İklim adaleti için büyük buluşma Sinop'ta


2009 yılındaki Kopenhag İklim Zirvesi, küresel ısınmayı durdurmak için kolları sıvayanlar için tam bir hezimetle sonuçlandı. Kopenhag'tan kayda değer hiçbir sonuç alınamaması, bu yıl Meksika'nın Cancun kentinde düzenlenecek Birleşmiş Milletler (BM) 16. Taraflar Konferansı'nı, ya da başka bir deyişle bu yılki iklim zirvesini daha da önemli bir hale getirdi. 
 
29 Kasım-10 Aralık 2010 tarihleri arasında Cancun’da düzenlenecek BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) 16. Taraflar Konferansı (COP16) için devletler bir araya geliyor. Sivil toplum örgütleri de her zamanki gibi yine orada olacak. Dünyanın iklim zirvesi Meksika'da başlamadan önce Türkiye'de bir başka zirve yapılacak. Türkiye İklim Adaleti Koordinasyonu tarafından 27-28 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek büyük buluşmada katılımcılar, Türkiye’nin enerji politikalarını ekolojik bir biçimde planlayarak yeni bir gelecek kurgulamasının ilk adımlarını atmak üzere buluşuyor. 
 
Toplantının çağrıcıları Yeşil Gerze Çevre Platformu, Bartın Platformu, Yalova Çevre Platformu ve Erzin Çevre Platformu. Destekleyenler ve katılımcılar ise Türkiye'nin dört bir yanından gelen sivil toplum örgütleri. Sadece küresel iklim değişikliğinden kaygı duyanlar değil, doğası, hayatı termik santraller yüzünden risk altında olan ve bu tehlikeye karşı mücadele eden onlarca insan Sinop'un Gerze ilçesinde biraraya gelecek. Amaç, hem ülke çapında hem de uluslararası dayanışma içerisinde yeni ve kuvvetli bir iklim hareketi başlatmak.

Türkiye İklim Adaleti Koordinasyonu'nun çağrı metninde, Meksika'daki zirveye Türkiye hükümetinin de katılacağı belirtilirken, Kyoto Protokolü’ne imza atan Türkiye’nin kömüre dayalı enerji sistemlerinden, bu bağlamda da termik santrallerden vazgeçmesi beklenirken, aksine 100’den fazla termik santral yapılması için kolları sıvadığına dikkat çekiliyor.

Çağrı metninde, “Gerze başta olmak üzere Türkiye’nin pek çok bölgesinde Amasra’da, Yalova’da, Zonguldak’ta, Çanakkale’de, Bursa’da, Balıkesir’de, Afşin’de, Silopi’de, Erzin’de, Sugözün’de milyonlarca insanın benzer bir kaderi paylaştığını biliyoruz. Bizler, insanlığın ve doğanın geleceğini düşünerek, tabandan gelen bir demokrasi anlayışı içinde, enerjinin demokratik planlaması yoluyla, tüketim ve üretim alışkanlıklarımızı değiştirerek Türkiye’nin yaşanılabilir bir yer haline gelmesini sağlayabiliriz. Bu süreç içinde bulunan tüm kurum, kuruluş ve kişilerle birlikte yaratacağımız ortak talepler manzumesi ve Cancun’a göndereceğimiz sonuç için 27-28 Kasım tarihlerinde tüm duyarlı toplum kesimlerini Gerze’de buluşmaya davet ediyoruz” deniyor.

Destekleyenler: Ekoloji Kolektifi, Çanakkale Biga Çevre Platformu, TMMOB Ankara İKK, Çevre Mühendisleri Odası, Ziraat Mühendisleri Odası, Ekolojik Yaşam Derneği, Doğader-Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği, Saklıkent Koruma Platformu, Bolkarları Koruma Platformu, Hasangazi Köy Meclisi Derneği, Porsuk Köy Meclisi Derneği, Maden Köyü Çevre Platformu, Gerze Belediyesi, Tüketici Dernekleri Federasyonu, Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu, GDO’ya Hayır Platformu, Kimya Mühendisleri Odası, Amasra Beledeyesi, Bartın  Belediyesi, Zonguldak/Musul Çevre Platformu, Erzin Gönüllüleri Derneği, Çetko

Cemal Şener'i kaybettik

Bugün çok acı bir haber aldım. Üstadımız Cemal Şener'i kaybetmenin derin acısı beni çok uzaklarda yakaladı. Çaresiz kaldım... Ailesi, okurları ve dostlarının başı sağ olsun.

