Özgür Gürbüz-Birgün/8 Nisan 2012
Türkiye ekonomisi 2011 yılında yüzde 8,5 oranında büyümüş! Ekonomi
gündeminin kuşkusuz en önemli maddesi, geçen hafta açıklanan büyüme
rakamıydı. Açıkça yazarsak, gayri safi yurtiçi hasılada (GSYH) 2010
yılına göre yüzde 8,5 oranında artış olmuş. Bu ne demek? Türkiye'de daha
çok mal ve hizmet üretilmiş demek. GSYH, bir ülkede üretilen mal ve
hizmetin para birimi üzerinden hesaplanmasıdır. Şimdi can alıcı sorumuzu
soralım. Siz büyüme rakamı yüksek çıktığında sevinenlerden misiniz
yoksa üzülenlerden mi? Ben üzülenlerdenim.
İNSAN ÖLDÜRMEK EKONOMİYİ BÜYÜTÜYOR
Büyüme rakamı üzerinden yapılan tartışmaları izledim. Hükümete yakın
ekonomistler bu büyümenin ayakları yere basan, sağlıklı; uzak duranlar
ise özellikle cari açık yüzünden kırılgan olduğunu söylüyorlar. Bence
iki taraf da yanılıyor. Her şeyden önce büyüme denen şey kocaman bir
yalan, kapitalist ekonomik sistemin yarattığı bu aldatıcı gösterge,
gerçek gelişme veya ilerleme adına hiçbir şey ifade etmiyor. Kapitalist
bir ekonominin büyümesi için ana kıstas mal ve hizmet ticaretinin
artması. Malın veya hizmetin ne olduğu önemli değil. Ağaç kesilip masa
yapılsa ekonomi büyüyor. Salgın hastalık olsa ilaç satışı arttığı için
yine ekonomi büyüyor.
Büyüme rakamına sevinenler için somut bir örnek verelim. Makine ve Kimya
Endüstrisi Kurumu (MKE) 2010 yılında 604 milyon liralık silah satışı
yapmış. Tüm parçaların yurt içinde imal edildiğini düşünürseniz bu
satış, o yılın ekonomisini 604 milyon lira değerinde büyütmüş demektir.
Sizce bu sevinilecek bir şey mi? Hasta mısınız siz? Hâlâ, “evet,
sevinilecek bir şey, ekonomi böyle bir şey” diyorsanız, sizi o
silahlarla öldürülen kişilerin yakınlarıyla tanıştırmak isterdim.
Bakalım sizinle aynı fikirdeler mi? Daha da trajik olan, bu silahlarla
öldürülen kişilerin bile ekonomiyi büyüttüğü gerçeği. Ölen her kişi için
satın alınan cenaze hizmetlerini düşünün, tabut masrafını, resmi
dairelerdeki işlemler için ödenen ücretleri veya mezar yeri parasını.
Bunların hepsi kapitalist ekonomik modelde büyüme hanesine yazılan artı
değerler. İşte bu kadar saçma bir rakamı kendimize pusula edinmiş
durumdayız.
GERGEDAN ÖLDÜRSEM EKONOMİ BÜYÜR MÜ?
Dünyada sadece insanlar yaşamıyor ama insanlar ekonomiyi 'büyütmek'
adına her şeye hükmetmeye çalışıyor. Bir de hayvanlar üzerinden örnek
verelim. Güney Afrika'da boynuzları için öldürülen gergedan sayısı
giderek artıyor. Siyah gergedanların soyu tükenmek üzere. Sadece 2011
yılında 448 adet gergedan, boynuzları için öldürüldü. Gergedan
boynuzları özellikle Asya ülkelerinde ilaç veya afrodizyak niyetine
satılıyor. 1800 yılında 1 milyon gergedanın yaşadığı tahmin ediliyordu
şimdi ise bu sayı 16 binlere kadar geriledi. 1989'da Çin'de gergedan
boynuzunun kilosu 7.400 dolardı. Şimdi ise soylarının tükenme
tehlikesine rağmen yarım kilosu 27 bin dolardan alıcı buluyor. Kaçak
avcılığın önlenmesi için boynuzların kontrollü bir şekilde kesilip
satılmasını önerenler bile var. Bu kabul edilirse satışlar kayıt altına
alınacak ve satılan her gergedan boynuzu ekonomiyi büyüten bir etken
haline gelecek. Harika değil mi? Bundan daha vahşi bir ekonomik gösterge
olabilir mi?
