Özgür Gürbüz-BirGün Gazetesi / 20 Mart 2011
Benim bir başbakanım vardı. O başbakan ki, Davos'ta göstermelikte olsa, İsrail Cumhurbaşkanı'na meydan okumuş, koskoca toplantıyı yarıda terk etmişti. Kızdığı nokta, insanların hunharca öldürülmesiydi. Mesele insan hayatı olunca “van minüt”ü çeker, arkasına bile bakmadan giderdi.
Benim bir başbakanım vardı, 12 Eylül'de idam edilenler için gözyaşlarını tutamazdı(!) “Gençlerin ölümü, anaların gözyaşı, babaların yürek sızısı” için oy avcılığına karşı çıkardı. Ahmet Kaya'yı düşünür ağlardı. Ancak bu defa öyle olmadı, benim başbakanıma bir haller oldu. Japonya'da dünya tarihinin en büyük nükleer (teknoloji/endüstriyel) kazalarından biri sonucu evlerinde, sokakta ölümü bekleyen binlerce insana başbakan kayıtsız kaldı. Nükleer santral patlamaz, çatlamaz diyen sözde bilim adamlarına inanan ve Japonya'daki dehşeti görünce kandırıldığını anlayan Türkiye'deki insanlar Başbakan Erdoğan'ın, Medvedev'e resti çekip memlekete gelmesini beklediler. Rusya'da Medvedev'e “Van Münit” deyip, Rusya'yla yapılan radyasyon pazarlığından kalkacağını sandılar. Binlerce Mersinli, Antalyalı, Konyalı, “bizim için insan hayatı her şeyden önce gelir, bu anlaşma burada biter” diyecek cesarette bir başbakan aradı ama bulamadı. Başbakan, “tüp” dedi, “kozmetik” dedi ama “insan” demedi; “yaşam” hiç demedi. “İhale” dedi, “enerji” dedi ama “radyasyon” demedi. “Kuş, börtü-böcek” hiç demedi.
Nükleer yalanlar
Nükleer enerji dünyanın hemen hemen her yerinde yalanlarla dolanlarla anılır. Çernobil kazasının günlerce halktan saklanmasıyla başlayan yalanlar zinciri, nükleer santrallerin hiç seragazı salmadıklarıyla ve ucuz olduklarıyla devam eder. Nükleer santrallerin uçak düşmesine, depreme, kasırgaya, bombalara, ine, cine dayanıklı olduğu masalları da bunları izler. Öyle fütursuzca söylenir ki bu yalanlar, enerji bakanı Taner Yıldız örneğinde olduğu gibi, söyleyenin bile inandığından şüphe edersiniz. Aralık 2010'da Japonya'ya nükleer santral bakmaya giden Yıldız'ın, depreme dayanıklı santraller yaptıkları için Sinop'ta Japonları tercih ettiklerini söylediğini unutmayın. Yıldız, kazadan hemen sonra Japonya'yı örnek gösterdiğini unuttu. Bu defa, Fukuşima'daki santralin birinci nesil olduğunu söyledi, biz üçüncü neslini yapacağız dedi. Üçüncü nesil santrallerin böyle bir depremi sağlam atlacaklarına dair elde bir tecrübe var mıydı? Yoktu tabii. Rusların Akkuyu'ya yapacağı VVER-1200 tipi reaktörün dünya üzerinde denenmiş olmadığından, Japonlar depreme dayanıklı santral yapıyorsa neden Mersin'in Ruslara teslim edildiğinden bahsetmedi. Mersin üvey evlat mıydı? Değilse neydi?
Depremsiz de kaza olur
Ecemiş, Pozantı fay hatları Akkuyu'nun burnunun dibinden geçmiyor muydu? Kaldı ki, nükleer santralde kaza sadece depremle olmuyor. Japonya'da ilk kez bu denli büyük bir kaza deprem ve süprüntü (tsunami) dalgası nedeniyle meydana geldi. Çernobil'de, Üç Mil Adası'nda, Forsmark'ta, Sellafield'de de nükleer kazalar oldu ancak deprem yoktu. Nükleer taraftarlarının, ancak bu büyüklükte bir deprem olursa kaza olur, o da zaten Türkiye'de olmaz oyununa düşmemek lazım. Bakan Yıldız bu sorulara yanıt vermedi, sadece, “yapacağız da yapacağız” dedi ve diyor.
Türkiye nükleer lobinin can simidi
Nükleerin depreme dayanıklı olduğu yalanı, Çernobil'den sonra bir daha patlamayacağı, sızmayacağı, çalışanların ve güvenlik sistemlerinin hata yapmayacağı safsataları tarihin kara sayfalarında böylece yerini alırken, ülkemizde politikacılarla işbirliği etmişçesine bazı bilim adamları da nükleeri aklama çalışmalarına televizyon kanallarında, gazetelerde devam ettiler. Almanya'da nükleer lobiye yakın duran sağ koalisyon pes etti, İsviçre'de, Amerika'da nükleer taraftarları sesi kesildi ama ne gariptir ki, nükleer enerji konusunda yerli bir sanayisi daha olmayan Türkiye, tüm dünyada zor duruma düşen nükleer endüstrinin sözcülüğüne soyundu. Nükleer santralin ucuz olduğunun hikaye olduğu da zaten Rusların verdiği fiyatlar ortaya çıkınca anlaşılmıştı. Teknolojisi, yakıtı dışarıdan gelecek bir santralin yerli kaynak sayılamayacağı apaçık ortadayken bu bile iddia edildi. Nükleerciler, binlerce yıl radyoaktif kalan nükleer atıkların tüm dünyada depolandığı tek bir yer yokken bu sorunları çözeriz demekten de vazgeçmediler. Aynı, depreme dayanıklı santraller yapacaklarını iddia ettikleri gibi. Bu yalan da ortaya çıktı. Peki, geriye ne kaldı?
