Bergama'da siyanür liç yöntemiyle altın çıkarılmasına karşı mücadele eden köylüler geçtiğimiz gün ikinci tazminat davasını da kazandı. Türkiye, 315 köylüye toplam 945 bin euro tazminat ödeyecek. Bin 479 köylünün açtığı dava sırada, 10-15 bin kişinin de dava açma olasılığı var. Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nden ihraç edilmesi de olanaklar dahilinde.
Özgür Gürbüz - Analiz / Nisan 2006 *
Dünyanın en ünlü tarihçisi Heradot bir daha Bergama'dan geçse, herhalde "siyanürlü altına" karşı mücadele eden "Hopdediks" lakaplı Bayram Kuzu ve arkadaşlarının mücadelesini de notları arasına yazardı. Nereden bakarsanız bakın, Bergama'da "bir avuç köylü"nün başlattığı hareket, Türkiye'nin en uzun soluklu çevre hareketlerinden biri oldu ve olmaya da devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından Türkiye'ye verilen toplam 945 bin euro'luk ceza son olmayacağa benziyor. Köylülerin avukatları, Türkiye madeni çalıştırma konusunda ısrar ederse, Avrupa Konseyi'nden bile ihraç edilebileceğini söylerken, yüzlerce köylü de tazminat talebiyle dava açmaya hazırlanıyor.
Bergama'daki çevre hareketinde bu AİHM'nin köylüler ya da çevreciler lehine verdiği ilk karar değil. Bir başka örnek de, 2004 yılında alınan ve artık Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın'ın adıyla anılan tazminat kararı. Gerekçesi özel yaşama saygı ve adil yargılama haklarının ihlali olan "Sefa Taşkın Kararı" aslında bu son kararın ve muhtemelen önümüzdeki günlerde sonuçlanacak bin 479 köylünün başvurusu sonucu çıkabilecek diğer kararın habercisiydi. AİHM için emsal kararlar arasına giren bu karar ilk kez belgeden çok risk tehlikesine dayanılarak alınmış bir karar olarak tarihe geçti. İzmir Barosu eski Başkanı Avukat Noyan Özkan, bu kararla AİHM'nin çevre koruma konusunda muhafazakar tutumundan sıyrıldığını söylüyor. Özkan, "Eskiden sebep sonuç ve nedensellik bağı aranıyordu. Toz, duman dediğinde doktor raporun var mı diyordu. Bu davada özellikle o yöredeki siyanür liç yöntemiyle yapılan maden işletmesi ve kimya tesisinin, yeraltı sularına karışma; havada, toprakta ve yakın çevrede yaşayan insanların sağlığını etkileme riski gözönüne alındı" diyor.
Tazminatları kim ödeyecek?
Şu ana kadar verilen 1 milyon euro'yu geçen tazminatlar ve sırada bekleyen yüzlercesi bu tazminatların kim tarafından ödeneceği sorusunu da akla getiriyor. İlk planda Maliye Bakanlığı bu tazminatları ödemekle yükümlü merci olarak ön plana çıksa da, Özkan başka bir noktaya dikkat çekiyor: "Alınan kararları uygulamayan, gereğini yerine getirmeyen herkes, ilgili bakanlar, müsteşarlar, genel müdürler, Dışişleri, Çevre ve Orman Bakanlığı, Başbakanlık Müsteşarı, ilgili valiler, İl İdare şube başkanları kişisel olarak sorumludur. Ağır kişisel kusurları nedenleriyle Maliye Bakanlığı, hazine zararına yol açan bu rakamların rücuen tahsili için talepte bulunmak ve ödenmediği takdirde dava açmak zorunda". Benzer bir dava açabilecek 10-15 bin kadar daha kişi olduğunu söyleyen Özkan, 2004'ten beri yetkilileri uyardığını, AİHM kararı uygulanmadığı sürece bu tazminat davalarının sırayla geleceği ve zararın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının cebinden çıkacağını söylüyor.
Altının çoğu takılar için (Ah şu beşi bir yerdeler!)
