Çernobil'den 24 yıl sonra koyunlar temize çıktı

Özgür Gürbüz / 6 Temmuz 2010

Türkiye şuursuzca nükleer santral kurma hazırlıklarına devam ederken İskoçya'dan gelen bir haber unutturulmaya çalışılan gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi. 1986 yılında meydana gelen ve dünyanın en büyük teknoloji kazası olarak da bilinen Çernobil nükleer faciası sonucu dünyaya yayılan radyasyon bulutları eski Sovyetler Birliği'nden, Güney Afrika'ya kadar dev bir coğrafyayı etkilemişti.

Karadeniz'de gömdüler, İngiltere'de ölçtüler
İçinde başta Karadeniz olmak üzere Türkiye'nin de bulunduğu radyoaktif kirlenmeye uğrayan bu alanların bazıları 24 yıldır kontrol altında tutuluyordu. Türkiye'de radyasyonlu çaylar dere yataklarına, toprağa gömülüp yakılmaya, Karadeniz'de üretilen fındıklar okul ve kışlalarda vatandaşlara yedirilmeye çalışılırken, Büyük Britanya'da yetkililer kazayı gizlemek ve nükleerin adına leke düşürmemek gibi anlamsız çabaların yerine vatandaşlarının en az zararla bu felaketi atlatmasına çalışıyordu.

23 çiftlik yıllarca kontrol edildi
İskoçya'nın hayvancılık merkezi olarak da kabul edilen güneybatı ve merkez bölgelerindeki çiftliklerde Gıda Standartları Ajansı tarafından çeyrek asıra yakın bir zamandır düzenli kontroller yapılıyordu. Koyunların etlerinde kilo başına 1000 bekarelden fazla radyoaktivitiye rastlandığında bu etlerin pazara çıkması engelleniyordu. 1987 yılında 73 çiftlik kontrol altındaydı. 2009 yılına gelindiğinde düzenli olarak kontrol edilen koyun sayısı 3 bine kadar indi. Şubat 2010'da iki alan üzerinde hayvan otlatma yasağı devam etti. Bu alanlardan bir tanesi tarım alanı olarak kullanılmamaya başlandı, diğeri ise 21 Haziran itibariyle radyasyon değerlerinin düşmesiyle kullanıma açıldı.

İskoçya'da yayımlanan Sunday Herald (The Herald) gazetesinde 4 Temmuz günü yayımlanan makale, bu son adımla birlikte artık bu uygulamanın sona erdiğini, kazadan 24 yıl sonra koyunların otladığı çayırlardaki radyasyon miktarının güvenlik sınırlarının aşağısına düştüğünü yazdı. Tam 24 yıl sonra, Çernobil'den 2300 km uzaklıkta yaşananların başta Enerji Bakanı ve önümüzdeki günlerde Meclis'e gelecek olan nükleer anlaşmaya “evet” oyu vermeye hazırlanan milletvekillerinin gözlerini açmasını umuyorum.

Unutmayın, ne Mersin bize Kiev kadar uzak, ne de yapılması düşünülen nükleer santral Çernobil'dekinden farklı. Ecemiş Fay Hattı üzerine, Türkiye'nin Akdeniz'deki turizm potansiyelini yok etme pahasına nükleer santral kurmaya çalışmak gerçekten de akıl karı değil. Türkiye'nin nükleere muhtaç olmadığını hesap kitap bilen herkes biliyor. Halkı aptal yerine koymak iyi bir şey değil. Bir politikacı içinse adeta sonun başlangıcı.

Desa'da grev sil baştan

Özgür Gürbüz / 5 Temmuz 2010

Deri-İş Sendikası'nın Desa'da örgütlenme çalışmaları iki yılı aşkın bir süredir devam ediyor. 2009 Ağustos ayında sendika ve işveren arasında imzalanan protokol sonucu sorunların çözüldüğü düşünülürken, Deri-İş'ten yapılan açıklama durumun hiç de sanıldığı gibi olmadığını anlatıyor.

