Özgür Gürbüz/17 Eylül 2010
Fotoğraflar: Allionai Facebook grubu
Bugün bir bilmecem var sizlere! Dünyada 2 bin yıllık tarihi bir sağlık yurdunu kuma gömmeye çalışan ülke hangisidir diye sorsam, bilebilir misiniz? Bilirsiniz, tahmin edersiniz hatta eminsiniz. Öyle değil mi?
Uzaklara gitmenize hiç gerek yok. Ne de bir arkadaşınızı aramanıza ya da izleyicilere sormanıza. Ne de olsa onlar izleyici, dostların birçoğu da çoktan kafasını kuma gömdü zaten, çalan telefonları duymuyor. Kimileri çaresiz olduğunu düşündüğü, kimileri ise bu rezaleti görmemek için kafasını kuma gömdü. Memlekette durum bu. Gücenmek yok, dost acı söyler. Fırsattan istifade eden bazıları da ellerine kazma küreği alarak, yetmedi vinçleri getirerek, tarihi Allionai sağlık yurdunu kuma gömmeye başladı. İki bin yıllık tarih kuma gömülür mü? Gömülür, burası Türkiye. Türkiye'de yaşayan milyonlarca insanın birçoğunun başı zaten uzun süredir kum içinde. Belki oradan Allionai'yi daha iyi görürler, kim bilir?
Son haberler, İzmir'in Bergama ilçesi sınırlarındaki bu termal merkezde ciddi bir inşaat faaliyetinin sürdüğüne işaret ediyor. 120 civarında işçi elinde kürek, onlarca yıllık emek sonucu ortaya çıkarılmış bu tarihi termal merkezini kumla örtmeye çalışıyor. Bu işi biran önce bitirmeye çalışıyorlar, o yüzden vinçler de getirmişler. Telaşları, başları kumda memleketin sözde sahiplerinin, kazara başlarını kumdan çıkarması olasılığındandır. Belli mi olur, bu ülkenin Kültür Bakanı, “orada ne oluyor yahu” der, İlber Ortaylı veya Murat Bardakçı gibi popüler isimler bu hafta sonu bölgede toplanarak tarihe verdikleri desteği göstermek isterler. Sürpriz olur tabi, ama olabilir. Burası Türkiye. Kimin ne yapacağı, ne zaman yapacağı belli olmaz. Belki de Nasredin Hoca gelir, “Ey sefiller, madem kuma gömecektiniz, onlarca yıl emek harcayıp neden gün yüzüne çıkardınız” der, kahrından bir kez daha ölür ve gider.
Durumu bilmeyenler için özetlemekte fayda var. Allionai ve çevresinde ilk yerleşim izleri tarih öncesi döneme uzanır. Helenistik dönemde küçük bir termal merkezi kurulduğu sanılmaktadır. Roma ve özellikle Bizans dönemi yoğun yapılaşmanın gerçekleştiği evredir. Alliona'inin en önemli yapısı Ilıca'nın Roma döneminde yapıldığı ve Bizans döneminde bazı değişikliklere uğradığı düşünülmektedir. 1998 yılında başlayan büyük kazılarla ortaya çıkarılan, bulunan tarihi eserlerin İzmir'in tanıtımında bile kullanıldığı bu antik yerleşim yeri, bir yanlış planlama sonucu, Yortanlı Barajı'nın baraj gölü sınırları içerisinde kalmıştır.1 Evet, sorun budur. Baraj gölünün suları altında kalacağı için kent sanki hiç bulunmamış, yokmuş gibi davranılmaya, millet uyanmadan, onlarca mahkeme kararına rağmen tarihin üstünü örtemediği bu kentin insan eliyle yok edilmesine çalışılmaktadır. Kurtarma çalışmaları adı altında yapılan, bulunan eserlerin müzeye taşınmasıdır. Yürütmeyi durdurma için 7 Eylül 2010'da mahkemeye başvuruldu ama mahkeme kararı beklenmiyor, karar aleyhte çıksa bile, çıkana kadar Allionai diye bir yer kalmayacak. Müzelerde sergilenen eserlerin bulunduğu yerleri gösteren haritalar olur ya, Allionai için böyle bir harita olmayacak. Trajik değil mi? Trajik, ama burası Türkiye.