Bugün dnyada çıkarılan altının yüzde 80'i günlük hayatta kullandığımız mücevherlere dönüşüyor. Mücevher talebi ve altın cevherlerine ulaşmak için derinlere inilme zorunluluğu altının fiyatını ons(35,274kg.) başına 563 dolara kadar yükseltti. Ekim 2005'te bu rakam 500 dolarlarda seyrediyordu. Gelişmiş ülkelerde arttırılan standartlar da maliyetleri yükselten bir başka etken. 1 ons altın için 30 ton kaya-toprak kazılıyor. Amerika Çevre Koruma Ajansı'nın hesaplarına göre, ABD'deki tüm metal endüstrisinin madenlerinin rehabilitasyonu için 54 milyar dolarlık bir bütçeye gerek duyuluyor. Altın çıkarma işi de yüzeye yakın madenlerin tükenmesiyle giderek zorlaşıyor. Bugün, altının yüzde 70'i gelişmekte olan ülkelerde çıkarılıyor. New York Times'ta yayınlana bir makalede bunun nedeni olarak 2 etken gösteriliyor. Gelişmiş ülkelerdeki kaynakların tükenmesi ve çevrecilerin daha çok benimsediği sav olan, gelişmekte olan ülkelerdeki çevre standartlarının daha düşük olması. Doğru orantılı olarak Peru ve Guetamala gibi ülkelerde altın madeni sahibi şirketlere karşı protestolar oluyor. Dünya bakır üretiminde 3, altın üretiminde 6. olan Peru'nun hükümete bağlı Ulusal Çevre Konseyi, kapanmış madenlerin rehabilitasyonu için 1 milyar dolara ihtiyaç olduğunu söylüyor. Madenciler zaten bu konuda gerekli harcamaları yaptıklarını söyleyerek daha fazla para aktarmak istemiyor. Peru hükümeti ise lisansların daha kolay askıya alınacağı bir yasayla bu resti görmeye hazırlanıyor. İş yasalarla sınırlı kalsa iyi. 16 Mart 2006'da Papua Yeni Gine'de Amerika kökenli Freeport Madeni'ne karşı ayaklanan öğrenciler, 3 polis ve 1 askeri sopalarla döverek öldürdüler. Yerli halkla güvenlik güçlerini sık sık karşı karşıya getiren madenler konusu Yeni Gine'nin kaçak ağaç kesimiyle birlikte en büyük çevre sorunlarından birini oluşturuyor. 2001 yılında Papua Yeni Gine'de Avustralya merkezli BHP Billiton, oldukça karlı bir maden olan Ok Tedi madenini sürpriz bir kararla satmış ve İki bin 400 hektarlık yağmur ormanını yok ettikten sonra madenin kendi çevre standartlarına uymadığını söylemişti. Bu da pek çok kimseyi yine çileden çıkardı.
Hopdediks ve Asteriks'in bitmeyen mücadelesi
Türkiye'de kendilerine "Gandi" tarzı sivil itaatsizliği eylem biçimi olarak seçen köylüler ise yaklaşık 10 yıldır yaptıkları eylemlerde de şiddetsizliğe büyük oranda sadık kaldılar. Geçtiğimiz yıllarda hayata gözlerini yuman Bayram Kuzu, iriyarı gövdesi ve çizgili pijamasıyla "Hopdediks" olarak anılırken, yanında kısa boyu ve pos bıyığıyla Asteriks gibi kalan Oktay Konyar, yaptıklarının şiddetsiz bir demokratik tepki hakkı olduğunu söylüyor. Bergamalılar, yol kapatmayla başladıkları eylemlerini, 1996 yılının Aralık ayında yarı çıplak Bergama sokaklarında dolaşarak Türkiye'nin gündemine taşıdılar. 1997'de sekiz köyde sandık kurup referandum yaptılar. 2 bin 886 köylünün neredeyse tamamı madene hayır oyu attı. Yapılan protestolar içinde en serti ise 2005 Haziran'ında yaşandı. Bergama'nın Ovacık köyündeki madende çalışanlarla karşı karşıya gelinen protestoda taş ve yumurtalar havada uçuştu. Tüm bu eylemler, geçen 10 yıl içerisinde dikkatleri hep Bergama'nın üzerinde tuttu. Moğollar Grubu onlar için bir şarkı bile yaptı. Birçok kişi altın alyanslarını terk etti.
Konyar, mücadeleye başladığında 47 yaşındaydı şimdi ise 63. Devletin tazminat ödemesinden memnun olmasa da söz konusu olan insan sağlığı diyor ve önemli olanın halkın kazanması olduğunu söylüyor. Koza Altın İşletmeleri A.Ş. Yönetim kurulu Başkanı H. Akın İpek ise alınan son kararın madenin çalışmasına etki eden bir unsur olmadığını söylüyor. Akın, "Ovacık Altın Madeninin Koza Altın işletmeleri A.Ş tarafından satın alınmasından sonra , tesbit edilen eksikler, ÇED raporu dahil giderilmiş, tüm gereklilikler yerine getirilerek Gayri Sıhhi Müessese İşyeri Açma Ruhsatı alınmıştır. Bu nedenle İnsan Hakları mahkemesinin aldığı karar eski döneme ait bir karar olup Koza Altın İşletmeleri Ovacık Altın Madeni’nin çalışması ve yeni aldığı izinlerle alakalı değildir. Üretim sorunsuz ve kesintisiz devam etmektedir” diyor. Akın ayrıca alınan yeni kararın bir önceki tazminat kararının bir devamı olduğunu ve bu tazminatın da madenin daha önceki sahibi Normandy Madencilik A.Ş. döneminde oluşmuş bir zarardan değil, Bakanlar kurulunun aldığı prensip kararında ÇED raporu yerine TÜBİTAK raporunu baz alması nedeniyle idari işlemdeki usül hatasından kaynaklandığını söylüyor.
