2. Yesil Ekonomi Konferansı yerel yönetimlere odaklanıyor

2008 yılında büyük bir çöküş yaşayan dünya ekonomisi toparlanma sürecini atlatamadan yeni bir krizle karşı karşıya kaldı. Ekonomik krizin ne kadar süreceği belli değil. Mevcut ekonomik sisteme alternatif arayışları içerisinde yeşil ekonomik model sık sık gündeme geliyor. Yerel yönetimler, kimi zaman unutulsa da, mevcut ekonomik sistemin önemli bir parçası. 22 Ekim 2011 tarihinde İstanbul’da düzenlenecek 2. Yeşil Ekonomi Konferansı bu kez yerel yönetimlere odaklanıyor. Konferansın ana teması “Yerel, Yeşil Seçenekler

Yeşil Düşünce Derneği ile Heinrich Böll Stiftung Derneği'nin birlikte düzenlediği bu toplantının bir özelliği de Türkiye’yi, Avrupa Komisyonu tarafından 2010 yılında hayata geçirilen “Avrupa Yeşil Başkenti” girişimiyle tanıştırması. Hamburg Kentsel Gelişim ve Çevre Bakanlığı’ndan Dr. Dirka Griesshaber konferansın ana konuşmacısı. Griesshaber aynı zamanda 2011 yılında Avrupa’nın Yeşil Başkenti seçilen Hamburg’un ilgili ekibinde yürütme kurulu üyesi.

Toplantıda yeşil belediyelerin unsurlarını oluşturan birçok konu ekonomik boyutuyla birlikte ele alınacak. Ulaşımdan enerjiye, mimariden kent ve bölge planlamasına, sorumlu turizmden kentsel dönüşüme, kent tarımından kırsal kalkınmaya kadar birçok başlık Türkiye’den örneklerle anlatılacak ve tartışılacak. Toplantının ilk günü “Ekümenopolis” filmi ile son bulacak. Toplantının ikinci gününde ise yeşil ekonomiyle ilgilenen akademisyenlerle STK temsilcileri bir araya gelecek. Konferans boyunca İngilizce-Türkçe eş-zamanlı çeviri yapılacak.

Toplantı programı için:
http://www.yesilekonomi.org/

Steve Jobs'a Doğu'dan bakmak

Görmek ya da görmemek, umursamak ya da aldırmamak; tercih sizin. Zehirli elmayı Batı'dan mı ısırmak istersiniz yoksa Doğu'dan mı?

Özgür Gürbüz-BirGün / 16 Ekim 2011

Bundan çok değil bir beş, on yıl önce 'elma' dendiğinde akla Amasya gelirdi. Bu günlerde her şeyin İngilizcesi moda. Elma denince akla İngilizce karşılığı 'apple', 'apple' denince de akla 'iphone', 'mac' ve türevleri geliyor. Apple'ın fikir babası Steve Jobs'un ölümü üzerine çok söz söylendi. Çoğu yazılar övgü doluydu. Jobs'u dahi, yarattıklarını da hayat kurtaran teknolojik aletler olarak tanımlıyorlardı. Tartışılır tabi... Steve Jobs'un ölümünün ardından yazılan yazılarda vurgu yapılan bir başka konu ise sürdürülebilirlikti. Daha çevreci ürünler, üretim sırasında daha az enerji harcanması, hepsi Jobs'un ve Apple'ın hanesine olumlu puan olarak yazıldı. Apple gerçekten çevreci mi? Bu sorunun yanıtı Jobs'a nereden baktığınız ve dünyanın hangi tarafında yaşadığınıza göre değişir.
Pekin'deki elektronik marketinde işçiler - Ö. Gürbüz

