Artan enerji talebi, Ukrayna kriziyle yüzünü gösteren Gazprom İmparatorluğu ve herkesin korkulu rüyası küresel ısınma Avrupa’yı harekete geçirdi. Uzmanlar hem artan talebi karşılayacak, hem küresel ısınmayı yavaşlatacak ve hem de enerji güvenliğini sağlayacak mucizevi formülün peşine düştüler.
Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 3 Şubat 2007
İngiltere’nin güneyinde, kameralarla korunan, sanki konuşulanları kimsenin duymaması için etrafında tarla ve ağaçlardan başka bir şey barındırmayan eski bir malikane kapılarını Avrupa’nın dört bir yanından gelen 51 katılımcıya açtı. İçeri giren üst düzey bürokratlar, büyük şirketlerin ve sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ile akademisyenler 3 gün boyunca Avrupa’nın enerji güvenliği sorununu tartışmak üzere bu malikaneye adeta hapsedildi.
Çözüm için enerji verimliliğinden başka bir uzlaşma ortaya çıkmasa da enerji güvenliği tartışmalarında Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığı, küresel ısınma konusunda Çin ve Hindistan’ın da Amerika gibi bir tehdit haline gelmesi, nükleer enerjide ise İran’la bütünleştirilen nükleer silahların yayılması sonucu ortak sorunlar olarak dile getirildi. Bütün bu sorunlar ayrı ayrı başlıklar altında masaya yatırıldı ve çözüm önerileri tartışıldı.
En temel sorun yüksek talep artışı
Uluslararası Enerji Ajansı (UEA) 2006 yılında hazırladığı World Energy Outlook raporunda, 2004 yılında 11 milyar 204 milyon TEP (Ton edeğeri petrol) olan enerji talebinin 2030’da 17 milyar tonu geçeceğini belirtmişti. Bunun Çincesi, her hafta açılışı yapılan bir kömür santrali. 2004’te 1 milyar TEP olan Çin’in talebi 2030’da 2 milyarı geçecek. Dünyanın toplam talebinin yaklaşık dokuzda biri Çin’den gelecek. Hindistan’ın enerji talebi de benzer bir artış hızıyla 1 milyar 100 milyon TEP’i geçecek. Çin’de elektrik üretiminde kömürün payı yüzde 61, Hindistan’da ise yüzde 70 olacak. İşte sadece bu iki ülkenin artışları bile küresel ısınmayı durdurma konusunda elini taşın altına koymuş Avrupa’nın canını sıkmaya yetiyor. Üstüne kişi başına düşen emisyonları Çin’den fazla olan Avustralya ve ABD’yi de eklerseniz Avrupa yatağa bile düşebilir.
Gazprom imparatorluğu
Bunun üstüne kendi talep artışları ve giderek artan oranda tek bir ülkeye, Rusya’ya, olan bağımlılıkları ise toplantıda da tartışmalara yol açıyor. Bundan 15 yıl sonra hemen hemen her tür enerji formatında AB dışarıya el açmak zorunda kalacak. Aslan payı halihazırda Avrupa’nın gaz tedarikinin yüzde 27’sini sağlayan Rusya’da olacağa benziyor. Aslında Rusya yıllardır Avrupa’ya gaz sağlıyor ve geçen yıl meydana gelen Ukrayna krizi dışında ciddi bir krizde yaşanmamış. Artan talebi karşılayarak daha çok kar etmek isteyen Ruslar daha çok petrol ve gaz çıkarmak için yatırım yapmak istiyor. Yatırımları garantilemek için de Avrupa’dan uzun dönemli alım anlaşmalarına imza atmalarını.
Avrupa ise bu kaynaklara kendi firmalarının ulaşmasını sağlayacak bir serbest piyasa oluşturulmasını istiyor. Bu sayede sermaye sahibi Avrupa firmaları işin başında olacak ve Gazprom’un tekeli kırılacak. Yemek ve kahve molalarında Rusya ve AB temsilcilerinin masadan birbirlerine öfkelenerek hiddetle kalktığını görmek oldukça şaşırtıcı. AB, Gazprom’dan daha ucuz gaz ve liberal piyasa koşullarında ticaret istiyor. Son yıllardaki en iyi ekonomik dönemlere imza atan Rusya ise bu başarının ardında yatan enerji kaynaklarının kontrolünü Rus şirketlerde tutmakta ve ucuz fiyata gaz satmamakta kararlı. Rusya ürettiği gazın üçte birini, petrolün ise üçte ikisini dışarıya satıyor. Bir konuşmacının da belirttiği gibi Rusya’nın tekelci kimliğinden çok Avrupa’yı rahatsız eden onun kontrol edilemeyecek kadar güçlü bir ülke olması belki de. Kimse, Suudi Arabistan’ın petrol tekelinden rahatsız görünmüyor örneğin.
