Bakalım, Avrupa’nın yenilenebilir enerjide en şanslı ülkesi Türkiye, adını nükleer felaketler yaşanan ülkeler listesine mi yazdıracak yoksa nükleer beladan kaçan akıllı ülkeler listesine mi?
Özgür Gürbüz-BirGün / 18 Eylül 2011
Fransa’daki Marcoule nükleer tesisinde 12 Eylül 2011 tarihinde meydana gelen patlamada bir kişi hayatını kaybetti, dört kişi ise yaralandı. Patlama, Marcoule Nükleer Araştırma Merkezi’nin yanındaki Centraco Merkezi’ne ait nükleer atık fırınlarının birinde meydana geldi. Centraco, düşük seviyeli radyoaktif atıkların eritilmesi ve yakılması işiyle uğraşıyor ve Fransa’nın enerji devi EDF Grubu’na ait Socodei’nin bir alt kuruluşu.
Yetkililerin yaptığı açıklamalar bir radyasyon sızıntısı olmadığına ve kazanın ‘nükleer’ değil endüstriyel bir kaza olarak nitelenmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Kamuoyu aynı fikirde değil. Fransa’nın nükleer karşıtı eylemcilerini bir araya toplayan Nükleerden Çıkış (Sortir du Nucléaire) adlı grup, ikna olmadıklarını ve daha fazla bilgi talep ettiklerini söylediler. Tepkiler sadece Fransa’yla sınırlı da değil. EDF ve Areva’nın Hindistan’ın Maharashtra eyaletinde kurmak istedikleri santrale karşı kampanya yürüten eylemciler de seslerini yükseltti. Emekli bir hâkim olan Hindistanlı nükleer karşıtı Kolshe Patil, “Nükleer endüstrinin dünya çapında izlediği yol bu. Sadece ölümle sonuçlanan bir olayda bazı derinliği olmayan bilgiler veriliyor” açıklamasını yaptı. Nükleer endüstrinin halkın güvenini alamadığı ortada. Kazadan hemen sonra EDF’nin hisselerinin düşmesi de bunun bir başka göstergesi.
Marcoule Nükleer Merkezi (Site Nucléaire de Marcoule), Fransa’nın nükleer macerasında kritik roller üstlenmiş bir yer. 1960 yılında Fransa’nın yaptığı ilk nükleer silah denemesi için gerekli plütonyum burada üretildi. 1955 yılında askeri amaçlar için 2 megavat gücünde küçük bir reaktör kuruldu. Marcoule daha sonra üç reaktöre daha ev sahipliği yaptı. En sonuncusu 2010 yılında kapatıldı. Burası artık nükleer atıkların işlendiği bir merkez. Sökülen santrallerden gelen radyoaktif parçalar burada imha ediliyor, bazıları ise yakılıyor. 1000 megavat (MW) gücündeki ortalama bir nükleer reaktörden her yıl 400-450 ton kadar düşük seviyeli nükleer atık çıkıyor. Kendi içlerinde gruplara ayrılsa da genelde radyoaktif olma özelliğini 100 ila 500 yıl veya daha kısa zamanda kaybeden atıklar bu kategoride yer alıyor. Nükleer santraldeki su filtrelerinden, çalışanların giydiği önlük ve eldivenlere kadar birçok donanım ve eşya düşük seviyeli atık kabul ediliyor. Yüksek seviyeli nükleer atıklara örnek ise Plütonyum-238. Plütonyum-238, nükleer santrallerden çıkan, 240 bin yıl radyoaktif kalan, doğadan ve canlılardan izole edilmesi gereken tehlikeli bir radyoaktif madde.
Fransız hükümeti yıllardır nükleer enerji konusunda büyük bir gizlilik politikası uyguluyor. Üretilen elektriğin maliyeti bile açıkça söylenmiyor, zaten sübvansiyonlar yüzünden sağlama yapmak da kolay değil. Marcoule tesisi de bu gizlilik oyununun önemli bir parçası Fransız nükleer devi Areva’nın kontrolünde. Areva’nın hisselerinin yüzde 80’e yakını ise CEA’nın (Nükleer ve Yenilenebilir Enerji Komisyonu), CEA da hükümet kontrolünde.
1973 yılındaki petrol krizinden sonra varını yoğunu nükleere yatıran Fransa, ülkedeki nükleer endüstrisinin devamını sağlamak için nükleer teknolojiyi ihraç etmeye çalışıyor. Fransa’nın kendi ihtiyacından çok daha fazlasına yanıt verebilecek nükleer enerji kapasitesi var. Avrupa’ya elektrik satarak ayakta kalmaya çalışıyor. Avrupa ülkelerinin yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği yoluyla kendine yeter enerji sistemleri kurmaları halinde Fransız nükleer endüstrisi çok zor durumda kalacak. Fransa’nın yeni geliştirdiği üçüncü kuşak nükleer reaktörlerdeki başarısızlığı (EPR-Avrupa Basınçlı Su Reaktörü) ve bu son kaza, yabancı ülkelere ihracatla ayakta kalmayı düşünen Fransızları kara kara düşündürüyor olmalı. Şu anda Avrupa’da inşa edilen iki EPR de (Finlandiya ve Fransa) finansal ve teknik sorunlarla karşı karşıya. Finlandiya’da yapımına 2004 yılında başlanan reaktörün 2009’da tamamlanması gerekiyordu ama hâlâ bitirilemedi. Üç milyar avroya bitirileceği söylenen 1600 megavatlık reaktörün maliyeti şimdiden 5,7 milyar avroları buldu. Finlandiyalı firma ve Fransız Areva firması tahkimlik oldu. Fransa’da yapılan reaktörün de aynı sorunlarla karşılaşması, maliyetin 3 milyardan 6 milyara çıkması Fransa’nın nükleer teknoloji alanındaki imajını zedeledi. Bu son kaza da işin tuzu biberi oldu.
Nükleer enerji konusunda örnek gösterilen ülkeleri (Japonya, Fransa) birer birer havlu atıyor. Nükleeri tüp gazla eş tutan Türkiye ise nükleer santral kurmayı ekonomi, ekoloji ve sürdürülebilir bir sanayi kavramları içerisinde değerlendirmeyi henüz başaramadığı için hala eski dünya düzeninin bu tehlikeli teknolojisinde ısrar ediyor. Enerji Bakanı’nın Fransızlara yaptığı, ¨Ver Cem Uzan’ı, kur nükleer santrali¨ teklifi de bir başka rezalet. Türkiye nükleer santral tercihini işte böyle detaylı analizler(!) sonucu yapıyor.
Bakalım, Avrupa’nın yenilenebilir enerjide en şanslı ülkesi Türkiye, adını nükleer felaketler yaşanan ülkeler listesine mi yazdıracak yoksa nükleer beladan kaçan akıllı ülkeler listesine mi?