Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi/29 Haziran 2012
Birleşmiş Milletler Yeryüzü Zirvesi 20 yıl aradan sonra yeniden Brezilya'nın Rio kentinde yapıldı. 20 yıl önceki zirvede yepyeni bir kavramla tanışmıştık: 'Sürdürülebilir kalkınma'. 1992 yılındaki Rio Zirvesi sürdürülebilir kalkınmadan bahsediyordu ama sorunun çözümü için formül çok daha önce Roma Kulübü (Club of Rome) tarafından ortaya atılmıştı. Rio'dan tam 20 yıl önce, dünyaca ünlü üst düzey bürokrat ve bilim insanlarının kurduğu Roma Kulübü hastalığın adını doğru tarif etmişti. Büyüme denen hastalık gezegeni ve üzerinde yaşayan canlıları tehdit ediyordu. 1972 yılında Roma Kulübü'nün çok ses getiren raporunun adı, 'Büyümenin Sınırları'ydı (The Limits of Growth).
Bu rapordan 20 yıl sonra, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından düzenlenen, onlarca sivil toplum örgütü ve hükümetler tarafından desteklenen 1992 Rio Zirvesi'nin, belki de bileşenlerinin bağımsız düşünürler kadar özgür olamamasından dolayı büyümeye sınır koymayı telaffüz etmek yerine sadece “sürdürülebilir büyüme” diyebilmesi manidardı. Özetlersek, bu söylem şu anlama geliyordu: “Büyüme kaçınılmaz ancak fabrikaları kurarken ağaç kesmemeye dikkat et, kesersen de yerine yenilerini dikmeyi unutma”. Kesilen ağaçların ormanın bir parçası olduğu, dikilen fidanlarınsa orman olması için yıllara ihtiyaç duyulduğu unutulmuştu. Sürdürülebilir kalkınma denen kavram yaşam pahasına da olsa büyümeyi sorgulamayadığı için bir süre sonra 'bildiğini okumayı sürdürmenin' ta kendisi oldu.
BALIKLARIN %32'SİNİN SOYU TÜKENMEK ÜZERE
1992 yılındaki korkaklığın bedeli ağır oldu. 20 yıl kaybedildi. Bu 20 yıl boyunca onlarca tür yok oldu; su, toprak ve hava kirletildi. 1996 yılında insan faaliyetleri tarafından tehdit edilen hayvan türü sayısı 5 bin 205'ti. Sadece sekiz yıl sonra bu rakam 7 bin 266'ya çıktı*. Bugün, kayıt altına alınmış memelilerin yüzde 21'i, kuşların yüzde 12'si, sürüngenlerin yüzde 28'i, amfibilerin yüzde 30'u ve balıkların yüzde 32'si soylarının tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya**. Tüm bu örneklerin aralarında insanın da dahil olduğu tüm canlıların yaşamını tehdit ettiğini herhalde ayrıca açıklamaya gerek yok.
ÖNCE YAŞAM SONRA KALKINMA
Bu yılki zirvenin yıldızı 'yeşil ekonomi'nin sonu da sürdürülebilir kalkınma gibi olabilir. Son yıllarda sıkça konuşulmaya başlanan yeşil ekonomi kavramı 'yanlış anlaşılma' ve 'yanlış anlatılmaya' açık. Yeşil ekonominin yaşamı, büyüme ve kalkınmanın önünde tutan özüne vurgu yapılmazsa, 2012 zirvesinin 1992'den bir farkı kalmayacak. 2012'deki Rio+20 zirvesinin sonuç metnine baktığınızda tam da bunu görüyorsunuz. Sonuç metni her şeyden önce yeşil ekonomiyi sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğu azaltma kavramlarıyla birlikte değerlendirerek kalkınmacı mantığa yeşil ışık yakıyor. Daha sonra sürdürülebilir kalkınmaya her ülkenin farklı yöntem, yaklaşım ve modellerden ulaşabileceğini belirterek binbir türlü bahaneye zemin hazırlıyor. Yani hem kalkınacaksınız, hem yoksulluğu azaltacaksınız hem de ekosistemi koruyacaksınız. Bu üç hedef gelişme yönündeki ülkeler için bir yol haritası çizebilir. Aynı zamanda gelişmiş ülkelerin refah seviyesinde küresel bir denge sağlanması için teknoloji ve sermaye transferine olabak sağlaması ve ekonomilerinde planlı bir daralmayı göze almaları gerekir. Dünyanın sınırlı kaynakları bugün herkesin bir Amerikalı gibi yaşamasına olanak vermiyor. Gelişmiş ve çok tüketen devletlerin bugünkü durumu sürdürmelerine karşı çıkmaz, bu konuda bir şey söylemezseniz dünyanın sınırlarını zorlamaya devam edersiniz. 40 yıl önce Roma Kulübü sınırsız büyümenin mümkün olmadığını söylemişti. Haklıydılar. O tarihte küresel ısınmadan bile bahsedilmiyordu. Bugün küresel ısınma yaşadığımız çevre sorunlarının sadece bir tanesi. Yapılacak en büyük hata bugünden sonra sürdürülebilir yaşam yerine sürdürülebilir kalkınmada ısrar etmek olur.