Bölgeye kimin önce geldiği bellidir. Yortanlı Barajı'nın kesin projesi 1985 yılında yapılmıştır ancak Allionai 2 bin yıllık tarihiyle ev sahibidir, baraj ise 60, bilemediniz 100 yıllık geleceğiyle misafir. Misafir istemiyor diye evin yıkıldığı nerede görülmüş? Burada; burası Türkiye.
Barajın rezervuar alanını kentin üstüne getirecek planlar kuma gömüleceği yerde, bugün 2 bin yıllık tarih kuma gömülmektedir. Bir sürü bakanımız, bir sürü milletvekilimiz, bir sürü vatandaş, bir sürü gazeteci, eş, dost ve arkadaş da başlarını kuma gömmüştür. Başlar biran önce kumdan çıkarılmazsa, Allionai'yi görebilmenin tek yolu, bizlerin de başlarını kuma gömmesi olacak.
1 www.allionai.org
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Yaban koyunlarına uydu aracılığıyla takip
17 Eylül 2010
Konya Bozdağ Anadolu Yaban Koyunu Üretme İstasyonundan Ağustos ayı içerisinde doğaya bırakılan Anadolu Yaban Koyunları uydu aracılığı ile izleniyor. Çevre ve Orman Bakanlığı, Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nün bugün yaptığı açıklamaya göre, bir yıl süre ile toplanan veriler sonucunda hayvanların tercih ettikleri alanlar, üreme ve çiftleşme dönemindeki hareketleri ile günün değişik saatlerindeki aktiviteleri belirlenebilecek, üretme istasyonunda üretilen bireylerin doğaya uyum süreçleri yakından takip edilebilecek.
Yaban koyunlarının boyunlarına takılan uydu vericili tasmalar, iki saatte bir olmak üzere uzaydan GPS koordinatları alıyor ve bu koordinatları cep telefonu şebekesi üzerinden bilgisayara gönderiyor. Böylece Çevre ve Orman Bakanlığı bünyesindeki personel koyunların dolaştığı alanları ofislerinden takip edebiliyor.
Türkiye’deki bir çok yaşam alanında soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalan bu alt türün neredeyse tek rastlandıkları yer Bozdağ. 1966 yılında Çevre ve Orman Bakanlığı 42 bin hektarlık bir alanı bu türün korunmasını sağlamak için Konya-Bozdağ YHKS (Yaban Hayatı Koruma Sahası) olarak ilan etti. 1988'de ise, yaban koyunlarının evcil koyunlar ile besin rekabetini ve çoban köpeklerinin baskısını ortadan kaldırmak amacıyla bu alanın 3bin 500 hektarlık kısmı telle çevrilip “Yaban Koyunu Üretme İstasyonu” olarak ayrıldı. 1996 yılında tel çit elektro-şok sistemiyle donatıldı.
2004 yılında uygulamaya konulan proje ile Anadolu Yaban Koyunları eski yaşam alanları arasındaki Ankara Nallıhan ve Karaman Karadağ’a da nakledilmiştir.
Konya Bozdağ Anadolu Yaban Koyunu Üretme İstasyonundan Ağustos ayı içerisinde doğaya bırakılan Anadolu Yaban Koyunları uydu aracılığı ile izleniyor. Çevre ve Orman Bakanlığı, Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nün bugün yaptığı açıklamaya göre, bir yıl süre ile toplanan veriler sonucunda hayvanların tercih ettikleri alanlar, üreme ve çiftleşme dönemindeki hareketleri ile günün değişik saatlerindeki aktiviteleri belirlenebilecek, üretme istasyonunda üretilen bireylerin doğaya uyum süreçleri yakından takip edilebilecek.
Yaban koyunlarının boyunlarına takılan uydu vericili tasmalar, iki saatte bir olmak üzere uzaydan GPS koordinatları alıyor ve bu koordinatları cep telefonu şebekesi üzerinden bilgisayara gönderiyor. Böylece Çevre ve Orman Bakanlığı bünyesindeki personel koyunların dolaştığı alanları ofislerinden takip edebiliyor.