Avukat Noyan Özkan ise bu ilk 10 davada AİHM, hem 1997'de alınan Danıştay kararının uygulanmamasından hem de yörede yaşayan köylülerin özel ailevi yaşamlarının ihlalinden karar veriyor diyor. Bu kararı verirken de aynen Danıştay'ın gerekçesine iştirak ettiğini birkaç kez vurguladığını ve bu madenin coğrafi ve jeolojik konumu itibarıyla yörede yaşayan insanlara risk teşkil ettiği hususunda karar verdiğini söylüyor. 1997'deki bu karar ÇED olumlu belgesini iptal etmiş ve madenin çalışması zorlaşmıştı. Yine çevre avukatlarına göre karardan sonra yapılan tüm inşaatlar yasal değil. AİHM'de Danıştay kararına rağmen çalıştırılmasını neden gösteriyor. Bu durumda maden çalıştıkça tazminatlar da devam edecek diyor Özkan. Bergama'dan göçeni de, psikolojik tedavi göreni de var. Tüm bunlar bir "beşi bir yerde" için mi diye soramadan edemiyor insan.
"Türkiye Avrupa Konseyi'nden çıkarılır"
Av. Noyan Özkan
İzmir Barosu Eski Başkanı
Madenin adı Eurogold'tu, Newmont'tu Koza'ydı hiçbir şekilde farketmez. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46. maddesi, taraf olmuş devletler, taraf oldukları davalarda mahkemenin kesinleşmiş kararlarına uymayı taahhüt ederler ve bu konuda Bakanlar Komitesi görevlendirilir diyor. Türkiye 46. maddeye aykırı davranıyor ve biz Türkiye'yi şikayet ettik. Sefa Taşkın davasının mahkeme kararının içinde "Burada vatandaşlara ağır risk vardır" şeklindeki hüküm Türkiye'de uygulanmadığı ve maden işletmesi çalışmaya devam ettiği için. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne yaptığımız başvurumuz incelemede. Oradan da yakında karar çıkacak. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, sen bu kararın içeriğini tam olarak uygulamadın, madenin çalıştırılması bu kararın içeriğine aykırı derse, Türkiye o karara uymak zorunda yoksa Avrupa Konseyi'nden çıkarılır. Türkiye'nin insan hakları ve çevre açısından presitiji Bergama kararını uygulamamakla paramparça ediliyor. Yapılması gereken Çevre ve Orman Bakanlığı'nın bütün verdiği izinleri hemen geri alması. Kimsenin bir tazminat talep etmesi de söz konusu değil. Türk Ticaret Hukuku'na göre, basiretli ve tedbirli bir tüccar gibi davranmak ve onlar da mahkeme kararlarına uymak zorunda.
Koza altın madenlerini satın alıyor
Koza Altın İşletmeleri A.Ş.'yle madencilik işine giren Koza Davetiye, Mart 2005'te Ovacık madenini 44,5 milyon dolara Newmont firmasından satın aldı. Beş ay sonra, Ağustos 2005'te ise yine Bergama'nın eski sahiplerinden Normandy firması ve Dedeman Madencilik tarafından kurulan Gümüşhane'deki Mastra altın madenini satın aldılar. Bu iki maden alanında toplam 7, tüm Türkiye çapında ise 38 adet ruhsatlı altın sahasına sahip olan Koza, en son olarak da Kasım 2005'te yine protestolara neden olan Balıkesir Küçükdere ve Eskişehir Kaymaz madenlerini de TÜPRAG şirketinden 5 milyon beş yüz bin dolara alarak altın madenciliğindeki atılımlarını sürdürdü. Bergama, Gümüşhane, Eskişehir ve Balıkesir'deki madenlerdeki altının değerinin 1,5 milyar dolara yakın olduğu tahmin ediliyor.
Moğollar Şarkı yaptı:
ÖLÜLER ALTIN TAKAR MI?
Yamaçlarda zeytin büyü, dallarında siyah altın
Ovasında tütün uyur, uyanınca sarı altın
Buğday eken altın biçer, pamuk desen beyaz altın
Çamurunda güzellik var, Kleopatranın pudrası
***
Bakırçay bu yediveren, almasını bilenlere
Ağaç kesip dağ delersen, uyanır uyuyan tanrılar
Referandum ettik gari, madenciye güle,güle
Siyanürü duyduk hele, ölüler altın takar mı?
***
Bergamaya yolun düşsün siyanürcü şirket duysun
Gördüğün dünya cenneti, sahipsiz toprak sanmasın
Gittim gördüm Bergamayı, sordum duyduğum belayı
Yüzler yere düştü ama umuduyla birlikteydi.
***
Siyanürcü güle, güle
Ölüler altın takar mı?
Söz: MANSUR BALCI
Müzik: TANER ÖNGÜR
Siyanür Liçi yöntemi nedir?
Yerüstü ve yeraltı madenlerinden çıkarılan cevher bir süre depolandıktan sonra kırıcılara götürülerek kırılır. Kırılan cevher burada öğütüldükten sonra suyla karıştırılır ve çamur kıvamına gelir. Daha sonra sodyum siyanür çözeltisiyle altın ve gümüş çözündürülür, aktif kömür üzerinde emdirilerek çamurdan ayrılır. Daha sonra karbon üzerinden sıyrılan altın ve gümüş elektrolizle katı hale dönüştürülür. Çamur da kimyasal bozundurma tanklarına gönderilir. Çevrecilerin en büyük itirazları iki noktada. Bu işlemler sırasında içerisinde siyanür de dahil olmak üzere birçok ağır metalin kaza sonucu doğaya karışması. İkincisi de atık barajlarında meydana gelen büyük çaplı sızıntılar. Aşırı yağış ve kar erimesinden dolayı 2000 yılında Romanya'nın Aurul madeninden taşan atık barajından yayılan ağır metaller, Tuna Nehri boyunca ilerlemiş ve Macaristan, Sırbistan ve Romanya'yı da etkilemişti. Geride 300 ton ölü balık ve 20 milyar dolarlık bir fatura bırakmıştı.
