3130

Özgür Gürbüz-BirGün/16 Mart 2014

3130 kaskını Mustafa Candemir’in yüzüne fırlattı.
7229 copunu rastgele salladı.
3130 kaskını yerden alıp Candemir’in yüzüne vurdu.
3130 Candemir’in burnunu kırdı.
3501 istemeye istemeye 3130 hakkında soruşturma başlattı.
İzmirliler o kask numarasını not aldı.

3469 o sırada Pangaltı’daki göstericilere tazyikli su sıktı. Bir genç kadını duvara yapıştırdı.
4326 ve 7688 lise çağındaki iki gence coplarıyla vurdu.
3415 biraz geride kaldı, çocukları dövmeye eli gitmiyordu.
6602 elindeki gaz bombası tüfeğini küçük bir çocuğa verdi. Kim bilir kimi vurmuştu o tüfek?  
0642 Kızılay’daki gazdan etkilendi, bankanın köşesinde elini duvara dayadı.
0682 o güz izinliydi. On yaşındaki kızının yanında olayları televizyondan izliyordu. Kızı, babasının üniformasını giyen amcaların sokakta dövdükleri insanlara bakıyordu.
5216 gaz bombalarını 20 saniye aralıkla atıyordu. Yüzü kanlı gencin görüntüsü aklındaydı.
2416 eve döndüğünde kusmaya başladı.
0001 Berkin’in ailesine başsağlığı dilemeye çalıştı, kelimeler ağzından çıkmıyordu.
0007 internete düşen ses kayıtlarının telaşındaydı.
0005, 0006, 0008 ve 0010 da yolsuzluk iddialarıyla dolu fezlekelerinin derdindeydi.
0002 “Emri ben verdim, polislerim destan yazıyor” demişti. Yetmedi, halkı birbirine düşürmeye çalıştı. 14 yaşında komaya giren Berkin’e terörist dedi.
Millet o kask numarasını da not aldı.
Referandumda yapılmak istenenin vesayeti sonlandırmak değil bir polis devleti kurmak olduğunu defalarca yazıp söylemiştik. İşte size polis devleti! Her yer polis herkes polis.

***
Mezarındaki karanfilden korkuyorlar Berkinim,
kokusu şehre yayılır diye.
Mezarındaki misketlerden korkuyorlar Elvanım,
belki bir gün oynarsın diye.

***
Burak Can Karamanoğlu Okmeydanı’nda bir silahtan çıkan kurşunla can verdi. Kadıköy metrosunda demokratik hakkını kullananlara hakaret edip tehdit edenlerin elinde silah vardı. Ruhsatsız silah taşımak suçundan haklarında soruşturma başlatıldı. Göstericileri tehdit eden S.R., kurusıkı tabancasını o sabah almış…

Umut Vakfı, Türkiye’de her gün 13 kişinin bireysel silahlar sonucu öldüğünü söylüyor. Sivillerin elindeki silah sayısının 15 milyon civarında olduğu sanılıyor. Sanılıyor çünkü bu silahların çoğu ruhsatsız; aynı Kadıköy’deki saldırganın elindeki gibi. Siyasi ortamın bu kadar gergin olduğu, trafikteki tartışmaların cinayetle sonlandığı bir ülkede bireysel silahlanmaya ‘yeşil ışık’ yakılmasını anlamak mümkün değil. Öldürülen kadınların, düğün ve maçlarda “kazara” vurulan canların bu silah serbestisinin kurbanı olduğunu görmüyor musunuz? Bir yasayla ve ağır cezalarla bireysel silahlanmanın önüne geçilebilir. 1 milyar 400 milyon nüfuslu Çin bunu yapıyorsa, İngiltere yapıyorsa biz neden yapamıyoruz? Bu işte kimin çıkarı var? Bazı milletvekillerinin bile silahı var. Meclis açıldığında ilk işiniz bu olsun, yasayı çıkarın hemen ardından da ilk siz silahlarınızı bırakın. Herkese örnek olun yoksa ufukta daha kötü günler var. Beklediğiniz her günün onlarca insanın hayatına mâl olduğunu unutmayın.

Not: 3130 dışındaki kask numaraları gerçek hayattan örneklendirilmemiştir.