Türkiye’deki bir çok yaşam alanında soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalan bu alt türün neredeyse tek rastlandıkları yer Bozdağ. 1966 yılında Çevre ve Orman Bakanlığı 42 bin hektarlık bir alanı bu türün korunmasını sağlamak için Konya-Bozdağ YHKS (Yaban Hayatı Koruma Sahası) olarak ilan etti. 1988'de ise, yaban koyunlarının evcil koyunlar ile besin rekabetini ve çoban köpeklerinin baskısını ortadan kaldırmak amacıyla bu alanın 3bin 500 hektarlık kısmı telle çevrilip “Yaban Koyunu Üretme İstasyonu” olarak ayrıldı. 1996 yılında tel çit elektro-şok sistemiyle donatıldı.
2004 yılında uygulamaya konulan proje ile Anadolu Yaban Koyunları eski yaşam alanları arasındaki Ankara Nallıhan ve Karaman Karadağ’a da nakledilmiştir.
Bu belgeselleri kaçırmayın!
Özgür Gürbüz/16 Eylül 2010
Türkiye'deki doğa katliamlarını çevrecilerin abarttığını düşünüyorsanız, durumun ciddiyetini görmek için işte size bir fırsat. Karadeniz İsyandadır Platformu, İstanbul'da, “Direnişin Belgeselleri” adlı bir etkinlik düzenliyor. 4 Eylül'de başlayan ve 16 Ekim'de sona erecek olan etkinlik kapsamında tam sekiz adet belgesel gösterilecek. Gösteriler ücretsiz, suyuna ve toprağına sahip çıkan bir vatandaş olmanız belgeselleri izlemek için yeterli. Bergama'dan Dersim'e, Fırtına Vadisi'nden Karadeniz Sahil Yolu'na kadar Türkiye'nin çevre sorunlarından bir kesit, bu belgeseller aracılığıyla beyaz perdeye yansıtılacak. Çevrecilerin “doğa katliamı” dediği şeyi görmek başka, duymak başka... Paltform, 23 Ekim 2010 tarihinde ise “Karadeniz Forumu” adlı bir başka etkinlik düzenleyecek.
Direnişin Belgeselleri'nin önümüzdeki günlerdeki programı ise şöyle:
18 Eylül - Vatandaş Mustafa (45')
Yönetmen: Remzi Kazmaz
Konu: Fırtına Vadisi direnişi / Yönetmenin Katılımıyla.
25 Eylül - Av! Su! Mai! (40') Yönetmen: Alejandro Haddad
Konu: Hasankeyf'in Çığlığı / Yerelden katılımla.
2 Ekim - Gole Çhetu (70') Yönetmen: Metin- Kemal Kahraman
Konu: Dersim'de baraj altında kalacak kutsal mekan / Yönetmenin katılımıyla.
9 Ekim - Son Kumsal (56') Yönetmen: Rüya Arzu Köksal
Konu: Karadeniz Sahil Yolu / Yönetmenin Katılımıyla.
16 Ekim - Alethea (41') Yönetmen: Ethem Özgüven
Konu: Bergama'da maden aramalarına karşı direniş / Yönetmenin katılımıyla.
Gösterim Yeri:
Son Irmak Doğa ve Sanat Derneği Caferağa Mah. Moda Cad.Mescit Sok.No:13 D:7 Kadıköy - İstanbul
Bergama Altın Madeni |
Direnişin Belgeselleri'nin önümüzdeki günlerdeki programı ise şöyle:
18 Eylül - Vatandaş Mustafa (45')
Yönetmen: Remzi Kazmaz
Konu: Fırtına Vadisi direnişi / Yönetmenin Katılımıyla.
25 Eylül - Av! Su! Mai! (40') Yönetmen: Alejandro Haddad
Konu: Hasankeyf'in Çığlığı / Yerelden katılımla.
