Et yemek istemediği için ölecek mi?

Sizce Sadullah Ergin Kırıkkale Cezaevi'ne gidip Osman Evcin'den özür diler mi? Çok geç olmadan bu insanlık ayıbına bir son verir mi ?

Özgür Gürbüz-Birgün / 20 Kasım 2011

Osman Evcan açlık grevinden 2 ay önce ailesiyle
Adı Mahmut. Mahmut'un işi Türkiye'de yolunda gitmemiş. Bir yolunu bulmuş ve Fransa'ya yerleşmiş. Kendisine yeni bir hayat kurmak üzereyken, kendi deyimiyle “şeytana uymuş” ve gasptan yakalanıp hapse atılmış. Mahmut inançlı biri, sünni müslüman. Hapiste oruç tutuyor, namaz kılıyor ve yediklerine dikkat ediyor. Kendisine verilen yemeklerde domuz eti yok ama onun içi rahat değil. Et yemeklerini yemediği gibi, yemeklerin piştiği yerleri de göremediğinden kendisine etsiz yemek verilmesini talep ediyor. Hatta, mümkünse vegan yemekler yemek istiyor. Çünkü yumurta ve süt gibi hayvansal besinleri sağlayan hayvanların yine islama uygun olmayan ürünlerle beslendiğini düşünüyor. Hapishane yönetimi ise hiç oralı değil. Mahmut'un isteklerini yerine getirmiyor. Mahmut hemen hemen her gün aç yatıyor, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinden yardım istiyor.

Tasalanmayın, yukarıda yazdıklarım gerçek değil. Zaten gerçek olsaydı şimdiye kadar bin kere Mahmut'un adını duymuş olurdunuz. Tüm Türkiye şimdi Mahmut'u konuşuyordu. Malum gazeteler “Müslüman Mahkuma İşkence” diye başlıklar atarlar, Mahmut için kampanya başlatırlardı. Belki de Başbakan ilk Fransa ziyaretinde, “Siz Mahmut'u aç bırakmayı iyi bilirsiniz” diye nutuk atardı.

Adı Osman, soyadı Evcan. Osman gasptan 17 yıl ceza almış. Şartlı salıverilmeden yararlanarak dışarı çıkmış ama daha sonra bildiri dağıtmaktan tekrar içeri alınmış ve müebbet hapse mahkum edilmiş. 19 yıldır hapiste. Tutukluluğunun son dört yılını Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda geçirmiş. Osman anarşist düşünceye sahip ve vegan. Yani aynı bu yazının hayali kahramanı Mahmut gibi sadece bitkilerle beslenmek istiyor, hayvansal ürünleri yemeyi reddediyor. Cezaevinden kendisine vegan yemekler verilmesini istemiş ama bu isteği tam olarak karşılanmamış. Evcan 4 Kasım'dan bu yana açlık grevinde. Sadece su içiyor ve şeker ya da mineral takviyesi almıyor.

11 YILDIR AYNI DERT
Endişelenebilirsiniz çünkü bu yazdıklarımın hepsi gerçek. Osman'ın cezaevinde verilen yemeklerle ilgili ilk şikayetleri bildiğim kadarıyla 2002 yılında başlamış. Osman, ailesine kendisine verilen yemeklerin beyninde uyuşma, vücudunda sancılar ve tırnaklarında morarmalara neden olduğunu söylemiş. O zamanlar Samsun Cezaevi'nde yatıyordu. İstekleri karşılanmadığı için Kırşehir'e naklini istedi ama görülen o ki Kırşehirde de durum farklı değil.

Osman Evcan bu eylemiyle hem kendi sorununa çözüm arıyor hem de diğer cezaevlerindeki benzer sorun ve hak ihlalinin giderilmesini istiyor. Açlık greviyle hayvanlara, doğaya, kadınlara uygulanan şiddete, kendisine üç günlük açlık greviyle omuz veren koğuş arkadaşı Sadık Aksu ve Elbistan E tipi cezaevindeki üç vejetaryen mahkûma da destek vermeye çalışıyor. Açlık grevi yapmış, tutuklu vicdanî retçi İnan Süver'e de bir dayanışma selamı gönderiyor.

Şimdi Osman'la Mahmut'un yerlerini değiştirin. Sizce Osman dini inançlarından dolayı bir talepte bulunsaydı aynı sonuçlarla karşılaşır mıydı? Halbuki arada hiçbir fark yok. Osman'ınki de inanç temelli bir davranış, Mahmut'unki de. Burada tek kıstas inancınızın devletin savunduğu veya tanıdığı resmi inançla örtüşüp örtüşmediği. Aynı cemevlerinin ibadet yeri kabul edilmeyişinde olduğu gibi. 15-20 milyon insan benim ibadethanem burası diyor, hükümet orası ibadethane değil, sen bilmezsin diye yanıt veriyor.

JACK STRAW ÖZÜR DİLEMİŞTİ
2008 yılının Ramazan ayında İngiltere'nin Leeds kentindeki bir hapishanede müslüman mahkumlara yanlışlıkla domuz eti verilmişti. Mahkumların şikayeti sonucu durum ortaya çıktı. Dönemin İngiltere Adalet Bakanı Jack Straw müslüman tutuklulardan daha sonra özür diledi.