Cemal Şener'le tanışmamız Nefes dergisinin yayın hayatına başladığı sıralarda, İstanbul'daki Tüyap Kitap Fuarı'na denk düşer. Kendisiyle orada tanışmış, yerel bir gazetede yazdığım yazıları göstermiştim. Bana gel Nefes'e yaz demişti. Sivas Katliamı'nın hemen sonrasıydı. Dergiye neredeyse hergün tehdit mesajları gelirdi. Üç yıldan fazla bir süre Nefes'te, çevre üzerine yazılar yazmamı, Alevi-Bektaşi felsefesini ve doğayla olan ilişkisini daha iyi anlamamın yolunu o açtı.

Beni gazeteci yapan, yazarlığın kıyısından tutmamı sağlayan iki kişiden biriydi. Diğer üstadı, Rifat Dedeoğlu'nun vefat haberini de yine gurbette, İngiltere'deyken almıştım. Çin'den, çok uzaklardan sesim İstanbul'a varır mı bilmiyorum ama onun insanlığı, yazarlığı, cesareti, insanlara aktardığı bilgiler ve onurlu duruşu, uzun yıllar dünyanın her bir köşesinde hatırlanacaktır.

Nur içinde yatsın.

Hakkınızı ödeyemem hocam...


Yön Radyo'nun internet sitesindeki haber için lütfen tıklayın
Cemal Şener'in internet sayfası, yapıtları
için lütfen tıklayın

Fosil Yakıt İlkyardım Hastanesi

Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi / 28 Ekim 2010

Türkiye yıllardır yenilenebilir enerji yasasını tartışıyor. Daha çok da, yasayla temiz enerji kaynaklarından üretilecek elektriğe kilovatsaat başına ne kadar alım garantisi verileceğini... 2005 yılında yasalaşan tasarı öncesinde de, bugün yasada yapılması düzenlenen ve alım fiyatlarını değiştirmeyi planlayan değişiklik öncesinde de herkesin odaklandığı nokta bu. Ancak tartışmalarda bir eksen kayması yaşanıyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarına verilen alım garantileri, enerji sektöründeki belirli bir çevre tarafından bilinçli bir şekilde “teşvik” olarak adlandırılırken, enerji piyasasında fosil ve nükleer enerji lehine düzenlenmiş gerçek teşvik ve destek mekanizmaları gözardı edilmeye çalışılıyor. Dahası da var. Temiz enerji üreticileri yabancı firmaları zengin etmekle ve “ucuz” olmayan yenilenebilir enerjiyi hazineden finanse etmekle de suçlanıyor. Asıl amacın enerji piyasasındaki dengesizliği gizlemek olduğu aslında çok açık.

Kirli ile temiz aynı kefede
Öncelikle yenilenebilir enerjiden üretilen elektriğe alım garantisi veren mekanizmanın (bir çeşit feed-in tariff) bir teşvik veya devlet sübvansiyonu olmadığını anlatarak işe başlayalım. Aksini iddia edenlere biraz serbest piyasayla ve bu sistemin ortaya çıkışıyla ilgili bilgi vermekte fayda var. Yenilenebilir enerji kaynaklarının (rüzgar, güneş, jeotermal, hidroelektrik, biyokütle vs.) gelişmesi ve başta iklim değişikliği olmak üzere küresel çevre sorunlarının artmasıyla, çevreyi kirletmeyen, canlıların yaşamı üzerinde daha az risk olşturan bu kaynakların mevcut enerji piyasasında fiyatlandırılması da bir sorun oldu. Klasik bir serbest piyasa içerisinde aynı ürünü satan (elektrik) iki farklı üreticinin devlet desteği veya müdehalesi olmadan rekabet etmesi beklenir. Bu enerji alanında mümkün olmadı. Çünkü, bir tarafta çevre kirliliği yaratmaması için üretilmiş ve bu yüzden de üretim maliyetleri arttırılmış bir enerji kaynağı, diğer tarafta ise yıllarca sübvansiyonlarla desteklenmiş, teknolojik gelişimini bu sübvansiyonlar sonucu oldukça ilerletmiş, yerel ve küresel çevre kirliliklerine yol açan ve yaşamı tehdit eden bir başka enerji kaynağı vardı. Piyasa, kirletici enerji kaynaklarının yol açtığı çevresel riskleri zorla da olsa satın almak zorunda kalıyordu. Bu şartlarda dengeli ve eşit bir serbest pazardan bahsedilemeyeceği için, “kirletmenin” bir bedelinin olması kararlaştırıldı. Bu bedel, termik santraller için karbon vergisi, nükleer için atık ve söküm maliyetleri, sigorta giderleri gibi özetleyeceğimiz ana başlıklar altında toplandı.

