Buzulların Erimesinden Kyoto'ya: Küresel Isınma III

Emisyon kotaları Çimento ve Demir-Çelik sektörlerini zorlayacak

Küresel sera gazlarının yüzde 6'sı demir-çelik sektöründen, yüzde 5'i çimento sektöründen kaynaklanıyor. Enerji yoğun iki sektörü de emisyon kotaları konusunda zor günler bekliyor. Diğer sektörlerde ise iklim koşullarının değişmesi ana etken.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 3 Aralık 2005

Küresel sera gazlarının büyük bir bölümü petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtlardan kaynaklanıyor. Enerji çevrim santralleri bu yakıtları elektrik enerjisine dönüştürmek için yakarken, demir-çelik ve çimento gibi enerji yoğun sektörler de bu yakıtları kullanıyor ve sera gazı emisyonlarıyla boğuşmak zorunda kalıyor. Halihazırda kaynak sıkıntısının çekildiği, Çin'in sektörü tedirgin ettiği bir dönemde, başta Kyoto'ya taraf olmuş emisyon ticareti içinde yer alan ülkelerdeki sektör temsilcileri olmak üzere herkes konuya yakından takip ediyor. Yılda 16,7 milyon ton çelik üreten ve 1,5 milyon ton ihracat yapan Türkiye çelik sektörünün lideri Erdemir’in emisyonları yılda 5,5 milyon tonu buluyor. Erdemir, 2005 yılı hedefi olan 5,2 milyon tonu tuttursa bile tek başına Türkiye’nin toplam emisyonlarının 40’ta 1'ini tek başına üretmeye devam edecek. Bu sadece Erdemir’e özgü bir sorun değil. Tam tersine Erdemir yabancı demir-çelik şirketleriyle kıyaslandığında listenin ortalarında yer alıyor. Belçikalı Sigmar firması 1 ton çelik üretirken 1.06 ton Co2 salımı yaparak listenin en başında yer alırken, Tata Steel 1 ton çelik üretimi için 2,51 ton Co2 salımı yapıyor. Erdemir’de bu oran 2,05. Demir-çelik sektörü emisyon oranlarını azaltmak için alternatif yakıtlara, enerji verimliliğine ve bununla birlikte üründe yeniliğe gidiyor. Aynı ürünler daha az hammadde ile üretilmeye çalışılıyor Otomobiller son 12 yılda yüzde 25 hafifledi, 1973’te 40 gram alimünyum harcanarak imal edilen teneke meşrubat kutusu bugün 28 gram harcanarak üretiliyor.

Nakliye ve gıda ürünlerinde fiyatlar artacak
Yoğun enerji kullanımından dolayı emisyon kontrolünden etkilenecek diğer sektörlerde de benzer sorunlar ve çözüm arayışları var. Elektrik üreten ve fosil yakıt kullanan tüm termik santraller, yine küresel emisyonların yüzde 5’inin salımından sorumlu çimento sektörü, kağıt, seramik, cam endüstrileri ve rafineriler emisyon kontrolünü ciddiye almak zorunda. AB içindeyseniz ya da Kyoto’ya taraf olmuşsanız bundan kaçışınız yok. İklim değişikliği sanayiciyi sadece emisyonlar yüzünden de zor durumda bırakmıyor. Tarım, turizm, sigorta, gıda, sağlık, inşaat sektörlerini oldukça zorlu bir dönem bekliyor. Daha sıcak yazlar sulama ihtiyacını arttıracak, doğal afetler hasadı etkileyecek, nakliye ücretlerinin artması sebze ve meyve fiyatlarını arttıracak. Hasar ödemelerindeki artış sigortacıları zora sokacak, poliçe bedelleri yükselecek ve bölgelere göre özel primler uygulanacak. Nakliye ücretleri artacak, enerjiyi verimli kullanmayan ulaşım araçlarına rağbet azalacak ve toplu taşımacılık ön plana çıkacak. Binalar, rüzgar, yağmur ve fırtınalara daha dayanıklı yapılacak ve binalarda enerji verimliliği ön plana çıkacak. Turizmle uğraşanlar giderek ısınan güney bölgelerde daha çok klima ihtiyacıyla karşı karşıya kalacaklar, aşırı sıcaklardan dolayı belki de turist sayısında bir düşüş bile yaşanacak.