Şimdi eski İngiltere Adalet Bakanı Jack Straw ile Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in yerlerini değiştirin. Sizce Sadullah Ergin Kırıkkale Cezaevi'ne gidip Osman Evcin'den özür diler mi? Çok geç olmadan bu insanlık ayıbına bir son verir mi?

Not: Ayrıntılı bilgi için: http://osmanayemek.tumblr.com/

000 Kitap - Dokunan Yanar

Özgürlükleri kısıtlamak isteyenlerin karşısında başımız dik duruyoruz çünkü doğrusu bu. Ben yanmasam, sen yanmasan, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?
Aşağıda bugün yapılan basın açıklaması var, fazla söze gerek yok...

Basın açıklamasının tam metni:
Bizler, kısaca ANGA’lar, yani Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşlarıyız. Meslektaşlarımız Ahmet Şık’ın ve Nedim Şener’in gazetecilik, sadece ve sahici gazetecilik yaptıkları için tutuklanmalarını basın özgürlüğüne, düşünce özgürlüğüne, demokrasiye yönelmişbir saldırı olarak gördük ve bir araya geldik.

Tutuklanması yetmiyormuş gibi Ahmet Şık arkadaşımızın kitabı İmamın Ordusu’nun daha yayınlanmadan yasaklanması, dahası bir suç kanıtı olarak gösterilmesi öfkemizi kabarttı, demokrasiyle ve özgürlüğe olan bağlılığımızı biledi.
Bizler gazetecilerin mesleklerini yaptıkları için tutuklanmadıkları, yaptıkları haberlerin engellenmediği, yazdıkları kitapların yasaklanmadığı bir Türkiye için mücadele ediyoruz.
Mesleğimiz inat ve sabır gerektirir. Bizler de sabırlı, inatçı ve kararlıyız. Ahmet Şık ve Nedim Şener arkadaşlarımız özgürlüklerine kavuşana dek sabrımızı bileyecek, inadımızı güçlendirecek, kararlılığımızı koruyacak ve itirazımızı sürekli kılacağız. Daha kestirme söyleyelim: Yansak da dokunacağız...
Bugün bizim için anlamlı bir gün. Çoğunluğunu gazetecilerin oluşturduğu, aralarında Ahmet Şık arkadaşımızın da yer aldığı 125 yazarın ortak ürünü olan bir kitap gün ışığına çıktı. Adı 000Kitap. Alt başlığı “Dokunan yanar”.
Şu anda elimizde tuttuğumuz bu kitabı biri yazdı; birileri düzeltti; birileri redakte etti; birileri noktalama işaretlerini denetledi; birileri yazım kusurlarını elden geçirdi; birileri düşük cümle olup olmadığını kontrol etti; birileri ön okuma; birileri son okuma süreçlerinde görev aldı ve 125 yazarın tümü de kitabın sorumluluğunu üstlendi.
Bu aydın imecesini ülkemizin demokrasi ve özgürlük mücadelesinde yürekli bir adım olarak görüyor ve yürekten selamlıyor, yürekten destekliyoruz.

Kütahya'daki gümüş madeni ve siyanür havuzu

Bu fotoğrafı şans eseri uçaktan çektim. Kütahya'daki gümüş madeninin siyanürlü atık barajındaki duvarlardan biri çökmüştü. Barajın ve madenin havadan görünümü. Çöken duvar çok net bir şekilde görülebiliyor. Bu kazadan sonra yetkililer sızıntı olmadığını söylemiş, Ekim ayında ise Eti Gümüş'e 5 milyon TL'nin üzerinde ceza kesilmişti.
Eti Gümüş'e ait maden ve siyanür havuzu. Foto: Ö. Gürbüz

Fukuşima, Van ve Akkuyu

Özgür Gürbüz-Birgün / 6 Kasım 2011

11 Mart 2011'de Japonya'daki depremin ardından Fukuşima Nükleer Santrali'nde dünyanın en büyük nükleer kazalarından biri meydana geldi. Yaklaşık 90 bin kişi evlerini terk etti. O gün bugündür prefabrik evlerde veya toplu halde belli merkezlerde yaşıyorlar. Santrale 20 km kala yasak bölge başlıyor. Mali değeri bugün 20 milyar doları bulan dört reaktör hurdaya çıktı. Nükleer santralin işletmecisi Tepco firmasının ödeyeceği tazminatların 52 milyar doları bulabileceği belirtiliyor. Kyodo kaynaklı bir habere göre radyoaktif kirliliğe maruz kalmış bölgelerin temizliği için ayrılan miktar da 2,87 milyar ABD doları.
 
