Küresel ısınma Türkiye'de olduğu gibi tüm dünyada da en çok konuşulan ve tartışılan konuların başında geliyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, geçen ay Paris'teki toplantısında son yüz yıldaki artışın 0,74 C'ye ulaştığını belirtmiş, kutup bölgelerinde yaşanan ısınmanın da 125 bin yıldır görülmemiş bir sıcaklık artışını ortaya koyduğunu belirtmişti.
Özgür Gürbüz - Atlas Dergisi (web) / Nisan 2007
Sevinsek mi üzülsek mi bilemiyorum ama sıcaklık arttıkça tartışmaların harareti de artıyor ve küresel ısınmayı durdurmak için alınan önlemler de çıta yükseliyor. Mart ayında yapılan toplantıda AB'ye üye 27 ülke sıkı pazarlıklar sonucunda Kyoto Protokolü'nü de gölgede bırakan bir hedefte uzlaştılar ve seragazı emisyonlarını 1990 seviyesinin yüzde 20 altına indirmeye karar verdiler. Bilindiği gibi Kyoto Protokolü, 2008-2012 arasındaki ilk dönemde sadece yüzde 5,2'lik bir indirimi hedefliyor. AB üyeleri, bu hedefe ulaşmak için izlenecek yolda da anlaşmaya vardı. 2020 yılına kadar tüketilen enerjinin yüzde 20'si yenilenebilir enerji kaynaklarından yani rüzgârdan, güneşten, küçük su santrallerinden sağlanacak, birçok ev ve işyerinde verimli ampuller (kompakt floresanlar) Edison Amca'nın hediyesi ampullerin yerlerini alacak. Daha çok izalasyon ve daha çok toplu taşımacılık anlamına gelen bu tedbirlerin alınmasında ülkeler kendi tercihlerini kendileri belirleyecek. Bu hedeflerin zorunlu olması küresel ısınmayı durdurmaya çalışanları sevindirse de nükleer enerjiyi çözümlerin arasına katmaya çalışan Fransa ve zorunlu hedeflerin kendi enerji politikalarını etkileyeceğini düşünen bazı Doğu Avrupa ülkeleri ise çok memnun görünmediler. Polonya ve Slovakya bu hedeflere ulaşmak için paralarının olmadığından yakındılar ve adeta Türkiye'nin Kyoto'ya imza atıp ardından onaylamasına karşı çıkan bizdeki muhaliflere göz kırptılar. (Bir ayrıntı tartışmalarda gözden kaçırılıyor. Örneğin ABD ve Avustralya Kyoto'ya imza attı ancak taraf olmayı reddetti. ABD Başkanı George Bush'un başa gelmesinin bunda büyük payı olduğu düşünülüyor. Yine yanlış bilinen bir bilgi de Çin'in Kyoto'ya taraf olmadığı. Çin, Kyoto'ya taraf ancak ilk dönem için seragazı azaltma yükümlülüğü yok)
Kararı memnuniyetle karşılayanlar arasında BM Sekreteri Ban Ki-moon, bu kararın iş dünyasının daha ileri teknolojiler bulması için yatırım yapmasına yol açacağını söyleyerek mutluluğunu dile getirirdi. Bilim insanlarının konsensusu olan 2020'ye kadar yüzde 30 indirimin şart olduğunu söyleyen bazı çevreci kuruluşlar ise temkinliydi. Associated Press tarafından aktarılan Almanya Başbakanı Merkel'in sözleri ise gayet ilginçti. Merkel, herkesin hemen evindeki eski ampulleri çöpe atmasından bahsetmiyoruz ama dışarıdaki seçenekleri düşünmeye başlamasını istiyoruz dedi ve evindeki ampullerin birçoğunun verimli ampul olduğunu dikkat çekti. Merkel, 'Çok parlak değiller, halının üzerine bir şey düşürdüğümde bazen bulmakta zorlanıyorum' demeyi de ihmal etmedi.
Kyoto'yu imzalasak da mı saklasak, imzalamasak da mı saklasak tartışması
Türkiye Yeşilleri'nin başlattığı imza kampanyası 2 ay içinde 100 bin imzayı hedefliyordu ancak daha ilk ay içerisinde sayı 150 bini geçince ortalık biraz karıştı. Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin önderliğinde bazı akademisyenler ve bürokratlar Türkiye'nin Kyoto'ya taraf olması halinde büyük maddi zarara uğrayacağını söylüyor. Osman Pepe 20 milyar dolarlık yatırım gerek diyor ama bu hesabın nasıl yapıldığını bilen yok. Çünkü Türkiye'nin Kyoto Protokolü'ne nasıl imza atacağı aslında bilinmezliğini koruyor. Bu konuda doyurucu bir açıklama da Enerji Ekonomisi Derneği'nden (EED) geldi. Bilindiği gibi, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (İDÇS) Ek-I listesinde yer alan gelişmiş ülkeler, Kyoto Protokolü'nde seragazlarını indirmek zorunda olanların listelendiği Ek-B listesinin de temelini oluşturuyor. EED, 1997 yılında imzaya açılan ve 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe giren Protokol'e bugün itibarı ile 165 ülkenin taraf olduğunu belirtiyor ve Türkiye'nin durumunu şöyle açıklıyor: 'Türkiye, BMİDÇS'si Ek-I listesinde bulunmakla birlikte, Kyoto Protokolü Ek-B listesinde yer almamaktadır. Ayrıca, 2001 yılında BMİDÇS 7.Taraflar Konferansı'nda (COP7) alınan karara göre, Türkiye'nin Ek-I de yer alan diğer ülkelerden farklı bir durumda bulunduğu kabul edilmiş ve taraf ülkeler Türkiye'nin özel koşullarını tanımaya davet edilmiştir'. EED, Türkiye'nin Kyoto'ya yükümlülük almadan taraf olmasının, 'Temiz Kalkınma Mekanizması' gibi mekanizmalar sayesinde Türkiye için avantajlı olacağını da belirtiyor. Kısacası Türkiye'nin durumu ancak imza atmaya kara verdiğinde yapılan pazarlıklar sonucunda karar verecek ve ancak 2012 sonrası hayata geçecek ikinci döneme yetişecek gibi gözüküyor. AB'nin protokole taraf olma zorunluluğu getirdiği de düşünülürse sorumluluğumuzu yerine getirmek için harekete geçmek inkar etmekten daha akıllı bir girişim olacağa benzer. Kaldı ki; petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtlar yerine rüzgar, güneş gibi yerli kaynakları kullanma dillerden düşmeyen dışa bağımlılığa da çare olacak. Su kaynaklarına sahip çıkmanın, daha az tüketmenin, daha az atık çıkarmanın ve orman alanlarına villa yapmamanın, otoyollarda onlarca insanın ölmesini seyretmek yerine trenlerle seyahat etmeyi öğrenmenin Türkiye'ye zarar vereceğini söyleyenleri anlamak açıkçası biraz zor.
Karbon borsası, karaborsaya mı dönüştü?
Emisyon ticareti olarak da adlandırdığımız karbon borsası Kyoto Protokolü'nün en çok tartışılan yöntemlerinden biri olmaya devam ediyor. Her zaman çok eleştirilen 'kirleten öder' ilkesini esas alan bu yöntem sonucu firmalar kendilerine ayrılan kotaları aşmamak için kotaların altında kalan diğer firmaların borsaya sunduğu hisseleri alarak hesaplarını düzeltiyor. Protokol gereği yükümlülük altında olmayan firmalar da aynı işlemi bir sosyal sorumluluk projesi olarak yapmaya başladılar. Ne de olsa küresel ısınmaya duyarlı olmak artık çok moda! Yalnız iş yine çığırından çıkmışa benziyor. 10 Mart'taki sayısında New Scientist'in verdiği örnek dehşet verici. Avustralya'nın Brisbane kentinde düzenlenen geleneksel nehir festivalinde Australya Hava Kuvvetleri'nden bir jet uçağı, kutlamaya renk katmak için yakıtının büyük bir bölümünü gökyüzüne bırakıp ardından yakarak aşağıdakilere oldukça sıcak bir gösteri yapmış. Festivali organize edenler çok düşünceli olduğu için, saniyeler süren gösteride ortaya çıkan 68 ton eşdeğeri karbondioksiti emecek 300 adet fidanı toprakla buluşturduklarını bildirmişler. Ağaçların kaç yılda bu kadar karbondioksiti emeceği ise pek düşünülmemiş anlaşılan.Bu örnekten yola çıkan New Scientist, özellikle ucuz olduğu için tercih edilen ağaç dikme gibi yöntemlerle atmosfere salınan karbondioksitin emilmesini öngören bu metodun ne kadar işe yaradığını tartışmaya açıyor. Özellikle Kyoto kapsamında olmayan ve bunu sosyal sorumluluk altında yapan firmaların bir pazar yarattığına dikkat çekilen makalede, 30 kadar aracı firmanın bu hisseleri internet üzerinden sattığına dikkat çekiyor. Açıkçası çevre için işlemiş olduğunuz günahlarınızı bir tuşa basarak silmek ne kadar etik, ciddi bir tartışma konusu. Merak edenler için söyleyelim, bu firmaların sattıkları CO2 'in ton fiyatı 7,5 pound ile 165 pound arasında değişiyor. Bazı ağaçlar zor büyüyor anlaşılan.