2 Ekim - Gole Çhetu (70') Yönetmen: Metin- Kemal Kahraman
Konu: Dersim'de baraj altında kalacak kutsal mekan / Yönetmenin katılımıyla.
9 Ekim - Son Kumsal (56') Yönetmen: Rüya Arzu Köksal
Konu: Karadeniz Sahil Yolu / Yönetmenin Katılımıyla.
16 Ekim - Alethea (41') Yönetmen: Ethem Özgüven
Konu: Bergama'da maden aramalarına karşı direniş / Yönetmenin katılımıyla.
Gösterim Yeri:
Son Irmak Doğa ve Sanat Derneği Caferağa Mah. Moda Cad.Mescit Sok.No:13 D:7 Kadıköy - İstanbul
Almanya'nın nükleer kararını doğru okumak
Özgür Gürbüz-Bianet/11 Eylül 2010
Birkaç gün önce Alman hükümetinin ülkedeki mevcut nükleer santralleri kapatma kararını ötelemek istemesi kuşkusuz dünyadaki birçok nükleer karşıtını üzdü. İşin garibi, nükleer enerji taraftarlarını da pek sevindiremedi. 2002 yılında Sosyal Demokrat Parti ile Yeşiller Partisi koalisyonu sırasında alınan karara göre, Almanya'daki tüm nükleer santrallerin 2022 yılına kadar kapatılması kararlaştırılmıştı. Bugün iktidarda bulunan Hıristiyan Birlik Partileri (Muhafazakar-Sağ) ile Hür Demokrat Parti (Liberal-Sağ) koalisyonu ise, mevcut reaktörlerin kapatılmasını ortalama 12 yıl ertelemeyi istiyor. 1980 yılından önce çalışmaya başlayan santraller sekiz yıl, 1980'den sonra şebekeye bağlananlar ise 14 yıl ek süre kazanacak. Detaylı karar önerisinin 28 Eylül'de açıklanması bekleniyor.
Elektriğin yüzde 80'i yenilenebilirden
Almanya'da halihazırda 17 nükleer reaktör çalışıyor, Almanya'nın elektriğinin yüzde 22'sini karşılıyor, yenilenebilir enerji kaynaklarıysa yüzde 15'ini. Merkel'in kararı kabul görse bile Almanya'nın yenilenebilir enerji hedefleri değiştirmeyecek gibi görünüyor. Bilmeyenler için hatırlatmakta fayda var, 4 Ağustos 2010'da Federal Hükümet, Ulusal Yenilenebilir Enerji Eylem Planı'nı kabul etti. Plana göre Almanya'nın toplam enerji tüketiminin (sadece elektrik değil) yüzde 18'inin rüzgar, güneş, biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması zorunlu hale getirildi. Şu anda bu oran yüzde 10 civarında seyrediyor. Plana detaylı bakılacak olursa, 2020 yılı için ısıtma ve soğutma alanında yenilenebilir enerjilerin payının yüzde 15,5, elektrik tüketiminde yüzde 38,6 ve ulaşımda ise yüzde 13,2 olması hedefleniyor. Dahası da var. Almanya hükümetinin Ekonomi ve Çevre bakanlarınca 30 Ağustos'ta bir özeti açıklanan ve dokuz farklı senaryodan oluşan Federal Hükümet'in enerji görünümüne ilişkin çalışmada, elektrik enerjisi üretiminin 2050 yılında, yüzde 77 ila 81 oranında yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanabileceği belirtiliyor. Bu rakam bile, Türkiye'deki bazı mühendislerin, nükleer ve termik gibi “baz yük” santralleri olmadan elektrik talebini yenilenebilir enerjiyle kesintisiz karşılamanın mümkün olmadığı savını çürütüyor. Almanya bu dokuz senaryodan hangisini seçerse seçsin, 1990 yılı seragazı emisyonlarını da 2050'ye kadar yüzde 85 oranında azaltabiliyor.1 Sorun teknik değil, ekonomik ve politik kısacası. Aynı nükleer enerji tercihinin bir teknik zorunluluk değil, siyasi bir tercih olması gibi. Bu ay sonunda Almanya'nın 2050 yılına ilişkin planını da açıklaması bekleniyor.
