AB tarım ilacını sınırladı. Türkiye'de ne olacak?

Avrupa Parlamentosu’nun tarım sektöründe kullanılan pestisitlere sınırlama getirmesi hem Avrupa’da hem de Türkiye’de tartışma yarattı. Tarım bitkilerini çeşitli haşerelerden korumak amacıyla kullanılan pestisitlerin bir çoğu, alınan bu karar doğrultusunda yasaklanıyor ve geçiş süreci olarak da azami 10 yıl gibi bir süre tanınıyor.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 1 Nisan 2009

Ocak ayında Avrupa Birliği (AB) tarafından bazı pestisitlerin kullanımını yasaklayan karar öncelikle pestisitlerin, sinir sistemine, iç salgı bezlerine etki eden, kansere yol açan ve genetik yapıyı bozan türlerini devre dışı bırakmayı hedefliyor. Karar, 577’ye karşı 61 oyla alındı ve 20’ye yakın maddenin AB içerisinde kullanımı yasaklandı. Karara karşı ise özellikle İngiltere’den muhalif sesler gelmeye devam ediyor. Tarımda üretim rakamlarını aşağıya çekeceği gerekçesiyle bu yeni düzenlemeye karşı çıkan AB Parlamentosu Muhafazakar Grup milletvekillerinden Neil Parish, bazı ürünlerde yüzde 50’ye kadar rekolte kayıpları yaşanabileceğini öne sürüyor.

Lobici Profesör
En son olarak İngiltere Hükümeti’nin bir numaralı bilim danışmanı Profesör John Beddington da yeni düzenlemeyi bilimsel ve mantıklı olmamakla suçladı. Çevre konularına yer veren dünyaca ünlü “Ecologist” dergisinin bu yoruma yanıtı ise Beddington’ı rengini belli ettiği ve genleri değiştirilmiş ürünlerle tarım ilaçları için şirketler adına lobi yaptığı yönünde oldu.

Sıkı denetim şart
Türkiye’nin bu yasaktan nasıl etkilendiğini sorduğumuz Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Oktay Gürkan ise pestisit kullanımının ülkesel düzeyde yönetilmesinin önemine dikkat çekiyor ve bu konuda disiplinli, hızlı, doğru karar vermek ve dünyayı izlemek gerektiğini söylüyor. Gürkan, “Bu son gelişme sadece bizde değil, tüm AB ülkelerinde olumlu ve olumsuz etkilerinin çokça tartışıldığı bir konu. AB üyesi ülkelerin tümünde pestisit kullanımına neden olan sorunlar aynı olmadığı gibi, ülkemizdeki tarımsal zararlı sorunlar da bunlardan çok farklı. Ülkemizin yetkili uzmanları AB’nin aldığı bu kararı, gerekli platformlarda değerlendirmektedir ve sanırım yakında bu konuda ülkemiz için uygun olan kararı alacaklardır” diyor. Kamuoyunda yaygın olan, pestisit kontrolünün son derece kontrolsüz yapıldığı düşüncesinin doğru olmadığını da söyleyen Gürkan, “Tüm pestisitlerin insan ve çevre sağlığı açısından bilinen ve bilinmeyen riskleri var. Uzman olmayan kişilerin tarım ilaçlarını satması, önermesi, kullanması mutlaka denetim altına alınmalıdır” açıklamasını da sözlerine ekliyor.

Yasak, AB’ye mal satan üreticileri de ilgilendiriyor. Yasağı destekleyen Avrupa Parlamentosu Yeşiller Milletvekili Hiltrud Breyer, “Bu karar, zararlı pestisitlerin başka yerlerde kullanımını da engelleyerek domino etkisi yaratacak. AB’ye ihraç edilen ürünlerin de yasaklı pestisitler içermemsi gerekiyor” diyor.

“Alternatif Yöntemlerin Üzerinde Durulmalı”
Prof.Dr. M.Oktay Gürkan
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü


Alternatif tarımsal savaş yöntemleri mutlaka üzerinde durulması ve yaygınlaştırılması gerekli yöntemler. Ülkemizde bu konudaki çalışmalar yaygın, ancak bu yöntemlerin hiçbirisi tek başına kimyasal savaş kadar hızlı, etkili, ucuz ve çiftçiler tarafından kolay uygulanabilir değil. O nedenle ülkemizin çok deneyimli tarımsal savaş uzmanlarının “Entegre Zararlı Yönetimi " programlarını kısa sürede gündeme getirmeleri gerekli. Pestisit kullanımı da bu programlar içinde daha kolay kontrol edilebilir, çiftçiler eğitilebilir.