ÇOCUKLARINIZ MI CİPİNİZ Mİ DAHA ÖNEMLİ?
Sonuç metninde, yeşil ekonominin sınırlarının sert kurallarla çizilmemesini istediklerini açık açık yazmışlar. İtirazım yok. Bu esneklik zaten yeşil ekonomiyi farklı yapan yegane unsur. Sistem değişikliği öneriyor ama kısa sürede gerçekleşecek bir devrimden bahsetmiyor. Elektrik üretimini yenilenebilir enerji kaynaklarıyla sağlayarak hem talebi karşılıyor hem de istihdamı arttırabiliyor. Evlerin çatılarına kurulabilen güneş panelleriyle, enerji verimliliği ve küçük toplulukların sahip olabildiği mütevazi rüzgar türbinleriyle aslında enerji gibi büyük sermayeye sahip oyuncuların kontrolündeki bir sektöre daha az sermayeli yeni oyuncuların katılmasına fırsat veriyor. Doğanın sömürüsü üzerinden elde edilen karın karşısında olduğu için hem yokoluşu yavaşlatıyor hem de bu amaca hizmet eden kar odaklı teknoloji yerine daha emek yoğun seçenekleri ortaya atıyor. Bu, yeşil ekonominin istihdamı arttırma araçlarından biri. Bir başkası da çalışma saatlerinin düşürülmesi. Yeşil ekonominin temel prensipleri arasında refahı toplumun her kesimine yayma var. Haftalık çalışma saatlerini düşürerek iş paylaşımına ve istihdam artışına destek veriliyor. Çok iyi gelir getiren bir işe sahip kişinin gelirinin bölüşülmesi ancak bu yolla sağlanabilir. Bu kişi, 40 değil 30 saat çalışsa da temel ihtiyaçlarını sağlayacak geliri elde eder, kalan saatlerde çalışan diğer kişi de işsiz kalmadığı gibi onun gelir seviyesine yaklaşır veya yakalar. Mütevazi bir gelir lüks tüketim malları için değil, temel ihtiyaç ürünleri için tüketilir ve gereksiz üretim önlenerek doğal kaynakların korunması sağlanabilir. Çalışma saatinin düşürülmesi sosyal refahı ve bireysel mutluluğu da arttırır. Ailesine, çocuklarına ve sevdiklerine daha uzun zaman ayırabilen sosyal insan gezegene yeniden döner. Daha uzun tatiller ve yavaşlayan hayat beraberinde tüketimin dolayısıyla yokoluşun hızını düşürür. Tüm bunların yaşam kalitesini yükselttiğini de gözden kaçırmamak lazım. Son model bir cipe binmeyi, haftada altı gün çalışıp çocuğunuzun yüzünü görmemeye tercih ediyorsanız o başka tabi! Bu gibi tedbirlerden bahsetmeden yeşil ekonomiden bahsetmek mümkün değil.
Avrupa'da rüzgar enerjisi sektöründe çalışan işçi sayısı ve gelecek yıllara ait tahminler:
BİR MİLYAR İNSAN AÇ
Bu gibi örneklerin radikal olduğunu düşünenler varsa şu 'radikal gerçekleri bir kez daha hatırlasın. Gezegenin sınırlarını zorladığımız için her geçen karşımıza çıkan ekonomik krizler onlarca sosyal sorunu da beraberinde getiriyor. 2007 yılında 178 milyon insan dünyada işsizken, 2009'da bu rakam 205 milyona çıktı. Özellikle gelişme yönündeki ülkelerde milyonlarca insan sosyal korumların da eksikliğiyle zor duruma düştü. Son ekonomik kriz yüzünden aşırı derecede sefalet içine düşen insan sayısının 47 ile 84 milyon arasında olduğu tahmin ediliyor***. Dünya Tarım Teşkilatı (FAO) 2009'da aç yaşayan insanların sayısının tarihte ilk kez 1 milyarın üzerine çıktığını açıkladı.
Unutmayın, yeşil ekonomi zenginlerin satın alabildiği ürünleri yeşil paketlere koymak için değil, yoksulların yaşamlarını makul bir seviyede sürdürebilmeleri amacıyla o ürünleri paylaştırmak ve doğadaki tüm canlıların yaşam hakkına sahip çıkmak için var.
*The World Conservation Union-Species Survival Comission
**Vital Signs 2011, Worldwatch.
***The Global Social Crisis, UN, 2011.