Türkiye'ye etkisi
Adı üstünde küresel ısınma sadece kutupları ya da New Orleans'ı etkilemiyor. Her bölgenin iklim ve coğrafi koşullarına göre etkileri farklı. İTÜ Meteoroloji Mühendisliği öğretim üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Hükümetlerarası İklim Değişim Paneli'nin (IPCC) projeksiyonlara göre, Türkiye'de sıcaklıkların 2030 yılına gelindiğinde kışın 2 derece, yazın ise 2 ila 3 derece arasında artacağını öngörüyor. Yağışlar ise kışın yüzde 10 artarken yazları yüzde 5 ile 15 azalacak. Bununla birlikte topraktaki nem oranı yaz aylarında yüzde 15 ile 25 arasında azalacağını söyleyen Kadıoğlu, Akdeniz'deki deniz suyu seviyesinin de 2030 yılına kadar 18 cm., 2050 yılına kadar da 38 cm. yükselebileceğine işaret ediyor. Projeksiyonların dışında yapılan araştırmalar da iklim değişikliğinin ilk bulgularını gözler önüne seriyor. Ege bölgesinde kış ayları yağışlarında azalma, Van Gölü'nün su seviyesinde artış ve yaz aylarında gece sıcaklıklarında yaşanan artış bu belirtilere örnek olarak gösterilebilir.

Montreal'de neler oluyor
Montreal'de devam eden ve 9 Aralık'ta sona erecek olan 11. Taraflar Konferansı (COP11), Kyoto Protokolü’nün ilk resmi Taraflar Buluşması olması nedeniyle de büyük önem taşıyor. Toplantının en önemli tartışması sera gazı salımlarındaki düşüşün, son yıllarda tersine bir hareket göstermesi oldu. 1990-2003 yılları arasında EK-I ülkelerinin toplam sera gazı emisyonları yüzde 5,9 düşmüştü. Son yıllarda tersine bir süreç görülmesi Kyoto hedeflerine ulaşılıp ulaşılmayacağı konusunda kaygı yaratıyor.

AB'nin, Marakeş Uzlaşmaları’nın kabul edilmesi ve Kyoto dışında yeni bir tartışma başlatılması isteği diğer ülkelerden de büyük destek gördü. Bilindiği ABD ve Avustralya Kyoto'nun yerine gönüllülük esaslı bir yöntem istiyorlardı. Kyoto Protokolü’nün tüm uygulamaları için “kaynak belge” olarak adlandırılan Marakeş Uzlaşmaları, 30 Kasım 2005 günü kabul edildi ve Protokol süreci işlevsel olarak da yürürlüğe girmiş oldu. Türkiye gibi BM İDÇS Ek-I’de yer alan ancak Kyoto Protokolü Ek-B Listesinde yer almayan Beyaz Rusya, 24 Kasım 2005 tarihi itibarı ile Kyoto Protokolü’ne en son katılan ülke oldu. Beyaz Rusya’nın Ek-B kapsamında %5 azaltma yükümlülüğü alma önerisi, Türkiye’yi de yakından ilgilendiren önemli tartışma başlıklarından birisini oluşturuyor. Türkiye'nin de benzer bir yolu izleyip izlemeyeceği merak konusu. Toplantıda Türkiye, Çevre ve Orman, Dışişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı; Elektrik İşleri ve Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü yetkilileri tarafından temsil ediliyor. COP11’de Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Rana İzci bir yan etkinlikte konuşmacı olarak yer alacak. Bölgesel Çevre Merkezi'nin (REC) kolaylaştırıcılığında toplantıya katılan Avrasya Stratejik Araştırmalar Vakfı ise bugüne kadar bir COP toplantısını izleyen ilk Türk sivil toplum kuruluşu oldu.

Günün Fosili Ödülü
Çevreci STK’ler her COP toplantısında, uygulamalara engel çıkaran ülke delegasyonlarına “Günün Fosili” ödülünü veriyorlar. Bu yılki ödül, Kanada’nın
katranlı kumlarını taşıyan bir kamyonla sembolize ediliyor. İlk 2 günün sonunda, ABD 8 puanla birinci, Suudi Arabistan ise 4 puanla ikinci sırada. Ayrıca çevreci kuruluşlar bugün tüm dünyada ABD'nin Kyoto'yu imzalaması ve temiz enerji kullanımının arttırılması için sokaklara çıkıyor. Türkiye'de İstanbul'da saat 13'te Kadıköy Numune Hastanesi önünden başlayacak yürüyüş, Kadıköy meydanında bir konserle son bulacak. İzmir, Bursa, Ankara, Bodrum ve İskenderun'da da küresel ısınmaya dur demek isteyenler yollara dökülecek.