Serbest piyasa özeleştirmeden ibaret değildir
Tabi ki, dünyanın enerji ihtiyacını karşılayan başta fosil yakıt endüstrisi, söz konusu maliyeti birim elektrik üretim bedeline eklemeyi kaul etmedi. Uzun pazarlıklar sonucunda, pazarda dengesizlik yaratan bu bedelin yenilenebilir enerji kaynaklarına alım garantisi olarak verilmesi kararlaştırıldı. Böylece eşit şartlarda rekabet ortamının yaratılması için bir adım atıldı. Kısacası, yenilenebilir enerjiye ödenen alım garantileri teşvik değil, pazarın dengelenmesi için bir zorunluluk, serbest pazara geçişin de olmazsa olmazıydı. Türkiye'de serbest bir elektrik piyasasının oluşturulmasının kuvvetli savunucularının ve AKP hükümetinin, konuyu sadece kamunun elinde bulunan santrallerin özelleştirmesiyle sınırlaması aslında üzerinde uzun uzun düşünülücek ciddi bir sorun. Bu anlam kargaşasını iyi gören fosil ve nükleer taraftarları da, temiz enerji kaynaklarına alım garantisi isteyenlere, “teşvik istiyorlar” diyerek yüklenme fırsatını kaçırmadıları.

Kömüre 15 yıl alım garantisi teşvik sayılmaz!
Aslolan, bugün Türkiye'deki elektrik enerjisi piyasasında bir dengesizlik olduğu, nükleer ve fosil yakıtla çalışan santrallere ciddi devlet desteği sağlanırken, dünyadaki gidişatın aksine temiz enerjiye köstek olunduğudur. Termik santrallere verilen al ya da öde anlaşmaları hala yürürlükte. 5710 sayılı Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun'un kuyruğuna eklenen geçici 2. madde ne çabuk unutuldu? Bu maddeyle, 1000 MW kurulu gücün üstündeki kömür santrallerine 15 yıl alım garantisi verilirken bu teşvik değildi de, rüzgara, jeotermale, dalga enerjisine ve hidroelektriğe 10 yıl, mümkün olan en düşük bedellerle alım garantisi istenince bunun adı “teşvik” mi oldu? ­

Başhekimden de fayda yok
5710 sayılı kanun sadece bir örnek. Türkiye'nin kirleten enerji kaynakları için nasıl bir cennet olduğunu görmek için böyle detaylara bile ihtiyacınız yok. Türkiye'nin üyesi olmaya çalıştığı Avrupa Birliği'nin aksine, memleketimizde seragazı salımlari için ne bir sınırlama var, ne de “uyduruğundan” bir karbon borsamız. Elektrik piyasasındaki bu adaletsizliği azaltacak tek enstrüman yenilenebilir enerjiyle ilgili alımı düzenleyecek yasa. Meclis genel kurulundaki tasarıya bakınca, bu haliyle, yenilense de olur yenilenmese de... Asıl sorun artık kangrenleşmiş sözde serbest piyasada ama tedavinin yapılacağı sağlık merkezinin adı “Fosil Yakıt İlkyardım Hastanesi” olunca başhekimden de hayır beklemekte fayda yok kanımca...