Nükleer enerji bir geçiş teknolojisi
Enerji konularına yakın olanların bile bazen bilerek bazen de bilmeyerek karıştırdığı gibi, enerji demek sadece elektrik demek değil. Ancak, nükleer demek, çevre için oluşturdukları riskleri bir yana bırakırsak, sadece “elektrik” demek. Halbuki, güneş, jeotermal ve biyokütle enerjileri ısıtmadan soğutmaya kadar enerji sektörünün birçok alanında faaliyet gösterebiliyor. Ulusal Yenilenebilir Enerji Eylem Planı'da yenilenebilir kaynaklı elektriğin payının yüksek olması, kısa bir süre içerisinde yüzde 40'lara çıkarılmasına çalışılması, kapatılacak nükleer santrallerin ürettiği elektriği temiz enerjiden sağlamayı amaçlıyor. Nükleer santrallerin kapatılma tarihlerinin ertelenmesi bu hedefe ulaşılmasını engeller mi; başta Almanya olmak üzere bugün herkes bu soruyu soruyor. Alman Şansölyesi Angela Merkel'in, kararı açıklarken yaptığı konuşmada, “nükleer enerjinin bir köprü”2 olduğunu söylemesi bu sorunun yanıtı olarak algılanabilir. Almanya'nın nükleer lobisine yakınlığı tartışma götürmez sağ partilerden oluşan koalisyonunun başındaki Merkel'in bile, nükleer enerjinin olmazsa olmaz bir enerji kaynağı olduğunu söylememesi düşündürücü. En azından nükleer enerjiyi savunanlar için üzücü. Çünkü, köprü dediğiniz, sizi diğer yakaya geçirir ve işlevi orada biter. Geri gitmeye niyetiniz yoksa tabii. Merkel bile artık nükleer enerjiye, ülkeyi yenilenebilir enerjiye ulaştıracak bir köprü gözüyle bakıyor. İklim değişikliği nedeniyle fosil yakıtlardan daha az seragazı salan nükleerde bir süre daha ısrar edilecek, daha sonra ise nükleerden de az seragazı emisyonuna sahip yenilenebilir enerjilere geçilecek.
Nükleere teşvik rüzgarın önünü keser mi?
Almanya'da nükleer santrallerin daha uzun süre çalıştırılmasına izin verilmesinin nedeni yenilenebilir enerji kaynaklarının yeterince hızlı geliştirilememesi olarak açıklanıyor. En azından hükümet bunu söylüyor. Bu doğru bile olsa, alınan kararın yenilenebilir enerji kaynaklarının daha hızlı gelişmesine neden olacağını söylemek zor. Almanya Yenilenebilir Enerji Federasyonu Başkanı Dietmar Schütz, “Nükleer santrallerin çalışma ömrünü uzatarak yenilenebilirin önüne bir engel kondu. Kedi çuvaldan çıktı” diyor.3 Yenilenebilir enerji her ne kadar hayatın çok farklı alanlarında (ısıtma, soğutma, tarım, elektrik gibi) insanlığa hizmet verse de, enerji piyasasını, verilen destekleri, nükleer ve fosil yakıtla çalışan santrallere göre düzenlediğinizde işler zorlaşıyor. Yenilenebilir ve nükleer iki farklı enerji sisteminin kaynakları olduğu için birine evet demek diğerine hayır anlamına geliyor aslında. Türkiye'de yapılmaya çalışıldığı gibi kirletenle kirletmeyen, kirletene hiçbir cezai yaptırım uygulamadan (karbon vergisi, emisyon ticareti, çevre denetimi vs.), üstüne teşvik verilerek aynı kefeye konduğunda, yenilenebilir enerjinin pahalı bile olduğunu iddia edebileceğiniz tutarsız bir piyasa yaratmış oluyorsunuz.