***
Arıların kaybolmasından da pestisitler sorumlu
Pestisitlere karşı alınan bu kararın nedenlerinden biri de arıların esrarengiz bir biçimde ortadan kaybolması. Almanya’daki Julius Kuehn Enstitüsü’nde yapılan araştırmalar, ölen 30 arıdan 29’unun, meyve ve sebzeleri sinek ve kurtlardan korumak için kullanılan pestisitlerle ilgili olduğunu ortaya koymuştu.

Grevdeki sendikaya önce “ergenekon” suçlaması sonra “hırsız” şoku

İşçileri aylardır grevde olan Türk-İş’e bağlı Deri-İş sendikasına önce işveren “Ergenekon” suçlaması yaptı ardından sendikanın merkezine hırsız girdi. Hırsız, sendikanın tüm bilgilerinin olduğu bilgisayarı çaldı.

Özgür Gürbüz / 1 Nisan 2009

Tek başına çıktığı grevde 272. gününe giren Emine Arslan’ın üye olduğu Deri-İş sendikasına Ergenekon’un gizli ortağı suçlaması yapıldı. DESA adlı şirketin sahibi Melih Çelet tarafından, Samanyolu TV’de yayınlanan programda yapılan iddialarda, Ergenekon örgütünün taşeronu olduğu iddia edilen Devrimci Karargah Örgütü’nün bazı sendikaları kullanarak işçileri sokağa dökeceği ve kargaşa çıkaracağı söylendi. 22 Mart tarihinde yayınlanan programın sonlarında ise DESA’nın sahibi Çelet söz aldı ve sendikal süreçte anlaşamadığı işçilerin yaptıkları eylemleri bir senaryo olarak tanımladı. Programdan sonra önce sendikanın web sayfası saldırıya uğradı. 30 Mart günü ise sendika genel merkezine hırsız girdi ve sendikayla ilgili bilgilerin olduğu iki bilgisayar çalındı.

Konu hakkında, Samanyolu TV binası önünde bugün (1 Nisan 2009) bir basın açıklaması yapacak olan sendika yetkilileri, “Ulusal ve uluslararası boyutta sendikamıza olan desteğin artması ile bize yönelik çirkin saldırıların şekli ve rengi giderek değişmektedir. Sendikamız ciddi bir komplo ile karşı karşıyadır” açıklamasını yapıyor.

Patrondan garip açıklama
DESA grevi kamuoyunda özellikle türbanlı işçi Emine Arslan'ın tek başına Sefaköy'deki fabrika önünde yaptığı direnişle Türkiye'de duyulmuştu. Samanyolu'nun 22 Mart tarihli haberi, Emine Arslan'ın Avrupa'da satılan DESA ürünlerini boykot için İtalya, İspanya ve Fransa’da yabancı mağazaların önünde açıklamalar yapıp uluslararası konfederasyonlarla işbirliğine gitmesinden hemen sonra yayınlandı. Çelet’in televizyonda yaptığı açıklamada, “Hiç algılamadığımız veya beklemediğimiz bir şekilde Avrupa’da, Avrupa sendikaları tarafından dünyadaki hizmet vermeye devam ettiğimiz dünya markalarına anında bir naskı uygulamaya başladılar” sözlerine yer veriliyor. Halbuki Deri-İş’in, sendikaya üye olmaları nedeniyle işten atılan işçiler için sürdürdüğü mücadeleyi büyüteceği ve bunu uluslararası arenalara taşıyarak firmaya boykot çağrısı yapacağı biliniyordu. Çelet’in açıklamaları bu nedenle çok inandırıcı gözükmüyor daha çok sendika ve işçilere yönelik bir karalama kampanyasına benziyor.

Büyük düşün Türkiye!

Özgür Gürbüz / 27 Mart 2009

Helikoptere biniyorsunuz düşüyor.
Günlerce nereye düştüğünü bulamıyorsunuz.

Uçağa biniyorsunuz çakılıyor, Avrupa’nın göbeğiyle iletişim kurup kaç kişi kaybettik öğrenemiyorsunuz.

Trene biniyorsunuz; hızlısı raydan çıkıyor, yavaşı vince tosluyor.
Otobüse, otomobile besmeleyle biniyorsunuz çünkü Türkiye trafik kazalarında dünya ikincisi. Yürüyecek kaldırım bulursanız, üzerinize ya kamyon çıkıyor ya kafanıza bir blok cam düşüyor. Feribota binseniz yanıyor, vapura ulaşamadan iskele batıyor.
Baraj yapıyorsunuz kapak tutmuyor.

Memleket sapır sapır dökülüyor deseniz adınız “köktenci muhalif” oluyor.

Beyoğlu’nun kaldırımlarını iki yılda yapamayanlar 5 yılda nükleer reaktör yapmaya hazırlanıyor.
Ya yaparlarsa?
Allah korusun!

Kriz hep “teğet geçiyor”.
Haklı Başbakan, krizler bile bize bulaşmaktan korkuyor.
Bir gelse sağlam çıkamaz bu ülkeden.
Kolunu bacağını bırakır gider.

