kullanımı yine ilk akla gelenler. Yerel yönetimlerin tavırları ve çıkarılacak yasal düzenlemelerin bireysel tedbirlere etkisi fazla olacak.
Protokol hedef gösteriyor, gidilecek yolu ülkeler çiziyor
Kyoto Protokolü, yükümlülük alan ülkelere atmosfere saldıkları seragazı oranında indirim ya da sınırlama getiriyor. Bu hedefe nasıl ulaşacaklarına ise ülkelerin kendileri karar veriyor. Örneğin Avustralya 2012 sonuna kadar seragazı emisyonlarını 1990’a göre yüzde 2,1 azaltmak zorunda. Avustralya’nın hedefine ulaşmak için daha az kömürle çalışan santral mi yapacağı ya da enerji tasarrufuna mı ağırlık vereceği Kyoto’yla belirlenmiş değil. Protokol, ülkeleri seçimlerinde serbest bırakıyor, sadece Emisyon Ticareti (Karbon Borsası) gibi mekanizmalarla yol gösteriyor.
AB ve Kyoto
Avrupa Birliği (AB), Kyoto Protokolü’ne topyekün taraf olarak tüm üyelerin sorumluluk almasını şart koştu. Türkiye’nin AB’ye girişinde de Kyoto’ya ya taraf olması şart koşulmuştu. AB-15 üyeleri, 2013’e ortak bir hedef belirledi ve seragazlarını 1990’a göre toplamda yüzde 8 azaltmayı kararlaştırdı. Bu ortak hedefe ulaşmak için her ülkeye ayrı hedefler verildi. Bazı ülkeler 90 yılına göre sınırlı da olsa arttırım hakkı kazanırken, Almanya, Danimarka ve İngiltere gibi ülkeler AB’nin ortalama yüzde 8 indirimi yakalaması için yüksek hedeflerle yola çıktılar. Avrupa Çevre Ajansı, AB’ye üye olan 27 ülke içerisinde sadece İspanya, İtalya ve Danimarka’nın bu hedefleri yakalamayacağı ve ikinci dönem için daha fazla yükümlülük alacağını tahmin ediyor. Kısacası 2012’ye kadar Avrupa’da ciddi bir sorun yok. Ülkelerin hedeflerine ulaşamaması halinde en büyük yaptırım, ilgili ülkenin bir eylem planı belirlemesi ve 2012 sonrası dönemdeki yükümlülüklerini yüzde 30 artırması olarak belirlenmiş.
***
Türkiye’nin Küresel Isınmaya Katkısı
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 1990 yılında 170 milyon ton CO2e (karbondioksit eşdeğeri) olan seragazı emisyonu, 2006 sonunda 331 milyon tonu geçti. Yüzde 95’lik bu artış hızı Türkiye’yi dünya birincisi yapıyor. Türkiye’yi yüzde 50 ile İspanya izliyor. Ülkelerin karşılaştırılmalarında kullanılan bir diğer kriter ise kişi başına düşen seragazı miktarı. Türkiye’de bu rakam kişi başına 5 tona yaklaştı. Bu rakam dünya ortalamasının, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin üstünde ve AB-25 ortalaması olan 10 tona yakın. Türkiye’nin artış hızına bakıldığında, AB ortalamasını önümüzdeki 10 yıl içerisinde yakalayacağı düşünülüyor.
***
Protokol’ün tarihçesi
BM’e ait ülkeler 1992 yılında, İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’nı oluşturarak insan kaynaklı iklim değişikliğine çözüm bulunması için bir araştırma yapılmasını kabul etti. Bu araştırma insan etkisini ortaya çıkarırsa, küresel bir protokolle sorunun çözülmesi için çalışlması da amaç olarak belirlendi. Bu amacın sonucunda Kyoto Protokolü ortaya çıktı. Çerçeve Anlaşması’na göre, anlaşmaya imza atan ülkeler her yıl sekreteryaya seragazı emisyon envanteri sunmayı da kabul ediyor. Bu anlaşma çerçevesinde yapılan toplantılar “Taraflar Toplantısı” (COP) olarak anılıyor ve bu yıl Kopenhag’ta tarihi kararların alınacağı toplantı 15. buluşma (COP-15)olacak. Türkiye Çerçeve Anlaşması’na tam 12 yıl sonra 2004 yılında imza attı. İşgal altında olan Irak’tan sadece 4 yıl önce. Çerçeve Anlaşması’ndan sonra 1997 yılında kabul edilen Kyoto Protokol’e de yine tam 12 yıl sonra taraf oldu. 1997 yılında hazırlanan Protokol, 2005 Şubat ayına kadar ABD’nin muhalefeti nedeniyle bir türlü hayata geçirilemedi. Protokolün hayata geçmesi için küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 55'ine neden olan en az 55 ülkenin yükümlülük altına girmesi ön şartlardan bir tanesiydi. ABD, 2001 yılında Bush hükümetinin başa gelmesiyle protokolden çekilince yüzde 55'i geçmek için o ana kadar imza atmamış Rusya'nın "evet" demesi gerekiyordu. 2005 yılında Rusya taraf oldu ve 2008’de Protokol yaptırımlarıyla birlikte hayata geçti.