GSYH'nin artmasının, kaybedilen değerler (toprak, su, canlılar) toplam
veriden düşülmedikçe bir anlamı yok. GSYH yerine başka bir göstergeye
ihtiyacımız var. Önerilerden bir tanesi Gerçek İlerleme Göstergesi-GİG
(Geniune Progress Indicator). GİG'in yaratıcıları, GSYH'nin sadece
pazardaki aktivitelerin sayısal değerini hesapladığını, sosyal ve
ekolojik maliyeti dikkate almadığını söyleyerek medyadan politikacılara
kadar herkese, ekonomik büyüme rakamlarını kullanmama çağrısı yapıyor.
Yeşil ekonomiye yöneltilen, kapitalizmden ne kadar ayrı olduğunu açıkça
gösteremediği yönündeki eleştirilere katılıyorum ancak yeşil ekonominin
GİG gibi yeni kavramların yerleşmesi konusundaki çabaları da göz ardı
edilmemeli.
Büyüme meselesi sadece rakamlardan ibaret değil. Sosyal gelişmişlik
bence bir ülkenin gerçekten 'büyüdüğünü', ilerlediğini gösteren önemli
bir konu. Yine basit bir örnekle açıklayalım. 25 Mart 2012 tarihinde
Şili'de 7,1 büyüklüğünde bir deprem oldu. Çoğunuzun bu depremi
duymadığından eminim. Bir kişi bile ölmedi, bir tek binada ciddi hasar
yok. Dolayısıyla pek haber de olmadı. Deprem 200 bin kişilik Talca
kentinin 27 kilometre ötesindeydi. Bir gün sonra, ayın 26'sında Muş'ta
5,0 büyüklüğünde bir deprem oldu. Bir kişi ağır yaralandı, yedi ev yıkıldı
ve çöken ahırlar yüzünden hayvanlar öldü (telef oldu demiyorum). 2010
yılı verileriyle Türkiye, dünyanın en büyük 17. ekonomisi, Şili ise 43.
sırada. Türkiye “şu kadar büyüdü, böyle ilerledi” diyenler bu rakamlara
iyi baksınlar. Nüfusu çok olan bir ülkede otomobil de çok satılır.
Gerçek ilerleme ise, işe otomobille değil, metroyla gidip
gidemediğinizle ölçülür. Binlerce bina yaparak ekonomiyi büyütürsünüz
ama deprem olduğunda o binaların başınıza yıkılıp yıkılmadığına bakılır.
***
Özgür Üniversite Forumu'nun son sayısında ekonomik büyüme konusu ele
alınmıştı. Çok değerli makaleler var. Bu konuda daha detaylı bir yazım
forum.ozguruniversite.org adresinde bulunabilir.
14 Nisan Cumartesi günü Denizli Nükleer Karşıtı Platform'un
davetlisiyim. Nükleer santralların ekonomi ve güvenlik boyutunu
konuşacağız. TMMOB Makine Mühendisleri Odası Konferans Salonu'nda saat
14:00'te.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Nükleerkondu
Özgür Gürbüz-Birgün/1 Nisan 2012
Mersin’in Büyükeceli Beldesi’ne bağlı Akkuyu mevkiinde
kurulması düşünülen nükleer santral konusunda hükümetin ısrarı sürüyor. Geçen perşembe
günü Büyükeceli’de ÇED süreci kapsamında halkın katılımı toplantısı yapıldı. Olan
biteni Olgu Kundakçı Birgün’de detaylarıyla yazdı, ben de kendi gözlemlerimi
anlatayım. Toplantı nükleer karşıtlarının protestoları nedeniyle yapılamadı.
Saat 10’da başlaması gereken toplantıda sloganlar hiç dinmeyince oturumu
yönetenler yaklaşık 1,5 saat sonra ısrarlarından vazgeçtiler. Akkuyu NGS
A.Ş‘nin Rus yöneticileri kendilerini toplantı salonunun dışına zor attı. Bu
esnada ve daha öncesinde yaşanan tartışmalarda üç kişi gözaltına alındı. Santralde
iş sözü aldığı öne sürülen ve nükleer karşıtlarına toplantı öncesi, “Toplantıyı
engellemek isteyen kendini dışarıda bulur” diyen bir kişi de toplantının
başında dışarı çıkarıldı.
