Özgür Gürbüz-Birgün/5 Şubat 2012
İstanbul'daki Rumelikavağı Su Ürünleri Kooperatifi Başkanı Ahmet
Aslan'ın bir başka balıkçı tarafından kurşunlanması, Türkiye'nin garip
ve saçmalıklarla dolu gündeminde kendisine birkaç gün de olsa yer
bulabildi. Mahkemece kesinleşmemiş iddialara göre Ahmet Aslan, trolle
avlanan bir balıkçıyı uyardığı için kurşunlandı ve sol gözünü kaybetti.
Gazete ve televizyonlar olaya birkaç gün ilgi gösterdi. Daha sonra
gereksiz muhabbetlerimize geri döndük. Başbakan'ın yazar Paul Auster'a
ne dediğini her kanalda en az 10 defa dinledik. Paul Auster'a laf
yetiştirmek için vakit bulabilen Başbakanımız bu hafta da balık mafyası,
bireysel silahlanma, otopark mafyası, kaçak tersane, sigortasız işçi,
genleri değiştirilmiş gıdalar ve bunun gibi hayat memat meselelerine
dair kayda değer bir şey söylemedi. Üçüncü dünya ülkelerinin liderleri
bile artık böyle değil. Dindar olsan ne yazar, çocukları umreye
göndersen neye yarar? Balık bitti, kel göründü...
Gelelim asıl meselemize. Dünyadaki balık rezervlerinin yüzde 80'i ya yok
oldu ya da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Geri kalan yüzde 20'lik
bölüm, şimdilik, aşırı avlanmadan uzak ve balıkların yeniden üremesine
imkân veriyor. Sadece yüzde 20'sinde!
Akdeniz'de aşırı avlanma yüzde 82
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü'ne (FAO) göre 2009 yılında
dünyada balık üretimi 145 milyon tonu geçecek. Bu rakamın 55,1 milyon
tonu yetiştiriliyor. Geri kalan 90 milyon tonu ise avlanıyor.
Rezervlerin yüzde 80'i tehlike altında olunca fabrikasyon üretimin yolu
açılıyor. Yüzde 80’i için tehlike altında dediğime bakmayın, bir bölümü
çoktan yok oldu, bitti. Halihazırda dünyadaki balık rezervlerinin yüzde
28'i tükenmiş veya tükenmeye çok yakın rezerv konumunda. Yüzde 52'sinde
ise avlanma sürdürülebilirlik sınırlarını zorluyor. Bizim buralarda,
Akdeniz'de, aşırı avlanma oranı ise yüzde 82. Ölmüşüz ama ağlayanımız
yok.
Çevre açısından baktığımızda durum tam bir facia. Tüketim toplumu ve
beraberinde öğretilen para hırsı, insanın geleceği ve diğer canlıları
düşünmeden doğanın dengesini bozmasına neden oluyor. Sadece balıkçılıkta
değil her yerde karşımıza çıkan bir sorun bu. İnsanların bir yıl içinde
tükettiği doğal kaynakları ve bıraktıkları atıkların yükünün doğa
tarafından sindirilmesi için gezegenin 1,5 yıla ihtiyacı var. Yani, şu
andaki yaşam tarzımızla her yıl 1,5 dünyanın sağlayabileceği doğal
kaynağı tüketiyoruz; açıkçası cepten yiyoruz.
Sofralarımıza gelen balıkların 100 milyon tonu denizlerden, 45 milyon
tonu ise iç sulardan geliyor. Yakalanan balıkların yüzde 80'ini insanlar
yiyor. Geri kalanı ise hayvan yemi ve balık yağı üretimi için
kullanılıyor. Hayvansal protein talebinin karşılanmasında gelişme
yönündeki ülkelerde balığın rolü büyük. Kuzey ve Orta Amerika'da
hayvansal protein talebinin yüzde 7,6'sı, Avrupa'da yüzde 11'i,
Afrika'da yüzde 19'u ve Asya'da yüzde 21'i balıktan karşılanıyor.
Balıkçılıktan geçinenlerin çoğu kadın
İşin bir de sosyal boyutu var. Balıkçılık, avcılıktan işlenmesine kadar
dünyada toplam 170 milyon kişiye iş sağlıyor. Bunların yarısından
fazlası ise kadın. Avcılıkta değil ama işleme kısmında hep onlar var.
Balık stoklarının tükenmesi, iş bulma şansı erkeklerden daha az olan
kadınların hayatlarını daha fazla etkileyecek. Balıkçıların yüzde 85'i
de Asya'da. Balık bittikçe, işsizlik ve yoksulluk artacak. Stokların
azalması, balık fiyatlarının artmasına neden olacak ve mafyanın ilgisini
bu alana daha fazla çekecek. Türkiye'de olduğu gibi şiddet olayları
artacak.
Biliyorum ciddi yasal önlemler alınmaz, kontroller arttırılmazsa bu yazı
trolcüleri durdurmaya yetmeyecek. Onlar avlar ama satamazlarsa, yani
siz almazsanız iş değişir. Çocuklarımız balık görebilsin diye gözünü
feda eden balıkçı sizi çinekop yemekten alıkoyamıyorsa bir de şu
yazacaklarımı okuyun. 2008 yılında Sabah gazetesinde çalışırken özel bir
haber hazırlamıştım. İstanbul’un tanınmış dört suşi restoranından
aldığımız örnekleri İstanbul Üniversitesi İleri Analizler
Laboratuarı’nda kontrol ettirmiştik. Suşi yapımında kullanılan ton
balıklarının üçünde beklenen değerlerin üstünde arsenik, birinde ise
balıklarda kabul edilebilir miktarın altı katından fazla cıva tespit
edilmişti. Nedeni her gün denize bıraktığımız milyonlarca ton atık.
Belki bu, “gelecek kuşaklardan bana ne” diyenleri biraz olsun
düşündürür.
Hamsinin kafası
Bu kadar karamsarlık yeter, yazıya bir fıkra ile nokta koyalım. Bizim
balıkçı Temel bir gün trene binmiş karşısına da bir Kayserili oturmuş.
Bir süre sonra Temel çantasından bir paket hamsi çıkarmış ve yemeye
başlamış. Kayserili dayanamamış, Temel'e “Parası neyse vereyim biraz da
bana hamsi ver” demiş. Temel kabul etmiş ama hamsiler de çok değil.
“Bak, bu balığın en yararlı tarafı kafasıdır, zihni açar. Ver bana 100
lira kafalarını sana vereyim” diye teklifte bulunmuş. Kayserili kabul
etmiş, etmiş ama bir süre sonra kazık yediğini de anlamış ve Temel'e
çıkışmış. Temel hemen yanıtlamış: “Uy gözünü sevdiğimin hamsisi, nasıl
da çalıştırdı kafanı”.
Ey bu gidişata dur demeyenler. Yakında değil balığın kafası, kılçığını
zor bulacaksınız. O zaman kafayı çalıştırsanız da boş, çalıştırmasanız
da...
1 yorum:
Hamsinin kafasını da, senin kafanı da çok seviyorum :)
Yorum Gönder