Karbon Borsası Her yıl 50 bin ton CO2 salımı yapan bir firmaya 45 bin tonluk bir limit konulduğunu düşünün. Bu firma, yıl sonunda CO2 salımlarını 40 binde tutmayı başarırsa, satabileceği 5 bin ton karbon hissesine sahip oluyor. Limit aşımında ise diğer kuruluşlardan bu hisseleri satın almak zorunda. Temiz karbon hisselerinin çokluğu ve azlığı da fiyatı belirliyor.
Nasıl Çalışıyor?
AB'nin 2012 yılına kadar, 1990 yılındaki emisyonlarını yüzde 8 azaltması için her üye ülkenin üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesi gerekiyor. Her üyenin hedefi farklı ama amaç aynı; yüzde 8'lik ortalamayı yakalamak. Örneğin, Avusturya yüzde 8, Danimarka ve Almanya yüzde 21 azaltma hedefiyle yola çıkarken; Portekiz yüzde 27, Yunanistan yüzde 25 ve İrlanda 90 seviyesine göre artışlarını yüzde 13'ün üstüne çıkarmamak zorundalar. Tüm bu sınırlamalarla bağlantılı olarak, ülkelerin salabileceği miktarlar da belirlenmiş oluyor. İşlemlerin kolaylaştırılması için tüm sera gazları CO2 cinsinden hesaplanıyor ve karbon dioksit eşdeğeri olarak adlandırılıyor. Daha sonra her ülke, emisyon ticaretine dahil olan firmalarını ve onların kotalarını belirliyor. Bu kota normal koşullar altında atmosfere salınacak sera gazlarının daha altında bir rakam olarak belirleniyor. Firmalar bu sınırı aşmamak için ya teknolojilerini ya da üretim yöntemlerini değiştirmek zorunda kalıyorlar. Bir diğer seçenek ise kotalarının üstünde kalan her birim karbonu pazardan satın almak. Eğer bunu yapmazsanız bir cezası da var tabii. 2008'e kadar ton başına 40 Avro ödemek zorundasınız. 2008'den sonra bu rakam 100 Avro'ya çıkacak.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Enerjide karbon gömme yöntemiyle kömüre dönüş
Artan enerji talebi, Ukrayna kriziyle yüzünü gösteren Gazprom İmparatorluğu ve herkesin korkulu rüyası küresel ısınma Avrupa’yı harekete geçirdi. Uzmanlar hem artan talebi karşılayacak, hem küresel ısınmayı yavaşlatacak ve hem de enerji güvenliğini sağlayacak mucizevi formülün peşine düştüler.
Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 3 Şubat 2007
İngiltere’nin güneyinde, kameralarla korunan, sanki konuşulanları kimsenin duymaması için etrafında tarla ve ağaçlardan başka bir şey barındırmayan eski bir malikane kapılarını Avrupa’nın dört bir yanından gelen 51 katılımcıya açtı. İçeri giren üst düzey bürokratlar, büyük şirketlerin ve sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ile akademisyenler 3 gün boyunca Avrupa’nın enerji güvenliği sorununu tartışmak üzere bu malikaneye adeta hapsedildi.
Çözüm için enerji verimliliğinden başka bir uzlaşma ortaya çıkmasa da enerji güvenliği tartışmalarında Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığı, küresel ısınma konusunda Çin ve Hindistan’ın da Amerika gibi bir tehdit haline gelmesi, nükleer enerjide ise İran’la bütünleştirilen nükleer silahların yayılması sonucu ortak sorunlar olarak dile getirildi. Bütün bu sorunlar ayrı ayrı başlıklar altında masaya yatırıldı ve çözüm önerileri tartışıldı.
En temel sorun yüksek talep artışı
Uluslararası Enerji Ajansı (UEA) 2006 yılında hazırladığı World Energy Outlook raporunda, 2004 yılında 11 milyar 204 milyon TEP (Ton edeğeri petrol) olan enerji talebinin 2030’da 17 milyar tonu geçeceğini belirtmişti. Bunun Çincesi, her hafta açılışı yapılan bir kömür santrali. 2004’te 1 milyar TEP olan Çin’in talebi 2030’da 2 milyarı geçecek. Dünyanın toplam talebinin yaklaşık dokuzda biri Çin’den gelecek. Hindistan’ın enerji talebi de benzer bir artış hızıyla 1 milyar 100 milyon TEP’i geçecek. Çin’de elektrik üretiminde kömürün payı yüzde 61, Hindistan’da ise yüzde 70 olacak. İşte sadece bu iki ülkenin artışları bile küresel ısınmayı durdurma konusunda elini taşın altına koymuş Avrupa’nın canını sıkmaya yetiyor. Üstüne kişi başına düşen emisyonları Çin’den fazla olan Avustralya ve ABD’yi de eklerseniz Avrupa yatağa bile düşebilir.
Gazprom imparatorluğu
Bunun üstüne kendi talep artışları ve giderek artan oranda tek bir ülkeye, Rusya’ya, olan bağımlılıkları ise toplantıda da tartışmalara yol açıyor. Bundan 15 yıl sonra hemen hemen her tür enerji formatında AB dışarıya el açmak zorunda kalacak. Aslan payı halihazırda Avrupa’nın gaz tedarikinin yüzde 27’sini sağlayan Rusya’da olacağa benziyor. Aslında Rusya yıllardır Avrupa’ya gaz sağlıyor ve geçen yıl meydana gelen Ukrayna krizi dışında ciddi bir krizde yaşanmamış. Artan talebi karşılayarak daha çok kar etmek isteyen Ruslar daha çok petrol ve gaz çıkarmak için yatırım yapmak istiyor. Yatırımları garantilemek için de Avrupa’dan uzun dönemli alım anlaşmalarına imza atmalarını.
Avrupa ise bu kaynaklara kendi firmalarının ulaşmasını sağlayacak bir serbest piyasa oluşturulmasını istiyor. Bu sayede sermaye sahibi Avrupa firmaları işin başında olacak ve Gazprom’un tekeli kırılacak. Yemek ve kahve molalarında Rusya ve AB temsilcilerinin masadan birbirlerine öfkelenerek hiddetle kalktığını görmek oldukça şaşırtıcı. AB, Gazprom’dan daha ucuz gaz ve liberal piyasa koşullarında ticaret istiyor. Son yıllardaki en iyi ekonomik dönemlere imza atan Rusya ise bu başarının ardında yatan enerji kaynaklarının kontrolünü Rus şirketlerde tutmakta ve ucuz fiyata gaz satmamakta kararlı. Rusya ürettiği gazın üçte birini, petrolün ise üçte ikisini dışarıya satıyor. Bir konuşmacının da belirttiği gibi Rusya’nın tekelci kimliğinden çok Avrupa’yı rahatsız eden onun kontrol edilemeyecek kadar güçlü bir ülke olması belki de. Kimse, Suudi Arabistan’ın petrol tekelinden rahatsız görünmüyor örneğin.
Talebi karşılayacak yeterli kaynak var mı?
Talebi karşılayacak kaynak var mı? Bu sorunun yanıtı evet ama kullanmaya kalkarsanız insan yaşamının devam edip edemeyeceği bir tartışma konusu. Bilinen petrol rezervleri için 40, doğalgaz için 67, kömür içinse 160 yıl ömür biçiliyor. Yalnız talebi tüm bu fosil yakıtlarla karşılarsanız 2020’de 1990 yılına göre en az yüzde 30, 2050’de ise yüzde 80 azaltılması gereken seragazları tavan yapıyor. Küresel ısınma yüzünden fosil yakıtları kullanmak mümkün gözükmüyor ancak özellikle büyük enerji şirketlerinin desteklediği bir formül her şeyi değiştirebilir. Karbon gömme (Carbon sequestration) teknolojisi ile gaz ve petrol yatakları küresel ısınmaya yol açan CO2 ile doldurulacak. Örneğin çıkarılan doğalgazın içindeki karbondioksit ayrıştırılarak atmosfere bırakılmadan yeraltına verilecek. Ek maliyet gerektiren bu işlemin kısa zamanda hayata geçeceği konusunda uzmanlar hemfikir gibi gözüküyor.
Bu tekniğin gerçekleşmesi Ocak 2005'te başlayan ve 14 milyar euroluk işlem hacmini bulan karbon borsasında temiz karbon hisselerinin göstereceği performansa bağlı. Bunun için, 4 eurolara kadar düşmüş olan karbondioksitin tonunun 20-25 eurolara ulaşması gerek. O zaman firmalar, atmosfere saldıkları karbondioksit miktarını kendilerine verilen kotalara çekmek için karbon borsası aracılığıyla temiz hisse almayacak. Bunun yerine daha ucuza malolacak karbon gömme teknolojisine geçecekler. Durumun ümitsizliğinden olsa gerek birkaç yıl önce bu yönteme kuşkuyla bakan çevrecilerin de sesi pek duyulmuyor artık. Özellikle kömür yataklarını tekrar ön plana çıkarmak isteyen ABD’de bu konuda ciddi hazırlıklar var. Bir katılımcıya göre, bu teknoloji gelişirse 2050’ye kadar 5000 Terevatsaat elektrik kömür santrallerinden elde edilebilir.