Halkın katılımı toplantısı protestolar nedeniyle yapılamadı. |
ÇED raporunu hazırlayacak Dokay adlı şirketin,
Bergama’daki altın madeninden, Gerze’deki termik santral projesine kadar nerede
çevreyi tehdit eden bir faaliyet varsa ona ÇED, yani Çevre Etki değerlendirme
raporu hazırladığını en başta söyleyelim. ÇED Başvuru Dosyası’nı okuduğumda ilk
izlenimim şu oldu. Bu nükleer santralden çok, herhangi bir fabrika için
hazırlanmış bir rapora benziyor. Herhalde Mersin’e gazoz fabrikası kurmak
isteseniz buna benzer bir dosya işle başvuru yapardınız. Yıllardır söylüyoruz,
Türkiye’de bırakın nükleer santralde çalışmış bir bilim insanı bulmayı, nükleer
santral görmüş mühendisleri biraraya toplasanız ancak bir otobüs dolar. Başvuru
Dosyası’nda binlerce yıl radyasyon yayan nükleer atıklar, kaza riski, kaza
sonrası alınacak önlemler adeta ‘es’ geçilmiş. Nükleer reaktörle ilgili tüm
teknik bilgiler de muhtemelen Rus şirketinin kendilerine sağladığı broşürlerden
‘kopyala-yapıştır’ metoduyla rapora eklenmiş.
Dosya eksikliklerle dolu, burada hepsini yazmak mümkün
değil. Sadece nükleer atık konusundan birkaç örnek vereyim. Sayfa 38’de,
“Hükümetlerarası Anlaşma’nın 12. maddesi uyarınca radyoaktif atıklarla ilgili
bilgiler Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin (NGS) teknik tasarımı kapsamında
hazırlanmakta olup, bu konudaki çalışmalar titizlikle sürdürülmektedir”
deniyor. Kısacası memlekete nükleer santral kurmaya heveslenen firmanın nükleer
atıklarla ilgili henüz bir planı yok! Yine aynı sayfada, “Atıklar devamlı
gözetim altında olacağı için herhangi bir çevresel etki beklenmemektedir”
deniyor. 240 bin yıl radyoaktif kalacak atıklar için çözümünüz bu mu? Başına
bir detektör ve bekçi mi koyacaksınız? Fukuşima’da gözlem altındaki atık
havuzunda olanları unuttunuz mu? Mersin’de deprem olsa, nükleer atıklardan
radyasyon sızmasını bakışlarınızla mı önleyeceksiniz? Dünyada atık sorununun
çözümü yok ama raporda sanki ‘mesele’ değilmiş gibi anlatılmış, sayfa 92’de
atıkların ‘bertaraf’ edileceği
yazılmış. Dünyada bir ilk, “Erke Dönengeci 2”.
Adeta bir nükleerkondu
kurmaya benzeyen bu girişimin toplantısı da farklı olmadı. Gülnar Kaymakamı,
“Bilgilenme hakkı önce burada yaşayanların hakkı” diyerek toplantıya sadece
Büyükeceli’den gelenleri almak istedi, dert aslında sadece nükleere evet
diyenleri içeri almaktı. Protestolar artınca bu istek gerçekleşmedi.
Bilgilendirme toplantısına gelenler didik didik arandı tabi Ruslar hariç.
Jandarma bölgesi olmasına rağmen çevik kuvvet beldeye getirildi. Avukatlar ve
halk bastırmasa toplantı nükleere evet diyen 20-30 köylüyle yapılacaktı.
Toplantı girişinde konuşma şansı yakaladığım Büyükeceli Belediye Başkanı Mehmet
Kale, aslında beldedeki halkın yüzde 80’inin nükleere karşı olduğunu ama çoğunun
korkudan ya da iş bulma umuduyla toplantıya gelmediğini söyledi.