Nükleerciler para verdi, kapanma kararı ertelendi
Özetlersek, Almanya'nın mevcut 17 reaktörün kapatılmasını geciktirmesinin nükleer enerji savunucuları arasında büyük bir sevinç yaratmamasına şaşırmamak gerek. Söz konusu kararın Almanya'nın dört nükleer deviyle anlaşılarak, yılda 2 milyar 500 milyon avrodan daha fazla para ödemelerine neden olacak şekilde yapılması işin rengini daha da belli ediyor. Yapılan anlaşmaya göre dört firma, santrallerin kapatılmasının geciktirilmesi karşılığında, en azından 2016'ya kadar her yıl federal bütçeye, 2 milyar 300 milyon avro tutarında nükleer atık vergisi ödemeyi kabul ettiler. Önümüzdeki beş yıl boyunca yenilenebilir enerji projelerine harcanacak 300 milyon avroya yakın bir başka ödeme planı da pazarlıklar sonucu kabul edilmişe benziyor. Nükleer santrallerin ilk yatırım maliyetinin çok yüksek olması nedeniyle, elektrik üretilecek her yıl bu firmalar için daha fazla kar anlamına geliyor. Ekonomik krizde yokta yaratılan ek bir kaynak da hükümet için bir velinimet sayılır.
Alan ve satan memnun ancak Alman vatandaşlarının çoğunluğunun hala nükleer santrallerin kapatılmasını destekledikleri unutulmamalı. Sosyal Demokrat Parti'nin iktidara gelir gelmez kararı iptal edeceklerini açıkladıklarını, oylarını giderek arttıran Yeşiller'in de benzer bir tutum içerisinde olacaklarını da belirtelim. Almanya'nın tüm nükleer rönesans söylentilerine ve sağ partilerden oluşan bir koalisyona rağmen yeni nükleer santrallerden değil de yenilenebilir enerjiden bahsetmesi herhalde üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir nokta. Türkiye'nin milyarlarca dolar harcanmış, bu nedenle de geçiş teknolojisi olarak kullanmak zorunda kalacağı nükleer santralleri henüz (!) yok. Almanya'nın kararı doğru okunmalı, kısa bir sürede dünyada hatırı sayılır bir konuma gelebilecek ve binlerce işsize iş sağlayabilecek Türkiye'nin yenilenebilir enerji sektörünün önü tıkanmamalı.
1“Germany debates role of nuclear in its 2050 energy mix”, Worldwatch Institute, 9 Eylül 2010.
2“Germany ExtendsNuclear Plants' Life”, NY Times, 6 Eylül 2010.
3Germany ExtendsNuclear Plants' Life, NY Times, 6 Eylül 2010.
Birkaç gün önce Alman hükümetinin ülkedeki mevcut nükleer santralleri kapatma kararını ötelemek istemesi kuşkusuz dünyadaki birçok nükleer karşıtını üzdü. İşin garibi, nükleer enerji taraftarlarını da pek sevindiremedi. 2002 yılında Sosyal Demokrat Parti ile Yeşiller Partisi koalisyonu sırasında alınan karara göre, Almanya'daki tüm nükleer santrallerin 2022 yılına kadar kapatılması kararlaştırılmıştı. Bugün iktidarda bulunan Hıristiyan Birlik Partileri (Muhafazakar-Sağ) ile Hür Demokrat Parti (Liberal-Sağ) koalisyonu ise, mevcut reaktörlerin kapatılmasını ortalama 12 yıl ertelemeyi istiyor. 1980 yılından önce çalışmaya başlayan santraller sekiz yıl, 1980'den sonra şebekeye bağlananlar ise 14 yıl ek süre kazanacak. Detaylı karar önerisinin 28 Eylül'de açıklanması bekleniyor.