Enerji verimliliği şart
Karbon gömme teknolojisine olan ilgiye bakıp çözümün yine fosil yakıtlarda yattığını sanmak aslında bir yanılgı olur. Karbon gömme yöntemi hayata geçirilirse birçok ülke başta kendi kömür kaynaklarını kullanarak dışa bağımlılığı azaltacak ve sera gazı salımı yapmayacak. Toplantıdaki gerçek konsensus enerjinin daha verimli kullanılması yönündeydi. Hemen hemen her konuşmacı birinci öncelik olarak enerji verimliliğinden bahsetti. Bu alanda üç farklı oyuncuya görev düşüyor. Yasalarla verimliliği artıracak, enerji yoğunluğunu azaltacak siyasi otoriteler, bu konuda acilen bilinçlenmesi ve elini taşın altına koyması gereken halk ve enerji verimli teknolojileri üreterek kar etmeyi öğrenecek bir endüstri. Yenilenebilir enerji kaynakları da talep artışını karşılamak için kullanılacak ve prim yapmaya devam edecek. Zaten toplantıda en az itirazın olduğu konulardan biri de buydu. AB birkaç ay önceyi çıtayı yeniden yükselterek yenilenebilir enerji kaynaklarının payını 2020’de yüzde 20’ye çıkarmayı kendine hedef koydu.
Fosil yakıtlar
Birçok gelişmiş ülkede seragazlarını düşürmede ve dışa bağımlılıkta petrol büyük rol oynuyor. Fiyattaki dalgalanmalar da herkesi derinden etkiliyor. ABD’de yıllar sonra petrol tüketimi azalmış. Tüm ülkelerde hibrid arabalar ön plana çıkıyor. Arazi araçlarını ise daha fazla vergiler bekliyor. Tüm bunlara rağmen ulaşım kaynaklı sera gazlarını düşürmek en zor iş gibi gözüküyor. Gaz ısınmada da kullanıldığı için ayrı bir yerde duruyor ancak elektrik üretiminde kömür ile birlikte kaderleri hem karbon gömme teknolojisindeki hem de yenilenebilir enerji kaynaklarında ki maliyetlere bağlı. Gaz depoloma ise garanti açısından gerekli ama pahalı bir seçenek olarak değerlendiriliyor. Tankerlerle istenilen bölgeye götürülebildiği için LNG‘nin yıldızı da parlayacak. Tek bir boru hattından tek bir ülkeye bağlı Avrupa bu yolla, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan da gaz sağlamayı umuyor. Yine de enerji verimliliğiyle talep artışı düşürülemezse çevresel sorunlardan savaşlara kadar birçok problemin ortaya çıkacağını toplantının sonuçları arasına kaydetmek lazım.
Nükleer enerji geri dönecek mi?
Fosil yakıtlara göre daha az karbondioksit ürettiği için Avrupa’da yeniden hararetle tartışılmaya başlanan nükleer enerji konusu toplantının en çok farklı görüşe sahip tartışmalarından biri oldu. Nükleer enerjinin, Üç Mil Adası ve Çernobil kazalarından sonra gözden düştüğünü belirten bir katılımcı, yaşlanan nükleer santraller sayesinde kurulu nükleer gücün düşüşe geçtiğini belirtti. Yeni santraller yapılmaz, Belçika, Almanya ve İsveç gibi ülkeler kapatma kararlarını değiştirmezlerse 2015’te 400 gigavatı bulacak kurulu güç 2035’te 100 gigavata kadar inebilir. Asya’dan gelep talep sinyalleri bu düşüşü yukarıya doğru çıkartmaya tek başına yetmeyecek gibi görünüyor. Avrupa 15’te hala Finlandiya ve Fransa dışında nükleere sıcak bakan ülke olmaması, Amerika’nın kömüre yönelmesi endüstriyi düşündürüyor. Nükleer seçeneği tekrar gündeme getiren Tony Blair’in ülkesinde bile milletvekillerinin yüzde 36’sı nükleeri desteklerken yüzde 41’i karşı görüşte. Nükleer enerji taraftarı bir katılımcıya göre nükleer atıklar, yüksek ilk yatırım maliyeti, IV. jenerasyon reaktörler, kamuoyu baskısı, terör tehlikesi ve küresel ısınmanın ne kadar ciddiye alınacağı konularındaki gelişmeler nükleerin geleceğini belirleyecek.
Wilton Park Konferansları
Tarihi 1946 yılına dayanan Wilton Park konferansları, Londra’dan güneye, Brighton’a inen yolda 16. yüzyıldan kalma bir malikanede yapılıyor. II. Dünya Savaşı sonrasında Winston Chuchill’in, biraz da Almanya deneyiminden yola çıkarak, Avrupa’da demokrasiyi geliştirmek için ortaya attığı bir fikir olarak doğdu. Proje Wilton Park adındaki bir malikanede hayat buldu. 1948 yılında Dışişleri Bakanlığı altında akademik olarak bağımsız olarak faaliyetlerini sürdürmeye başlayan Wilton Park, 1951 yılından bu yana “Batı Sussex”deki yeni evi olan Wiston House’da her yıl onlarca toplantıya ev sahipliği yapmakta. Katılımcıların büyük bir çoğunluğu dışişleri ve diğer bakanlık temsilcilerinden oluşuyor. Akademisyenler, iş dünyasından üst düzey temsilciler, sivil toplum örgütleri, milletvekilleri ve az sayıda medya mensubu da toplantılara katılabiliyor.
Chatham House kuralları geçerli
Wilton Park toplantılarında, aksi belirtilmediği takdirde tüm konuşmacıların kimlikleri oda içerisinde kalıyor. Katılımcılar buradaki bilgileri istedikleri gibi paylaşabiliyorlar ancak bilginin kaynağını, alıntı yaptıkları kişinin ismini söyleme hakları yok. 1920 yılında benzer amaçlarla kurulan ve uluslararası sorunların tartışıldığı “Chatham House”dan ismini alarak “Chatham House Kuralları” olarak bilinen bu yapı sayesinde katılımcılar, daha rahat görüşlerini dile getirebiliyor ve tartışmalar daha büyük bir açıklıkla yapılabiliyor.
Jonathan Stern
Oxford Enerji Araştırmaları Enstitüsü, Gaz Bölümü Direktörü
Hazar gazının Türkiye'den Avrupa’ya gelmesi çok zor
Hazar gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya gelmesi uzun dönemde 2010’lı yılların sonunda gerçekleşebilecek. Bu aslında oldukça eski bir fikir ve gerçekleşmesi çok zor. Birinci neden anahtar ülke olarak düşünülen İran’ın konumu. Artık birçok kişi İran’ın güvenli bir tedarikçi olmadığını düşünüyor. İranlılar da gazı, boru hatlarıyla satmak yerine LNG olarak satmayı planlıyor. Kazakistan ve Türkmenistan gibi ülkeler de gazı Rusya’ya ve ondan da karlısı Çin’e ihraç ederek daha fazla kar elde edebiliyorlar. Kısaca Hazar’dan gelecek ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak olan gazın rekabet şansı çok az. Ayrıca enerji güvenliği anlamında bu ülkelerin Rusya’dan daha güvenli olacakları konusu da belirsizliğini koruyor.
Avrupa probleminin giderek artan oranda dışa bağımlı olmak olduğunu sanıyor. Asıl problem dışa bağımlı olduğunuz ülkelerle Avrupa’nın ilişkisi. İyi politik ilişkileriniz yoksa iyi enerji ilişkileriniz de olamaz. Biz giderek LNG dünyasına doğru ilerliyoruz. Eğer fiyat Amerika’da pahalıysa Kuzey Afrika’dan gaz alabileceksiniz. Avrupa’nın sıkıntısı boru hatlarıyla alabileceği gazın sadece Rusya’dan geliyor olması. Gelecek 10 yıl içinde buna rakip olabilecek tek yer Kuzey Afrika.
Keith Parker
Nükleer Endüstri Birliği CEO
Nükleerde rönesans yok ama ilgide bir canlanma var
Nükleer rönesans sanırım biraz fazla iddialı bir terim. Kuşkusuz nükleer enerjiye olan ilgide bir canlanma görülüyor. Üç Mil Adası kazasından sonra Amerika’da, Çernobil’den sonra ise İtalya, İsveç ve Almanya’nın da nükleerden vazgeçme kararlarıyla Avrupa’da nükleer enerji konusunda bir yavaşlama yaşandı ve durma noktasına geldi. 10 yıl önce de bir canlanmadan bahsetmek zordu. Şimdi ise iklim değişikliği ve enerji güvenliği sorunlarından ötürü insanlar nükleeri yeniden tartışıyor. Fransa ve Finlandiya dışında fazla sipariş görmediğimiz doğru. İngiltere’de de özel sektörün nükleer santral yapması ve sökümü üstlenmesi konuşuluyor. Daha önce liberal bir piyasada nükleer santral inşa edilmediği için zorluklar var. Küresel bakarsak Asya’da daha çok sipariş görebiliyoruz. Çin’de Westinghouse 4 yeni sipariş aldı. Ancak nükleerin Çin’de büyük bir rol oynayacağını düşünmüyorum çünkü çok miktarda hidroelektrik ve kömür kaynakları var.