Hayri Öğüt
Koza Altın İşletmeleri
İnsan Kaynakları ve Halkla İlişkiler Müdürü
Hukuki ve çevre koşulları anlamında örnek bir noktadayız
Bu son karar bizi dolaylı yönden ilgilendiriyor. Ovacık madeni Eurogold zamanında yönetmeliğe tabi olmadığı halde bir ÇED raporu hazırlamış ancak Danıştay Çevre Bakanlığı'nın olumlu görüşünü iptal etmişti. Kararda, "olası risk faktörlerinin giderilip giderilmediğini tespiti yapılmadıkça izin verilmesinde kamu menfaati yoktur" denmişti. O dönemde deneme üretimi izni vardı. TÜBİTAK, bu risklerin giderilip giderilmediği için bir rapor hazırladı, Bakanlar Kurulu da bu rapora dayanarak prensip kararıyla madenin çalışmasına izin verdi. Bu süreçte 10 köylü AİHM başvurdu ancak maddi ve manevi tazminat taleplerinden sadece manevi talepleri (3 bin euro) kabul edildi. Arkasından başvuru yapan üç yüz köylünün talebi de kabul edildi; bu eski davanın bir devamıdır. Sırada bekleyen 1400 vekalet içinde bile madeni destekleyen kişiler var. Köylü, her birinize 3-4 milyar para gelecek deyince vekalet verdi. Madene olan desteğinin kendisine bir çıkar getirmediğini gören bir grup da var.
Koza madeni devraldığında Yönetim Kurulu başkanı Akın İpek'in bize çok net bir talimatı oldu. İpek bizlere, bu madenin çalışmasında Türkiye'nin imajını zedeleyecek hukuksal, çevresel ve yasal anlamında hiçbir eksikliğinin olmasını istemiyorum dedi. Bunun üzerine biz yeni yönetmeliğe uygun ikinci bir ÇED raporu hazırladık. Tekrar imar planları hazırladık, oturma ve inşaat ruhsatları aldık. Yeni çıkan Özel İdareler Yasası'na göre de 1. sınıf Gayri Sıhhi Müesseler (GSM) işyeri açma ve çalışma ruhsatı aldık. Gelinen noktada AİHM'in isteklerini de yerine getirmiş oluyoruz. Hukuka rağmen çalışan değil tüm yasal gereklilikleri yerine getirerek çalışan bir madeniz. Usul hatası olarak adlandırılan her türlü eksiği giderdik. AİHM'nin kararı ülkeye zarar vermek için alınan bir karar gibi geliyor bana. Biz eğer Bakanlar Kurulu kararıyla çalışmaya devam ediyor olsaydık, GSM ruhsatımız olmasaydı, AİHM'nin madeni kapatma konusunda da talebi olabilirdi. Şu an böyle birşey söz konusu değil. Hukuki ve çevre koşulları anlamında en kuvvetli noktadayız. Biz, AİHM'nin istediklerini de yerine getirdik.
* Bir bölümü Referans Gazetesi'nde yayınlandı.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
AB, enerji de yol haritası oluşturuyor
Yaşanan doğalgaz krizleri, enerji ihtiyacında artış beklentisi, çevre ve enerji güvenliğiyle ilgili sorunlar AB'yi ortak bir enerji politikası hazırlama konusunda biraraya getirdi. Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan "Avrupa için Enerji Politikası" adlı yol haritasında, enerji arz güvenliği, rekabetçi bir elektrik piyasası ve enerji verimliliği ön plana çıkıyor.
Özgür Gürbüz - Referans / 29 Mart 2006
Avrupa Birliği(AB), gaz ve petrol fiyatlarındaki artışı, dışa bağımlılığı, enerji transfer yollarını ve yol üzerindeki ülkelerdeki güvenlik sorunlarını, iklim değişikliğini, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjide yaşanan yavaş ilerlemeyi 24 Mart'ta Brüksel'de masaya yatırdı. Toplantıdan daha stratejik ve birlikte hareket edecek bir AB enerji politikası ortaya çıktı. 2007 ortasına kadar tek bir elektrik ve gaz piyasası yaratmayı hedefleyen "Avrupa için Enerji Politikası" taslağı, 2015'e kadar yenilenebilir enerji kullanımını yüzde 15'e, biyoyakıtların payını da yüzde 8'e çıkarmayı amaçlıyor. Daha önce bu hedefler 2010 yılı için yenilenebilir enerjide yüzde 12, biyoyakıtlarda yüzde 5.75 idi. Enerji verimliliği politikalarında ise AB daha da iddialı. 2020 yılında AB'de, yüzde 20 daha az enerji kullanılması planlanıyor.