İşverenin çeşitli bahanelerle işçileri işten attığını belirten Deri-İş yetkilileri, sendika üyesi işçilerin de tekrar işten çıkarılmaya başlandığına dikkat çekiyor. Daha da önemlisi, Desa malarını boykoto yönelik uluslararası kampanya tekrar başlatıldı. Desa sadece kendi adıyla satış yapmıyor, Prada, Mulbery, Debenhams, Marks & Spencer ve El Corte Ingles gibi markalara da mal üretiyor. Uluslararası "Temiz Elbise Kampanyası" yine tüm dünyadaki tüketicileri Desa ve onun üretim yaptığı lüks markaları boykot etmeye çağırıyor. Daha önce yapılan kampanya başarılı olmuş, Desa yöneticileri sendikayla masaya oturmaya razı olmuştu.

Desa grevi, Düzce'deki üretim merkezindeki işçilerin ve İstanbul Sefaköy'de tek başına greve çıkan türbanlı Emine Aslan'ın tek başına aylarca fabrika kapısındaki direnişiyle kamuoyunda duyurulmuştu. Aktüel Dergisi'nde çalıştığım sırada bir tam gün, Emine Aslan'la kapıda beklemiş, geceyi evlerinde geçirmiştim. O gün içerisinde, "özel bir kişinin" ciddi koruma tedbirleri altında fabrikadan alışverişe geldiğine şahit olduk. Polisler görüntü almamıza izin vermese de alışverişe gelenin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan olduğu bilgisi bize ulaştı. Bilgiyi resmi ağızlardan onaylatamadığım için ancak iddia olarak yazabiliyorum. Hazırladığımız haber de Aktüel dergisinde hiç yayımlanmadı... Nedenini ben ve birkaç kişi biliyor.

Güneş olmazsa müzik de olmaz

Özgür Gürbüz/1 Temmuz 2010

Yaz konserleri bir başka olur, hele de yukarıda yıldızlar, yakınlarda deniz varsa. Konser boyunca yağmur yağsa bile fark etmez. 4 Temmuz 2010 Pazar günü Heybeliada'da gerçekleştirilecek konser ise diğer yaz konserlerinden de farklı olacağa benziyor. Konser boyunca sahnede yer alacak her türlü elektrikli aletin enerjisi güneşten sağlanacak. Fotovoltaik paneller vasıtasıyla elektrik enerjisine çevrilen güneş ışınları, “Serap Yağız ve Suların Uğultusu” grubunun seslendireceği şarkılar için nota olup, adaya yayılacak.

Heinrich Böll Stiftung Derneği ile Adalar Belediyesi’nin desteği ve işbirliği ile Pazar günü Heybeliada’da “Serap Yağız ve Suların Uğultusu” grubunun yer alacağı bir konser düzenleniyor. Sahne için gerekli elektrikli aletlerin sadece güneş enerjisiyle çalıştırılacağı konser herkese açık ve ücretsiz. Konser, Heinrich Böll Stiftung Derneği’nin 3-8 Temmuz 2010 tarihinde Heybeliada’da düzenlediği “İklim Değişikliği, Akıllı Enerji Politikaları ve Nükleer Enerji” başlıklı yaz okulu kapsamında gerçekleştiriliyor. Yaz okulunda öğrenilenlerin hayata geçirildiği, öğrencilerin teoriyi pratikle birleştirdikleri bir deneyim aslında. Elimizin altındaki, pardon, başımızın üstündeki güneş enerjisini aslında hayatın her alanında kullanabileceğimize güzel bir örnek olan, güneş enerjili müzik konserleri, adeta müziğin de “çevrecisi” olur diyor.

Fikir babası Taner Öngür'e teşekkür etmeden bu yazıyı bitirseydik bir şeyler eksik kalırdı. Taner Öngür, güneş olmazsa yaşamın da olmayacağını anlamış sayılı insanlardan. Güneş olmazsa hiçbir şey olmaz, müzik de olmaz diyenler ve Serap Yağız ve Suların Uğultusu'nun söyleyeceği güneş şarkılarına eşlik etmek isteyenler, Heybeliada planlarını şimdiden yapsa iyi olacak.

