Yozgat’ın başı uranyum madeniyle dertte

Özgür Gürbüz-BirGün/1 Mart 2015

Türkiye ve Yozgat bir büyük sorunla daha karşı karşıya. Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Temrezli köyünün bulunduğu bölgede uranyum madeni açılması için çalışmalar hızlandı. Avustralyalı ‘Anatolia Energy’ adlı şirket, yaptığı ön araştırmalarda maden sahasını ‘çok kârlı’ buldu. Çevresel Etki Değerlendirmesi raporu onay alırsa maden hayata geçecek. Aynı Bergama’da olduğu gibi bu projede Temrezli’yle sınırlı kalmayacak. Yozgat-Şefaatli’den başlayarak İç Anadolu’daki diğer uranyum sahalarında da kazılar başlayacak ve çıkarılan uranyum işlenmek üzere Temrezli’deki merkeze gönderilecek. 

Uranyum madenciliği en belalı madencilik türlerinden biri. Madencilik çalışmaları sonucunda yüksek seviyede radyoaktif atık ortaya çıkıyor. Çalışan işçilerin sağlığı da ciddi risklerle karşı karşıya kalacak. Uranyum toprağın altında kaldıkça nispeten zararsız bir madendir. Çünkü tonlarca kaya içerisinde az miktarda saf uranyum bulunur. Kayda değer miktarda uranyum elde etmek için deyim yerindeyse ‘toprağı yerle bir etmeniz’ gerekir. Uranyum nükleer santrallerin yegâne yakıtı. Sadece bir nükleer reaktörün yıllık yakıtını üretmek için yaklaşık 500 bin ton kaya atığı çıkarırsınız. Çıkarılan cevherin değirmenlerde öğütülmesi gerekir. Bu aşamada da 100 bin tona yakın atık daha çıkar. Uranyumun nükleer santrallerde kullanılması için gazlaştırılması da gerekir. Bu aşamada da ciddi katı ve sıvı atık ortaya çıkar. Özetle söylersek, 25-30 tonluk nükleer yakıt için Yozgat’taki arazileri altüst etmeniz, dev çukurlar açmanız gerekir. Bu yakıt da nükleer santralin bir reaktörüne sadece bir yıl yeter. Geride bırakılan atık ise yüzlerce yıl radyoaktif kalır. Uranyum madenciliğinin katı atıklarındaki radyasyon miktarı, kömürün uçucu külüne göre 3 bin kat daha fazladır.

Uranyum madenciliği işçiler için de ciddi riskler içeriyor. Şirketin civardaki köylüleri iş vaadiyle ikna etmeye çalıştığı biliniyor. Köylüler ise bir uranyum madeninde çalışmanın başlarına ne belalar açacağını bilmiyor. Uranyum bulunan toprak ve kayaların çıkarılması sırasında işçiler uranyum parçacıklarına maruz kalır. Daha da tehlikelisi, maden faaliyetleri sonucu ortaya çıkan ve kansere yol açan radon gazıdır. İşçiler uranyum parçacıkları gibi bu gaza da maruz kalır. Radon gazına maruz kalınırsa yüksek olasılıkla akciğer kanserine yakalanılır.

Adında ‘Anadolu’ ismini taşıyan Avustralyalı şirket, yurt dışında medyaya verdiği demecinde, Temrezli’deki madenin çok kârlı bir yatırım olduğuna vurgu yapıyor. 12 yıl çalışacak madenin 11 ay sonra kâra geçeceğini söylüyor. Şirket Türkiye’de kamuoyunu ikna etmek için çıkarılan uranyumun Türkiye’de kurulmak istenen nükleer santrallerin yakıtı olacağı imasında da bulunacaktır. Böyle bir şey yok. Ortada nükleer santral olmadığı gibi Türkiye’de çıkarılan uranyumu yakıta çevirecek ne bir tesis ne de teknoloji var. Böyle bir tesis kurulması veya teknoloji yatırımı yapılması da mantıklı değil çünkü Türkiye’deki uranyum rezervi az. Toplam rezerv 9 bin ton civarında. Prof. Dr. Tolga Yarman’ın da belirttiği gibi kurulması düşünülen 8 nükleer reaktörün ikisine ancak yeter. Kaldı ki, kurulmak istenen Rus ve Fransız yapımı nükleer reaktörlerin her biri için ayrı tür yakıt çubukları hazırlamak gerek. Her reaktör farklı yakıt ister. Ruslar ve Fransızlar santral yakıtını üretecek tesislere zaten sahip. Yeterli uranyumu olmayan Türkiye’de böyle bir yatırımı yapmazlar. Özetlersek, Türkiye’den çıkarılan uranyumun sadece onu uluslararası piyasada satacak firmaya faydası var.

Kömür ve altın madenlerinde yaşananları gördükten sonra Türkiye’de uranyum madenciliğine yeşil ışık yakmak intihar etmekten farksız. Yozgat ve Ankara’daki yetkililer umarım bu uyarılarımı değerlendirir.