Karar için sadece "Yuppii" diyebileceğini belirten Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barraso, ortaya çıkan taslağı Avrupa'nın enerji politikalarınnda tarihi bir dönemeç olarak görüyor. ABD ve Rusya'ya oranla enerji politikalarında stratejik davranmamakla suçlanan AB, sadece kendi üyeleri arasında değil, üyelerin enerji sağlayıcısı olan ülkelerle ilişkilerinde de ortak hareket etmeyi amaçlayarak bu konuda politika değiştirdiğini gösteriyor. Rusya'ya olan bağımlılık, Hazar ve Kuzey Afrika'daki kaynaklarla dengelenmek isteniyor. Kulislerde, Cezayir, İran, Irak, Çeçenistan, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbeycan ile birlikte Türkiye'nin adı da sıkça geçiyor.
AB ayrıca 2007 ortasına kadar tek bir elektrik ve gaz piyasası yaratmak istiyor. Bu şeffaf pazarın enerji güvenliği için önemli rol oynayacağı düşünülüyor ama öte yandan da serbest pazar kurallarını korumayı amaçladığı söyleniyor. Geçtiğimiz aylarda AB enerji piyasası, Fransa ve İspanya'nın, ulusal firmalarının yabancı enerji devleri tarafından satın alınmasına karşı çıkmasıyla "ulusalcılık" tartışmalarına sahne olmuştu. Strateji değişikliğinin bir başka göstergesi de, bu kurulacak pazarın kurallarının komşu ülkelerde de uygulanmasını sağlamak için AB'nin açıkça çalışacağını söylemesi. AB içinde ise çabalar ağırlıklı olarak henüz bu tek pazara entegre olamamış ülkeler üzerinde yoğunlaşacak. Enerji güvenliği için depolama alanları kurulacak. Bu oran elektrikte üye ülkelerin ihtiyacının en az yüzde 10'unu karşılayabilecek kapasiteye sahip olacak.
Enerjiyle ilgili alınan kararlarda, "çevre" konusu en etkili faktör olarak göze çarpıyor. Enerjiyi verimli kullanarak 2020'ye kadar tüketimi yüzde 20 oranında azaltmayı hedefleyen Avrupa ülkeleri, rüzgar, güneş, biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklarında da daha önceki hedeflerini yükselttiler. Yenilenebilir enerji kaynakları, Avrupa'nın enerjide yüzde 70'lere varan dışa bağımlılığını azaltacak tek kaynak olarak görülüyor ve iş yaratma potansiyelleriyle büyümeyi de desteklemesi umuluyor. Avrupa için Enerji Politikaları adlı taslak yıl sonuna kadar tam şeklini alacak.
Özgür Gürbüz - Referans / 29 Mart 2006
Avrupa Birliği(AB), gaz ve petrol fiyatlarındaki artışı, dışa bağımlılığı, enerji transfer yollarını ve yol üzerindeki ülkelerdeki güvenlik sorunlarını, iklim değişikliğini, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjide yaşanan yavaş ilerlemeyi 24 Mart'ta Brüksel'de masaya yatırdı. Toplantıdan daha stratejik ve birlikte hareket edecek bir AB enerji politikası ortaya çıktı. 2007 ortasına kadar tek bir elektrik ve gaz piyasası yaratmayı hedefleyen "Avrupa için Enerji Politikası" taslağı, 2015'e kadar yenilenebilir enerji kullanımını yüzde 15'e, biyoyakıtların payını da yüzde 8'e çıkarmayı amaçlıyor. Daha önce bu hedefler 2010 yılı için yenilenebilir enerjide yüzde 12, biyoyakıtlarda yüzde 5.75 idi. Enerji verimliliği politikalarında ise AB daha da iddialı. 2020 yılında AB'de, yüzde 20 daha az enerji kullanılması planlanıyor.
Karar için sadece "Yuppii" diyebileceğini belirten Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barraso, ortaya çıkan taslağı Avrupa'nın enerji politikalarınnda tarihi bir dönemeç olarak görüyor. ABD ve Rusya'ya oranla enerji politikalarında stratejik davranmamakla suçlanan AB, sadece kendi üyeleri arasında değil, üyelerin enerji sağlayıcısı olan ülkelerle ilişkilerinde de ortak hareket etmeyi amaçlayarak bu konuda politika değiştirdiğini gösteriyor. Rusya'ya olan bağımlılık, Hazar ve Kuzey Afrika'daki kaynaklarla dengelenmek isteniyor. Kulislerde, Cezayir, İran, Irak, Çeçenistan, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbeycan ile birlikte Türkiye'nin adı da sıkça geçiyor.