Nükleer enerji için yönetmelikler çok önemli. İngiltere’den örnek verirsem; şu andaki tüm reaktörler kamu tarafından yapıldı. Uzun süren planlama işlemleri ve santraller inşa halindeyken bile değişen yönetmeliklerle karşılaşıldı. Bu nedenle devamlı ek işlerle karşılaşıldı. Özel sektör için riski daha aza indirecek yeni bir planlama süreci, yasalar ve nükleer atık konusu çok önemli. Atıkların idare edilmesi çok uzun yıllar gerektiriyor, firmalardan bu sorumluluğu alması beklenemez. Firmaların bu konuda yardımda bulunmaları önerilebilir. Maliyetler içinde atıkların payı %5 kadar ama bir sosyal sorun olduğu kesin. Halka bu konuda bir tazminat ödenebilir. Yeni jenerasyon reaktörlerin çabuk ve ucuza inşa edilmesi daha az atık üretmesi gerekecek. Artık nükleer enerjinin maliyetini daha net anlaşıldığını düşünüyorum. Koskoca bir ilk yatırım maliyeti var. Eğer inşa sırasında problemler, bir gecikme yaşanırsa maliyetler ciddi şekilde artabilir. Bu yüzden planlama ve lisanslama gibi aşamalara çok önem verilmeli ki bu sırada bir duraklama yaşanmasın. Yatırımcılar pazar koşullarını net bir biçimde görmezlerse ya da karbon gömme gibi teknikler hayata geçerse başka kaynaklar arasında bir ticari seçim yapacaklar. Yakıt maliyeti nükleerin maliyeti içinde küçük bir paya sahip. Uranyum fiyatları arttı ama yapılan hesaplar eski madenlerin de çalıştırılması halinde günümüzdeki kapasiteye 40 ila 60 yıl kadar yetecek.
İran’ın neden nükleer enerji programına sahip olmak istediği üzerine büyük şüpheler var. İran buna hakkı olduğunu söylüyor, Batı için de biz de var ama sen yapamazsın demek zor. Bu büyük bir güvenlik ve politik sorunu. Tartışma ve diplomasının rol oynaması gerektiğini düşünüyorum. İran’ın üstüne giden yönetimlerin sonuç vereceğini düşünmüyorum. Nükleer silah probleminin uluslararası güvenlik usulleriyle halledilmemesi halinde nükleer enerjinin gelişmesinin önünde de problem olacağını düşünüyorum.
Yurdakul Yiğitgüden
Enerji Bakanlığı eski Müsteşarı - Danışman
Türkiye enerji köprüsü olma yolunda hız kesmemeli
Türkiye Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakereleri yapması ve İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’na imza atmış olması nedeniyle iklim değişikliği konusunda alınan tedbirlerde ortak olma veya ilerisi için hazırlanmakla yükümlü. Aslında Türkiye neler yapılacağına dair, örneğin enerji verimliliği gibi bazı işaretler verdi. Ama artık hedefler belirleyip bu hedeflere nasıl ulaşılacağını belirten politikaları belirlemek gerekiyor. Bu konferansta da belirtildiği gibi hükümetler piyasaların nasıl işleyeceğini belirten çerçeveleri belirlemekle yükümlü ancak piyasaya müdahale etmemeliler. Bizde piyasa ekonomisine geçişte bir yavaşlama yaşandı. Elektrik fiyatlarını yukarıdan önlemlerle biryerlerde tutma anlayışı ileride mutlaka bazı sorunlar doğurur. Burada arz güvenliği tartışmalarında konuşulan en önemli sorun Avrupa’nın tek bir ağızdan konuşamaması sorunu. AB içinde konuyla ilgili farklı komisyon ve birimler var, ortak bir politika belirlenmesi konusu
Türkiye üzerinden boru hatlarının Avrupa’ya ulaşması için son birkaç yılda AB’den büyük destek geldi. 90’lı yılların sonunda böyle bir destek yoktu. Türkiye biz Avrupa’nın enerji köprüsüyüz derken bunun gereklerini de yerine getirmeli. Hazar’dan Türkiye’ye gelecek gaz konusunda liderliği üstlenmek ve pazarlıkları sürdürmek zorunda. Hiç kimse BTC sürecinde Türkiye’nin “ağır abi”yi oynayarak hedefe ulaştığını sanmasın. Türkiye’nin geçiş ülkesi olma konusunda çabalarını hızlandırması gerekir. Türkiye’ye ümit bağlamış yabancı kuruluşlarda son aylarda bu momentumun kaybedilmesi sonucu doğan bir ümitsizlik var.
Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 3 Şubat 2007
İngiltere’nin güneyinde, kameralarla korunan, sanki konuşulanları kimsenin duymaması için etrafında tarla ve ağaçlardan başka bir şey barındırmayan eski bir malikane kapılarını Avrupa’nın dört bir yanından gelen 51 katılımcıya açtı. İçeri giren üst düzey bürokratlar, büyük şirketlerin ve sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ile akademisyenler 3 gün boyunca Avrupa’nın enerji güvenliği sorununu tartışmak üzere bu malikaneye adeta hapsedildi.
Çözüm için enerji verimliliğinden başka bir uzlaşma ortaya çıkmasa da enerji güvenliği tartışmalarında Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığı, küresel ısınma konusunda Çin ve Hindistan’ın da Amerika gibi bir tehdit haline gelmesi, nükleer enerjide ise İran’la bütünleştirilen nükleer silahların yayılması sonucu ortak sorunlar olarak dile getirildi. Bütün bu sorunlar ayrı ayrı başlıklar altında masaya yatırıldı ve çözüm önerileri tartışıldı.
En temel sorun yüksek talep artışı
Uluslararası Enerji Ajansı (UEA) 2006 yılında hazırladığı World Energy Outlook raporunda, 2004 yılında 11 milyar 204 milyon TEP (Ton edeğeri petrol) olan enerji talebinin 2030’da 17 milyar tonu geçeceğini belirtmişti. Bunun Çincesi, her hafta açılışı yapılan bir kömür santrali. 2004’te 1 milyar TEP olan Çin’in talebi 2030’da 2 milyarı geçecek. Dünyanın toplam talebinin yaklaşık dokuzda biri Çin’den gelecek. Hindistan’ın enerji talebi de benzer bir artış hızıyla 1 milyar 100 milyon TEP’i geçecek. Çin’de elektrik üretiminde kömürün payı yüzde 61, Hindistan’da ise yüzde 70 olacak. İşte sadece bu iki ülkenin artışları bile küresel ısınmayı durdurma konusunda elini taşın altına koymuş Avrupa’nın canını sıkmaya yetiyor. Üstüne kişi başına düşen emisyonları Çin’den fazla olan Avustralya ve ABD’yi de eklerseniz Avrupa yatağa bile düşebilir.
Gazprom imparatorluğu
Bunun üstüne kendi talep artışları ve giderek artan oranda tek bir ülkeye, Rusya’ya, olan bağımlılıkları ise toplantıda da tartışmalara yol açıyor. Bundan 15 yıl sonra hemen hemen her tür enerji formatında AB dışarıya el açmak zorunda kalacak. Aslan payı halihazırda Avrupa’nın gaz tedarikinin yüzde 27’sini sağlayan Rusya’da olacağa benziyor. Aslında Rusya yıllardır Avrupa’ya gaz sağlıyor ve geçen yıl meydana gelen Ukrayna krizi dışında ciddi bir krizde yaşanmamış. Artan talebi karşılayarak daha çok kar etmek isteyen Ruslar daha çok petrol ve gaz çıkarmak için yatırım yapmak istiyor. Yatırımları garantilemek için de Avrupa’dan uzun dönemli alım anlaşmalarına imza atmalarını.
Avrupa ise bu kaynaklara kendi firmalarının ulaşmasını sağlayacak bir serbest piyasa oluşturulmasını istiyor. Bu sayede sermaye sahibi Avrupa firmaları işin başında olacak ve Gazprom’un tekeli kırılacak. Yemek ve kahve molalarında Rusya ve AB temsilcilerinin masadan birbirlerine öfkelenerek hiddetle kalktığını görmek oldukça şaşırtıcı. AB, Gazprom’dan daha ucuz gaz ve liberal piyasa koşullarında ticaret istiyor. Son yıllardaki en iyi ekonomik dönemlere imza atan Rusya ise bu başarının ardında yatan enerji kaynaklarının kontrolünü Rus şirketlerde tutmakta ve ucuz fiyata gaz satmamakta kararlı. Rusya ürettiği gazın üçte birini, petrolün ise üçte ikisini dışarıya satıyor. Bir konuşmacının da belirttiği gibi Rusya’nın tekelci kimliğinden çok Avrupa’yı rahatsız eden onun kontrol edilemeyecek kadar güçlü bir ülke olması belki de. Kimse, Suudi Arabistan’ın petrol tekelinden rahatsız görünmüyor örneğin.