İşçiler aylardır radyoaktif kirlenmeye maruz kalmış toprakları temizlemeye çalışıyor. Öncelikle okullar taranıyor. Radyasyon bulaşmış toprak ve malzemeler geçici merkezlere taşınıyor. Tüm bu kirlenmiş toprak ve malzeme insanlardan yıllarca uzak kalması gereken bir yerde toplanacak. Sadece toprak değil su da kirlendi. Fransız Nükleer Güvenlik Enstitüsü, dünya tarihinde denizlerdeki en büyük radyoaktif kirlenmenin gerçekleştiğini söylüyor. Tahminleri 27 bin tera bekerel değerinde radyoaktif sezyum-137'nin okyanusa sızdığı yönünde. Hiroşima'da bu rakam 89 tera bekereldi. Fukuşima ilindeki sularda yapılan ölçümler, bölgede bulunan sezyum-137 izotopunun 11 Mart öncesine göre 58 kat daha fazla olduğunu gösteriyor. Başka bir tahmin, havaya 35 bin 800 bekerel sezyum-137 bırakıldığını öne sürüyor. Sezyum-137'inin yarılanma ömrü 30 yıl. Etkisini yitirmesi için 10 ‘yarı ömür’ geçmeli. Bir başka deyişle 300 yıl boyunca radyoaktif.

Çernobil İtfaiyeciler Anıtı Foto: Ö. Gürbüz
Bu veriler en çok evlerine dönmek isteyen binlerce Japonu düşündürüyor olmalı. Santralde temizlik çalışmalarına devam eden işçilerin ölüm haberleri de gelmeye başladı. 6 Ekim 2011 tarihinde üçüncü işçi öldü. Tepco, bu ölümün de önceki iki ölüm gibi radyasyona maruz kalma nedeniyle gerçekleşmediğini açıkladı, fazla çalışmayla ilgili olmadığını da ekledi. 50 yaşlarında, adına gazete haberlerinde rastlayamadığım bu işçi, 5 Ekim Çarşamba sabahı rahatsızlanmış ve bir gün sonra ölmüş. Santralde ölümünden 46 gün önce işe başlamış. Çernobil'de, yangına hayatları pahasına müdahale eden itfaiyeciler için bir anıt var. Umarım Japonlar da bu isimsiz kahramanlarını unutmaz. Ölümlerin nedenini kesin olarak bilmek, açıklanan rakamların doğruluğuna inanıp inanmamak sizin elinizde. Her nükleer kazada olduğu gibi sivil halkın gerçek verilere ulaşması belki yıllar alacak.

1 MİLYON KİŞİYE ÇADIRINIZ VAR MI?
Ben bu satırları yazarken, kontrol altına alındığı sanılan nükleer reaksiyonun yeniden başladığına dair Fukuşima’dan haberler geliyordu. Ben bunları yazarken Van’da çadır tartışmaları sürüyor, Enerji Bakanı Taner Yıldız, Akkuyu’da fay hattının 120 kilometre uzakta olduğunu söylüyordu. Van’da fay hattı yok denilen yerde deprem olduğundan hiç bahsetmeden, Ecemiş Fay hattı’nı hiçe sayarak. Akkuyu’nun solu Alanya sağı Mersin. Nerden baksan 1 milyon nüfus. Olası bir nükleer kazada Kızılay’ın 1 milyon insana Konya Ovası’nda çadır dağıtmaya çalıştığını bir hayal edin.

Şimdi Akkuyu'daki balıkçı size, “derdiniz ne” diye sormaz mı? Sorar tabi. Son bir yıl içinde Kütahya ve Van depremini yaşayan bu ülkenin vatandaşları size, “canımıza kastınız mı var, neden bu nükleer inat” diye sormaz mı? Onlar da sorar ama yanıt alamaz. Çünkü hükümetin demokrasi kültürü eksik. İleri değil ‘geri’ demokrasi mübarek. Nükleer enerji konusunu şu ana kadar hükümetten kaç kişi karşımıza çıkıp tartışabildi? Sıfır! Akkuyu'da yaşayanların, balıkçıların sorularına kaç tanesi kayda değer bir yanıt verebildi? O da sıfır! Uzaktan gazetecilere haber yazdırmakla olmaz, çıkın da karşımıza biz biraz soru soralım.

Geçenlerde Taner Yıldız nükleer santralin stratejik bir proje olduğu için 'fizıbıl' (ekonomik) olamayabileceğini ima etti. Hatırlayın, nükleeri önce Ruslara bağımlıyız diye pazarlamak istediler sonra santrali Rus şirketine verdiler. Nükleer santraller depremden etkilenmez diyorlardı, Fukuşima sonrası bizimki en sağlamı olacak diye yarım yamalak yanıtlar verdiler. Nükleer ucuz diye bas bas bağırıyorlardı şimdi ise ucuz değil ama stratejik diyorlar. Nükleerin stratejik olan tek yanı, terör ve savaşta stratejik bir hedef olması. Batı’da en çok deprem ve terör konuları tartışılıyor, depremi, bombası eksik olmayan ülkemde ‘çıt’ yok. Akuyu'da halkı bilgilendirme ofisi açmak için kolları sıvayan Rus şirketine bir tavsiyem var. Bence o ofisi Ankara'da açın. Akkuyu'daki nükleeri biliyor ama nükleeri tüpgaz sanan Ankara’nın bilgisi hakkında ciddi şüphelerim var.