***
Küresel ısınma nedir?
Dünyanın çevresini saran ve seragazları dediğimiz karbondioksit, metan, azotoksit gibi gazlar, normal koşullarda gezegeni canlıların yaşaması için uygun olan 18 derecelik sıcaklıkta tutarlar. Sanayi devrimiyle atmosfere salınan seragazı miktarındaki ciddi bir artış oldu ve dünyanın ısınmasına yol açtı. Halihazırda ortalama sıcaklıkta 0,8 derecelik bir artış gerçekleşti ve bilim insanları 2 derecelik bir artıştan sonra geri dönülemez bir noktaya gelineceği konusunda uyarılar yapıyor.
Türkiye Kyoto’yu imzaladı
Türkiye'nin Kyoto Protokolü'ne taraf olmasını sağlayacak yasa tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) kabul edildi. Türkiye protokole taraf olan 185.'inci ülke olacak. Yasa, Türkiye’ye şu aşamada bir yükümlülük getirmiyor.
Özgür Gürbüz- Habertürk / 5 Şubat 2009
Küresel ısınmayı durdurmak için 1997 yılında ortaya çıkan ve 2008 yılında yükümlülükleriyle birlikte hayata geçen Kyoto Protokolü’ne Türkiye de dahil oldu. TBMM Genel Kurulu’nda 3’e karşı 243 oyla kabul edildi. Kyoto’nun imzalanmasıyla ilgili yasa 2008 Haziran ayından beri Genel kurul’da oylanmayı bekliyor ve bu yüzden de çevrecilerden tepki alıyordu.
Kyoto Protokolu, iklim değişikliği ya da halk arasında bilinen adıyla küresel ısınmaya yol açan seragazlarının atmosfere salımına kısıtlama getiriyor. Protokole taraf olan gelişmiş ülkeleri, atmosfere bıraktıkları karbondioksit gibi seragazlarını 2012 sonuna kadar 1990 yılındaki seviyelerinin yüzde 5,2 oranında azaltmak zorunda. Protokole taraf olan gelişmiş ülkeler 2012 yılında son bulacak olan anlaşmaya Türkiye’nin katılması şu aşamada bir yükümlülük getirmiyor. Ancak, 2012 sonrası gündeme gelecek yeni anlaşmanın müzakerelerine Türkiye’nin aktif olarak katılma şansı tanıyor. Bu yıl sonunda Kopenhag’ta yapılacak iklim değişikliği toplantısında 2012 sonrası hangi ülkelerin ne kadar yükümlülük alacağı belirlenecek. Türkiye’nin üye olmak istediği Avrupa Birliği (AB), tüm üyelerinin Kyoto protokole taraf olma zorunluluğunu getirmiş, Türkiye’den de üyelik yolunda benzer bir adımın atılmasını istemişti.
ABD yalnız kaldı
5 Şubat 2009 tarihinde, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen yasa tasarısı Türkiye’yi protokole imza atan / onaylayan 185. ülke yapıyor (Bu rakama protokole topyekün taraf olan Avrupa Birliği de dahil). Böylece, büyük ekonomiler içerisinde protokole taraf olmayan tek ülke olan ABD yalnız kaldı. Bilindiği gibi ABD, protokole imza atmış olmasına rağmen Bush yönetiminin iktidara gelmesiyle taraf olmaktan vazgeçip daha sonraki süreçte gelişmeleri baltalayan bir tavır almıştı. ABD’nin de Barrack Obama iktidarında protokole katılmasa bile, iddialı hedefler alarak ülkenin seragazı salımını azaltmak için hazırlık içerisinde olduğu biliniyor.
Bölgesel Çevre Merkezi İklim Değişikliği Proje Yöneticisi Yunus Arıkan’a göre bu imzayla Türkiye olması gereken kulvara girdi. Arıkan, “Türkiye, 1990’larda nasıl bir dünya, nasıl bir gelecek tartışmalarını kaçırmıştı. Şimdi, dünyayı kurgulama hakkı ve sorumluluğu var” diyor. Türkiye’nin 2012’ye kadar parasal, maddi bir yükümlülüğünün olmadığını belirten Arıkan, bunun hükümetin hiç bir adım atmayacağı anlamına da gelmeyeceğini, Yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği gibi konularda çalışmaların devam etmesi gerektiğini de ekliyor.