Nükleer Karşıtı Platform üyelerinin baskısıyla
yapılamayan bu toplantı aslında bir formalite. Bu toplantının ve söz konusu ÇED
sürecinin bir “formalite” olduğu, 21 Mart Çarşamba günü Resmi gazete’de
yayımlanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzalı genelgeden anlaşıldı. Daha ÇED
süreci bile sonuçlanmamışken, söz konusu genelgede tüm kamu ve kuruluşlarına
projenin ivedilikle sonlandırılması için emir verildi. Genelgede, “Projenin gecikmeye mahal vermeden zamanında
tamamlanabilmesi için, kamu kurum ve kuruluşlarımızca her türlü iş ve işlemler
ivedilikle sonuçlandırılacaktır” emri vardı.
Türkiye’nin nükleer santrale ihtiyacı olmadığını
biliyorduk. ÇED süreci daha
başlangıcında bize gösteriyor ki, hükümetin ve yapımı üstlenecek şirket Akkuyu
NGS Elektrik Üretim A.Ş.’nin, Türkiye’de güvenli bir nükleer santral inşa etme,
inşaatı bağımsız denetime tabi tutma ve halkın fikrini almaya da niyeti yok. Zaten
çok riskli olan nükleer enerji santralinin, bu şartlarda adeta patlamaya hazır
bir bombaya benzediğini söylemek hiç de yanıltıcı olmaz. Kimse farkında değil
ama perşembe günü canı pahasına bilgilendirme toplantısını yaptırmayan o 500
kişi adeta nükleer bombanın üzerine yatarak belki de tüm Türkiye’yi ipten aldı.
Bir sonraki toplantıda 500 kişi 5 bin olmalı.
Atom santralinin ÇED'ine de hayır!
Yazı ve fotoğraflar: Özgür Gürbüz / 1 Nisan 2012
Kadın kamyon şoförü pek rastlanır şey değil, merak ettim; uyku da kaçıp gitti. O gün beldede pazar kuruluyormuş. Beldenin içinden geçen ana yol aynı zamanda pazar yeri. Kamyonu park eden kadın araçtan yine hızlıca indi. Eline aldığı çekiçle kasanın kapaklarını tutan zincirleri bir çırpıda özgürlüğüne kavuşturdu. Kamyonun içi patates çuvalları, kasa kasa meyve sebzeyle doluydu. Tek başına olduğunu farkeder farketmez indim, yardım ettim. Bazı kasalar o kadar ağırdı ki nasıl tek başına bu işi yaptığına hayret etmedim değil. Kamyondan malları indirirken bir yandan da sohbet ettik. “Protesto için mi geldiniz” dedi. “Evet” dedim. “Nükleer santral yapmak istiyorlar ya...” diye söze girdim ama çok da uzatmadım. Biliyordu zaten ne olup bittiğini. 40 yıldır orada yaşayan herkes bir lanet gibi beldenin üzerine çöken bu 'nükleer hikayeyi' çok iyi biliyordu. Aklı işinde, daha bildik bir dilde söylersek, geçim derdindeydi. Beldede nükleere evet diyen az sayıdaki halkın ana motivasyonu da buydu. Çoğu santralde iş bulma umudunda. Nükleer bir lanet çünkü bu tehlike bölgede oldukça orada halkın faydalanacağı, para kazanacağı uzun vadeli hiçbir işe girişilmiyor. Örneğin, enfes koylara sahip beldede turizm gelişemiyor. Nükleer santralin yanıbaşında denize girecek kadar 'akıllı' turist olmayacağı için yıllardır bölgeye yatırım yapan yok. Tarım da aynı kaderi paylaşıyor. Nükleer santral kurma planları Büyükeceli'nin hayatını kararttı. Bölgeye ilk gidişim 1995, o gün bugündür sorun aynı. Yine de halkın büyük çoğunluğu atoma hayır diyor. Belediye Başkanı Mehmet Kale'ye göre atomu istemeyenlerin oranı yüzde 80. Medya ise hep o halihazırda santralde çalışanları ya da iş bulma umudunda olanları gösteriyor. Ana akımın yüreği kara, bildik hikayey. Büyükeceli'nin kurtuluşu nükleer santral planlarının bir daha geri gelmeyecek şekilde iptal edilmesinde yatıyor. Aksi takdirde Büyükecelili için bir gelecekten söz etmek mümkün değil.