Sektörel bazda enerjiden kaynaklanan CO2 emisyonları (2000-EİE)
Elektrik üretimi %41
Sanayi %27
Ulaştırma %17
Diğer sektörler %15


Bazı AB ülkelerinin emisyon ticareti kotaları ve Kyoto hedefleri
Ülke --- CO2 kotası(Mton) --- Kyoto hedefi*
Almanya 1497 --- % -21
Avusturya 99,01 --- % -13
Fransa 469,53 --- % 0
Estonya 56,85 --- % -8
Hollanda 285,9 --- % -6
Portekiz 114,5 --- % +27
İsveç 68,7 --- % +4
Birleşik Krallık 736,0 --- % -12,5

* 1990 yılındaki emisyon oranlarına göre yapacakları indirim

Kyoto'nun imzalanması yılda 20 milyar $ kazandırabilir (Küresel Isınma Yazı Dizisi -2)

Kyoto'nun Türkiye'ye ne getirip ne götüreceği konusunda fikir birliği henüz yok. TOBB, yılda 1.6 milyar euro kaybettireceği görüşünde. Rüzgar Enerjisi ve Su Santralları İşadamları Derneği (RESSİAD) ise, emisyon ticareti ve yeşil elektrik sayesinde 20 milyar dolarlık bir kazançtan söz ediyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 2 Aralık 2005

Türkiye'de küresel ısınma tartışmaları genelde Kyoto Protokolü'ne dahil olup olmama ekseninde yapılıyor. Ancak bu protokolün ne getirip ne götüreceği konusunun araştırılmasında ciddi bir eksiklik mevcut. Rüzgar Enerjisi ve Su Santralleri İşadamları Derneği (RESSİAD) Başkanı Prof. Dr. Mustafa Özcan Ültanır, protokolü imzalaması ile Türkiye'nin yeşil elektrik ihraç ederek ve emisyon ticareti yaparak yılda 20 milyar dolar kazanılabileceği görüşünde.

Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, geçen hafta Ankara'da yapılan "İklim Değişikliğinin Türkiye'ye ve Sanayiye etkileri" panelinin açılışında, Türkiye'nin Kyoto'yu ancak ABD, Fransa ve İtalya kadar karbondioksit ürettiği zaman imzalayacağını söylemiş ve kimsenin Türkiye'den 1990 yılını baz almasını beklememesi gerektiğini dile getirmişti. Bu açıklamalar yeni bir tartışma başlattı.

Kyoto müzakere gündemine gelecek
Türkiye dışında tüm AB üye ve aday ülkeleri protokolü imzaladı. Bu nedenle protokol, AB katılım müzakerelerinde gündeme gelecek ve sürecin en önemli kalemlerinden birisi olacak.
Türkiye'nin 1990 yılında 130 milyon ton olan sera gazı emisyonları yüzde 63 oranında artış göstermiş. Çevre ve Orman Müsteşarı Hasan Sarıkaya ise bu rakamın yüzde 70-80'lerde olduğunu söylüyor. Türkiye'nin "Ulusal Bildirim Raporu" açıklandığında kesin bir rakam söylemek daha da kolaylaşacak ancak, yetkililer bu raporun 2006 sonundan önce hazırlanamayacağını dile getiriyorlar.
AB, Kyoto'ya taraf olurken kendi içinde değişik bir model geliştirdi. Ve, 2012 yılına kadar, 1990 yılı oranlarında yüzde 8'lik bir düşüşü taahhüt etti. Yüzde 8'lik ortak hedefe ulaşmak için her ülke ayrı hedefler belirledi. Bazı ülkeler emisyon indirimi yerine artışlarını sınırlandırmakla yükümlü kılındı. Türkiye üyelikten önce Kyoto'ya taraf olmak isterse, tüm pazarlığı kendi başına yapmak zorunda.

