Türkiye’nin nadir element ihtiyacı tartışılır

Özgür Gürbüz-BirGün / 23 Ekim 2025

Foto: Dominik Vanyi on Unsplash
Eskişehir Beylikova’da 694 milyon ton nadir toprak elementi olduğu ilk olarak 2022 yılında açıklanmıştı. Üç yıl sonra CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in bu elementlerin ABD’ye verileceği iddiaları nadir toprak elementlerini yeniden gündeme getirdi. Yüksek teknoloji ürünlerinde, enerji sektörü ve savaş aletlerinde kullanılan bu elementlere kayıtsız kalmak mümkün değil. Türkiye’nin ihtiyacı ise tartışılır.

Nadir element ithalatımızın tutarı 2015 yılında 1 milyon 180 bin dolarmış (MTA, 2017). 2019 yılında bu rakam 2 milyon 629 bin dolara çıkmış. 2019 ithalatının 1 milyon dolarlık kısmı Çin Halk Cumhuriyeti’nden yapılmış (Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı verileri). Çin’den sonra değer açısından en çok ithalatı Hindistan ve Avusturya’dan yapmışız. Ticaret Bakanlığı’nın halka açık 2024 yılı ithalat verileri nadir elementleri detaylandırılmasa da ilgili kalemden geçen yılki ithalatın 2019 seviyesinin de altında olduğunu tahmin ediyoruz.

Yılda 20 makam arabası parası verdiğimiz bu madenleri ithal etmiyoruz çünkü kullanıldığı yüksek teknoloji, enerji, silah üretimi gibi alanlarda ciddi bir üretici değil. Füze ve jet motorları, radarlar, lazerler, elektrik motorlarında kullanılan özel mıknatısların üretiminde kullanılan bu maddelere çok az ihtiyacı oluyor. 2015’te ithal edilen nadir element miktarı sadece 38 kilogramdı.

Türkiye’nin bir başka sorunu da bu elementleri işleme kapasitesine sahip olmaması. Çin dünyadaki nadir elementleri işleme kapasitesinin yüzde 87’sine sahip. Teknolojiye hâkim ve aynı zamanda bu işi diğer ülkelere göre daha düşük maliyete yapabiliyor. İşin püf noktası da bu. Nadir elementler adının aksine aslında dünyada birçok yerde var ancak belli bir bölgede yüksek yoğunlukta olmaları çıkarılmasını kolaylaştırıyor. Cevheri işlemeyi bilmek, içinden az miktardaki madenleri çıkarmak ise ayrı bir bilgi gerektiriyor. Elementlerin değeri de bu süreçte artıyor. Ham maddeyi satmak aynı altın, gümüş ve mermerde yaptığımız gibi yerine yenisini koyamayacağımız bu madenleri ucuza başka ülkelere ve şirketlere ikram etmeye benziyor.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Salı günkü gurup toplantısında imzaladığı kanun tasarısı bu yüzden önemliydi. Teklifte nadir toprak elementlerinin sadece devlet tarafından işlenmesini ve hammadde halinde satılmamasını garanti altına alacak iki madde var. AKP hükümeti bu kanun teklifine de hayır derse, ABD ile anlaşma yapıldığı iddiaları güçlenir. Nadir elementleri ucuza başka ülkelere ikram etme düşüncesinde değilse AKP’nin de bu kanun teklifine hayır dememesi gerekir.