HER ŞEY YÖNETMELİKTE YAZMAZ
Saat 10'da başlayacak Halkı Bilgilendirme Toplantısı öncesi Büyükeceli Beldesi'ndeki düğün salonu önünde toplanılmaya başlandı. Jandarma barikat kurmuş, nükleer santral kurmak isteyen Akkuyu NGS adlı Rus Rosatom'un şirketi ise düğün salonu önüne dev ekran koydurtmuştu. İçeri giremeyenlere canlı yayın yapmaya hazırlanmışlar. Süreç pek de şirketin umduğu gibi gitmeyince canlı yayın falan kalmadı tabi. Yine de ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Önce toplantıya nükleer karşıtlarını almamaya çalıştılar. Jandarma komutanı ve emniyet yetkilileri, salona sadece 1. dereceden etkilenen köylülerin alınacağını söylediler. Kıyamet koptu tabi. Gülnar Kaymakamı, “Bilgi edinme hakkı burada yaşayanların hakkı” dedi. Nükleer karşıtları bu garip isteklere, “Köylü kentli ayrımı yapılamaz, bu yaptığınız yönetmeliklere aykırı” şeklinde yanıt verdi. Bir emniyet görevlisinin bu karşı çıkışa, “Her şey yönetmelikte yazmaz” yanıtını vediğini duydum. Çevreciler geri adım atmadı, ısrar ettiler ve uzunca bir mücadelenin sonunda salona girmeyi başardılar. Yarım saatlik itiş kakış ve bağırışmalar güvenlik görevlilerini yıldırdı. Zaten söyledikleri hukuki değildi. Nükleer santral kuracaksın ama bunun etkisini sadece 4 kilometre ötesinde yaşayanlara soracaksın. Olur mu öyle şey? Gören de gazoz fabrikası kurulduğunu sanır. Gerçi hazırlanan ÇED raporu da bu mantığın hakim olduğu bir rapor. Şirket ve hükümet, Kıbrıs'tan Karadeniz'e kadar herkesin fikrini almak zorunda. Nükleer santralde kaza olursa bundan tüm Türkiye ve çevresindeki ülkeler etkilenecek. Tek tek her ilde ve komşu ülkelerde halkı bilgilendirme toplantısı yapılması şart.
Toplantıya giriş hakkını zorla da olsa alan nükleer karşıtları bu defa da arama engeliyle karşılaştılar. Bozuk paralar toplatıldı, çakmaklar alındı. Kadınlar iç çamaşırlarına kadar arandı. Gazetecileri bile aradılar. İlginçtir, toplantı salnundaki VIP koltuklarında yerini çoktan almış olan Rus şirketin yetkilileri ve çevreci olmayan projelere ÇED raporu hazırlama konusunda ün yapmış Dokay'ın çalışanları bu arama işkencesinden geçirilmedi. Rusya'ya vize kalktı diye müjde veren Başbakan Erdoğan'ın, kendi vatandaşlarına Akkuyu'da nasıl 'vize' konduğunu ve Rus şirketin nasıl el üstünde tutulduğunu görmesini isterdim. Gerçi, biliyordur ya...
SALONU ZOR TERKETTİLER
Yetkili bir emniyetçiye, “Toplantı salonu kaç kişilik” diye sordum. 300 dedi. İşte o salon doldu, dışarıda da bir o kadar kişi kaldı. Toplantının başladığını söylemek çok zor ama oturum başkanı mikrofona, “ses, bir-iki” dahi demeden nükleer yandaşı Büyükecelilerden biri, “Toplantıyı engellemek isteyen kendini dışarıda bulur” diye bir tehdit savurdu. Nükleer karşıtlarının tepkisi sonuç verdi ve bu kişi toplantı salonundan çıkarıldı. Çevre Bakanlığı İl Müdür Vekili Ahmet Taş, ÇED Genel Müdürü Osman Öztürk, Mersin Vali Yardımcısı Ahmet Şahin, Akkuyu NGS ve Dokay yetkilileri söz alacaktı ancak alamadı. Nükleer karşıtları en az 1,5 saat boyunca sloganlar atarak toplantının yapılmasını engelledi. Toplantı sırasında bazı tartışmalar da yaşandı, bir kişi gözaltına alındı. Özel koruma ve sivil polislerin kurduğu barikatın arkasında, nükleer santralin ne kadar 'çevreci' olduğunu anlatmaya hazırlanan bir masa dolusu yetkili bir süre sonra pes etti. Toplantıda mikrofonu ve kürsüyü ele geçiren çevreciler, toplantının meşru olmadığını ilan ettiler. Nükleer Karşıtı Platform üyeleri Sabahat Aslan ve Erhan Karaçay (aynı zamanda EMO Yönetim Kurulu Üyesi) türünü tarif edemeyeceğim bir tiyatro oyununa benzeyen bu gösteriyi sonlandırdı. Daha sonra Osman Öztürk toplantının protestolar nedeniyle iptal edildiğini açıkladı. Rus uzmanlar bu kararın ardından hemen salonu terk etmeye başladı. Protestolar arttı, kapıda yığılma oldu. Şirket yetkilileri kendilerini dışarı zor attılar desem abartmış olmam. Yerlerinde olmak istemezdim.