Talebi karşılayacak yeterli kaynak var mı?
Talebi karşılayacak kaynak var mı? Bu sorunun yanıtı evet ama kullanmaya kalkarsanız insan yaşamının devam edip edemeyeceği bir tartışma konusu. Bilinen petrol rezervleri için 40, doğalgaz için 67, kömür içinse 160 yıl ömür biçiliyor. Yalnız talebi tüm bu fosil yakıtlarla karşılarsanız 2020’de 1990 yılına göre en az yüzde 30, 2050’de ise yüzde 80 azaltılması gereken seragazları tavan yapıyor. Küresel ısınma yüzünden fosil yakıtları kullanmak mümkün gözükmüyor ancak özellikle büyük enerji şirketlerinin desteklediği bir formül her şeyi değiştirebilir. Karbon gömme (Carbon sequestration) teknolojisi ile gaz ve petrol yatakları küresel ısınmaya yol açan CO2 ile doldurulacak. Örneğin çıkarılan doğalgazın içindeki karbondioksit ayrıştırılarak atmosfere bırakılmadan yeraltına verilecek. Ek maliyet gerektiren bu işlemin kısa zamanda hayata geçeceği konusunda uzmanlar hemfikir gibi gözüküyor.
Bu tekniğin gerçekleşmesi Ocak 2005'te başlayan ve 14 milyar euroluk işlem hacmini bulan karbon borsasında temiz karbon hisselerinin göstereceği performansa bağlı. Bunun için, 4 eurolara kadar düşmüş olan karbondioksitin tonunun 20-25 eurolara ulaşması gerek. O zaman firmalar, atmosfere saldıkları karbondioksit miktarını kendilerine verilen kotalara çekmek için karbon borsası aracılığıyla temiz hisse almayacak. Bunun yerine daha ucuza malolacak karbon gömme teknolojisine geçecekler. Durumun ümitsizliğinden olsa gerek birkaç yıl önce bu yönteme kuşkuyla bakan çevrecilerin de sesi pek duyulmuyor artık. Özellikle kömür yataklarını tekrar ön plana çıkarmak isteyen ABD’de bu konuda ciddi hazırlıklar var. Bir katılımcıya göre, bu teknoloji gelişirse 2050’ye kadar 5000 Terevatsaat elektrik kömür santrallerinden elde edilebilir.
Enerji verimliliği şart
Karbon gömme teknolojisine olan ilgiye bakıp çözümün yine fosil yakıtlarda yattığını sanmak aslında bir yanılgı olur. Karbon gömme yöntemi hayata geçirilirse birçok ülke başta kendi kömür kaynaklarını kullanarak dışa bağımlılığı azaltacak ve sera gazı salımı yapmayacak. Toplantıdaki gerçek konsensus enerjinin daha verimli kullanılması yönündeydi. Hemen hemen her konuşmacı birinci öncelik olarak enerji verimliliğinden bahsetti. Bu alanda üç farklı oyuncuya görev düşüyor. Yasalarla verimliliği artıracak, enerji yoğunluğunu azaltacak siyasi otoriteler, bu konuda acilen bilinçlenmesi ve elini taşın altına koyması gereken halk ve enerji verimli teknolojileri üreterek kar etmeyi öğrenecek bir endüstri. Yenilenebilir enerji kaynakları da talep artışını karşılamak için kullanılacak ve prim yapmaya devam edecek. Zaten toplantıda en az itirazın olduğu konulardan biri de buydu. AB birkaç ay önceyi çıtayı yeniden yükselterek yenilenebilir enerji kaynaklarının payını 2020’de yüzde 20’ye çıkarmayı kendine hedef koydu.
Fosil yakıtlar
Birçok gelişmiş ülkede seragazlarını düşürmede ve dışa bağımlılıkta petrol büyük rol oynuyor. Fiyattaki dalgalanmalar da herkesi derinden etkiliyor. ABD’de yıllar sonra petrol tüketimi azalmış. Tüm ülkelerde hibrid arabalar ön plana çıkıyor. Arazi araçlarını ise daha fazla vergiler bekliyor. Tüm bunlara rağmen ulaşım kaynaklı sera gazlarını düşürmek en zor iş gibi gözüküyor. Gaz ısınmada da kullanıldığı için ayrı bir yerde duruyor ancak elektrik üretiminde kömür ile birlikte kaderleri hem karbon gömme teknolojisindeki hem de yenilenebilir enerji kaynaklarında ki maliyetlere bağlı. Gaz depoloma ise garanti açısından gerekli ama pahalı bir seçenek olarak değerlendiriliyor. Tankerlerle istenilen bölgeye götürülebildiği için LNG‘nin yıldızı da parlayacak. Tek bir boru hattından tek bir ülkeye bağlı Avrupa bu yolla, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan da gaz sağlamayı umuyor. Yine de enerji verimliliğiyle talep artışı düşürülemezse çevresel sorunlardan savaşlara kadar birçok problemin ortaya çıkacağını toplantının sonuçları arasına kaydetmek lazım.
Nükleer enerji geri dönecek mi?
Fosil yakıtlara göre daha az karbondioksit ürettiği için Avrupa’da yeniden hararetle tartışılmaya başlanan nükleer enerji konusu toplantının en çok farklı görüşe sahip tartışmalarından biri oldu. Nükleer enerjinin, Üç Mil Adası ve Çernobil kazalarından sonra gözden düştüğünü belirten bir katılımcı, yaşlanan nükleer santraller sayesinde kurulu nükleer gücün düşüşe geçtiğini belirtti. Yeni santraller yapılmaz, Belçika, Almanya ve İsveç gibi ülkeler kapatma kararlarını değiştirmezlerse 2015’te 400 gigavatı bulacak kurulu güç 2035’te 100 gigavata kadar inebilir. Asya’dan gelep talep sinyalleri bu düşüşü yukarıya doğru çıkartmaya tek başına yetmeyecek gibi görünüyor. Avrupa 15’te hala Finlandiya ve Fransa dışında nükleere sıcak bakan ülke olmaması, Amerika’nın kömüre yönelmesi endüstriyi düşündürüyor. Nükleer seçeneği tekrar gündeme getiren Tony Blair’in ülkesinde bile milletvekillerinin yüzde 36’sı nükleeri desteklerken yüzde 41’i karşı görüşte. Nükleer enerji taraftarı bir katılımcıya göre nükleer atıklar, yüksek ilk yatırım maliyeti, IV. jenerasyon reaktörler, kamuoyu baskısı, terör tehlikesi ve küresel ısınmanın ne kadar ciddiye alınacağı konularındaki gelişmeler nükleerin geleceğini belirleyecek.
Wilton Park Konferansları
Tarihi 1946 yılına dayanan Wilton Park konferansları, Londra’dan güneye, Brighton’a inen yolda 16. yüzyıldan kalma bir malikanede yapılıyor. II. Dünya Savaşı sonrasında Winston Chuchill’in, biraz da Almanya deneyiminden yola çıkarak, Avrupa’da demokrasiyi geliştirmek için ortaya attığı bir fikir olarak doğdu. Proje Wilton Park adındaki bir malikanede hayat buldu. 1948 yılında Dışişleri Bakanlığı altında akademik olarak bağımsız olarak faaliyetlerini sürdürmeye başlayan Wilton Park, 1951 yılından bu yana “Batı Sussex”deki yeni evi olan Wiston House’da her yıl onlarca toplantıya ev sahipliği yapmakta. Katılımcıların büyük bir çoğunluğu dışişleri ve diğer bakanlık temsilcilerinden oluşuyor. Akademisyenler, iş dünyasından üst düzey temsilciler, sivil toplum örgütleri, milletvekilleri ve az sayıda medya mensubu da toplantılara katılabiliyor.
Chatham House kuralları geçerli
Wilton Park toplantılarında, aksi belirtilmediği takdirde tüm konuşmacıların kimlikleri oda içerisinde kalıyor. Katılımcılar buradaki bilgileri istedikleri gibi paylaşabiliyorlar ancak bilginin kaynağını, alıntı yaptıkları kişinin ismini söyleme hakları yok. 1920 yılında benzer amaçlarla kurulan ve uluslararası sorunların tartışıldığı “Chatham House”dan ismini alarak “Chatham House Kuralları” olarak bilinen bu yapı sayesinde katılımcılar, daha rahat görüşlerini dile getirebiliyor ve tartışmalar daha büyük bir açıklıkla yapılabiliyor.
Jonathan Stern
Oxford Enerji Araştırmaları Enstitüsü, Gaz Bölümü Direktörü
Hazar gazının Türkiye'den Avrupa’ya gelmesi çok zor
Hazar gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya gelmesi uzun dönemde 2010’lı yılların sonunda gerçekleşebilecek. Bu aslında oldukça eski bir fikir ve gerçekleşmesi çok zor. Birinci neden anahtar ülke olarak düşünülen İran’ın konumu. Artık birçok kişi İran’ın güvenli bir tedarikçi olmadığını düşünüyor. İranlılar da gazı, boru hatlarıyla satmak yerine LNG olarak satmayı planlıyor. Kazakistan ve Türkmenistan gibi ülkeler de gazı Rusya’ya ve ondan da karlısı Çin’e ihraç ederek daha fazla kar elde edebiliyorlar. Kısaca Hazar’dan gelecek ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak olan gazın rekabet şansı çok az. Ayrıca enerji güvenliği anlamında bu ülkelerin Rusya’dan daha güvenli olacakları konusu da belirsizliğini koruyor.