Emisyon ticareti yapabiliriz
Rüzgar Enerjisi ve Su Santralları İşadamları Derneği (RESSİAD) Başkanı Prof. Dr. Mustafa Özcan Ültanır ise Kyoto'nun Türkiye için çok karlı olabileceğini ileri sürüyor. Ültanır, Türkiye'nin Avrupa'ya yeşil elektrik ihraç ederek ve emisyon ticareti yaparak yılda 20 milyar dolar kazanacağını söylüyor. Ültanır'a göre, Kyoto Protokolü'nü imzalamadan da bu ticaret yapılabilir ama, kazanılacak miktarın yaklaşık üçte birine razı olmak koşuluyla.
Emisyon ticaretine Kyoto'yu imzalamadan dahil olmak için enerji santrallerinin "Gold Standartları"na uygun biçimde projelenip inşa edilmesi gerekiyor. İnşaatı bitmiş eski santrallerle bu piyasaya girilemiyor. Bu standartlara uygun projeler yeşil sertifika almaya hak kazanıyor ve emisyon ticaretine katılmanın yolu açılıyor. YEK Kanunu'nda öngörülen ve EPDK tarafından verilip ulusal boyutta sınırlı kalacak YEK (Yenilenebilir Enerji Kaynak) Belgesi böyle bir süreci öngörmüyor.

RESSİAD Başkanı, "Kyoto'ya bağlı yürütülen "Gold Standard" prosedürüne, Türkiye henüz protokolü imzalamadığı için firmalarımızın bir Avrupa ülkesi üzerinden katılmaları mümkün ancak bu, Türkiye açısından daha az kazanç demek.
Avrupa ile elektrik alışverişi için UCTE anlaşmasının 28 Eylül'de imzalanmasıyla, su ve rüzgâr kaynaklarımızdan üretilecek yeşil elektriğin Avrupa'ya ihracı için fiziksel altyapı oluşturulmuş bulunuyor" diyor Ültanır ve bu koşulların bir an önce emisyon ticaretine dahil edilerek desteklenmesini istiyor.

Türkiye'nin yıllık kaybı 1.6 milyar euro olur
Geçen hafta Ankara'da yapılan "İklim Değişikliğinin Türkiye'ye ve Sanayiye Etkileri" konulu panelde konuşan TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Kyoto Protokolü'nün iyi müzakere edilmezse Türkiye açısından çok büyük finansal kayıplara yol açacak unsurlar taşıdığını belirtmiş, büyüyen Türk sanayinin bu protokolden olumsuz etkilenmemesi için ilgili tüm kesimlerin ödevine iyi hazırlanması gerektiği uyarısında bulunmuştu. Hisarcıklıoğlu, "Türkiye yılda 213 milyon ton karbondioksit emisyonu üretiyor. Bu rakam 2023 yılında 450 milyon tonu bulacak. Türkiye eğer Kyoto'yu tartışmadan kabul edecek olsaydı, yılda 1.6 milyar euroluk emisyon payı almak zorunda kalacaktı" demişti.

1 ton karbonun fiyatı 20 euro
Kyoto Protokolü sera gazı indirim hedeflerine ulaşmak için Temiz Kalkınma Mekanizması (CDM), Ortak Uygulama(JI) ve Emisyon Ticareti'nde oluşan 3 ayrı mekanizma üzerinden yola çıkılıyor. Bu mekanizmalardan yararlanmak için Kyoto'yu onaylamış EK-I ülkesi olmak gerekiyor. Ortak Uygulama, EK-I ülkelerinin diğer EK-I ülkelerinde yeniden ormanlaştırma yapmak gibi projeler uygulanmasına olanak veriyor. Mekanizmalar içinde en çok konuşulanı ise kuşkusuz Emisyon Ticareti. Bu mekanizma EK-I ülkelerinin diğer EK-I ülkelerinden limitlerinin üstüne çıktıklarında kredi satın almasına olanak sağlıyor. Ülkeler arasında olduğu gibi firmalar arasında da alışveriş yapılabiliyor. AB, 15 bin kuruluşun dahil olduğu ilk uluslararası emisyon borsasını bu yıl başında açtı ve şu anda 1 ton karbonun fiyatı 20 euro civarında.