Önce Jobs'un yarattığı Apple'a Batı'dan bakalım. 2006 yılında aralarında Greenpeace (Yeşilbarış) örgütünün de bulunduğu birçok kuruluş Apple'ı bilgisayarlarındaki toksik maddeler, enerji kullanımı ve birçok nedenden ötürü eleştiri yağmuruna tuttu. Apple bu uyarıları ciddiye aldı. Örneğin, ekranlardaki katot ışınlı tüplerde bulunan kurşun miktarını 1360 gramdan önce 484'e, sonra da 1 grama kadar indirdi. Kullanılmış bir bilgisayar doğaya bırakılırsa içindeki kurşun nedeniyle çevreye ciddi zarar verebilir. Apple, sattıkları elektronik ürünlerin çöpe ve dolayısıyla doğaya bırakılmaması için geri dönüşüm hedefleri koydu. Ürünlerin kullanım ömrü yedi yıl olarak hesaplandığı için hedefler de ona göre belirlendi. Steve Jobs, 2010'a gelindiğinde 2003 yılında satılan Apple ürünlerinin yüzde 30'ı kadar ağırlıkta elektronik aletin geri dönüştürülmesini hedefledi. Apple bu hedefi 2009'da ikiye katladı ve yüzde 66 gibi bir orana ulaştı. Bunun için eski ürünleri geri getirenlere hediye çeki verilmesi gibi birçok kampanya hayata geçirildi. Daha basit önlemler de alındı. Ambalajlar küçültülerek israf önlendi. Nakliye sırasında daha çok ürünün aynı araçla taşınması sağlandı ve yakıt tasarrufu ile küresel ısınmaya yol açan emisyon salımı sınırlandırıldı. Yeni elektronik aletler daha az elektrikle aynı işi yapacak şekilde tasarlandı. Tüm bunlara rağmen Yeşilbarış'ın listesinde Apple'ın hala orta sıralarda yer aldığını belirtmeden geçmeyelim ki, “daha ne olsun” demeyin. Listenin de yine bir Batılı sivil toplum örgütü, Greenpeace tarafından hazırlandığını, kıstasların bu bakış açısıyla hazırlandığını da unutmayın.

Batı'dan baktığınızda görünen bu ancak Doğu'ya gittiğinizde, Batı'da konuşulmayan başka sorunlar olduğunu görüyorsunuz. Örneğin, Çin’in Shenzhen kentinde Apple deninca akla elmadan çok intihar eden işçiler geliyor. Çin’in en önemli üretim merkezlerinden Shenzhen Özel Ekonomi Bölgesi, 2010 yılında ücret artışı isteyen işçi eylemlerine sahne olmuştu. Toyota ve Honda fabrikalarındaki eylemler ve Foxconn’da çalışan 12 işçinin intiharı kamuoyunun dikkatini bölgeye çekmişti. Foxconn, birçok büyük firmanın olduu gibi iPhone ve iPad’in dünyadaki en büyük imalatçısı. İntihar olaylarından önce Foxconn’un montaj hattında çalışan bir işçi ayda 900 yuan alıyordu. Bizim paramızla 260 liraya denk düşüyor. Ucuzundan bir tabak Çin makarnasının 5-10 yuan arasında değiştiğini düşünürseniz bu para Çin için de çok değil. Grevler ve intiharların artması nedeniyle aylık ücretlere de zam gelmiş ve maaşlar Ekim 2010'dan itibaren 2 bin yuana kadar çıkmıştı. Psikiyatristler fabrikada çalışmaya başladı, müzik yayını devreye girdi. Çalışanlar daha fazla sosyalleşmeleri için 50'şerlik gruplara ayrıldı. Foxconn'un Shenzen'de 400 bin çalışanı var. Çin genelinde 800 bin. Apple gibi dünyanın en büyük elektrik devleri için montaj hattının başından kalkmadan çalışıyorlar. Aralarında Çin'in kırsal alanlarından gelen ve 'göçmen işçi' denilen çalışanlar da var. Dev yatakhanelerde kalıyorlar. Çoğu yılda bir kez, Çin'in yeni yılında ailelerinin yanına gidebiliyor. O tarihlerde tren garları, sırtlarında yorganlarıyla seyahat eden Çinlilerle dolup taşıyor.

Montaj hatlarında çalışanlar bilirler, zaman geçmek bitmez. Hayatımın altı yılını fabrikalarda geçirdim. Çalıştığım ilk fabrika dondurma külahı üretiyordu. İşbaşı yaptığım ilk geceyi hiç unutamam. Hat çok hızlı değildi ama beş saat boyunca etrafınızda konuşacak kimse olmayınca zaman geçmek bilmezdi. Kendimi şarkılara verdim. Külahları paketlerken bir yandan da yüksek sesle şarkı söylüyordum. Makinaların sesi benim sestimi bastırıyordu. Bora Ayanoğlu'nun Fabrika Kızı'nı biraz değiştirip, “Fabrika'da külah yapar, sanki kendi yalar gibi” diye değiştirip söylemiştim. Montaj hattında işçi olmak zordur, insanı böyle saçmalatır. En kötüsü de tüm hayatınızın orada geçeceğini fark ettiğiniz andır. O an gelirse insan intihar da eder, çıldırır da.