Türkiye’nin Kyoto’ya taraf olmasını savunan çevreler, Türkiye’nin müzakere sürecinin dışında kalarak kendisine uygun bir rol için pazarlık şansının kalmayacağına dikkat çekiyor, uzun vadede protokolün enerji güvenliği, çevresel ve ekonomik faydalarının olacağını öne sürüyordu. Karşı çıkanlar ise protokolün Türkiye’yi yükümlülük altına sokacağını, getiri ve götürülerinin iyi hesaplanması gerektiğini söylüyordu.
Özgür Gürbüz- Habertürk / 5 Şubat 2009
Küresel ısınmayı durdurmak için 1997 yılında ortaya çıkan ve 2008 yılında yükümlülükleriyle birlikte hayata geçen Kyoto Protokolü’ne Türkiye de dahil oldu. TBMM Genel Kurulu’nda 3’e karşı 243 oyla kabul edildi. Kyoto’nun imzalanmasıyla ilgili yasa 2008 Haziran ayından beri Genel kurul’da oylanmayı bekliyor ve bu yüzden de çevrecilerden tepki alıyordu.
Kyoto Protokolu, iklim değişikliği ya da halk arasında bilinen adıyla küresel ısınmaya yol açan seragazlarının atmosfere salımına kısıtlama getiriyor. Protokole taraf olan gelişmiş ülkeleri, atmosfere bıraktıkları karbondioksit gibi seragazlarını 2012 sonuna kadar 1990 yılındaki seviyelerinin yüzde 5,2 oranında azaltmak zorunda. Protokole taraf olan gelişmiş ülkeler 2012 yılında son bulacak olan anlaşmaya Türkiye’nin katılması şu aşamada bir yükümlülük getirmiyor. Ancak, 2012 sonrası gündeme gelecek yeni anlaşmanın müzakerelerine Türkiye’nin aktif olarak katılma şansı tanıyor. Bu yıl sonunda Kopenhag’ta yapılacak iklim değişikliği toplantısında 2012 sonrası hangi ülkelerin ne kadar yükümlülük alacağı belirlenecek. Türkiye’nin üye olmak istediği Avrupa Birliği (AB), tüm üyelerinin Kyoto protokole taraf olma zorunluluğunu getirmiş, Türkiye’den de üyelik yolunda benzer bir adımın atılmasını istemişti.
ABD yalnız kaldı
5 Şubat 2009 tarihinde, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen yasa tasarısı Türkiye’yi protokole imza atan / onaylayan 185. ülke yapıyor (Bu rakama protokole topyekün taraf olan Avrupa Birliği de dahil). Böylece, büyük ekonomiler içerisinde protokole taraf olmayan tek ülke olan ABD yalnız kaldı. Bilindiği gibi ABD, protokole imza atmış olmasına rağmen Bush yönetiminin iktidara gelmesiyle taraf olmaktan vazgeçip daha sonraki süreçte gelişmeleri baltalayan bir tavır almıştı. ABD’nin de Barrack Obama iktidarında protokole katılmasa bile, iddialı hedefler alarak ülkenin seragazı salımını azaltmak için hazırlık içerisinde olduğu biliniyor.
Bölgesel Çevre Merkezi İklim Değişikliği Proje Yöneticisi Yunus Arıkan’a göre bu imzayla Türkiye olması gereken kulvara girdi. Arıkan, “Türkiye, 1990’larda nasıl bir dünya, nasıl bir gelecek tartışmalarını kaçırmıştı. Şimdi, dünyayı kurgulama hakkı ve sorumluluğu var” diyor. Türkiye’nin 2012’ye kadar parasal, maddi bir yükümlülüğünün olmadığını belirten Arıkan, bunun hükümetin hiç bir adım atmayacağı anlamına da gelmeyeceğini, Yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği gibi konularda çalışmaların devam etmesi gerektiğini de ekliyor.
Türkiye’nin Kyoto’ya taraf olmasını savunan çevreler, Türkiye’nin müzakere sürecinin dışında kalarak kendisine uygun bir rol için pazarlık şansının kalmayacağına dikkat çekiyor, uzun vadede protokolün enerji güvenliği, çevresel ve ekonomik faydalarının olacağını öne sürüyordu. Karşı çıkanlar ise protokolün Türkiye’yi yükümlülük altına sokacağını, getiri ve götürülerinin iyi hesaplanması gerektiğini söylüyordu.