Bir yerden bir yere gitmenin mümkün olmadığı bir memlekette yaşıyoruz. Tek güvenli ulaşım aracımız eşekler. Uçak uçuramayan, helikopter indiremeyen, otobüs süremeyen, baraj yapamayan bir memlekette yaşıyoruz ve birileri bana büyük düşün diyor.

Büyük düşün Türkiye, bin eşeğe sür Niğde’ye…

Krediler çevreci projelere

Çevre sorunlarının ciddi boyutlara ulaşması, tüketicinin bu konuda bilinçlenmesi giderek tüm sektörleri bu konuda harekete geçiriyor. Bankalar arasında da bu konuda rekabet artıyor. İki hafta önce TSKB, Birleşmiş Milletler Çevre Programı Finans Girişimi’ne Türkiye’den üye olan ilk banka oldu. Banka kredi başvurularını projelerin çevreci olup olmamasına göre değerlendiriyor.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 27 Mart 2009

Kimilerine göre bir göz boyama, kimilerine göreyse duyarlı, “hiç yoktan iyidir” cinsinden olumlu adımlar. Hayatımızın yeşerdiği şu günlerde paralarımızın rengi de hafiften yeşile çalmaya başladı. Garanti Bankası’nın çevreci ‘bonus’ kartıyla yaptığınız alışverişten kazandığınız puanlar Doğal hayatı Koruma Vakfı’na (WWF) bağış oluyor. İş Bankası’nın TEMA Çevre Fonu ile hem yatırım yapıyor hem de paranızın bir anlamda “yabancıya” gitmemesini sağlıyorsunuz. Türkiye Sanayi ve Kalkınma Bankası’nın (TSKB) yıllık yüzde 10 gelir garantili ‘Temiz Enerji Fonu’da çevreci yatırımcılar için başka bir seçenek. Bu fonun bir başka özelliği ise TSKB’nin elde ettiği gelirle fon yatırımcılarının karbon ayak izlerini silmesi. TSKB Genel Müdürü Halil Eroğlu ile bankacılık sektöründeki “yeşermeyi” ve bankanın çevreci vizyonunu konuştuk.

Krediler Çevreci Projelere
Çevre ve sürdürülebilir bankacılık konularında Türkiye için bir model olmak istediklerini söyleyen Eroğlu, “Yenilenebilir enerji, enerji verimliliği gibi her türlü çevresel etkileri azaltan ve sürdürülebilir kalkınmayı destekleyen yatırımları finanse ediyoruz” diyor. Eroğlu tüm bu çevreci faaliyetleri, bankanın kendisi için belirlediği “Sürdürülebilir Bankacılık” vizyonuna bağlıyor. “Türkiye’de ilk çevre kriterli kredi çalışmalarını biz başlattık” diyen Eroğlu, “Yatırım projelerini sürdürülebilir kalkınma kriterlerini dikkate alarak değerlendiriyoruz ve verdiğimiz kredilerle doğaya olumsuz bir izdüşüm bırakmamak için çalışıyoruz. TSKB olarak gösterdiğimiz duyarlılıkla, finanse ettiğimiz yatırım projelerinin doğal kaynaklara zarar vermediğinden, çıkan her türlü atığın bertaraf edilebilir sınırlarda olduğundan, yatırımcının bu konudaki gerekli önlem, karar ve onayları almış olduğundan emin olmak istiyoruz” diyor. TSKB, geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Çevre Programı Finans Girişimi’ne (UNEP FI) üye olarak Türkiye’nin programa kayıtlı tek bankası oldu. 2008 yılında da Financial Times Sürdürülebilir Bankacılık Ödülleri” kapsamında “Gelişmekte Olan Ülkeler” kategorisinde Doğu Avrupa’da “Yılın Sürdürülebilir Bankacılık” ödülünü almıştı.

Karbon ayak izlerini siliyorlar
İster birey ister şirket olun, yapılan tüm faaliyetler sonunda başta enerji olmak üzere tüketilen çevresel değerler sonucu atmosfere seragazları salınıyor ve küresel ısınmayı hızlandırıyor. Herkesin hayatı farklı olduğu için de saldığı seragazı miktarı ya da “karbon ayak izi” farklı oluyor. TSKB, Temiz Enerji Fonu’ndan elde edilen yönetim ücretinin bir bölümünü, yatırımcıların ayak izlerini silecek bir projeye aktarıyor. Eroğlu, “Ayak izlerini telafi etmek üzere yatırımcıların adına, tercihen Türkiye’de gerçekleştirilen yenilenebilir enerji projelerinden sağlanan gönüllü karbon kredilerinden alacağız. Mayıs ayında gönüllü karbon kredilerini düzenleyeceğimiz bir toplantı ile yatırımcılarımıza takdim edeceğiz” diyor.