Türkiye'nin ne kadar indirim yapacağı pazarlığa tabi
İDÇS'de ülkeler EK-I ve EK-II olarak iki sınıfta ele alındı. EK-II ülkeleri 1992 itibariyle OECD üyesi olan 24 ülkeden, EK-I ise pazar ekonomisine geçiş sürecinde kabul edilen ülkelerden oluşuyor. İlk başta Türkiye, OECD'ye taraf olması nedeniyle listenin her iki tarafında da yer aldı ve sera gazı emisyonlarını 1990 yılı seviyelerine çekmek, gelişmekte olan ülkelere teknolojik ve mali kaynak sağlamakla yükümlü kılındı. Türkiye'nin kendini OECD ülkeleriyle aynı yerde görmek istediği için EK-II listesinde olmakta ısrar ettiğinin altını çizenler, stratejik bir hata yapıldığını söylüyorlar. Türkiye durumunun değiştirilmesi için 2001 Marakeş toplantısında isminin Ek-II 'den silinmesini istedi ve Ek-I'de de özel koşullarla yer almasını talep etti. Türkiye'nin talebinin kabul edilmesi, Kyoto'daki durumunu da değiştirdi. Böylece Türkiye'nin ne kadar indirime gideceği ya da ne kadar artırabileceği pazarlıklarla belli olacak.

Buzulların erimesinden Kyoto'ya: Küresel Isınma (Yazı Dizisi -1)

Küresel ısınma 20-25 yıl içinde 300 milyar dolar zarar verebilir

BM Çevre Programı, sigorta şirketleri, sıklaşan fırtınalar, toprak kayıpları, balıkçılık, tarım ve su kaynaklarında meydana gelecek zararların önümüzdeki 20-25 yıl içerisinde, yıllık 300 milyar doları bulacağını hesaplıyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 1 Aralık 2005

Küresel ısınma ile yakından ya da uzaktan ilgili milyonlarca insanın gözü 28 Kasım'dan bu yana Kanada Montreal'de düzenlenen İklim Değişikliği toplantısında. 9 Aralık'a kadar sürecek olan toplantılara yaklaşık 7 bin delege, yüzlerce gazeteci ve gözlemci katılıyor. Birleşmiş Milletler, küresel ısınmaya çare bulunamazsa milyonlarca iklim göçmeni ortaya çıkacağını, zararın maliyetinin ise 20-25 yıl içerisinde 300 milyar doları bulacağına dikkati çekiyor.

Türkiye'yi Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mustafa Öztürk'ün başkanlığında bir heyetin temsil ettiği bu toplantı sanayiden siyasete, basından sivil toplum örgütlerine kadar her platformda büyük bir dikkatle izleniyor. Bu toplantı İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne (İDÇS) taraf olan ülkelerin 11. olağan toplantısı (COP11) olmasının yanı sıra, 16 Şubat'ta hayata geçen Kyoto Protokolü'ne taraf ülkelerin de ilk toplantısı (MOP1).

Dünya neden ısınıyor
Toplantılarda rutin gündemin yanı sıra, 2008- 2012 yılları arasında tüm mekanizmalarıyla çalışacak olan Kyoto Protokolü'nün ardından küresel sera gazı emisyonlarında yeni bir indirim hedefinin olup olmayacağının şekillenmesi bekleniyor. Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin bir anlamda liderliğini yaptığı protokole şu ana kadar 156 ülke taraf oldu. Türkiye'nin 2004 Mayıs ayında taraf olduğu İDÇS'ye ise tam 189 ülke. Toplantılara katılan ülkeler arasında, Kyoto Protokolü'ne taraf olmayı reddeden ve toplam sera gazı salımlarında kayda değer paylara sahip olan ABD ve Avustralya'da var. ABD tek başına toplam sera gazlarının yüzde 36.1'ine, Avustralya ise yaklaşık yüzde 3.4'üne neden oluyor. Avustralya, kişi başına düşen sera gazı emisyonlarında ise 27 ton karbondioksit eşdeğeriyle dünya lideri. Türkiye'de de bu oran 3 ton civarında.