Kanun teklifinin eksik tarafı ise işin çevre boyutu. Madencilik faaliyetlerinin hepsinde olduğu gibi nadir elementlerin çıkarılmasından işlenmesine kadar olan tüm süreçte toprak, su ve hava toksik kimyasallarla kirlenir. En başta da madende çalışan işçiler risk altındadır. Kullanılan iki temel yöntem var. Liç yöntemiyle havuzlarda çıkarılan cevherden kimyasallarla metalleri ayırmak. Ancak Türkiye’de defalarca gördüğümüz gibi toksik kimyasallarla dolu bu havuzlardan toprağa ve yeraltı sularına sızmalar olabiliyor. İkincisinde ise benzer bir yöntemi PVC borularla toprağa kimyasallar vererek uygulamak. Sonuçları ve riskleri aynı. İki yöntemde de çevre ve sağlık açısından yüksek risk taşıyan zehirli atık dağları ortaya çıkar. Her ton nadir toprak elementi için 2 bin ton toksik atık üretildiği belirtiliyor ki bu cevherler uranyum ve toryum içerdiği için radyasyon tehlikesi de söz konusu.

Türkiye sadece son 15 yılda, metal madenciliğinde birçok ülkenin tarihinde görmediği çok ciddi maden kazalarına tanıklık etti. Erzincan İliç’te Çöpler altın madeni, Giresun Şebinkarahisar kurşun, çinko, bakır madeni, Balıkesir Karaayıt demir madeni, Ordu Kabadüz kurşun, bakır, çinko madeni ve Kütahya Eti gümüş madeninde atık havuzlarıyla ilgili kazalar başka ülkelerde olsa madencilik faaliyetleri o ülkelerde askıya bile alınırdı.

Eğer bu madenciliği yapmaya niyetliysek, kanun teklifine çevreyle ilgili en sıkı standartları yerine getirme şartını da detaylı bir maddeyle eklemek gerekir. Nadir elementleri kullanan teknoloji üretimine girmeyeceksek ya da girip zarar etmeme şansımız yoksa onları yerinde bırakmak daha akıllıca bile olabilir. Belki bundan 10-20 yıl sonra başka bir madencilik mümkün olur ya da endüstriyel çağın dayattığı bu teknolojik ürünleri başka bir yöntemle üretme şansı buluruz. İçinde yaşadığımız endüstriyel toplumun çözüm önerileri bile büyük sorunlar yaratabiliyor; trajik olan da aslında bu. Defineci mantığıyla, ülkenin gaz, maden, petrol bularak kurtulacağına inandırılan halka ve jelibonla kurtulacağına inanan Melih Gökçek’e sürecin tüm gerçekleri anlatılmalı.

Elektrikli otomobiller elektromanyetik alan testini geçti

Özgür Gürbüz-BirGün / 9 Ekim 2025

İklimi değiştiren seragazlarının yaklaşık yüzde 15’inden ulaşım sektörü sorumlu. Petrolle çalışan araçların yerini elektrikle çalışan araçların alması gezegenin kurtuluşu için hayati öneme sahip. Elbette kullandıkları elektriğin güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilmesi şartıyla. Öncelik elektrikli toplu taşımada (tren, metro, tramvay ve otobüs) olsa da elektrikli otomobiller de alternatifler arasında ve hızla yaygınlaşıyor.

Elektrikli otomobillerin güvenliği de önemli bir sorun. İsviçreElektrik ve Mobil İletişim Araştırma Vakfı elektrikli ve hibrit araçların yaydığı manyetik alanı ve yolculara etkisini araştırmış. İncelenen 13 elektrikli araç modelinin hepsinde ve elektrikli motosiklet ile basgit (scooter) örneklerinde sınır değerlerin açılmadığı tespit edilmiş. Sağlıkla ilgili sorun yaratması düşük olasılık deniyor.

Bu iyi haber ancak araştırma bir noktaya da dikkat çekmiş. Bazı araçlarda manyetik alan değerlerinin zirve yaptığı anlarda AB Konseyi tavsiye kararını (1999/519) önemli ölçüde aşan elektromanyetik alan değerlerine rastlanmış. Elektrikli otomobillerde manyetik alanın yoğunlaştığı alanlar şoför ve sürücülerin ayaklarıyla, arka koltuktaki yolcuların karın bölgesiymiş. Bir araçta en yüksek değer birkaç yüz mikroteslaya ulaşmış ve çoğunlukla güçlü hızlanma veya frenleme manevraları sırasında meydana gelmiş. Araştırma ekibinin lideri Dr. Gernot Schmid, anlık yüksek değerlere rastlansa da bilgisayar simülasyonlarının genelde AB ve ICNIRP değerlerini karşıladığını belirtiyor.