Nükleer montaj

Özgür Gürbüz-BirGün/12 Mart 2014

Fukuşima’daki nükleer felaketin üzerinden üç yıl geçti. 2010 yılında Japonya elektrik ihtiyacının yüzde 30’una yakınını nükleer santrallerden sağlıyordu. 2012’de bu oran yüzde 2’ye düştü. Neredeyse bir yıldır ülkedeki nükleer reaktörlerin hepsi kapalı. İktidardaki liberaller nükleer santrallerin en azından bir bölümünü tekrar çalıştırmak istiyor. Kolay değil, ülkenin elektriğinin üçte birini sağladığınız kaynak bir gecede yok oluyor. Halk tepkili ama aynı bizde olduğu gibi medyanın büyük bir kısmı nükleer endüstrinin sözcüsü gibi davranıyor. Ekonomik bahanelerle ve nükleer lobinin desteğiyle birkaç reaktörün önümüzdeki günlerde tekrar çalıştırılması kimseyi şaşırtmamalı. Uzun vadede ise Japonya’nın nükleer enerji politikası belirsizliğini koruyor. 140 bine yakın insan üç yıldır radyoaktiviteye maruz kalmış evlerinden uzakta yaşıyor. Bazıları ayda bir kez evlerini ziyaret edebiliyor ama geceleri kalmalarına izin verilmiyor. Nükleer enerjiye bir kez bulaştınız mı adeta bin yıl lanetleniyorsunuz.  Bizim gibi hiç bulaşmamış ülkeler çok şanslı. O yüzden de Sinop ve Mersin’deki mücadele çok önemli.

Fukuşima kazası diğer ülkeleri de etkiledi. Nükleersiz İtalya yoluna nükleersiz devam etme kararı aldı. İsviçre yeni reaktör yapmaktan vazgeçtiği gibi, eldekileri kapatma kararı aldı. Dünyanın en büyük sanayi devlerinden Almanya, kazadan sonra sekiz reaktörünü birden kapattı. Kalan dokuz tane de 2021’de kapanacak. Almanya’da bugün elektriğin dörtte biri yenilenebilir enerjiden sağlanıyor. Ne elektrikler kesiliyor, ne de fabrikalar kapanıyor. Elektrik ihraç ediyorlar, alıcılar arasında 58 nükleer reaktörü olan Fransa bile var. 150 milyar kilovatsaat elektrik rüzgar, güneş ve biyokütle gibi kaynaklardan sağlanıyor. Tüm Türkiye’nin 250 milyar kilovatsaat elektrik tükettiğini hatırlatalım.

Fukuşima Almanya’ya ders oldu. 2050 yılı hedefi, elektrik tüketiminin en az yüzde 80’ini, enerjinin de yüzde 60’ını yenilenebilirden sağlamak. Bunun adına ‘Enerji Dönüşümü’ diyorlar.

Mesele yenilenebilir enerji meselesi de değil. Fukuşima’dan ders çıkarma meselesi. Yeni bir santral kurmak yerine tasarruf yapabilirsiniz. Dilerseniz ekonomide enerji yoğun sektörlerden vazgeçip, arz talep dengesini, talebin kulağından tutarak sağlayabiliriniz. Çimento fabrikalarının yarısını kapatıp bu çok enerji tüketen sektörlerde üretimi iç tüketimle sınırlayabilirsiniz.  Verimli ampulleri zorunlu kılın, toplu taşımayı şart koşun ya da neon ışıklarını gece 10’dan sonra içkiyi yasakladığınız gibi yasaklayın. Çözüm böyle de gelebilir.

Akan suya bakmanızda inanın bir sorun yok. Dünyanın en güzel doğa harikaları arasında o akan sular var; tabi ki bakacaksınız. Asıl sorun patlayan nükleer santrallere öyle boş boş bakmanızda. Güvenli nükleer masallarına karnımız tok. Millet bu masalları değil tapeleri dinliyor; bilesiniz. Fukuşima kazası sonrası enerji bakanı ve başbakan arasındaki konuşmanın tapeleri internete düştü bile:

Enerji Bakanı: Başbakanım Japonya’da nükleer santralde kaza oldu, ne diyelim?
Başbakan: Montaj diyelim, olmadı sabotaj deriz. Yok mu elde Mersin ve Sinopluları kandırmak için kullandığımız görüntüler?
Bakan: Hangi görüntüler?
BB: Hani, şu nükleer şeyin yanında denize giren insanların fotoları var ya…
Bakan: Şu bikinili kadınları fotoşapla kaldırıp yerine bizim başörtülü bacılarımızı koyduğumuz fotoğraflar mı?
BB: Evet onlar. Bizim oğlan olsa anlamazdı, sen hemen kaptın.
Bakan: Yanına da deri eldivenli birkaç kişi koyalım mı?
BB: Yok, onları sonra kullanırız.
Bakan: İnanırlar mı efendim?
BB: 9 yıldır ne söylesek inanıyorlar, neden inanmasınlar?
Bakan: Ama görüntüleri gördüler, interneti de hemen yasaklayamadık…
BB: Dert etme, “tüpgaz patladı” de, geç. Ben şimdi bizim Fatih’i de arıyorum. Altyazı geçsin, ‘Japonya’da elim tüpgaz patlaması’ diye. Sen de Erdoğan’ı ara ama nazik ol, ağlatma şimdi koca adamı. Hassaslaştı bu günlerde.
Bakan: Başüstüne efendim.
BB: Hadi hayırlı günler.