Talebi karşılayacak yeterli kaynak var mı?
Talebi karşılayacak kaynak var mı? Bu sorunun yanıtı evet ama kullanmaya kalkarsanız insan yaşamının devam edip edemeyeceği bir tartışma konusu. Bilinen petrol rezervleri için 40, doğalgaz için 67, kömür içinse 160 yıl ömür biçiliyor. Yalnız talebi tüm bu fosil yakıtlarla karşılarsanız 2020’de 1990 yılına göre en az yüzde 30, 2050’de ise yüzde 80 azaltılması gereken seragazları tavan yapıyor. Küresel ısınma yüzünden fosil yakıtları kullanmak mümkün gözükmüyor ancak özellikle büyük enerji şirketlerinin desteklediği bir formül her şeyi değiştirebilir. Karbon gömme (Carbon sequestration) teknolojisi ile gaz ve petrol yatakları küresel ısınmaya yol açan CO2 ile doldurulacak. Örneğin çıkarılan doğalgazın içindeki karbondioksit ayrıştırılarak atmosfere bırakılmadan yeraltına verilecek. Ek maliyet gerektiren bu işlemin kısa zamanda hayata geçeceği konusunda uzmanlar hemfikir gibi gözüküyor.
Bu tekniğin gerçekleşmesi Ocak 2005'te başlayan ve 14 milyar euroluk işlem hacmini bulan karbon borsasında temiz karbon hisselerinin göstereceği performansa bağlı. Bunun için, 4 eurolara kadar düşmüş olan karbondioksitin tonunun 20-25 eurolara ulaşması gerek. O zaman firmalar, atmosfere saldıkları karbondioksit miktarını kendilerine verilen kotalara çekmek için karbon borsası aracılığıyla temiz hisse almayacak. Bunun yerine daha ucuza malolacak karbon gömme teknolojisine geçecekler. Durumun ümitsizliğinden olsa gerek birkaç yıl önce bu yönteme kuşkuyla bakan çevrecilerin de sesi pek duyulmuyor artık. Özellikle kömür yataklarını tekrar ön plana çıkarmak isteyen ABD’de bu konuda ciddi hazırlıklar var. Bir katılımcıya göre, bu teknoloji gelişirse 2050’ye kadar 5000 Terevatsaat elektrik kömür santrallerinden elde edilebilir.
Enerji verimliliği şart
Karbon gömme teknolojisine olan ilgiye bakıp çözümün yine fosil yakıtlarda yattığını sanmak aslında bir yanılgı olur. Karbon gömme yöntemi hayata geçirilirse birçok ülke başta kendi kömür kaynaklarını kullanarak dışa bağımlılığı azaltacak ve sera gazı salımı yapmayacak. Toplantıdaki gerçek konsensus enerjinin daha verimli kullanılması yönündeydi. Hemen hemen her konuşmacı birinci öncelik olarak enerji verimliliğinden bahsetti. Bu alanda üç farklı oyuncuya görev düşüyor. Yasalarla verimliliği artıracak, enerji yoğunluğunu azaltacak siyasi otoriteler, bu konuda acilen bilinçlenmesi ve elini taşın altına koyması gereken halk ve enerji verimli teknolojileri üreterek kar etmeyi öğrenecek bir endüstri. Yenilenebilir enerji kaynakları da talep artışını karşılamak için kullanılacak ve prim yapmaya devam edecek. Zaten toplantıda en az itirazın olduğu konulardan biri de buydu. AB birkaç ay önceyi çıtayı yeniden yükselterek yenilenebilir enerji kaynaklarının payını 2020’de yüzde 20’ye çıkarmayı kendine hedef koydu.