AB ayrıca 2007 ortasına kadar tek bir elektrik ve gaz piyasası yaratmak istiyor. Bu şeffaf pazarın enerji güvenliği için önemli rol oynayacağı düşünülüyor ama öte yandan da serbest pazar kurallarını korumayı amaçladığı söyleniyor. Geçtiğimiz aylarda AB enerji piyasası, Fransa ve İspanya'nın, ulusal firmalarının yabancı enerji devleri tarafından satın alınmasına karşı çıkmasıyla "ulusalcılık" tartışmalarına sahne olmuştu. Strateji değişikliğinin bir başka göstergesi de, bu kurulacak pazarın kurallarının komşu ülkelerde de uygulanmasını sağlamak için AB'nin açıkça çalışacağını söylemesi. AB içinde ise çabalar ağırlıklı olarak henüz bu tek pazara entegre olamamış ülkeler üzerinde yoğunlaşacak. Enerji güvenliği için depolama alanları kurulacak. Bu oran elektrikte üye ülkelerin ihtiyacının en az yüzde 10'unu karşılayabilecek kapasiteye sahip olacak.
Enerjiyle ilgili alınan kararlarda, "çevre" konusu en etkili faktör olarak göze çarpıyor. Enerjiyi verimli kullanarak 2020'ye kadar tüketimi yüzde 20 oranında azaltmayı hedefleyen Avrupa ülkeleri, rüzgar, güneş, biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklarında da daha önceki hedeflerini yükselttiler. Yenilenebilir enerji kaynakları, Avrupa'nın enerjide yüzde 70'lere varan dışa bağımlılığını azaltacak tek kaynak olarak görülüyor ve iş yaratma potansiyelleriyle büyümeyi de desteklemesi umuluyor. Avrupa için Enerji Politikaları adlı taslak yıl sonuna kadar tam şeklini alacak.
Türkiye'nin enerjide hedefi var mı?
Özgür Gürbüz - Analiz - Referans / 29 Mart 2006
Avrupa Birliği(AB), enerjide strateji değiştirdi ve kendine yeni hedefler koydu. "Avrupa için Enerji Politikası" adını verdiği yeni politikasında birçok uzman ve özellikle de yeni üye devletlerin, AB'ye getirdiği enerjide stratejik düşünme eksikliği eleştirisi yanıtlanmaya çalışılıyor. AB bundan böyle ortak kurallara sahip, şeffaf ve rekabetçi bir enerji piyasası yaratmak ve üye ülkelerin enerji güvenliğini sağlamak için sınırlarının ötesinde de çalışmayı planladığını açıklıyor. Özellikle Rusya'ya olan doğalgaz bağımlılığının Hazar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi diğer enerji havzalarından karşılanmasında Türkiye'ye çok iş düşecek. Tartışmaya açık olan tam rekabetçi bir piyasa vurgusundan ulusal korumacılığa karşı bir dizi önlem çıkması da olası.
Yeni planlarda AB, yenilenebilir enerji kaynaklarından yana olan tavrını sürdürüyor. 2015 yılı için rüzgar, güneş ve biyokütle gibi kaynaklardan sağlanan pay yüzde 15, ulaşımda biyoyakıtların payı ise yüzde 8 olacak. Daha da önemlisi, yaklaşan küresel enerji krizine çözüm olabilecek en ciddi seçeneğin, enerjiyi verimli kullanmanın, oldukça iddialı bir hedefle AB'nin gündemine getirilmesi. Tüm talep artışı tahminlerine rağmen AB 2020 yılında yüzde 20 oranında daha az enerji harcamayı hedefliyor. Türkiye bu konuda çok zayıf. Sanayileşmiş ülkeler içinde enerjiyi en kötü kullanan ülkeler arasında başı çekiyor.
Önümüzdeki 15 yılda 128 milyar dolarlık enerji yatırımı planlayan, kendisini AB'ye hazırlayan Türkiye'de, bu rakamın ne kadarı enerji verimliliğine ya da yenilenebilir enerjiye yönlendirilecek bilen var mı? Bu konuda Türkiye'nin, AB'yle örtüşen net ve ayrıntılı bir hedefi var mı? Daha da basitleştirelim. Bugün kaç kamu binasında, okulda ya da hastanede verimli ampullerin kullanılması, izolasyonun arttırılması için bir kampanya yapıldı. Kaçında, ne oranda elektrik tüketiminde düşüş sağlandı? Türkiye enerji açığını sadece yeni santraller kurarak ve dünyadaki gelişmelere gözlerini kapayarak çözmeyi amaçlıyor. Elektrikte cebimiz delik; ürettiğimiz elektriğin yüzde 19'u kayıp ve kaçak olarak boşa gidiyor. Bu oran OECD içinde yüzde 5-6'larda. Siz olsaydınız ne yapardınız, cebinizi mi dikerdiniz yoksa daha fazla para mı koyardınız?
Avrupa Birliği(AB), enerjide strateji değiştirdi ve kendine yeni hedefler koydu. "Avrupa için Enerji Politikası" adını verdiği yeni politikasında birçok uzman ve özellikle de yeni üye devletlerin, AB'ye getirdiği enerjide stratejik düşünme eksikliği eleştirisi yanıtlanmaya çalışılıyor. AB bundan böyle ortak kurallara sahip, şeffaf ve rekabetçi bir enerji piyasası yaratmak ve üye ülkelerin enerji güvenliğini sağlamak için sınırlarının ötesinde de çalışmayı planladığını açıklıyor. Özellikle Rusya'ya olan doğalgaz bağımlılığının Hazar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi diğer enerji havzalarından karşılanmasında Türkiye'ye çok iş düşecek. Tartışmaya açık olan tam rekabetçi bir piyasa vurgusundan ulusal korumacılığa karşı bir dizi önlem çıkması da olası.