Avrupa probleminin giderek artan oranda dışa bağımlı olmak olduğunu sanıyor. Asıl problem dışa bağımlı olduğunuz ülkelerle Avrupa’nın ilişkisi. İyi politik ilişkileriniz yoksa iyi enerji ilişkileriniz de olamaz. Biz giderek LNG dünyasına doğru ilerliyoruz. Eğer fiyat Amerika’da pahalıysa Kuzey Afrika’dan gaz alabileceksiniz. Avrupa’nın sıkıntısı boru hatlarıyla alabileceği gazın sadece Rusya’dan geliyor olması. Gelecek 10 yıl içinde buna rakip olabilecek tek yer Kuzey Afrika.
Keith Parker
Nükleer Endüstri Birliği CEO
Nükleerde rönesans yok ama ilgide bir canlanma var
Nükleer rönesans sanırım biraz fazla iddialı bir terim. Kuşkusuz nükleer enerjiye olan ilgide bir canlanma görülüyor. Üç Mil Adası kazasından sonra Amerika’da, Çernobil’den sonra ise İtalya, İsveç ve Almanya’nın da nükleerden vazgeçme kararlarıyla Avrupa’da nükleer enerji konusunda bir yavaşlama yaşandı ve durma noktasına geldi. 10 yıl önce de bir canlanmadan bahsetmek zordu. Şimdi ise iklim değişikliği ve enerji güvenliği sorunlarından ötürü insanlar nükleeri yeniden tartışıyor. Fransa ve Finlandiya dışında fazla sipariş görmediğimiz doğru. İngiltere’de de özel sektörün nükleer santral yapması ve sökümü üstlenmesi konuşuluyor. Daha önce liberal bir piyasada nükleer santral inşa edilmediği için zorluklar var. Küresel bakarsak Asya’da daha çok sipariş görebiliyoruz. Çin’de Westinghouse 4 yeni sipariş aldı. Ancak nükleerin Çin’de büyük bir rol oynayacağını düşünmüyorum çünkü çok miktarda hidroelektrik ve kömür kaynakları var.
Nükleer enerji için yönetmelikler çok önemli. İngiltere’den örnek verirsem; şu andaki tüm reaktörler kamu tarafından yapıldı. Uzun süren planlama işlemleri ve santraller inşa halindeyken bile değişen yönetmeliklerle karşılaşıldı. Bu nedenle devamlı ek işlerle karşılaşıldı. Özel sektör için riski daha aza indirecek yeni bir planlama süreci, yasalar ve nükleer atık konusu çok önemli. Atıkların idare edilmesi çok uzun yıllar gerektiriyor, firmalardan bu sorumluluğu alması beklenemez. Firmaların bu konuda yardımda bulunmaları önerilebilir. Maliyetler içinde atıkların payı %5 kadar ama bir sosyal sorun olduğu kesin. Halka bu konuda bir tazminat ödenebilir. Yeni jenerasyon reaktörlerin çabuk ve ucuza inşa edilmesi daha az atık üretmesi gerekecek. Artık nükleer enerjinin maliyetini daha net anlaşıldığını düşünüyorum. Koskoca bir ilk yatırım maliyeti var. Eğer inşa sırasında problemler, bir gecikme yaşanırsa maliyetler ciddi şekilde artabilir. Bu yüzden planlama ve lisanslama gibi aşamalara çok önem verilmeli ki bu sırada bir duraklama yaşanmasın. Yatırımcılar pazar koşullarını net bir biçimde görmezlerse ya da karbon gömme gibi teknikler hayata geçerse başka kaynaklar arasında bir ticari seçim yapacaklar. Yakıt maliyeti nükleerin maliyeti içinde küçük bir paya sahip. Uranyum fiyatları arttı ama yapılan hesaplar eski madenlerin de çalıştırılması halinde günümüzdeki kapasiteye 40 ila 60 yıl kadar yetecek.
İran’ın neden nükleer enerji programına sahip olmak istediği üzerine büyük şüpheler var. İran buna hakkı olduğunu söylüyor, Batı için de biz de var ama sen yapamazsın demek zor. Bu büyük bir güvenlik ve politik sorunu. Tartışma ve diplomasının rol oynaması gerektiğini düşünüyorum. İran’ın üstüne giden yönetimlerin sonuç vereceğini düşünmüyorum. Nükleer silah probleminin uluslararası güvenlik usulleriyle halledilmemesi halinde nükleer enerjinin gelişmesinin önünde de problem olacağını düşünüyorum.
Yurdakul Yiğitgüden
Enerji Bakanlığı eski Müsteşarı - Danışman
Türkiye enerji köprüsü olma yolunda hız kesmemeli
Türkiye Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakereleri yapması ve İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’na imza atmış olması nedeniyle iklim değişikliği konusunda alınan tedbirlerde ortak olma veya ilerisi için hazırlanmakla yükümlü. Aslında Türkiye neler yapılacağına dair, örneğin enerji verimliliği gibi bazı işaretler verdi. Ama artık hedefler belirleyip bu hedeflere nasıl ulaşılacağını belirten politikaları belirlemek gerekiyor. Bu konferansta da belirtildiği gibi hükümetler piyasaların nasıl işleyeceğini belirten çerçeveleri belirlemekle yükümlü ancak piyasaya müdahale etmemeliler. Bizde piyasa ekonomisine geçişte bir yavaşlama yaşandı. Elektrik fiyatlarını yukarıdan önlemlerle biryerlerde tutma anlayışı ileride mutlaka bazı sorunlar doğurur. Burada arz güvenliği tartışmalarında konuşulan en önemli sorun Avrupa’nın tek bir ağızdan konuşamaması sorunu. AB içinde konuyla ilgili farklı komisyon ve birimler var, ortak bir politika belirlenmesi konusu
Türkiye üzerinden boru hatlarının Avrupa’ya ulaşması için son birkaç yılda AB’den büyük destek geldi. 90’lı yılların sonunda böyle bir destek yoktu. Türkiye biz Avrupa’nın enerji köprüsüyüz derken bunun gereklerini de yerine getirmeli. Hazar’dan Türkiye’ye gelecek gaz konusunda liderliği üstlenmek ve pazarlıkları sürdürmek zorunda. Hiç kimse BTC sürecinde Türkiye’nin “ağır abi”yi oynayarak hedefe ulaştığını sanmasın. Türkiye’nin geçiş ülkesi olma konusunda çabalarını hızlandırması gerekir. Türkiye’ye ümit bağlamış yabancı kuruluşlarda son aylarda bu momentumun kaybedilmesi sonucu doğan bir ümitsizlik var.
In Europe the bell tolls for energy
Europe has taken action as the result of increasing energy demand, the Gazprom Empire – which became known during the Ukrainian crisis – and the much feared global warming. Experts are seeking a magical solution that will both satisfy the growing demand and slow down global warming.
Özgür Gürbüz - Steyning, England - Turkish Daily News /January 29, 2007
Last week 51 experts and representatives of oil giants from across Europe gathered for three days to discuss the continent's energy challenge at a Wilton Park Conference in England. The original aim of Wilton Park Conferences, the first of which was realized by Winston Churchill 61 years ago, was to create a more democratic England. Today, it is an event where not only England's but the whole world's problems are addressed.
Energy experts determined there is a need to find solutions to the following scenarios: a 50 percent increase in energy demand by 2030, China opening a new coal-operated power station every week, Europe's growing dependence on Russian oil, and an ever-warming earth mainly due to fossil fuel consumption. These challenges brought representatives of oil giants along with civil society and government experts under one roof in Steyning.
The Wilton Park conference forbids the attribution of quotes to the participating speakers. This enables speakers to express themselves freely. The passages below are attributed to the speakers and the views expressed are theirs. According to this year's conference, the energy crises on the horizon will be much different from those the world has seen in recent centuries.
Problem of demand:
The demand for energy is rising around the world. The leaders in this area are Asian countries, with China and India as the principle players. On the other hand, even though demand in Europe and northern America has been increasing more gradually, with their already-high consumption rates, these Western countries are afraid of becoming dependent on foreign oil. Fifteen years from now, the European Union will be reliant on external resources in all forms of energy. This, in return, brings about disputes like the one between the EU and Russia, or more precisely, the EU and Gazprom – a dispute that made its mark on the conference. The EU is asking for lower prices and trade under free-market conditions while making plans for exploring its resources in North Africa. The rise in the popularity of liquid natural gas (LNG) will be inevitable.
Carbon sequestration:
The total time current energy resources will last is estimated to be 40 years for oil, 67 for natural gas, and 160 years for coal. Even when the demand for all these fossil fuels is satisfied, the level of gases causing the green house effect, which should be decreased by 30 percent in 2020 and by 80 percent in 2050 according to research, will soon reach an all time high. It is clear that the European Carbon stock exchange, which started its operations on Jan. 1, 2005 and has reached 14 billion euros, will also be peaking, but what is not clear is whether there will be a living buyer left to trade. All these predictions can be averted with the implementation of a project supported especially by big energy firms.