***
Bu Cumartesi (7 Mart 2015) İstanbul Tabip Odası, Kadıköy Bürosu’nda, “Nükleer Tehlikeye Karşı Güncel Stratejiler” başlıklı panelde konuşmacıyım.

Kartopu

Özgür Gürbüz-BirGün/22 Şubat 2015 

Sokakta kocasından dayak yiyen kadınları gördüğünüzde vitrinin arkasına saklandınız.
Minibüste tecavüze uğrayan kadının çığlıklarını duymamak için müziğin sesini açtınız.
Otobüste tacizcilere sırtını döndünüz, manzarayı seyrettiniz.
Sokakta kadınlara laf atanlara ‘sırıtarak’ destek oldunuz.
Taciz eden gençlerin omuzlarını sıvazlayarak abilik yaptınız.
Dövülen, tacize ve tecavüze uğrayan kadınları görmezden geldiniz.
Ne menem bir şey olduğu belli olmayan ‘erkekliğinizi’, evde karınıza ve kızınıza ‘namus’ nutuk ve dayakları atarak sözüm ona yücelttiniz.

Nuh Köklü
Ayakkabı kutularıyla götürenleri gördüğünüzde yoktunuz.
Alkole ve içkiye karşıydınız ama silaha bayıldınız.
Çocuklar biber gazı kapsülleriyle öldürülürken buhar olup, uçtunuz.
Aksatmadığınız Cuma namazlarını, bakara makaracıları görünce unuttunuz.
Annesinin dizini görüp tahrik olanları ‘hoca’ ilan ettiniz.
Altı yaşındaki çocuklar evlenebilir diyenleri televizyondan ‘saf saf’ seyrettiniz.
Ama şu kartopu yok mu kartopu,
Camınıza geldi diye sokağa fırladınız.
Kartopu oynayan gül gibi bir insana bıçak sapladınız.
Sokakta kartopu oynayıp mutlu olan insanlara tahammül edemeyecek kadar esir olduğunuz mutsuz ve zavallı hayatınızla başkalarını zehirlemek için kartopunu bahane ettiniz.
Ne erkekmişsiniz siz! Ne delikanlı…
Ne dindar, ne namuslu…

***
Nuh’la Nokta dergisinde çalıştığı yıllarda tanıştık. 20 yılı geçmiş. Bizim kuşaktandı Nuh Köklü. Özgür yaşardı, kimseye karışmazdı ama bildiğini söylemekten de çekinmezdi. Nice ‘cengâver’ gazetecinin korktuğu, Sabah’taki sendika mücadelesine katılmaktan da çekinmemişti. Kendinden başka kimseye zararı yoktu. Nuh kartopu yüzünden öldürülmedi. Bu düzene destek olanlar, sessiz kalanlar ve oy verenler yüzünden öldürüldü. Çocuklar ekmek almaya giderken, gazeteciler kartopu oynarken öldürülmesin istiyorsanız bu ülkenin kaderini değiştirin. Önümüz seçim. Ya kartopu oynayanları seçeceğiz ya da kardan adamı bile öldürenleri.

***
Meclis’teki İç Güvenlik Paketi görüşmelerini ibretle izliyorum. Türkiye’de demokrasiyi savunan herkesin ‘üzerine yürüyen’ ve şiddet uygulayan bir iktidarla karşı karşıyayız. İç Güvenlik Paketi de devlet eliyle yapılan baskıyı meşrulaştırmaya çalışıyor. Ülkedeki şiddet olaylarının artmasının ardında ülkeyi yönetenlerin olduğu unutulmamalı. Dış politikadan, ülkedeki demokratik protestolara kadar her türlü sorunu şiddetle çözmeye çalışan ve bu saldırgan, ötekileştiren dili iyiden iyiye içselleştiren hükümet ateşle oynuyor. Meclis’teki şiddetin sokağa daha sert yansıyacağı unutulmamalı. Ege Üniversitesi’nde yaşananlar bunun bir örneği.

İktidarın seçimi bir anlamda ülkenin geleceğini belirleyecek. Şiddeti, silahı meşrulaştırmaya devam ederlerse muhalefetin de benzer araçları kullanacağını görmek lazım. Türkiye, hem bireysel silahlanmanın hem de kaba kuvvetle karşısındakini sindirmenin giderek daha fazla egemen olduğu bir ülke haline geldi. Bizi her fırsatta ‘12 Eylül zamanına dönmekle’ korkutanlar adım adım o günleri geri getiriyor. Bu felaket senaryosundan kurtulmak için hâlâ vakit var. Bireysel silahlanmanın yasaklanması ilk adım. İktidar ve muhalefetin üst düzey temsilcilerinin karşı karşıya gelerek siyasi konuları tartışması da tansiyonu düşürebilir, siyaseti normalleştirir. Eğitimde ve medyada da ayrımcı ve şiddet içeren yayınlar kaldırılmalı. Aksi takdirde, Meclis’te gördüğümüz, üniversite ve sokağa sıçrayan şiddet eylemlerinin tüm ülkeye yayılması, artması an meselesi.