Yeni planlarda AB, yenilenebilir enerji kaynaklarından yana olan tavrını sürdürüyor. 2015 yılı için rüzgar, güneş ve biyokütle gibi kaynaklardan sağlanan pay yüzde 15, ulaşımda biyoyakıtların payı ise yüzde 8 olacak. Daha da önemlisi, yaklaşan küresel enerji krizine çözüm olabilecek en ciddi seçeneğin, enerjiyi verimli kullanmanın, oldukça iddialı bir hedefle AB'nin gündemine getirilmesi. Tüm talep artışı tahminlerine rağmen AB 2020 yılında yüzde 20 oranında daha az enerji harcamayı hedefliyor. Türkiye bu konuda çok zayıf. Sanayileşmiş ülkeler içinde enerjiyi en kötü kullanan ülkeler arasında başı çekiyor.
Önümüzdeki 15 yılda 128 milyar dolarlık enerji yatırımı planlayan, kendisini AB'ye hazırlayan Türkiye'de, bu rakamın ne kadarı enerji verimliliğine ya da yenilenebilir enerjiye yönlendirilecek bilen var mı? Bu konuda Türkiye'nin, AB'yle örtüşen net ve ayrıntılı bir hedefi var mı? Daha da basitleştirelim. Bugün kaç kamu binasında, okulda ya da hastanede verimli ampullerin kullanılması, izolasyonun arttırılması için bir kampanya yapıldı. Kaçında, ne oranda elektrik tüketiminde düşüş sağlandı? Türkiye enerji açığını sadece yeni santraller kurarak ve dünyadaki gelişmelere gözlerini kapayarak çözmeyi amaçlıyor. Elektrikte cebimiz delik; ürettiğimiz elektriğin yüzde 19'u kayıp ve kaçak olarak boşa gidiyor. Bu oran OECD içinde yüzde 5-6'larda. Siz olsaydınız ne yapardınız, cebinizi mi dikerdiniz yoksa daha fazla para mı koyardınız?
Edirne'deki taşkınlarda Bulgarların suçu yok
Edirne'deki taşkınların sorumluluğu muhalefet ve iktidar tarafından baraj kapaklarını açtığı söylenen Bulgaristan'a yüklenmişti. ERE Holding Yönetim Kurulu Başkanı Reşat Köymen ise sorunun Bulgaristan'dan değil, taşkınları önlemek için yapılan seddelerden kaynaklandığını söylüyor ve nihai çözümün uluslararası işbirliğiyle geleceğini söylüyor.
Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 25 Mart 2006
Edirne'de 40 bin hektar alanı su altında bırakan taşkınlardan bir hafta sonra suçun baraj kapaklarını açtıkları söylenen Bulgarlarda olmadığı tezi ağırlık kazandı. ERE Holding Yönetim Kurulu Başkanı Reşat Köymen'e göre Bulgarların barajlarının küçük olması nedeniyle suyu tutma şansları yok. Yapılacak işin taşkın seddelerinin bakımını yapmak ve nehir yataklarını yaz aylarında temizlemek olduğunu söyleyen Köymen, yapılması düşünülen Suakcağı Barajı'nın, çözüm olamayacağının altını çizdi. Devlet Su İşleri(DSİ)'de çözümün uluslararası işbirliğinden geçtiğinin altını çiziyor.
Enerji Bakanı Hilmi Güler ve CHP lideri Deniz Baykal'ın soruna çözüm olacağını söylediği Suakacağı Barajı'nın ancak 10 milyon metreküp su tutabileceğini belirten Köymen, "Taşkınlar sırasında bir günde 200, iki günde 400 milyon meterküp su, Edirne ve İpsala'dan geçti. Bu baraj, gelen suyun sadece 40'ta 1'ini tutabilir; taşkın yine olur" diyor. Yine, hem Köymen hem de DSİ yetkililerine göre daha büyük bir barajla daha fazla su tutmak da kolay değil. Meriç Nehri Türkiye'ye girdikten sonra düz akıyor ve Türkiye sınırlarında vadi olmamasından dolayı su tutulacak alan Bulgaristan'a kayıyor. Barajın rezervuar alanının Bulgaristan'da kalması 10 binlerce Bulgarın göç etmesi anlamına geliyor. Bu konuda yatırım kararı almadan önce iki ülkenin anlaşması şart. Yunanistan ile de benzer bir sorun Meriç boyunca yaşanıyor. Nehrin sınırı oluşturan bölgelerinde islah çalışması yapılması için iki ülke beraber hareket etmek zorunda.