Kritik sınır 2 derece
Dünyanın çevresi aynı bir battaniye gibi başta Karbondioksit (CO2), Metan (CH4), Hidroflorokarbonlar (HFC), Perflorakarbonlar (PFC) ve Azotoksitlerle (N2O) örtülü. CO2 gazı tek başına sera gazlarının yüzde 60'ını oluşturuyor. Bu gazlar, atmosferin sadece yüzde 1'ini oluşturmalarına karşın aynen battaniye etkisi yaratıyor. Atmosferden geçen ve dünya yüzeyinden geri yansıyan güneş ışınlarının bir bölümünü tutarak, dünyayı yerkürenin üzerindeki canlıların yaşaması için gerekli olan 16 derece civarındaki ortalama sıcaklıkta tutuyor. Buraya kadar mükemmel gibi görünen bu sistem, sanayileşme ve onunla birlikte başta artan fosil yakıt tüketimiyle bozulmaya başladı, kısaca dünya ihtiyacı olmayan daha kalın bir battaniye kullanmaya başladı. Bu güne kadar yapılan hesaplar, ortalama sıcaklığın 0.6 dereceye kadar arttığını ve bu hızlı artışın sürmesi halinde BM, ortalama sıcaklığın yüzyılın sonunda 5.8 derecelik bir artışa erişeceğini söylüyor. Birçok bilim insanı ortalama sıcaklıktaki artışın 2 dereceyi geçmesini geri dönülmez bir nokta olarak görüyor. İki dereceyi geçmemek için 2050 yılına gelindiğinde toplam seragazı emisyonlarında 1990 seviyesine göre yüzde 50 oranında azaltma şart. Kyoto Protokolü bu yüzden de sadece bir başlangıç olarak görülüyor çünkü 2008-2012 yılları arasında gelişmiş ülkelerin seragazı emisyonlarını 1990'a göre sadece yüzde 5.2 azaltmalarını öngörüyor.

1997 yılında kabul edilen ama 2005'in 16 Şubat'ına kadar yürürlüğe giremeyen Kyoto Protokolü emisyonların 1990 seviyesine göre yüzde 5,2 indirimini zorunlu kılıyor. Bu zorunluluk yüzünden protokolün hayata geçmesi de oldukça sancılı oldu. AB, protokolün hayata geçmesinde en önde yer alırken, Japonya, Rusya, Çin, Hindistan ve ABD'nin konumları uzun tartışmalara yol açtı. Protokolün hayata geçmesi için küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 55'ine neden olan en az 55 ülkenin yükümlülük altına girmesi ön şartlardan bir tanesiydi. ABD, 2001 yılında Bush hükümetinin başa gelmesiyle protokolden çekilince yüzde 55'i geçmek için o ana kadar imza atmamış Rusya'nın "evet" demesi bir ölüm kalım meselesi haline geldi. AB'nin baskısı, Rusya'nın kısa dönemde emisyon ticareti aracılığıyla milyarlarca dolar kazanacak olması onları taraf olmaya yöneltti ve protokol hayata geçti.

Tehlikenin boyutları her geçen yıl büyüyor
Ortalama sıcaklığın artması hem kutuplardaki hem de yükseklerdeki buzulların erimesine, dolayısıyla deniz seviyesinin yükselmesine neden oluyor. BM'nin tahmini yüzyılın sonunda deniz seviyesinin 88cm'ye kadar yükselebileceği yönünde. Tüm bunlar iklim sistemini etkiliyor, fırtınaların, yağışların şiddetlenmesi ve sıklaşmasına yol açıyor. Uzmanlar küresel ısınmanın durdurulamaması halinde karşılaşılabilecek tehlikeleri şöyle sıralıyor:
* Deniz seviyesinin yükselmesi, yerleşim yerleri ve tarım alanlarının sular altında kalması sonucu milyonlarca insan "iklim göçmeni" olacak.
* Yükselen deniz suları birçok nehrin tuzlanmasına yol açacak, dolayısıyla tarımda kullanılan sular ve tarım arazileri tuzlanacak.
* 2050 yılına gelindiğinde ortalama sıcaklık artışı 2C'yi geçerse, 3 milyar insan susuzluk, 250 milyon insan da sıtma riskiyle karşı karşıya kalacak.
* Gulf Stream sıcak su akıntısının yavaşlaması ya da durması sonucu Kuzey Batı Avrupa 'da Sibirya benzeri bir iklimin ortaya çıkması sözkonusu.
* Nature dergisine göre 2050 yılına kadar 1 milyon tür yok olacak.
* BM Çevre Programı, sigorta şirketleri, sıklaşan fırtınalar, toprak kayıpları, balıkçılık, tarım ve su kaynaklarında meydana gelecek zararların önümüzdeki 20-25 yıl içerisinde, yıllık 300 milyar doları bulacağını hesaplıyor.