Fosil yakıtlar
Birçok gelişmiş ülkede seragazlarını düşürmede ve dışa bağımlılıkta petrol büyük rol oynuyor. Fiyattaki dalgalanmalar da herkesi derinden etkiliyor. ABD’de yıllar sonra petrol tüketimi azalmış. Tüm ülkelerde hibrid arabalar ön plana çıkıyor. Arazi araçlarını ise daha fazla vergiler bekliyor. Tüm bunlara rağmen ulaşım kaynaklı sera gazlarını düşürmek en zor iş gibi gözüküyor. Gaz ısınmada da kullanıldığı için ayrı bir yerde duruyor ancak elektrik üretiminde kömür ile birlikte kaderleri hem karbon gömme teknolojisindeki hem de yenilenebilir enerji kaynaklarında ki maliyetlere bağlı. Gaz depoloma ise garanti açısından gerekli ama pahalı bir seçenek olarak değerlendiriliyor. Tankerlerle istenilen bölgeye götürülebildiği için LNG‘nin yıldızı da parlayacak. Tek bir boru hattından tek bir ülkeye bağlı Avrupa bu yolla, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan da gaz sağlamayı umuyor. Yine de enerji verimliliğiyle talep artışı düşürülemezse çevresel sorunlardan savaşlara kadar birçok problemin ortaya çıkacağını toplantının sonuçları arasına kaydetmek lazım.
Nükleer enerji geri dönecek mi?
Fosil yakıtlara göre daha az karbondioksit ürettiği için Avrupa’da yeniden hararetle tartışılmaya başlanan nükleer enerji konusu toplantının en çok farklı görüşe sahip tartışmalarından biri oldu. Nükleer enerjinin, Üç Mil Adası ve Çernobil kazalarından sonra gözden düştüğünü belirten bir katılımcı, yaşlanan nükleer santraller sayesinde kurulu nükleer gücün düşüşe geçtiğini belirtti. Yeni santraller yapılmaz, Belçika, Almanya ve İsveç gibi ülkeler kapatma kararlarını değiştirmezlerse 2015’te 400 gigavatı bulacak kurulu güç 2035’te 100 gigavata kadar inebilir. Asya’dan gelep talep sinyalleri bu düşüşü yukarıya doğru çıkartmaya tek başına yetmeyecek gibi görünüyor. Avrupa 15’te hala Finlandiya ve Fransa dışında nükleere sıcak bakan ülke olmaması, Amerika’nın kömüre yönelmesi endüstriyi düşündürüyor. Nükleer seçeneği tekrar gündeme getiren Tony Blair’in ülkesinde bile milletvekillerinin yüzde 36’sı nükleeri desteklerken yüzde 41’i karşı görüşte. Nükleer enerji taraftarı bir katılımcıya göre nükleer atıklar, yüksek ilk yatırım maliyeti, IV. jenerasyon reaktörler, kamuoyu baskısı, terör tehlikesi ve küresel ısınmanın ne kadar ciddiye alınacağı konularındaki gelişmeler nükleerin geleceğini belirleyecek.
Wilton Park Konferansları
Tarihi 1946 yılına dayanan Wilton Park konferansları, Londra’dan güneye, Brighton’a inen yolda 16. yüzyıldan kalma bir malikanede yapılıyor. II. Dünya Savaşı sonrasında Winston Chuchill’in, biraz da Almanya deneyiminden yola çıkarak, Avrupa’da demokrasiyi geliştirmek için ortaya attığı bir fikir olarak doğdu. Proje Wilton Park adındaki bir malikanede hayat buldu. 1948 yılında Dışişleri Bakanlığı altında akademik olarak bağımsız olarak faaliyetlerini sürdürmeye başlayan Wilton Park, 1951 yılından bu yana “Batı Sussex”deki yeni evi olan Wiston House’da her yıl onlarca toplantıya ev sahipliği yapmakta. Katılımcıların büyük bir çoğunluğu dışişleri ve diğer bakanlık temsilcilerinden oluşuyor. Akademisyenler, iş dünyasından üst düzey temsilciler, sivil toplum örgütleri, milletvekilleri ve az sayıda medya mensubu da toplantılara katılabiliyor.