Utilizing the carbon sequestration technology, gas and oil beds will be filled with CO2 gas, which causes global warming. For example, the carbon dioxide in natural gas will be forced back beneath the earth after it has been separated. The experts seem to be in accord about the necessity of this process which requires an additional cost. The method has been put on hold until the price of carbon dioxide, which is currently 4 euros per ton, rises to 20-25 euros. Then, instead of paying this same price via emission trading, the companies will invest in carbon sequestration technology. It must be due to the hopelessness of the situation that environmentalists do not bother to oppose the method, which they viewed with skepticism a couple of years back.
Energy efficiency:
Energy efficiency was on most every speaker's agenda. There are three separate players in this field: political authorities that will increase energy efficiency and decrease energy density with new laws; the public that needs to become more conscious and take action; and the industrialists that will produce energy efficient technologies and thereby profit (or at least minimize their losses).
Özgür Gürbüz - Steyning, England - Turkish Daily News /January 29, 2007
Last week 51 experts and representatives of oil giants from across Europe gathered for three days to discuss the continent's energy challenge at a Wilton Park Conference in England. The original aim of Wilton Park Conferences, the first of which was realized by Winston Churchill 61 years ago, was to create a more democratic England. Today, it is an event where not only England's but the whole world's problems are addressed.
Energy experts determined there is a need to find solutions to the following scenarios: a 50 percent increase in energy demand by 2030, China opening a new coal-operated power station every week, Europe's growing dependence on Russian oil, and an ever-warming earth mainly due to fossil fuel consumption. These challenges brought representatives of oil giants along with civil society and government experts under one roof in Steyning.
The Wilton Park conference forbids the attribution of quotes to the participating speakers. This enables speakers to express themselves freely. The passages below are attributed to the speakers and the views expressed are theirs. According to this year's conference, the energy crises on the horizon will be much different from those the world has seen in recent centuries.
Problem of demand:
The demand for energy is rising around the world. The leaders in this area are Asian countries, with China and India as the principle players. On the other hand, even though demand in Europe and northern America has been increasing more gradually, with their already-high consumption rates, these Western countries are afraid of becoming dependent on foreign oil. Fifteen years from now, the European Union will be reliant on external resources in all forms of energy. This, in return, brings about disputes like the one between the EU and Russia, or more precisely, the EU and Gazprom – a dispute that made its mark on the conference. The EU is asking for lower prices and trade under free-market conditions while making plans for exploring its resources in North Africa. The rise in the popularity of liquid natural gas (LNG) will be inevitable.
Carbon sequestration:
The total time current energy resources will last is estimated to be 40 years for oil, 67 for natural gas, and 160 years for coal. Even when the demand for all these fossil fuels is satisfied, the level of gases causing the green house effect, which should be decreased by 30 percent in 2020 and by 80 percent in 2050 according to research, will soon reach an all time high. It is clear that the European Carbon stock exchange, which started its operations on Jan. 1, 2005 and has reached 14 billion euros, will also be peaking, but what is not clear is whether there will be a living buyer left to trade. All these predictions can be averted with the implementation of a project supported especially by big energy firms.
Utilizing the carbon sequestration technology, gas and oil beds will be filled with CO2 gas, which causes global warming. For example, the carbon dioxide in natural gas will be forced back beneath the earth after it has been separated. The experts seem to be in accord about the necessity of this process which requires an additional cost. The method has been put on hold until the price of carbon dioxide, which is currently 4 euros per ton, rises to 20-25 euros. Then, instead of paying this same price via emission trading, the companies will invest in carbon sequestration technology. It must be due to the hopelessness of the situation that environmentalists do not bother to oppose the method, which they viewed with skepticism a couple of years back.
Energy efficiency:
Energy efficiency was on most every speaker's agenda. There are three separate players in this field: political authorities that will increase energy efficiency and decrease energy density with new laws; the public that needs to become more conscious and take action; and the industrialists that will produce energy efficient technologies and thereby profit (or at least minimize their losses).
Yuvacık Barajı'nın borcu bitmeden suyu bitti
Yuvacık Barajı'nın 4-5 milyar dolarlık borcu ödenmeye devam ederken suyun tükendiği ortaya çıktı. İşletmeci firma suyun küresel ısınmadan dolayı tükendiğini öne sürüyor. Meteorolojinin rakamları ise bunu doğrulamıyor. İzmit, geçen yıla göre daha fazla yağmur aldı. Barajın yapımı sırasında başkan olan Sefa Sirmen ise iddiaları siyasi olarak yorumluyor.
Ayşegül Sakarya-Özgür Gürbüz - Referans / 2 Aralık 2006
Yapım aşamasında Hazine'yi 4-4.5 milyar dolarlık zarara soktuğu iddiasıyla yıllardır tartışılan Yuvacık Barajı'nda borç bitmeden su bitti. İstanbul'un da suyunun karşılanacağı kadar büyük kapasiteye sahip olduğu iddia edilen ve 860 milyon dolarlık yatırım değeriyle dünyanın özel sektörce finans edilen en büyük su projesi olarak lanse edilen Yuvacık Barajı'nda 7'nci yılda suyun tükenmesi işletmeci firma Thames Waters ile Kocaeli Belediyesi arasında tartışma yarattı. Thames Waters suyun bitme nedenini küresel ısınma ve kayıp kaçak olarak açıklarken belediye ise barajın yanlış hesap kurbanı olduğunu belirtti.
1987 yılında İzmit ve İstanbul'un su ihtiyacının karşılanması için yap-işlet-devret (YİD) modeliyle gündeme gelen Yuvacık Barajı, Devlet Su İşleri'nin karşı raporlarına rağmen 8. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in 'sınıf arkadaşları' olan Erol Üçer ve İdris Yamantürk'ün müteahhitlik şirketlerine verildi. Halen CHP milletvekili olan Sefa Sirmen'in başkanlığı döneminde ise İzmit Belediyesi projeyle ilgili uygulama ve su satış anlaşması imzaladı. İnşaat bitmeden su bedeli ödeme garantisi verilen baraj 9 yılda bitirildi. Yatırım maliyeti ise 942 milyon dolara çıktı. Bu arada Hazine de sözleşmeye dayanarak 4 yıl boyunca kullanılmayan suya toplam 738 milyon dolar ödedi. Belediye, barajın kalan 4-4.5 milyar dolar borcunu ödemeye devam ederken şimdi de barajdaki suyun yetersiz olduğu gündeme geldi.
Barajın inşaatını gerçekleştiren İSAŞ şirketinde yüzde 35 paya sahip olan ve aynı zamanda işletim ve bakımı üstlenen İngiliz Thames Waters, barajda suyun tükenmesini küresel ısınmaya bağladı. Şirketin Türkiye Ülke Direktörü Evren Köprülü, İzmit'te kuraklık sorununun baş gösterdiğini açıklayarak diğer su kaynaklarının devreye alınmasını istedi. Köprülü, şunları söyledi: "Küresel ısınma nedeniyle su azalıyor. Ayrıca havza içinde belediyenin ve askeriyenin kullandığı eski hatlar var. Hatlar eski olduğu için büyük kaçaklar var ve suyun çoğu ziyan oluyor. Bunlar bizim kontrolümüz dışında kullanılıyor. Bunlar mümkün mertebe baraj havzasına bırakılırsa bizim sistemimizde sıfır kaçak olduğu için sular daha verimli kullanılabilir." Thames Waters tarafından öne sürülen gerekçelerden küresel ısınma Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü verilerine göre gerçekçi değil. Meteoroloji'ye göre Kocaeli Bölgesi'nde 2006 yılı 2005 yılına göre daha yağışlı geçti. Türkiye'nin 1980-2000 yılı kuraklık haritasıyla 2005 yılı haritaları karşılaştırıldığında da Kocaeli'nin ikinci en iyi yağış alan, yani "nemli" olarak tabir edilen bölgede olduğu görülüyor.
Bu arada uzmanlara göre bu dev proje içinde bir de Kuraklık Yönetim Planı yer alıyor. Proje Thames Water'ın öncülüğünde, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, DSİ 15. Şube Müdürlüğü, Devlet Meteoroloji İşleri Müdürlüğü, İSU Genel Müdürlüğü ve Kocaeli Sanayi Odası tarafından hazırlandı ve kuraklık olasılığının gerçekleşmesi halinde, su temininde oluşabilecek sıkıntıların halka en az şekilde hissettirilerek halk sağlığının korunması amaçlanıyor.