TUTANAK SAVAŞI
Ardından tutanak için mücadele başladı. Tutanakta toplantının yapılamadığının yazılmasını isteyen nükleer karşıtları ısrarcıydı. Halkı bilgilendirme toplantısını yapanlar ise tabiri caizse biraz 'uyanık'. Tutanak tutmadan toplantıyı terkedip, çevrecilerden habersiz kendilerine göre bir tutanak hazırladılar ve toplantının yapıldığını yazdılar. Toplantının “t” si yapılamadı aslında. Bunun haberini alan nükleer karşıtları tutanağın peşine düştü. Salondan çıkmayı reddettiler. Israr sonucu sırra kadem basan meşhur tutanak ortaya çıktı. Toplantıya katılan halkın imzası bile olmayan tutanakta protestolar nedeniyle toplantının iptal edildiğinin yazıldığı görüldü. Yine de tutanağın gerisi doğruları anlatmadığı için işi sağlama almak isteyen hukukçular, Barolar Birliği'ne ayrı bir tutanak hazırlayarak gönderdiler. Büyükeceli'de adına 'toplantı' denilebilecek bir şey olmadı. Videolar, fotoğraflar ve ilgili haberler gerçeği gösteriyor. Devlet halkına her şeyden önce doğruları anlatmalı.
Son mücadele de Jandarma Karakolu önünde oldu. Gözaltına alınan iki kişi bırakılana kadar karakolun kapısı önünde bekleyen eylemciler, arkadaşlarının serbest bırakılmasından sonra konuşmalarla eylemi sonlandırdı. Akkuyu'da ilk golü nükleer karşıtları attı ama maç henüz bitmedi.
Büyükeceli'ye vardığımızda güneş daha yeni doğmaya başlamıştı. Uykusuz geçen yolculuktan sonra niyetim minübüste en azından bir saat olsun uyumaktı. Akkuyu mevkinde kurulmak istenen nükleer santral nedeniyle yapılacak halkı bilgilendirme toplantısına daha üç saat vardı. Nükleer karşıtlarının bazıları bir gün önceden Büyükeceli'ye gelmiş, gece boyunca yöre halkıyla sohbet etmişti. Daha rahat uyumak için minübüsün ilk sırasındaki koltuğa yerleştim. Gözlerim kapanmadan önce önümüzde park etmeye çalışan kamyonu gördüm. Antalya-Mersin karayolundan beldeye giren ana yolun girişindeki dar ve alçak kaldırıma yanaşmaya çalışıyordu. Kamyondan şalvarlı, başörtülü bir kadın indi. Orta yaşta ve oldukça çevikti. Yanaşmaya çalıştığı kaldırıma baktı. Birkaç deneme sonrası ilerideki kahvenin sahibi duruma el koydu. O da kadın şoförden çok başarılı değildi ama kamyonu kaldırıma iyice yanaştırdılar.