AKP’li başkanın kentten kovduğu belgeselciler, TRT’den birincilik ödülü aldı
Geçtiğimiz yaz, İnebolu ve Abana’da gösterimi engellenen Karadeniz Sahil Yolu projesiyle ilgili belgesel, TRT’den “En İyi Belgesel” ödülü aldı. İnebolu Belediye Başkanı İdris Güleç, belgeselin kentteki gösterimini hakaretlerle yarıda kesmiş ve “Başbakanımı çevre düşmanı gösteriyor” diye karşı çıkmıştı.
Özgür Gürbüz – Habertürk / 5 Şubat 2008
Temel Reis, takasıyla denizinin arasına “Karadeniz Sahil Yolu” giren, hayatı Trabzon ve Vakfıkebir’de geçmiş kendi halinde bir balıkçı. Sahil yolu öyle hızlı inşa ediliyor ki, akşam deniz kıyısında bıraktığı takasını Temel, sabah otoyolun arkasında yani karada buluyor. Takasını yeniden denize taşımak isterken de taka kırılıyor. Temel Reis, Rüya Arzu Köksal ve Aydın Kudu tarafından çekilen “Son Kumsal” adlı belgeselin kahramanlarından sadece biri. (Temel Reis'in öyküsü için bakınız; http://ozgurgurbuz.blogspot.com/2008/07/temel-reisin-taka-inad.html) Son Kumsal, Samsun – Trabzon arasındaki sahil yolu yapılırken yaşanan doğa tahribatını, yöre halkının düşüncelerini anlatan bir yapıt.
Son Kumsal’ı Türkiye, geçtiğimiz yaz yaşanan sansür tartışmalarıyla tanımıştı. Karadeniz’in birçok kentinde yapılan gösteriler, İnebolu ve Abana’da engellenmiş, belgeselin yapımcıları İnebolu Belediye Başkanı ile tartıştıktan sonra apar topar kenti terk etmek zorunda kalmışlardı. İnebolu’nun AKP’li Belediye Başkanı İdris Güleç, Başbakan Erdoğan’ın belgesel içerisinde çevre düşmanı olarak gösterildiğini belirterek, “Bu yolu Sayın Başbakan Erdoğan mı yaptırdı? Yıllar önce başlanmış projeyi bitirdi” diyerek gösterimi yarıda kestirmişti. Güleç, Kudu’nun, “Devamını izleseydiniz, biz Başbakan’a karşı bir şey yapmıyoruz” yanıtına da, “Benim canımı daha fazla sıkmadan çek git” karşılığını verdiğini öne sürmüştü. Olayın ardından belgesel ekibi, kendilerini güvende hissetmedikleri için o gece kenti terk etti. Bir sonraki gün Abana’da yapılması planlanan gösterim de Kaymakamlık tarafından iptal edilmişti.
Yapımcılardan Aydın Kudu, TRT’den aldıkları birincilik ödülü için, “Yönetici konumunda bulunan atanmış veya seçilmiş bazı yetkililer, ödülün anlamını kavrayabilirlerse bu iyi bir mesaj olabilir. Umarız olur ve bundan böyle anlamsız gerekçelerle benzer engellemeler yaşanmaz” diyor. İnebolu'da filmi "Başbakanımı çevre düşmanı gösteriyor" diye sansürleyen AKP'li Belediye Başkanı’ydı, Abana’da ise topu Kaymakam’a atarak sorumluluk almayan CHP'li Belediye Başkanı” diyen Kudu, “İki farklı parti ancak sonuç nerdeyse aynı” diyor. Belgeselin yönetmeni Rüya Arzu Köksal, proje aşamasında Kültür Bakanlığı’ndan alınan desteğin anlamlı bir adım olduğunu, birincilik ödülüyle TRT gibi resmi kurumların benzer açılımlar içerisinde olmasının mutluluk verici olduğunu söylüyor.
Birincilik ödülüyle beraber 25 bin YTL ve üç yıl boyunca TRT’de gösterim hakkı kazanan belgeselin yönetmeni Rüya Arzu Köksal ise ödülü değerlendirirken, “Denize, hele Karadeniz gibi azgın bir denize yol yapmaya kalkışmanın doğru bir şey olmadığının tüm yetkililer farkında. Anca çok sayıda ve güçlü çıkar grupları doğayla inatlaşma ısrarlarından vazgeçmiyor. Karadeniz'in doğu kıyılarında yapılan doğa katliamının batı tarafında tekrarlanmaması için yapacak çok şey var” diyor. Belgesel Sinemacılar Birliği’nin, Belediye Başkanı Güleç hakkında açtığı kamu davası da sürüyor. Güleç, anayasada karşılığı bulunan, sanatı ve düşünceyi yayma özgürlüğü, seyahat özgürlüğü, sanatın ve sanatçının korunması gibi temel normları ihlal ettiği gerekçesiyle dava edilmişti.