Sinop'a nükleer santralin talibi Finlandiya'da çuvalladı

Yapımı yılan hikayesine dönen Finlandiya’daki Olkiluoto-3 nükleer reaktöründe inşaat durdu. 3 milyar avroya mal olacak denen reaktörün maliyeti şimdiden 8,5 milyar avroyu buldu. Sinop’ta da nükleer santral yapmak isteyen Fransız Areva şirketi artık bitiş tarihi bile veremiyor.

Özgür Gürbüz-BirGün/4 Mart 2014

2005 yılında yapımına başlandığında ‘nükleer rönesansın’ simgesiydi. 1600 MW’lık kurulu gücüyle dünyanın en büyük nükleer reaktörü olacaktı. Yapımını Sinop’taki nükleer santral projesine de talip olan Fransız Avea üstlendi. Avrupa Basınçlı Su Reaktörü (EPR) denilen ve en ileri güvenlik teknolojileriyle donatıldığı iddia edilen reaktörü Fransızlar 2009 yılında 3,2 milyar avro maliyetle teslim etme sözü verdiler. Bağımsız denetçiler yapılan işi beğenmeyince inşaat gecikti, tasarımda hatalar tespit edildi. Bu gecikme reaktörün maliyetini şimdiden 8,5 milyar avroya çıkardı. Başka kaynaklar, siparişi veren Finlandiyalı TVO firmasının zararının 7,5 milyar avroyu bulduğunu belirtiyor. İnşaatın ne zaman biteceğiyse belirsiz. En iyimser tahmin 2018 yılı gibi gözükse de Areva artık net tarih vermekten kaçınıyor. 2018’de inşaat bitse bile TVO ve Areva, ekonomik kayıplar nedeniyle başka türlü bir ‘nükleer felaket’le karşı karşıya kalacak. İki firma bu süreçte davalık oldu. Areva TVO’dan 2,7 milyar avroluk tazminat istiyor, TVO ise tahkimde Areva’nın kendisine 1,8 milyar avro ödemesini talep ediyor. İnşaatın durduğu haberi Areva’nın hisselerinin yüzde 10 oranında değer kaybetmesine neden oldu. Areva zaten üç yıldır zarar ediyordu.

REKABETTE ZORLANIYOR
Finlandiya’daki başarısızlık ucuz, güvenli ve hızla devreye giren nükleer santral iddiasına ciddi bir darbe vurdu. Üçüncü kuşak reaktörlerin kağıt üzerindeki başarısı hayata geçirilemedi. Nükleer enerji diğer enerji kaynaklarıyla fiyat rekabetinde zaten zorlanıyor ve Türkiye’de olduğu gibi devlet desteği olmadan hayata geçirilemiyor. İnşaata olası bir gecikme nükleer enerjiyi ekonomik rekabette iyice çaresiz bırakıyor. Kaya gazıyla ucuzlayan doğalgaz, fiyatları her geçen gün düşen rüzgar ve güneş birçok yatırımcı için nükleere göre çok daha güvenli yatırımlar.

SİNOP’TA DA AREVA VAR
Finlandiya’daki nükleer fiyaskonun zincirleme reaksiyon tehlikesi de var. Bir devlet şirketi olan Areva’nın İngiltere’de ve Sinop’ta nükleer santral yapmak istediği biliniyor. Areva’nın Japonlarla beraber Sinop’a yapmayı düşündüğü Atmea tipi nükleer reaktör de aynı Finlandiya’da olduğu gibi denenmemiş bir teknoloji. Dünyada çalışan bir benzeri yok. Bu durum Finlandiya’da olan bitenin Sinop’ta da yaşanıp yaşanmayacağı sorusunu akla getiriyor. Aynı soruyu şimdi İngilizler de kendilerine soruyor. Fransız şirkete verdikleri sübvansiyon nedeniyle Avrupa Birliği’yle karşı karşıya kalan İngilizler şimdi de seçtikleri teknoloji nedeniyle kamuoyunu nükleere ikna etmekte zorlanacağa benziyor. Fransızların yıllardır yatırım yaptığı nükleer enerji sektörü de artık para getiren bir sektörden, para kaybettiren bir sektöre dönüşüyor. Milyarlarca dolar yatırdıkları EPR reaktörleri hem Finlandiya hem de kendi evlerinde (Flamanville) teknik ve ekonomik zorluklarla karşı karşıya kaldı. Fukuşima kazasıyla azalan reaktör siparişleri de cabası. Olkiluoto reaktörünün yapımın yarıda kalması, Batı Avrupa’da çoktan gözden düşen nükleer enerjinin diğer pazarlardaki payının da düşmesine neden olabilir. Ekonomik krizin ortasında en son istenen, milyarlarca dolar yatırdığınız enerji santrallerinin bir kilovatsaat elektrik dahi üretemeden öylece durması olmalı. (Haber Analiz)