Kadın kamyon şoförü pek rastlanır şey değil, merak ettim; uyku da kaçıp gitti. O gün beldede pazar kuruluyormuş. Beldenin içinden geçen ana yol aynı zamanda pazar yeri. Kamyonu park eden kadın araçtan yine hızlıca indi. Eline aldığı çekiçle kasanın kapaklarını tutan zincirleri bir çırpıda özgürlüğüne kavuşturdu. Kamyonun içi patates çuvalları, kasa kasa meyve sebzeyle doluydu. Tek başına olduğunu farkeder farketmez indim, yardım ettim. Bazı kasalar o kadar ağırdı ki nasıl tek başına bu işi yaptığına hayret etmedim değil. Kamyondan malları indirirken bir yandan da sohbet ettik. “Protesto için mi geldiniz” dedi. “Evet” dedim. “Nükleer santral yapmak istiyorlar ya...” diye söze girdim ama çok da uzatmadım. Biliyordu zaten ne olup bittiğini. 40 yıldır orada yaşayan herkes bir lanet gibi beldenin üzerine çöken bu 'nükleer hikayeyi' çok iyi biliyordu. Aklı işinde, daha bildik bir dilde söylersek, geçim derdindeydi. Beldede nükleere evet diyen az sayıdaki halkın ana motivasyonu da buydu. Çoğu santralde iş bulma umudunda. Nükleer bir lanet çünkü bu tehlike bölgede oldukça orada halkın faydalanacağı, para kazanacağı uzun vadeli hiçbir işe girişilmiyor. Örneğin, enfes koylara sahip beldede turizm gelişemiyor. Nükleer santralin yanıbaşında denize girecek kadar 'akıllı' turist olmayacağı için yıllardır bölgeye yatırım yapan yok. Tarım da aynı kaderi paylaşıyor. Nükleer santral kurma planları Büyükeceli'nin hayatını kararttı. Bölgeye ilk gidişim 1995, o gün bugündür sorun aynı. Yine de halkın büyük çoğunluğu atoma hayır diyor. Belediye Başkanı Mehmet Kale'ye göre atomu istemeyenlerin oranı yüzde 80. Medya ise hep o halihazırda santralde çalışanları ya da iş bulma umudunda olanları gösteriyor. Ana akımın yüreği kara, bildik hikayey. Büyükeceli'nin kurtuluşu nükleer santral planlarının bir daha geri gelmeyecek şekilde iptal edilmesinde yatıyor. Aksi takdirde Büyükecelili için bir gelecekten söz etmek mümkün değil.
HER ŞEY YÖNETMELİKTE YAZMAZ
Saat 10'da başlayacak Halkı Bilgilendirme Toplantısı öncesi Büyükeceli Beldesi'ndeki düğün salonu önünde toplanılmaya başlandı. Jandarma barikat kurmuş, nükleer santral kurmak isteyen Akkuyu NGS adlı Rus Rosatom'un şirketi ise düğün salonu önüne dev ekran koydurtmuştu. İçeri giremeyenlere canlı yayın yapmaya hazırlanmışlar. Süreç pek de şirketin umduğu gibi gitmeyince canlı yayın falan kalmadı tabi. Yine de ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Önce toplantıya nükleer karşıtlarını almamaya çalıştılar. Jandarma komutanı ve emniyet yetkilileri, salona sadece 1. dereceden etkilenen köylülerin alınacağını söylediler. Kıyamet koptu tabi. Gülnar Kaymakamı, “Bilgi edinme hakkı burada yaşayanların hakkı” dedi. Nükleer karşıtları bu garip isteklere, “Köylü kentli ayrımı yapılamaz, bu yaptığınız yönetmeliklere aykırı” şeklinde yanıt verdi. Bir emniyet görevlisinin bu karşı çıkışa, “Her şey yönetmelikte yazmaz” yanıtını vediğini duydum. Çevreciler geri adım atmadı, ısrar ettiler ve uzunca bir mücadelenin sonunda salona girmeyi başardılar. Yarım saatlik itiş kakış ve bağırışmalar güvenlik görevlilerini yıldırdı. Zaten söyledikleri hukuki değildi. Nükleer santral kuracaksın ama bunun etkisini sadece 4 kilometre ötesinde yaşayanlara soracaksın. Olur mu öyle şey? Gören de gazoz fabrikası kurulduğunu sanır. Gerçi hazırlanan ÇED raporu da bu mantığın hakim olduğu bir rapor. Şirket ve hükümet, Kıbrıs'tan Karadeniz'e kadar herkesin fikrini almak zorunda. Nükleer santralde kaza olursa bundan tüm Türkiye ve çevresindeki ülkeler etkilenecek. Tek tek her ilde ve komşu ülkelerde halkı bilgilendirme toplantısı yapılması şart.