Batı'nın çevreye saygılı, tüketici şikayetlerine duyarlılıkla yanıt veren Apple'ı, Doğu'da işçileri kötü koşullarda, az paraya çalıştıran taşeron firmaların işvereni. Çünkü Batı Doğu'yu görüyor, Doğu Batı'nın dilinden konuşmuyor. Küreselleştiğini sandığımız dünyada körler sağırlar birbirimizi ağırlıyoruz. Apple ya da başkası, aldığınız ürünün çevre dostu sayılması, ticari saygınlığı ürüne göre değil aslında sizin durduğunuz yere hatta politik görüşünüze göre değişiyor. Görmek ya da görmemek, umursamak ya da aldırmamak; tercih sizin. Zehirli elmayı Batı'dan mı ısırmak istersiniz yoksa Doğu'dan mı?

Kirletene teşvik koruyana gazoz

Özgür Gürbüz-BirGün / 9 Ekim 2011

Yatağan Termik Santrali - Özgür Gürbüz
Uluslararası Enerji Ajansı (UEA) Baş Ekonomisti Fatih Birol salı günü yaptığı açıklamada fosil yakıtlara verilen sübvansiyonların tutarını açıkladı. 2010 yılında fosil yakıtların, yani petrol, kömür ve doğalgazın üretimi ve tüketimini desteklemek için tüm dünyada 409 milyar dolar sübvansiyon verilmiş. Kullanıldıkları yerlerde hava kirliliğinden asit yağmurlarına kadar çeşitli çevre sorunlarına neden oldukları gibi küresel iklim değişikliğinin de başlıca sorumlusu bu fosil yakıtlar. Birol, nükleer santrallere verilen rakamdan bahsetmemiş. Amerika'dan bir örnek verelim. 1943 ile 1999 yılları arasında ABD'de nükleer, rüzgâr ve güneşe 150 milyar dolar sübvansiyon verilmiş. Bunun yüzde 95'i nükleer enerjiye gitmiş*.

Fosil yakıtlara verilen teşvikler aslında enerji sektöründe karanlık kalmış birçok noktayı aydınlatıyor. Yatırımlarının büyük bir bölümünü kömür, petrol, doğalgaz ve nükleere yapmış şirketlerin, hükümet politikalarında ne kadar etkili olduklarını gösteriyor. Yoksa, bütün dünya iklim değişikliğini konuşurken, başta Avrupa’daki ülkeler olmak üzere seragazı emisyonlarını düşürmek için hedefler belirlenmişken, küresel ısınmaya neden olan fosil yakıtların hem üretimi hem de kullanımına mali destek verilmesi nasıl açıklanabilir? Bu mali destekler, aslında bize nasıl yalan söylendiğini de gösteriyor.

Fosil yakıtlara verilen teşvikler, özellikle ülkemizde sık sık kullanılan, “temiz enerji kaynakları pahalı” argümanının koca bir saçmalık olduğunu gösterme açısından da önemli. Güneş, rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynakları için, bu kaynaklardan üretilecek elektrik enerjisine belli bir süre boyunca alım garantisi verilmesi istenince fosil yakıt üreticileri hemen ayaklanıyor. “Ucuz dediğiniz temiz enerji için bir de teşvik istiyorsunuz” diye suçlamalarda bulunuyorlar. Yine aynı şirketler, “kömüre, petrole ve doğalgaza karbon vergisi eklenmeli, kirleten bedelini ödemeli” dendiğinde ise ortada yoklar. Görünen o ki, fosil yakıt üreticileri bir yandan sorgusuz sualsiz kirletmek, bir yandan da hükümetlerden milyarlarca dolar teşvik almaya devam etmek istiyorlar. Bu firmaların çoğu serbest piyasa şiarını dillerinden düşürmüyor. Hâlbuki gerçek bir rekabet bile işlerine gelmiyor. Siz doğayı kirletmemek için teknoloji geliştireceksiniz, haliyle daha pahalıya (en azından ilk başta) üretim yapacaksınız, diğer taraf ise bütün çöpünü, atığını hiçbir kısıtlama olmadan doğaya bırakacak ve üstüne üstelik ben senden daha ucuza üretiyorum diyecek. Ödediğimiz vergiler yağma Hasan'ın böreği mi?

Peki, ne yapılmalı? Fosil yakıtlara verilen teşvikler derhal durdurulmalı. Daha sonra sosyal maliyet dediğimiz kalem, maliyet hesaplamalarına dâhil edilmeli. Sosyal maliyet, o sanayi tesisisin üretimi sırasında doğaya ve canlılara verdiği zararın ekonomik değerini ifade ediyor. Bir fabrikanın atıklarının öldürdüğü balıkların maddi değeri veya hasta ettiği insanların tedavi masrafları, o tesisin üretim maliyetine ekleniyor ve böylece gerçek maliyet bulunmaya çalışılıyor.