Müdür Bey’in karbon ayak izi

Özgür Gürbüz-29 Haziran 2010

İstanbul’un Eyüp İlçesi Milli Eğitim Müdürlüğü’nü dört yıldır vekaleten yürüten ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın akrabasi olan Güsamettin Erdoğan’ın, son 4 yılda 160 ülkeyi dolaştığına ilişkin Haberturk gazetesinde Sultan Uçar imzasıyla çıkan haber düşündürücüdür. CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce tarafından Büyük Millet Meclisi’ne verilen soru önergesinde yer alan, bu gezilerin kimin parasıyla yapıldığı, nasıl zaman bulunduğu gibi yerinde sorulmuş sorulara ek olarak, birkaç soru da ben sormak istiyorum.

Acaba Sayın Erdoğan, kaplan kucaklayarak, devlete ait olmayan belli bir cemaate ait okulları gezerek sürdürdüğü Türkiye’nin örf ve adetlerini tanıtma kampanyası sırasında kendi başına bir çevre katliamı yaptığının farkında mıdır? Bir eğitmen olarak, Sayın Güsamettin Erdoğan acaba küresel ısınma hakkında en ufak bir bilgiye sahip midir? Dört yılda 160 ülke gezmek için oldukça sıkça uçağa bindiğini tahmin ettiğimiz Milli Eğitim görevlisinden bir ricamız var. Vakit bulup da bir gün matematik dersine girebilirse, kendi karbon ayak izini sınıftaki öğrencilere hesaplatmasını rica ediyorum. Daha sonra da yol açtığı çevre katliamının faturasını, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün resmi sitesine yerleştirdiği gezi fotoğrafların yanına koymasını.

Eğitime ve barışa kendi çapında katkıda bulunmak için bu gezilere gittiğini söyleyen Erdoğan’ın bindiği uçaklarda harcanan petrol için çıkan savaşlardan da bir haber olduğunu eklemeden edemeyeceğim.

Erdoğan şu anda tatilde olduğu için, derslerde çocuklara öğretilmesi gerektiğini düşündüğüm karbon ayak izi hesaplamasını anlatacak zaman bulamayacaktır. Tatilini yarım bırakmaması için hesaplamanın bir örneğini aşağıda iletiyorum.

Örnek problem:
X ülkesindeki Yemiş adlı müdürün en büyük zevki vakit buldukça farklı ülkelere gidip, fotoğraf çektirmektir. Müdür Yemiş'in son dört yıl içerisinde 160 ülkeyi gezdiği bilinmektedir. Her bir gezinin uçakla yapıldığı ve ortalama gidiş dönüş mesafesinin İstanbul-Londra seyahati kadar olduğu (5038 kilometre) varsayılırsa, Müdür Bey’in son dört yılda atmosfere saldığı karbondioksit miktarını hesaplayınız.

Çözüm:
Uçakla yapılan seyahatlerde her bir kilometre için yaklaşık 0,102 kg CO2* atmosfere salındığına göre, Londra’dan İstanbul’a ve İstanbul’dan Londra’ya yapılan uçuş sonrasında Müdür Yemiş atmosfere 520 kilogram CO2 emisyonu salmıştır. Müdür Yemiş'in 4 yılda buna benzer 160 seyehat yaptığı düşünülürse, sadece uçak seyehatleri sonucunda atmosfere;

160 x 520 = 83 bin 200 kg seragazı saldığı hesaplanabilir.
Bir yıl için bu rakam 20 bin 800 kg olur. Yani, 20,8 ton.

Türkiye’de kişi başına düşen yıllık karbondioksit emisyonunun 4 ton civarında olduğu anımsanırsa, Müdür Yemiş’in sıradan bir vatandaşın ısınmadan elektriğe, ulaşımdan gıda üretimine kadar bir yılda yol açtığı seragazı emisyonunun 5 katını her yıl sadece uçak seyahatleri sonucu atmosfere saldığı ortaya çıkmaktadır.

* Britanya Havayolları’nın hesaplaması esas alınmıştır.