Chatham House kuralları geçerli
Wilton Park toplantılarında, aksi belirtilmediği takdirde tüm konuşmacıların kimlikleri oda içerisinde kalıyor. Katılımcılar buradaki bilgileri istedikleri gibi paylaşabiliyorlar ancak bilginin kaynağını, alıntı yaptıkları kişinin ismini söyleme hakları yok. 1920 yılında benzer amaçlarla kurulan ve uluslararası sorunların tartışıldığı “Chatham House”dan ismini alarak “Chatham House Kuralları” olarak bilinen bu yapı sayesinde katılımcılar, daha rahat görüşlerini dile getirebiliyor ve tartışmalar daha büyük bir açıklıkla yapılabiliyor.
Jonathan Stern
Oxford Enerji Araştırmaları Enstitüsü, Gaz Bölümü Direktörü
Hazar gazının Türkiye'den Avrupa’ya gelmesi çok zor
Hazar gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya gelmesi uzun dönemde 2010’lı yılların sonunda gerçekleşebilecek. Bu aslında oldukça eski bir fikir ve gerçekleşmesi çok zor. Birinci neden anahtar ülke olarak düşünülen İran’ın konumu. Artık birçok kişi İran’ın güvenli bir tedarikçi olmadığını düşünüyor. İranlılar da gazı, boru hatlarıyla satmak yerine LNG olarak satmayı planlıyor. Kazakistan ve Türkmenistan gibi ülkeler de gazı Rusya’ya ve ondan da karlısı Çin’e ihraç ederek daha fazla kar elde edebiliyorlar. Kısaca Hazar’dan gelecek ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak olan gazın rekabet şansı çok az. Ayrıca enerji güvenliği anlamında bu ülkelerin Rusya’dan daha güvenli olacakları konusu da belirsizliğini koruyor.
Avrupa probleminin giderek artan oranda dışa bağımlı olmak olduğunu sanıyor. Asıl problem dışa bağımlı olduğunuz ülkelerle Avrupa’nın ilişkisi. İyi politik ilişkileriniz yoksa iyi enerji ilişkileriniz de olamaz. Biz giderek LNG dünyasına doğru ilerliyoruz. Eğer fiyat Amerika’da pahalıysa Kuzey Afrika’dan gaz alabileceksiniz. Avrupa’nın sıkıntısı boru hatlarıyla alabileceği gazın sadece Rusya’dan geliyor olması. Gelecek 10 yıl içinde buna rakip olabilecek tek yer Kuzey Afrika.
Keith Parker
Nükleer Endüstri Birliği CEO
Nükleerde rönesans yok ama ilgide bir canlanma var
Nükleer rönesans sanırım biraz fazla iddialı bir terim. Kuşkusuz nükleer enerjiye olan ilgide bir canlanma görülüyor. Üç Mil Adası kazasından sonra Amerika’da, Çernobil’den sonra ise İtalya, İsveç ve Almanya’nın da nükleerden vazgeçme kararlarıyla Avrupa’da nükleer enerji konusunda bir yavaşlama yaşandı ve durma noktasına geldi. 10 yıl önce de bir canlanmadan bahsetmek zordu. Şimdi ise iklim değişikliği ve enerji güvenliği sorunlarından ötürü insanlar nükleeri yeniden tartışıyor. Fransa ve Finlandiya dışında fazla sipariş görmediğimiz doğru. İngiltere’de de özel sektörün nükleer santral yapması ve sökümü üstlenmesi konuşuluyor. Daha önce liberal bir piyasada nükleer santral inşa edilmediği için zorluklar var. Küresel bakarsak Asya’da daha çok sipariş görebiliyoruz. Çin’de Westinghouse 4 yeni sipariş aldı. Ancak nükleerin Çin’de büyük bir rol oynayacağını düşünmüyorum çünkü çok miktarda hidroelektrik ve kömür kaynakları var.