Kömür rüzgârdan 96 kat daha tehlikeli
Bir kömür santralini örnek alalım. O santralin üretimi boyunca atmosfere bıraktığı her gram seragazı emisyonunu vergilendirelim. Kirletenle kirletmeyen bir olmasın. Enerji santrallerinin 1 kilovatsaat (kWs) elektrik üretimi için ne kadar seragazı saldıklarına dair elimizde birçok çalışma var. Benjamin K. Sovacool’un çalışmasında, rüzgâr santrallerinin 1 kWs elektrik üretmek için atmosfere 10 gram kadar karbondioksit eşdeğeri seragazı saldıkları hesaplanmış. 1 kWs elektriği kömür santralinde üretirseniz bu rakam 960 gram. Yani elektriği kömürden üretmek, rüzgâra göre küresel ısınmaya 96 kat daha fazla neden oluyor. Tabi, küresel ısınmaya neden olmanın cezalandırılmadığı Türkiye'de bu veri hiçbir anlam ifade etmiyor. Avustralya’da hayatı geçirilen uygulama bizde de olsa, bu firmalardan karbondioksitin tonu başına 23 dolar karbon vergisi alınacak. İşte kirletene teşvik böyle veriliyor; cezalandırmayarak. Örneğin Sinop-Gerze'de kurulmak istenen termik santral yılda 7 milyon tona yakın seragazı salacak. 2009 yılında tüm Türkiye'nin emisyon miktarı 369 milyon tondu. Gerze'deki santral Türkiye'nin toplam emisyonlarının yüzde 2'sini üretecek ama kuruş ceza ödemeyecek!

İşin ekonomisini bir kenara bırakalım. Dünyada 1 milyar 400 milyon insan var ve bu insanların evlerinde elektrik yok. UEA, 2030 yılına kadar bu insanların evine elektrik getirmek için her yıl 36 milyar dolar harcanması gerektiğini söylüyor. Fosil yakıtlara her yıl verilen 409 milyar dolar teşviki hatırlayın. Kömüre, petrole ve doğalgaza verilen sübvansiyonların sadece 10’da biri bu sorunu çözebilir. Dahası var. Böyle giderse, fosil yakıtlara verilen destekler 2020’de 660 milyar doları bulacak. Gayri safi küresel hâsılanın yüzde 0,7’si, bizi her gün ağır ağır öldüren bu kaynaklara verilecek. Hâlbuki iklim değişikliğini durdurmak için gayri safi küresel hâsılanın yüzde 2’sinin bu işe ayrılması lazım. Fosil yakıtlara verilen destek çekilince belki yüzde 1 bile dünyayı kurtarmaya yetecek. Görülüyor ki, “iklimi kurtar” diyen çevrecilere çok para istiyorsunuz yanıtını veren gelişmiş ülkeler, “bize teşvik ver” diyen kömürcülere karşı pek bir cömertler.


Renewable Energy Policy Project “Federal Energy Subsidies: Not All Technologies Are Created Equal” (July 2000).

Elektromanyetik alanlar ne kadar tehlikeli?

İstanbul, 7-8 Ekim 2011 tarihlerinde elektromanyetik alanlarla ilgili önemli bir sempozyuma ev sahipliği yapacak. Elektrik Mühendisleri Odası, İstanbul Tabip Odası ve İstanbul Barosu`nun birlikte düzenlediği "Elektromanyetik Alanlar ve Etkileri" başlıklı sempozyumun amacı; elektromanyetik alanların çevre, halk sağlığı üzerine etkileri ve hukuksal boyutları konusunda üniversiteler, kamu kurumları, sivil toplum örgütleri, kişilerin güncel ve bilimsel bilgilerini aralarında ve toplumla paylaşacağı ve irdeleyeceği bir ortam oluşturmak.

Cep telefonları, baz istasyonları, elektrikli ısıtıcılar, kablosuz internet ağları, mikrodalga fırınlar, saç kurutma makinaları ve bilgisayarlar gibi birçok elektrikli alet sağlığımızı ne kadar etkiliyor? Bu aletler olmadan yaşamak mümkün mü? Elektromanyetik radyasyondan nasıl korunabiliriz? Bu ve benzeri sorulara yanıt arayanlar için Yıldız Teknik Üniversitesi'nde düzenlenecek bu iki günlük konferans kaçırılmaması gereken bir fırsat. Daha detaylı bilgi için: http://emanet.emo.org.tr/ adresini ziyaret edebilirsiniz.