Yarın:
Kyoto mekanizmaları ve emisyon ticareti
Türkiye Kyoto'ya taraf olmalı mı?
Sanayici Kyoto'ya nasıl bakıyor

Büyüme rakamları gerçeği yansıtmıyor

'Şirketler Dünyayı Yönettiğinde' kitabının yazarı David Korten'e göre, 'doğal, insani, kurumsal ve hatta insan-yapımı sermayenin değer kaybetmesi ya da tükenmesi GSMH'den çıkartılmaz'. Rakamlar, her şeyi anlatmaz.

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / 26 Kasım 2005

Wolfgang Sachs gibi David Korten'de büyüme rakamlarının gerçeği yansıtmadığı görüşünde. Üç Ekoloji dergisinde Türkçe olarak yayınlanan "Paranın Ekolojisi" adlı makalesinde bu görüşünü şöyle açıklıyor: "Çocuklar silah ve sigara satın aldıklarında bu satışlar GSMH'ye eklenir. Hiçbir aklıbaşında insan bunun bizim refahımızı arttırdığını iddia edemez. Bir tanker sızıntısı iyi bir şeydir, çünkü pahalı temizleme faaliyetlerine sebep olur. Evli bir çift boşandığında bu da GSMH için iyi birşeydir. Avukatlara para kazandırdığı gibi taraflardan en azından birinin yeni bir ev dayayıp döşemesini gerektirir. GSMH'nin diğer bazı parçaları ise zararlı büyüme sonucu toplumun ve çevrenin bu şekilde çökmesine neden olmalarını dengelemek için yapılan savunmacı harcamaları içerir. Örneğin güvenlik aygıtları ve çevre temizliği için harcanan paralar. GSMH gerçeklerimizi daha da bozar, çünkü yurtiçi hasılanın net değil brüt ölçümüdür. Doğal, insani, kurumsal ve hatta insan-yapımı sermayenin değer kaybetmesi ya da tükenmesi GSMH'den çıkartılmaz. Böylece ormanlarımızı kestiğimizde ya da fiziksel altyapımız kötüleştiğinde üretim kabiliyetinin kaybı hesaba katılmamış olur, gerçekler tam olarak ortaya dökülemez.

Üretim endeksler bile yanıltıcı
ABD, İngiltere, Almanya, Hollanda ve Avustralya'daki ekonomistler ülkelerinin bildirilen GSMH'yi net yararlı ekonomik üretim değerlerine ulaşmak için uyarlamışlardır. Her seferinde, geçtiğimiz 15 ila 20 senede kaydedilen önemli ekonomik büyümeye rağmen ekonominin refaha olan net katkısının aslında azalmakta ya da değişmemekte olduğu sonucunu çıkarmışlardır. Ancak bu gibi net yararlı üretim endeksleri bile yanıltıcıdır, çünkü gelecek tüm üretkenliğimizin bağlı olduğu canlı sermayenin temelini ne derece tükettiğimizi göz önüne sermezler. Canlı sermayemizin durumunu ölçen bütünsel bir birleşik endeks yaratma çalışmalarına hiç rastlamadım. Açıktır ki, böyle bir denemede bir çok teknik zorlukla karşı karşıya kalınacaktır.Bununla beraber, ormanlarımızın, topraklarımızın, içme suyu ve balıkçılık alanlarımızın tükenişi, iklim sistemlerinin bozulması, toplumsal dokunun çözülmesi, eğitim standartlarımızın düşüşü, en önemli kurumlarımızın meşruiyetini kaybedip aile yapımızın parçalanmasına dair elimizde her ne ölçüm varsa, hepsi bize canlı sermayemizin tükenişinin net yararlı üretimdeki azalmadan da büyük olduğunu gösterecektir.

David C. Korten
Ekonomik felsefe ve sistemlerin eleştirisini yapan Korten, Birleşmiş Milletler Uluslararası Kalkınma Ajansı'nda (UNAID) çalıştı, Stanford Üniversitesi İşletme Fakültesi'nde doktora yaptı ve Harvard Üniversite'si İşletme Fakültesi'nde ders verdi. İnsan Merkezli Kalkınma Forumu'nun başkanı ve 1995 yılında yayımlanan "Şirketler Dünyayı Yönettiğinde (When Corporations Rule the World)" ve 1999 yılında yayımlanan "Şirket Sonrası Dünya (The Post Corporate World) kitaplarının yazarı.