Şu nokta önemli. Elektrikli araçları nasıl sürdüğünüz ve aracınızın yapımında bu konuya gösterilen özen, manyetik alan maruziyetini artırabilir. Güçlü hızlanma ve fren yapma değerlerin zirveye çıkmasına neden oluyor. Yavaş veya sabit hızda sürüş sırasında ise manyetik akı yoğunluğunun tepe değerleri düşük kalıyor. Bazı araçlarda kısa süreli yüksek değerlere, araçların çalıştırılması veya dururken frene basılmasında da rastlanmış. Özetle söylersek, elektrikli araçları da “efendice” sürmek sağlığınız için daha faydalı.

İşin bir de yapım kısmı var. Dr. Schmid, üreticiler araç tasarımın erken aşamalarında manyetik alan maruziyetini dikkate alırlarsa en yüksek değerleri (tepe) azaltabilirler diyor. Bazı koltuk ısıtma sistemlerinde bile referans değerlerin üzerine çıkıldığı göz önüne alınırsa asıl çözümün tasarım aşamasıyla ilgili olduğu söylenebilir. Elektrikli araçlarda menzil, batarya kapasitesi gibi verilere odaklanıyoruz ama manyetik alan değerleri de tüketicilere şeffaf bir şekilde açıklansa hiç fena olmaz. Rekabette de önemli bir avantaj yaratabilir.

Araştırma sonuçları bize diğer elektrikli araçlarla elektrikli otomobillerin bir karşılaştırmasını da sunuyor. Uzun mesafe ve şehir içi toplu taşımada kullanılan elektrikli ulaşım araçlarıyla (tramvaylar, metrolar, trenler gibi) yapılan karşılaştırmalı ölçümler, uzun vadeli ortalama manyetik alan emisyonlarının, sürüş sırasında incelenen elektrikli ve şarj edilebilir hibrit arçlarla benzer büyüklükte olduğunu gösteriyor. Ancak bir fark var. Toplu taşıma araçlarında kısa süreli ve yerel olarak meydana gelen manyetik alan tepe değerleri, otomobillere göre önemli ölçüde daha düşük. Elektrikli toplu taşıma araçları sağlığınız için daha iyi diye özetleyebiliriz.

Ulaşımda seragazı emisyonlarını azaltma konusunda eldeki tek çözüm toplu ulaşımı yaygınlaştırmak ve bu araçları elektrikle çalışır hale getirmek. Şehirlerarası ulaşımda trenlerin, şehir içinde ise elektrikle çalışan metro, tramvay, otobüsün yanı sıra bisiklet gibi ulaşım araçlarının hızla yayılması gerek. Otomobil elektrikli de olsa ilk seçenek olmamalı. Dünyanın dokuz milyar insanın her birini otomobil sahibi yapacak kaynağı yok ya da bu kaynakları bireysel ihtiyaçlar için kullanma lüksü yok.

Manyetik alan riski cep telefonundan mikrodalga fırınlara, elektrikli süpürgelerden baz istasyonlarına kadar birçok alanda görmezden geldiğimiz hatta görmezden gelmeye zorlandığımız bir risk. Birçoğu yeni teknolojik ürünler olduğu için uzun dönemli çalışmalar yok, olanlar da sesini duyurmakta zorlanıyor çünkü birçok bilimsel araştırma ya da medya bu dev teknoloji şirketlerinin fon ve reklamlarıyla hayatını sürdürüyor. Cep telefonu kullanmadan sağlık sistemine ya da bankanıza ulaşamıyorsunuz. Şifrenizden aldığınız bilete kadar her şey telefonunuza geliyor. Cep telefonu sahibi olmaya zorlanıyoruz. Böyle bir dünyada kim baz istasyonlarının riskinden bahsedebilir? O yüzden bu tip araştırmaların değeri büyük.