Türkiye elektriksiz kalır mı?
Geriye, Türkiye'nin nükleer santral kurmazsa elektriksiz kalacağı yalanından başka bir şey kalmadı. Bu iddia teknik olarak doğru olmadığı gibi, mantıksız da. Eğer Türkiye'nin rüzgar, güneş, jeotermal, biyokütle, hidroelektrik gibi yeri kaynakları kendine yetmiyorsa zaten bu ülkenin kapısına kilit vurup gitmek gerek. Bu doğru olsaydı, artan enerji talebini geriye kalan tek seçenek nükleerle karşılamak için şu anda yüzlerce reaktör kurmaya başlamamız gerekirdi. Buna Türkiye'nin ne maddi gücü yeter ne de fiziksel koşulları izin verir. Kaldı ki, Türkiye'nin enerji talebi sadece elektrikten ibaret değil. Isıtmayı, dünyanın en pahalı ısınma aracı elektrikle yapmayacağınıza göre, sadece elektrik üreten nükleer santrallerle bu işi kotarmak mümkün değildir. Türkiye'de ithal edilen doğalgazın neredeyse yarısı ısınma ve sanayide kullanılırken nükleer santralleri doğalgazın yerine geçecek diye pazarlayamazsınız.
Temiz enerji potansiyelimiz
Türkiye'de yenilenebilir enerji kaynakları yetersizdir de diyemezsiniz. Bugünkü teknolojilerle, konvansiyonel yolla üretilen elektrik enerjisi maliyetlerine yakın elektrik enerjisi üretilebilecek bölgeleri dikkate alsak bile ülkemizin toplam güneş enerjisi potansiyeli 380 milyar kilovatsaatin (kWs) üzerindedir. 2010 ülke tüketimi ise 209 milyar kilovatsaat. Dalga geçilen dalga enerjisi potansiyeli 15-20 teravatsaatleri bulur. Enerji Bakanlığı bile bugün hayata geçirilebilecek ekonomik rüzgar kurulu gücünün potansiyelini 48 bin megavat olarak veriyor ki, bugün Türkiye'nin tüm santrallerinin kurulu gücü 50 bin megavat civarındadır. Türkiye'de bugün elektrik üretiminin yüzde 5'ini üretecek ve 5 milyon konutu ısıtacak jeotermal potansiyeli var. Ve daha da önemlisi Türkiye enerjisini oldukça kötü kullanan bir ülke olduğu için çok ciddi bir enerji tasarrufu potansiyeline sahip.
AKP iktidarı enerji yoğunluğunu düşüremedi
Bugün Türkiye'de Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'ya (GSYİH) 1000 avroluk ek getirmek için 245 kilogram petrole eş değer enerji harcamak gerekirken, Almanya'da bu rakam 151, İsviçre'de 88 kilogram kadar. Burada daha da trajik olan, AKP iktidarının başladığı 2002 ylında 1000 avroluk GSYİH için 259 kilograma eş enerji harcarken 2008 yılına gelindiğinde bu miktar sadece 245'e gerilemiştir. Halbuki aynı süre zarfında enerjiyi verimli kullanma çalışmalarını hızlandıran Yunanistan 1000 avroluk GSYİH için harcanan enerji miktarını 200 kilogramdan 169'a, Portekiz 201'den 188'e ve İspanya 194'ten 176'ya indirmeyi başarmıştır. AKP hükümeti bırakın yüzde 18'lerdeki kayıp-kaçak oranını OECD ortalaması yüzde 7'lere çekmeyi, enerjiyi akıllı kullanma konusunda Avrupa ortalamasının bile gerisinde kalmıştır. Özetle, İsviçre aynı masayı Türkiye'den yaklaşık 3 kat daha az enerji harcayarak üretebilmektedir. Enerjide dışa bağımlılıktan durmadan şikayet eden ve enerji aynaklı cari açıktan yakınan bir hükümetin, bu konuda harekete geçmemesi, üstüne üstelik nükleeri çözüm diye sunması manidardır. Bir o kadar da inandırıcı değildir.
Nükleer kazaya karşı sigorta poliçesi var mı?
Unutmayın, evinizdeki mutfak tüpünün patlamasına karşı, tüm maddi ve manevi hasarı sigortalayabilirsiniz ancak Akkuyu veya Sinop'ta gerçekleşecek bir nükleer kazaya karşı, ne o bölgedeki tarım arazilerini, ne her yıl alınacak hasadın bedelini, ne boşalacak turistik tesislerin zararlarını, ne işsiz kalacak insanların maaşlarını ve daha da korkuncu oradaki tüm canlıların yaşamlarını sigortalayacak tek bir sigorta şirketi bulamazsınız. Zaten hazine de böyle bir sigorta poliçesinin yıllık prim bedelini ödeyemez, ülke nükleer kazayı beklemeden ekonomik çöküntüye uğrar. Kısacası bu memlekete nükleer tüp kurmanın oluru, bu ısrarın da akla ve mantığa dayanan bir nedeni yoktur, neden başkadır.