Toplantıya giriş hakkını zorla da olsa alan nükleer karşıtları bu defa da arama engeliyle karşılaştılar. Bozuk paralar toplatıldı, çakmaklar alındı. Kadınlar iç çamaşırlarına kadar arandı. Gazetecileri bile aradılar. İlginçtir, toplantı salnundaki VIP koltuklarında yerini çoktan almış olan Rus şirketin yetkilileri ve çevreci olmayan projelere ÇED raporu hazırlama konusunda ün yapmış Dokay'ın çalışanları bu arama işkencesinden geçirilmedi. Rusya'ya vize kalktı diye müjde veren Başbakan Erdoğan'ın, kendi vatandaşlarına Akkuyu'da nasıl 'vize' konduğunu ve Rus şirketin nasıl el üstünde tutulduğunu görmesini isterdim. Gerçi, biliyordur ya...
SALONU ZOR TERKETTİLER
Yetkili bir emniyetçiye, “Toplantı salonu kaç kişilik” diye sordum. 300 dedi. İşte o salon doldu, dışarıda da bir o kadar kişi kaldı. Toplantının başladığını söylemek çok zor ama oturum başkanı mikrofona, “ses, bir-iki” dahi demeden nükleer yandaşı Büyükecelilerden biri, “Toplantıyı engellemek isteyen kendini dışarıda bulur” diye bir tehdit savurdu. Nükleer karşıtlarının tepkisi sonuç verdi ve bu kişi toplantı salonundan çıkarıldı. Çevre Bakanlığı İl Müdür Vekili Ahmet Taş, ÇED Genel Müdürü Osman Öztürk, Mersin Vali Yardımcısı Ahmet Şahin, Akkuyu NGS ve Dokay yetkilileri söz alacaktı ancak alamadı. Nükleer karşıtları en az 1,5 saat boyunca sloganlar atarak toplantının yapılmasını engelledi. Toplantı sırasında bazı tartışmalar da yaşandı, bir kişi gözaltına alındı. Özel koruma ve sivil polislerin kurduğu barikatın arkasında, nükleer santralin ne kadar 'çevreci' olduğunu anlatmaya hazırlanan bir masa dolusu yetkili bir süre sonra pes etti. Toplantıda mikrofonu ve kürsüyü ele geçiren çevreciler, toplantının meşru olmadığını ilan ettiler. Nükleer Karşıtı Platform üyeleri Sabahat Aslan ve Erhan Karaçay (aynı zamanda EMO Yönetim Kurulu Üyesi) türünü tarif edemeyeceğim bir tiyatro oyununa benzeyen bu gösteriyi sonlandırdı. Daha sonra Osman Öztürk toplantının protestolar nedeniyle iptal edildiğini açıkladı. Rus uzmanlar bu kararın ardından hemen salonu terk etmeye başladı. Protestolar arttı, kapıda yığılma oldu. Şirket yetkilileri kendilerini dışarı zor attılar desem abartmış olmam. Yerlerinde olmak istemezdim.
TUTANAK SAVAŞI
Ardından tutanak için mücadele başladı. Tutanakta toplantının yapılamadığının yazılmasını isteyen nükleer karşıtları ısrarcıydı. Halkı bilgilendirme toplantısını yapanlar ise tabiri caizse biraz 'uyanık'. Tutanak tutmadan toplantıyı terkedip, çevrecilerden habersiz kendilerine göre bir tutanak hazırladılar ve toplantının yapıldığını yazdılar. Toplantının “t” si yapılamadı aslında. Bunun haberini alan nükleer karşıtları tutanağın peşine düştü. Salondan çıkmayı reddettiler. Israr sonucu sırra kadem basan meşhur tutanak ortaya çıktı. Toplantıya katılan halkın imzası bile olmayan tutanakta protestolar nedeniyle toplantının iptal edildiğinin yazıldığı görüldü. Yine de tutanağın gerisi doğruları anlatmadığı için işi sağlama almak isteyen hukukçular, Barolar Birliği'ne ayrı bir tutanak hazırlayarak gönderdiler. Büyükeceli'de adına 'toplantı' denilebilecek bir şey olmadı. Videolar, fotoğraflar ve ilgili haberler gerçeği gösteriyor. Devlet halkına her şeyden önce doğruları anlatmalı.
Son mücadele de Jandarma Karakolu önünde oldu. Gözaltına alınan iki kişi bırakılana kadar karakolun kapısı önünde bekleyen eylemciler, arkadaşlarının serbest bırakılmasından sonra konuşmalarla eylemi sonlandırdı. Akkuyu'da ilk golü nükleer karşıtları attı ama maç henüz bitmedi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)