Nükleer enerji için yönetmelikler çok önemli. İngiltere’den örnek verirsem; şu andaki tüm reaktörler kamu tarafından yapıldı. Uzun süren planlama işlemleri ve santraller inşa halindeyken bile değişen yönetmeliklerle karşılaşıldı. Bu nedenle devamlı ek işlerle karşılaşıldı. Özel sektör için riski daha aza indirecek yeni bir planlama süreci, yasalar ve nükleer atık konusu çok önemli. Atıkların idare edilmesi çok uzun yıllar gerektiriyor, firmalardan bu sorumluluğu alması beklenemez. Firmaların bu konuda yardımda bulunmaları önerilebilir. Maliyetler içinde atıkların payı %5 kadar ama bir sosyal sorun olduğu kesin. Halka bu konuda bir tazminat ödenebilir. Yeni jenerasyon reaktörlerin çabuk ve ucuza inşa edilmesi daha az atık üretmesi gerekecek. Artık nükleer enerjinin maliyetini daha net anlaşıldığını düşünüyorum. Koskoca bir ilk yatırım maliyeti var. Eğer inşa sırasında problemler, bir gecikme yaşanırsa maliyetler ciddi şekilde artabilir. Bu yüzden planlama ve lisanslama gibi aşamalara çok önem verilmeli ki bu sırada bir duraklama yaşanmasın. Yatırımcılar pazar koşullarını net bir biçimde görmezlerse ya da karbon gömme gibi teknikler hayata geçerse başka kaynaklar arasında bir ticari seçim yapacaklar. Yakıt maliyeti nükleerin maliyeti içinde küçük bir paya sahip. Uranyum fiyatları arttı ama yapılan hesaplar eski madenlerin de çalıştırılması halinde günümüzdeki kapasiteye 40 ila 60 yıl kadar yetecek.
İran’ın neden nükleer enerji programına sahip olmak istediği üzerine büyük şüpheler var. İran buna hakkı olduğunu söylüyor, Batı için de biz de var ama sen yapamazsın demek zor. Bu büyük bir güvenlik ve politik sorunu. Tartışma ve diplomasının rol oynaması gerektiğini düşünüyorum. İran’ın üstüne giden yönetimlerin sonuç vereceğini düşünmüyorum. Nükleer silah probleminin uluslararası güvenlik usulleriyle halledilmemesi halinde nükleer enerjinin gelişmesinin önünde de problem olacağını düşünüyorum.
Yurdakul Yiğitgüden
Enerji Bakanlığı eski Müsteşarı - Danışman
Türkiye enerji köprüsü olma yolunda hız kesmemeli
Türkiye Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakereleri yapması ve İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’na imza atmış olması nedeniyle iklim değişikliği konusunda alınan tedbirlerde ortak olma veya ilerisi için hazırlanmakla yükümlü. Aslında Türkiye neler yapılacağına dair, örneğin enerji verimliliği gibi bazı işaretler verdi. Ama artık hedefler belirleyip bu hedeflere nasıl ulaşılacağını belirten politikaları belirlemek gerekiyor. Bu konferansta da belirtildiği gibi hükümetler piyasaların nasıl işleyeceğini belirten çerçeveleri belirlemekle yükümlü ancak piyasaya müdahale etmemeliler. Bizde piyasa ekonomisine geçişte bir yavaşlama yaşandı. Elektrik fiyatlarını yukarıdan önlemlerle biryerlerde tutma anlayışı ileride mutlaka bazı sorunlar doğurur. Burada arz güvenliği tartışmalarında konuşulan en önemli sorun Avrupa’nın tek bir ağızdan konuşamaması sorunu. AB içinde konuyla ilgili farklı komisyon ve birimler var, ortak bir politika belirlenmesi konusu
Türkiye üzerinden boru hatlarının Avrupa’ya ulaşması için son birkaç yılda AB’den büyük destek geldi. 90’lı yılların sonunda böyle bir destek yoktu. Türkiye biz Avrupa’nın enerji köprüsüyüz derken bunun gereklerini de yerine getirmeli. Hazar’dan Türkiye’ye gelecek gaz konusunda liderliği üstlenmek ve pazarlıkları sürdürmek zorunda. Hiç kimse BTC sürecinde Türkiye’nin “ağır abi”yi oynayarak hedefe ulaştığını sanmasın. Türkiye’nin geçiş ülkesi olma konusunda çabalarını hızlandırması gerekir. Türkiye’ye ümit bağlamış yabancı kuruluşlarda son aylarda bu momentumun kaybedilmesi sonucu doğan bir ümitsizlik var.