Özgür Gürbüz – Habertürk / 5 Şubat 2008
Temel Reis, takasıyla denizinin arasına “Karadeniz Sahil Yolu” giren, hayatı Trabzon ve Vakfıkebir’de geçmiş kendi halinde bir balıkçı. Sahil yolu öyle hızlı inşa ediliyor ki, akşam deniz kıyısında bıraktığı takasını Temel, sabah otoyolun arkasında yani karada buluyor. Takasını yeniden denize taşımak isterken de taka kırılıyor. Temel Reis, Rüya Arzu Köksal ve Aydın Kudu tarafından çekilen “Son Kumsal” adlı belgeselin kahramanlarından sadece biri. (Temel Reis'in öyküsü için bakınız; http://ozgurgurbuz.blogspot.com/2008/07/temel-reisin-taka-inad.html) Son Kumsal, Samsun – Trabzon arasındaki sahil yolu yapılırken yaşanan doğa tahribatını, yöre halkının düşüncelerini anlatan bir yapıt.
Son Kumsal’ı Türkiye, geçtiğimiz yaz yaşanan sansür tartışmalarıyla tanımıştı. Karadeniz’in birçok kentinde yapılan gösteriler, İnebolu ve Abana’da engellenmiş, belgeselin yapımcıları İnebolu Belediye Başkanı ile tartıştıktan sonra apar topar kenti terk etmek zorunda kalmışlardı. İnebolu’nun AKP’li Belediye Başkanı İdris Güleç, Başbakan Erdoğan’ın belgesel içerisinde çevre düşmanı olarak gösterildiğini belirterek, “Bu yolu Sayın Başbakan Erdoğan mı yaptırdı? Yıllar önce başlanmış projeyi bitirdi” diyerek gösterimi yarıda kestirmişti. Güleç, Kudu’nun, “Devamını izleseydiniz, biz Başbakan’a karşı bir şey yapmıyoruz” yanıtına da, “Benim canımı daha fazla sıkmadan çek git” karşılığını verdiğini öne sürmüştü. Olayın ardından belgesel ekibi, kendilerini güvende hissetmedikleri için o gece kenti terk etti. Bir sonraki gün Abana’da yapılması planlanan gösterim de Kaymakamlık tarafından iptal edilmişti.
Yapımcılardan Aydın Kudu, TRT’den aldıkları birincilik ödülü için, “Yönetici konumunda bulunan atanmış veya seçilmiş bazı yetkililer, ödülün anlamını kavrayabilirlerse bu iyi bir mesaj olabilir. Umarız olur ve bundan böyle anlamsız gerekçelerle benzer engellemeler yaşanmaz” diyor. İnebolu'da filmi "Başbakanımı çevre düşmanı gösteriyor" diye sansürleyen AKP'li Belediye Başkanı’ydı, Abana’da ise topu Kaymakam’a atarak sorumluluk almayan CHP'li Belediye Başkanı” diyen Kudu, “İki farklı parti ancak sonuç nerdeyse aynı” diyor. Belgeselin yönetmeni Rüya Arzu Köksal, proje aşamasında Kültür Bakanlığı’ndan alınan desteğin anlamlı bir adım olduğunu, birincilik ödülüyle TRT gibi resmi kurumların benzer açılımlar içerisinde olmasının mutluluk verici olduğunu söylüyor.
Birincilik ödülüyle beraber 25 bin YTL ve üç yıl boyunca TRT’de gösterim hakkı kazanan belgeselin yönetmeni Rüya Arzu Köksal ise ödülü değerlendirirken, “Denize, hele Karadeniz gibi azgın bir denize yol yapmaya kalkışmanın doğru bir şey olmadığının tüm yetkililer farkında. Anca çok sayıda ve güçlü çıkar grupları doğayla inatlaşma ısrarlarından vazgeçmiyor. Karadeniz'in doğu kıyılarında yapılan doğa katliamının batı tarafında tekrarlanmaması için yapacak çok şey var” diyor. Belgesel Sinemacılar Birliği’nin, Belediye Başkanı Güleç hakkında açtığı kamu davası da sürüyor. Güleç, anayasada karşılığı bulunan, sanatı ve düşünceyi yayma özgürlüğü, seyahat özgürlüğü, sanatın ve sanatçının korunması gibi temel normları ihlal ettiği gerekçesiyle dava edilmişti.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)