Elektriğin yüzde 80'i yenilenebilirden
Almanya'da halihazırda 17 nükleer reaktör çalışıyor, Almanya'nın elektriğinin yüzde 22'sini karşılıyor, yenilenebilir enerji kaynaklarıysa yüzde 15'ini. Merkel'in kararı kabul görse bile Almanya'nın yenilenebilir enerji hedefleri değiştirmeyecek gibi görünüyor. Bilmeyenler için hatırlatmakta fayda var, 4 Ağustos 2010'da Federal Hükümet, Ulusal Yenilenebilir Enerji Eylem Planı'nı kabul etti. Plana göre Almanya'nın toplam enerji tüketiminin (sadece elektrik değil) yüzde 18'inin rüzgar, güneş, biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması zorunlu hale getirildi. Şu anda bu oran yüzde 10 civarında seyrediyor. Plana detaylı bakılacak olursa, 2020 yılı için ısıtma ve soğutma alanında yenilenebilir enerjilerin payının yüzde 15,5, elektrik tüketiminde yüzde 38,6 ve ulaşımda ise yüzde 13,2 olması hedefleniyor. Dahası da var. Almanya hükümetinin Ekonomi ve Çevre bakanlarınca 30 Ağustos'ta bir özeti açıklanan ve dokuz farklı senaryodan oluşan Federal Hükümet'in enerji görünümüne ilişkin çalışmada, elektrik enerjisi üretiminin 2050 yılında, yüzde 77 ila 81 oranında yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanabileceği belirtiliyor. Bu rakam bile, Türkiye'deki bazı mühendislerin, nükleer ve termik gibi “baz yük” santralleri olmadan elektrik talebini yenilenebilir enerjiyle kesintisiz karşılamanın mümkün olmadığı savını çürütüyor. Almanya bu dokuz senaryodan hangisini seçerse seçsin, 1990 yılı seragazı emisyonlarını da 2050'ye kadar yüzde 85 oranında azaltabiliyor.1 Sorun teknik değil, ekonomik ve politik kısacası. Aynı nükleer enerji tercihinin bir teknik zorunluluk değil, siyasi bir tercih olması gibi. Bu ay sonunda Almanya'nın 2050 yılına ilişkin planını da açıklaması bekleniyor.
Nükleer enerji bir geçiş teknolojisi
Enerji konularına yakın olanların bile bazen bilerek bazen de bilmeyerek karıştırdığı gibi, enerji demek sadece elektrik demek değil. Ancak, nükleer demek, çevre için oluşturdukları riskleri bir yana bırakırsak, sadece “elektrik” demek. Halbuki, güneş, jeotermal ve biyokütle enerjileri ısıtmadan soğutmaya kadar enerji sektörünün birçok alanında faaliyet gösterebiliyor. Ulusal Yenilenebilir Enerji Eylem Planı'da yenilenebilir kaynaklı elektriğin payının yüksek olması, kısa bir süre içerisinde yüzde 40'lara çıkarılmasına çalışılması, kapatılacak nükleer santrallerin ürettiği elektriği temiz enerjiden sağlamayı amaçlıyor. Nükleer santrallerin kapatılma tarihlerinin ertelenmesi bu hedefe ulaşılmasını engeller mi; başta Almanya olmak üzere bugün herkes bu soruyu soruyor. Alman Şansölyesi Angela Merkel'in, kararı açıklarken yaptığı konuşmada, “nükleer enerjinin bir köprü”2 olduğunu söylemesi bu sorunun yanıtı olarak algılanabilir. Almanya'nın nükleer lobisine yakınlığı tartışma götürmez sağ partilerden oluşan koalisyonunun başındaki Merkel'in bile, nükleer enerjinin olmazsa olmaz bir enerji kaynağı olduğunu söylememesi düşündürücü. En azından nükleer enerjiyi savunanlar için üzücü. Çünkü, köprü dediğiniz, sizi diğer yakaya geçirir ve işlevi orada biter. Geri gitmeye niyetiniz yoksa tabii. Merkel bile artık nükleer enerjiye, ülkeyi yenilenebilir enerjiye ulaştıracak bir köprü gözüyle bakıyor. İklim değişikliği nedeniyle fosil yakıtlardan daha az seragazı salan nükleerde bir süre daha ısrar edilecek, daha sonra ise nükleerden de az seragazı emisyonuna sahip yenilenebilir enerjilere geçilecek.
Nükleere teşvik rüzgarın önünü keser mi?