Yeraltı demokrasisi

Özgür Gürbüz-BirGün/2 Mart 2013

Başbakan Erdoğan ile oğlu Bilal arasında geçen konuşmaların sızdırılmasının üzerinden gün geçmeden yeni ses kayıtları yayınlandı. Hükümete yakın iş adamlarının pazarlıkları, Bilal Erdoğan’ın yeni maceraları, villalar, arsalar ve yeni havuz problemleriyle karşı karşıya kaldık. Ne bu yöntemleri onaylayabilir, ne de kayıtlar üzerinden politika yapabiliriz. Doğrunun, hukuki zeminde ortaya çıkması için mücadele etmekten başka şansımız yok. Bu kayıtların, kirli alışverişin, iğrenç pazarlıkların bağımsız organlarca araştırılmasında ısrarcı olmalıyız. Tabi ki olan biteni görüyoruz ama kamu vicdanında yargılama yetmez, Yüce Divan için ısrarcı olmalıyız.

Hükümet şunu bilmeli, araştırmıyorsan, yargılamaya, şeffaflığa izin vermiyorsan suçu kabul etmiş sayılırsın. Montaj diyerek, dublaj diyerek patinajı önleyemezsin. Ses kayıtlarından bir tanesi bile doğruysa hükümetin derhal kendisini ‘sıfırlaması’ gerekir. Bu ‘bir’ sayısına da, Erdoğan’ın Habertürk’e telefon ettiğini kabul etmesiyle çoktan ulaştık. Demokrasinin gereği budur ama ne demokrasimiz demokrasi, ne de gittiğimiz yol doğru yol. Bunu açıkça söylemeliyiz. Şahit olduğumuz durum politikanın dibe vurduğunu, ‘ileri demokrasi’ denen ucubenin yerini bir ‘yeraltı demokrasisine’ bıraktığını gösteriyor.

Peki, bu yeraltı demokrasisini kim yarattı? Bir bakanın, başbakanın yolsuzluk yaptığına dair iddiaların halk tarafından tartışılabilmesi, duyulabilmesi için gizli kayıtlara ihtiyaç duyulan bu ortamı kim yarattı? Dürüst olalım ve büyük harflerle suçlunun adını yazalım: Adalet ve Kalkınma Partisi.

Gazeteci istediği soruyu soramaz, istediği gibi yazamazsa…
Medya patronları hükümetle ilişkileri uğruna haberleri, yazıları sansürlerse…
Başbakan ve iktidarın temsilcileri, TV kanallarında bile muhalefetin karşısına çıkmazsa…
İktidar medyanın nasıl ve hangi haberi yapacağına karar verirse…
Üniversitelerde muhalif sesler bastırılır, sadece iktidar yanlısı görüşlere yer verilirse…
Devletin tek bir dini, mezhebi, etnik kimliği olursa, diğerleri ötekileştirilirse…
İnsanların özel hayatı devletçe denetlenmeye çalışılırsa…
Okullarda eğitim vermek yerine, iktidarın istekleri doğrultusunda beyinler yıkanırsa…
Meclis, bir kesimin ticari ve ideolojik faaliyetlerine onay veren bir organ haline getirilse…
Sendikalar tasfiye edilir, demokratik hakkı için sokağa çıkanlar öldürülür, gaza boğulursa…
Yargı tek elden yönetilir, iktidara karşı olanları cezalandırma kurumuna dönüştürülürse…
Kamunun denetimini yapan Sayıştay gibi kurumlar/mekanizmalar devreden çıkarılırsa…

O ülkeye ‘yeraltı demokrasisi’ hakim olur. Çünkü böyle bir ortamda demokrasinin mekanizmaları işlemez. Doğru söyleyenlerin sesi duyulmaz, hukuk haklıyı savunamaz. Halk, 2+2=4 deseniz size inanmaz. Medya 5 der, ona inanır. Olmadı; montaj, dublaj der. O da olmadı sabotaj diye bağırır. Çare yer altına iner. Kaset çıkar, sesler kayıt edilir ve filmler çekilir.

Demokrasinin ilerisi gerisi olmaz. Demokrasi trenini çıkarları uğruna raydan çıkaran AKP, yeraltının tüm kötülüklerini bu ülkeye davet etti. Özgürlüğü de, denetimi de, adaleti de yer altına taşıdı. Baskı ve şiddeti o kadar arttırmıştı ki, halk umudunu bile yerin altına gömmek zorunda kaldı. Şimdi o umut yer altından beslenerek filizleniyor. Umut çiçeğinin köklerini bile pisliğe bulaştırdılar. Bize düşen hem o çiçeği kurtarmak hem de köklerini temizlemek.