Nehirlerin taşkına sebep olmadan Ege Denizi'ne ulaştırılması için var olan taşkın seddelerinin içinden akıtılmalarının önemine değinen Köymen, "Ancak, bu seddelerin her yıl bakım ve onarımlarının yapılması ve debinin düşük olduğu yaz-sonbahar aylarında yataklarda biriken rusubatın temizlenmesi gerekir. Bu rusubat çok kıymetli olan granüle malzemesidir ve temizlenmesi için gereken maliyet, malzemenin satışından karşılanabilir" diyor. Bu bakımlardan sorumlu olan DSİ Edirne Bölge Müdürlüğü sınırlarında 187 km.'lik seddeler var. DSİ yetkilileri, son taşkınlardan sonra İpsala'daki ana seddenin yıkıldığını, Kapıkule'deki seddenin de 100 metrelik bir kısmının hasar gördüğünü tespit etmiş. Onarım işlerini 1 hafta içerisinde bitireceklerini söyleyen yetkililer, Edirne'yi koruyan seddelerin bu büyüklükte bir taşkını koruyamadığını ve özellikle Karaağaç'ta seddeleri olmadığı için sorun yaşadıklarını söylüyor. Yapılması düşünülen Suakacağı Barajı'nın rezervuar alanının yüzde 80'i Bulgaristan sınırları içerisinde kalıyor diyen yetkililer, bu projenin hayata geçmesi için Bulgaristan'da yapılacak referandumdan "evet" kararının çıkmasının gerekli olduğunun altını çiziyor. Baraj soruna tam bir çözüm olmasa da, Edirne ve Bulgaristan arasındaki 2 bin hektarlık alanın taşkınını önleyebilecek.
Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 25 Mart 2006
Edirne'de 40 bin hektar alanı su altında bırakan taşkınlardan bir hafta sonra suçun baraj kapaklarını açtıkları söylenen Bulgarlarda olmadığı tezi ağırlık kazandı. ERE Holding Yönetim Kurulu Başkanı Reşat Köymen'e göre Bulgarların barajlarının küçük olması nedeniyle suyu tutma şansları yok. Yapılacak işin taşkın seddelerinin bakımını yapmak ve nehir yataklarını yaz aylarında temizlemek olduğunu söyleyen Köymen, yapılması düşünülen Suakcağı Barajı'nın, çözüm olamayacağının altını çizdi. Devlet Su İşleri(DSİ)'de çözümün uluslararası işbirliğinden geçtiğinin altını çiziyor.
Enerji Bakanı Hilmi Güler ve CHP lideri Deniz Baykal'ın soruna çözüm olacağını söylediği Suakacağı Barajı'nın ancak 10 milyon metreküp su tutabileceğini belirten Köymen, "Taşkınlar sırasında bir günde 200, iki günde 400 milyon meterküp su, Edirne ve İpsala'dan geçti. Bu baraj, gelen suyun sadece 40'ta 1'ini tutabilir; taşkın yine olur" diyor. Yine, hem Köymen hem de DSİ yetkililerine göre daha büyük bir barajla daha fazla su tutmak da kolay değil. Meriç Nehri Türkiye'ye girdikten sonra düz akıyor ve Türkiye sınırlarında vadi olmamasından dolayı su tutulacak alan Bulgaristan'a kayıyor. Barajın rezervuar alanının Bulgaristan'da kalması 10 binlerce Bulgarın göç etmesi anlamına geliyor. Bu konuda yatırım kararı almadan önce iki ülkenin anlaşması şart. Yunanistan ile de benzer bir sorun Meriç boyunca yaşanıyor. Nehrin sınırı oluşturan bölgelerinde islah çalışması yapılması için iki ülke beraber hareket etmek zorunda.
Nehirlerin taşkına sebep olmadan Ege Denizi'ne ulaştırılması için var olan taşkın seddelerinin içinden akıtılmalarının önemine değinen Köymen, "Ancak, bu seddelerin her yıl bakım ve onarımlarının yapılması ve debinin düşük olduğu yaz-sonbahar aylarında yataklarda biriken rusubatın temizlenmesi gerekir. Bu rusubat çok kıymetli olan granüle malzemesidir ve temizlenmesi için gereken maliyet, malzemenin satışından karşılanabilir" diyor. Bu bakımlardan sorumlu olan DSİ Edirne Bölge Müdürlüğü sınırlarında 187 km.'lik seddeler var. DSİ yetkilileri, son taşkınlardan sonra İpsala'daki ana seddenin yıkıldığını, Kapıkule'deki seddenin de 100 metrelik bir kısmının hasar gördüğünü tespit etmiş. Onarım işlerini 1 hafta içerisinde bitireceklerini söyleyen yetkililer, Edirne'yi koruyan seddelerin bu büyüklükte bir taşkını koruyamadığını ve özellikle Karaağaç'ta seddeleri olmadığı için sorun yaşadıklarını söylüyor. Yapılması düşünülen Suakacağı Barajı'nın rezervuar alanının yüzde 80'i Bulgaristan sınırları içerisinde kalıyor diyen yetkililer, bu projenin hayata geçmesi için Bulgaristan'da yapılacak referandumdan "evet" kararının çıkmasının gerekli olduğunun altını çiziyor. Baraj soruna tam bir çözüm olmasa da, Edirne ve Bulgaristan arasındaki 2 bin hektarlık alanın taşkınını önleyebilecek.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)