Kocaeli Belediye Başkanvekili İlyas Şeker de kuraklık iddialarını yalanlıyor. "Eğer kuraklık olsaydı bunu devletin tespit etmesi gerekirdi. Bu barajdan yıllık 142 milyon metreküp su temin etmenin mümkün olmadığı DSİ'nin ilk raporunda yer alıyor. Şimdi ise daha önce kabul etmedikleri bu raporu gerekçe göstererek 'Bunu biliyordunuz' diyorlar. Oysa ki dönemin büyükşehir belediye başkanı ve yönetimi hem de yabancı firmalar barajı her yıl 142 milyon metreküp su parası ödenme şartı ile yaptı. Belediyeyi 5 milyar dolarlık borcun altına soktular. Her ay 15 trilyon ödüyoruz. 80 yıl daha ödeyeceğiz. Ayrıca kaçakları engelliyoruz. Oran yüzde 47'lere düştü" dedi. Şehrin ihtiyacını karşılamak için Yalova'da bulunan Gökçedere Barajı'ndan su almaya başladıklarını aktaran Şeker, İSKİ ile anlaştıklarını, Gebze bölgesi için su alacaklarını vurguladı. Aralık ayı içinde yağmurların başlamasını beklediklerini ifade eden Şeker, "Bu baraj Kocaeli'nin en az 20-30 yıllık su ihtiyacını karşılayacak iddiası ile yapıldı. Ancak 7. yılında bitmiş durumda" dedi.
Belediye'nin Yuvacık'tan aldığı suyun yıllara göre dağılımı
Tarih Miktar (milyon metreküp)
1999 55
2000 96
2001 101
2002 107
2003 110
2004 111
2005 122
2006 128
Barajın suyu az ama kaçaktan kaynaklanıyor iddialar ise siyasi
Barajın yapım döneminde İzmit Belediye Başkanı olan CHP Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen ise belediyenin barajdaki kaçakları ve arızaları onarmadığını söyleyerek belediyeyi suçladı. Yağışların azlığından dolayı su seviyesinin düştüğünü ve küresel ısınmanın da etkilediğini söyleyen Sirmen, şunları söyledi: "Barajdan bu yıl 130 milyon metreküp su alınmış. Faturaya yansıyan kısmı 65 milyon metreküp. Gerisi kaçak gözüküyor. Bunu belediye yönetimi bilinçli yapıyor. Kaçakları onarmıyor, arızaları gidermiyorlar. Barajdaki suyu bitmiş gibi göstermek istiyorlar. Şu anda belediyenin istediği suyu zaten baraj karşıladı. Seviye düşük, kaynaklar yeterli değil. Ama aralık ayı yağışlı geçer 5-10 gün sonra bir sıkıntı yaşanmaz. 3 aydır su sıkıntısı olabilir diye kıyamet koparıyorlar bu tamamen siyasi."
Ayşegül Sakarya-Özgür Gürbüz - Referans / 2 Aralık 2006
Yapım aşamasında Hazine'yi 4-4.5 milyar dolarlık zarara soktuğu iddiasıyla yıllardır tartışılan Yuvacık Barajı'nda borç bitmeden su bitti. İstanbul'un da suyunun karşılanacağı kadar büyük kapasiteye sahip olduğu iddia edilen ve 860 milyon dolarlık yatırım değeriyle dünyanın özel sektörce finans edilen en büyük su projesi olarak lanse edilen Yuvacık Barajı'nda 7'nci yılda suyun tükenmesi işletmeci firma Thames Waters ile Kocaeli Belediyesi arasında tartışma yarattı. Thames Waters suyun bitme nedenini küresel ısınma ve kayıp kaçak olarak açıklarken belediye ise barajın yanlış hesap kurbanı olduğunu belirtti.
1987 yılında İzmit ve İstanbul'un su ihtiyacının karşılanması için yap-işlet-devret (YİD) modeliyle gündeme gelen Yuvacık Barajı, Devlet Su İşleri'nin karşı raporlarına rağmen 8. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in 'sınıf arkadaşları' olan Erol Üçer ve İdris Yamantürk'ün müteahhitlik şirketlerine verildi. Halen CHP milletvekili olan Sefa Sirmen'in başkanlığı döneminde ise İzmit Belediyesi projeyle ilgili uygulama ve su satış anlaşması imzaladı. İnşaat bitmeden su bedeli ödeme garantisi verilen baraj 9 yılda bitirildi. Yatırım maliyeti ise 942 milyon dolara çıktı. Bu arada Hazine de sözleşmeye dayanarak 4 yıl boyunca kullanılmayan suya toplam 738 milyon dolar ödedi. Belediye, barajın kalan 4-4.5 milyar dolar borcunu ödemeye devam ederken şimdi de barajdaki suyun yetersiz olduğu gündeme geldi.
Barajın inşaatını gerçekleştiren İSAŞ şirketinde yüzde 35 paya sahip olan ve aynı zamanda işletim ve bakımı üstlenen İngiliz Thames Waters, barajda suyun tükenmesini küresel ısınmaya bağladı. Şirketin Türkiye Ülke Direktörü Evren Köprülü, İzmit'te kuraklık sorununun baş gösterdiğini açıklayarak diğer su kaynaklarının devreye alınmasını istedi. Köprülü, şunları söyledi: "Küresel ısınma nedeniyle su azalıyor. Ayrıca havza içinde belediyenin ve askeriyenin kullandığı eski hatlar var. Hatlar eski olduğu için büyük kaçaklar var ve suyun çoğu ziyan oluyor. Bunlar bizim kontrolümüz dışında kullanılıyor. Bunlar mümkün mertebe baraj havzasına bırakılırsa bizim sistemimizde sıfır kaçak olduğu için sular daha verimli kullanılabilir." Thames Waters tarafından öne sürülen gerekçelerden küresel ısınma Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü verilerine göre gerçekçi değil. Meteoroloji'ye göre Kocaeli Bölgesi'nde 2006 yılı 2005 yılına göre daha yağışlı geçti. Türkiye'nin 1980-2000 yılı kuraklık haritasıyla 2005 yılı haritaları karşılaştırıldığında da Kocaeli'nin ikinci en iyi yağış alan, yani "nemli" olarak tabir edilen bölgede olduğu görülüyor.
Bu arada uzmanlara göre bu dev proje içinde bir de Kuraklık Yönetim Planı yer alıyor. Proje Thames Water'ın öncülüğünde, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, DSİ 15. Şube Müdürlüğü, Devlet Meteoroloji İşleri Müdürlüğü, İSU Genel Müdürlüğü ve Kocaeli Sanayi Odası tarafından hazırlandı ve kuraklık olasılığının gerçekleşmesi halinde, su temininde oluşabilecek sıkıntıların halka en az şekilde hissettirilerek halk sağlığının korunması amaçlanıyor.
Kocaeli Belediye Başkanvekili İlyas Şeker de kuraklık iddialarını yalanlıyor. "Eğer kuraklık olsaydı bunu devletin tespit etmesi gerekirdi. Bu barajdan yıllık 142 milyon metreküp su temin etmenin mümkün olmadığı DSİ'nin ilk raporunda yer alıyor. Şimdi ise daha önce kabul etmedikleri bu raporu gerekçe göstererek 'Bunu biliyordunuz' diyorlar. Oysa ki dönemin büyükşehir belediye başkanı ve yönetimi hem de yabancı firmalar barajı her yıl 142 milyon metreküp su parası ödenme şartı ile yaptı. Belediyeyi 5 milyar dolarlık borcun altına soktular. Her ay 15 trilyon ödüyoruz. 80 yıl daha ödeyeceğiz. Ayrıca kaçakları engelliyoruz. Oran yüzde 47'lere düştü" dedi. Şehrin ihtiyacını karşılamak için Yalova'da bulunan Gökçedere Barajı'ndan su almaya başladıklarını aktaran Şeker, İSKİ ile anlaştıklarını, Gebze bölgesi için su alacaklarını vurguladı. Aralık ayı içinde yağmurların başlamasını beklediklerini ifade eden Şeker, "Bu baraj Kocaeli'nin en az 20-30 yıllık su ihtiyacını karşılayacak iddiası ile yapıldı. Ancak 7. yılında bitmiş durumda" dedi.
Belediye'nin Yuvacık'tan aldığı suyun yıllara göre dağılımı
Tarih Miktar (milyon metreküp)
1999 55
2000 96
2001 101
2002 107
2003 110
2004 111
2005 122
2006 128
Barajın suyu az ama kaçaktan kaynaklanıyor iddialar ise siyasi
Barajın yapım döneminde İzmit Belediye Başkanı olan CHP Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen ise belediyenin barajdaki kaçakları ve arızaları onarmadığını söyleyerek belediyeyi suçladı. Yağışların azlığından dolayı su seviyesinin düştüğünü ve küresel ısınmanın da etkilediğini söyleyen Sirmen, şunları söyledi: "Barajdan bu yıl 130 milyon metreküp su alınmış. Faturaya yansıyan kısmı 65 milyon metreküp. Gerisi kaçak gözüküyor. Bunu belediye yönetimi bilinçli yapıyor. Kaçakları onarmıyor, arızaları gidermiyorlar. Barajdaki suyu bitmiş gibi göstermek istiyorlar. Şu anda belediyenin istediği suyu zaten baraj karşıladı. Seviye düşük, kaynaklar yeterli değil. Ama aralık ayı yağışlı geçer 5-10 gün sonra bir sıkıntı yaşanmaz. 3 aydır su sıkıntısı olabilir diye kıyamet koparıyorlar bu tamamen siyasi."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)