Almanya'da nükleer santrallerin daha uzun süre çalıştırılmasına izin verilmesinin nedeni yenilenebilir enerji kaynaklarının yeterince hızlı geliştirilememesi olarak açıklanıyor. En azından hükümet bunu söylüyor. Bu doğru bile olsa, alınan kararın yenilenebilir enerji kaynaklarının daha hızlı gelişmesine neden olacağını söylemek zor. Almanya Yenilenebilir Enerji Federasyonu Başkanı Dietmar Schütz, “Nükleer santrallerin çalışma ömrünü uzatarak yenilenebilirin önüne bir engel kondu. Kedi çuvaldan çıktı” diyor.3 Yenilenebilir enerji her ne kadar hayatın çok farklı alanlarında (ısıtma, soğutma, tarım, elektrik gibi) insanlığa hizmet verse de, enerji piyasasını, verilen destekleri, nükleer ve fosil yakıtla çalışan santrallere göre düzenlediğinizde işler zorlaşıyor. Yenilenebilir ve nükleer iki farklı enerji sisteminin kaynakları olduğu için birine evet demek diğerine hayır anlamına geliyor aslında. Türkiye'de yapılmaya çalışıldığı gibi kirletenle kirletmeyen, kirletene hiçbir cezai yaptırım uygulamadan (karbon vergisi, emisyon ticareti, çevre denetimi vs.), üstüne teşvik verilerek aynı kefeye konduğunda, yenilenebilir enerjinin pahalı bile olduğunu iddia edebileceğiniz tutarsız bir piyasa yaratmış oluyorsunuz.
Nükleerciler para verdi, kapanma kararı ertelendi
Özetlersek, Almanya'nın mevcut 17 reaktörün kapatılmasını geciktirmesinin nükleer enerji savunucuları arasında büyük bir sevinç yaratmamasına şaşırmamak gerek. Söz konusu kararın Almanya'nın dört nükleer deviyle anlaşılarak, yılda 2 milyar 500 milyon avrodan daha fazla para ödemelerine neden olacak şekilde yapılması işin rengini daha da belli ediyor. Yapılan anlaşmaya göre dört firma, santrallerin kapatılmasının geciktirilmesi karşılığında, en azından 2016'ya kadar her yıl federal bütçeye, 2 milyar 300 milyon avro tutarında nükleer atık vergisi ödemeyi kabul ettiler. Önümüzdeki beş yıl boyunca yenilenebilir enerji projelerine harcanacak 300 milyon avroya yakın bir başka ödeme planı da pazarlıklar sonucu kabul edilmişe benziyor. Nükleer santrallerin ilk yatırım maliyetinin çok yüksek olması nedeniyle, elektrik üretilecek her yıl bu firmalar için daha fazla kar anlamına geliyor. Ekonomik krizde yokta yaratılan ek bir kaynak da hükümet için bir velinimet sayılır.
Alan ve satan memnun ancak Alman vatandaşlarının çoğunluğunun hala nükleer santrallerin kapatılmasını destekledikleri unutulmamalı. Sosyal Demokrat Parti'nin iktidara gelir gelmez kararı iptal edeceklerini açıkladıklarını, oylarını giderek arttıran Yeşiller'in de benzer bir tutum içerisinde olacaklarını da belirtelim. Almanya'nın tüm nükleer rönesans söylentilerine ve sağ partilerden oluşan bir koalisyona rağmen yeni nükleer santrallerden değil de yenilenebilir enerjiden bahsetmesi herhalde üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir nokta. Türkiye'nin milyarlarca dolar harcanmış, bu nedenle de geçiş teknolojisi olarak kullanmak zorunda kalacağı nükleer santralleri henüz (!) yok. Almanya'nın kararı doğru okunmalı, kısa bir sürede dünyada hatırı sayılır bir konuma gelebilecek ve binlerce işsize iş sağlayabilecek Türkiye'nin yenilenebilir enerji sektörünün önü tıkanmamalı.
1“Germany debates role of nuclear in its 2050 energy mix”, Worldwatch Institute, 9 Eylül 2010.
2“Germany ExtendsNuclear Plants' Life”, NY Times, 6 Eylül 2010.
3Germany ExtendsNuclear Plants' Life, NY Times, 6 Eylül 2010.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)