İktidar güneşe uzak HES ve doğal gaza yakın

Özgür Gürbüz-BirGün/15 Şubat 2015

Adalet ve Kalkınma Partisi zamanında yerli enerji kaynaklarına destek, enerji tasarrufu gibi söylemler ya sözde kaldı ya da doğa talanını meşrulaştırmak için kullanıldı. TMMOB Makina Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu Başkanı Oğuz Türkyılmaz’ın koordinatörlüğünde hazırlanan, Türkiye Enerji Görünümü (TEG) adlı raporu okursanız bu iddiamın verilerle desteklendiğini göreceksiniz. Birkaç gün önce yayımlanan raporun son güncellemesi adeta “kral çıplak” diyor.

Enerjide dışa bağımlılık oranı 2000 yılında yüzde 67’lerdeydi. Şimdi yüzde 73,5. Sorgusuz sualsiz yapılan yerli kömür ve HES yatırımları dışa bağımlılık oranını düşürmüyor çünkü ulaşım politikaları petrol, kentleşme politikaları da doğal gaz kullanımını teşvik ediyor. Sanayide ve konutlarda doğalgaz kullanımını azaltacak en önemli hamle verimlilik ve tasarruf. Bunlar hükümetin ‘tüketerek büyüme’ programına uymuyor. Türkiye düşen petrol fiyatlarına rağmen 2014’te 55 milyar doları enerji hammadde ithalatına ödemiş. 2012’de ülkenin toplam ithalatın dörtte biri petrol ve gaza aitti.

Elektrik talebinin eskisi gibi artmadığını söyleyip duruyoruz. TEG raporu da bu noktaya dikkat çekiyor. Elektrik tüketimi geçen yıl yüzde 3,7 oranında artmış. Son üç yılın ortalaması yüzde 4’ü geçmiyor. Hükümetin yaptığı tahminler bu oranların neredeyse iki katıydı. Bu yüzden de onlarca enerji santraline lisans verildi. Elektrik talebi olmazsa bu santraller ne yapacak? İşin garibi, lisans almış yeni santrallerin üçte biri doğal gazla çalışacak. Dışa bağımlılıkta sorumlu ilan ettiğimiz ve büyük bir kısmını Rusya’dan aldığımız doğal gaz. Bir o kadar da HES yolda. HES konusunda bir uzlaşı sağlamadan, halkın tepkilerini dikkate almadan bu kadar çok lisans vermenin şirketlerle halkı karşı karşıya getirmekten başka bir sonucu olmayacak.

Rapor sadece verilerden oluşmuyor, bazı öneriler de içeriyor. En çarpıcı önerilerden bir tanesi, kangrene dönüşen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) çalışmalarında toplumsal etkilerin de dikkate alınmasıydı. Yırca’da kesilen zeytin ağaçlarının sadece çevreye değil, köylülere ve ülkeye de ekonomik, sosyal zararlar verdiğini hep birlikte gördük. ÇED çalışmalarının kesilen ağaç başına bir bedel ödemekten öteye geçmesinin zamanı geldi ve geçiyor.  

Enerji sektörü tüm dünyada hiç olmadığı kadar hızlı değişiyor. Buna rağmen hükümet, 20-30 yıl öncesinin ezberleriyle hareket etmeye devam ediyor. İthal kömüre bile sınır koymayan ama güneş enerjisine sınır ve bürokratik engeller koyan iktidarın Türkiye’nin enerji sorununu çözeceği konusunda inancım giderek zayıflıyor. İktidarın eleştirilere pek açık olmadığını bilmeme rağmen, ilk yıllarındaki politikaların bundan çok daha mantıklı söylemler içerdiğini söylemeden edemeyeceğim.

Yeni açıklanan ‘Stratejik Plan’da, önümüzdeki 4 yıl içerisinde yerli kömür üretiminin neredeyse iki kat arttırılması, 23 bin megavatlık HES kapasitesinin de 32 bine çıkarılması gibi hedefler var. Bu hedefler yeni sorunlar getirmenin ve vakit kaybının ötesine gitmeyecek. Enerji tüketimini sınırlamadıkça, sınırlanan talebi yenilenebilir kaynaklardan sağlamaya yönelmedikçe enerji politikaları başarısızlığa mahkum. Türkiye çevreyle uyumlu, enerjiyi akıllı kullanan ve üretimi şirketlere değil, halka devreden bir enerji politikasını hayata geçirmek zorunda.

TEG raporu ve önerilerine her noktada katıldığımı söyleyemem ama her güncellendiğinde alır, okur ve çok faydalanırım. TMMOB yapısı gereği eleştirilere açık bir kurum. Keşke Enerji ve Çevre bakanlıkları da benzer raporlar açıklasa, eleştirileri dikkate alsa. İşlevsiz hale getirmek için üzerlerine yürüdükleri TMMOB’u kendilerine örnek alsalar birçok sorunu halledebilirdik. 

#TMMOByeDOKUNMA