Olimpos’un kazları

Özgür Gürbüz / 6 Ekim 2025

Foto: O. Gurbuz
Tatil yapmak için olanağım ve fırsatım olursa soluğu Antalya sınırlarındaki Olimpos’ta alırım. Burası büyük otellerin ele geçiremediği, tarih ile doğanın birleştiği bir yer. Lükse düşkünseniz, tatilde her şey önünüze gelsin istiyorsanız tavsiye etmem. Bungalovu böceğiyle, portakal ağaçları ve yüzü gülen insanlarıyla başka bir tatil yeri Olimpos.

Olimpos ve Çıralı kumsalları iribaş deniz kaplumbağalarının (Caretta caretta) da yumurtlama alanı olduğu için koruma altında. Likya Birliği’nin önemli kentlerinden “Olympos”un varlığı kıyıya bitişik büyük bir bölgeyi de arkeolojik sit alanı yapıyor. İkisi birleşince koruma kalkanı genişliyor. Betondan çok katlı yapılar, kumsalda ateş yakma gibi doğaya düşman eylemleri unutmanız gerekiyor. Olimpos’u benim için harika bir tatil beldesi yapan da bu zaten. Kitlesel turizmden uzak, kitap okuyup dinlenebileceğiniz Türkiye’deki nadir bölgelerden biri Olimpos; ulu ağaçlar ve kayalar diyarı.

Olimpos’ta kalıyorsanız denize gitmek için antik kentten geçmek ve suların bol olduğu zamanlarda kazların keyifle yüzdüğü dereyle antik kentin duvarları arasında kalan yolu takip etmek zorundasınız. Bu yıl kuraklıktan olsa gerek, derenin denizle buluştuğu yerde su çok azdı ve kazlar da yoktu. Bildiğimiz kazlar yoktu diyelim.

20-25 yıl öncesine göre elbette çok değişti Olimpos. Tüm bu koruma çabalarına rağmen koyun içine kadar giren günübirlik tur tekneleri, kaplumbağa yuvalarına zarar verme riskine rağmen sahilde peydahlanan şemsiyeler, turist sayısında artış ve antik kent sınırına kadar inen otomobiller gibi sorunlar, Türkiye’nin çevreci turizm anlayışına en yakın örneklerinden birini tehdit ediyor. Fiyatlardaki artış sırt çantalı yabancı turistleri de uzaklaştırmışa benziyor.

Foto: O. Gurbuz
Son yıllarda hızlanan antik kentteki kazı çalışmalarını ise olumlu gelişme kısmına yazmalıyız. Likya ve Roma dönemine ait önemli izler taşıyan bu kent, her yıl gün yüzüne çıkarılan görkemiyle insanı heyecanlandırıyor. Işıklandırılan antik kenti gece gezmek, sahilde yıldızları izleyip geri dönmek etkileyici. Ancak her şey dört dörtlük değil. Kültür Bakanlığı’nın yanlış bir uygulaması herkesin tadını kaçırıyor.

Olimpos’tan denize gitmek için antik kentten geçmek yani ören yeri için bilet almak zorundasınız. Eskiden Müzekartınızı kullanarak sahile sınırsızca gidebiliyordunuz. Bu yaz başında yapılan değişiklikle Müzekart’la ören yeri ve müzelere giriş sayısı tüm Türkiye’de iki ile sınırlandırıldı. Böyle olunca Olimpos’a bir hafta tatile gelen bir kişi, iki günden sonra ya yeniden Müzekart çıkarmak ya da çoklu giriş kartı almak zorunda kalıyor. Onun ücreti de beş giriş için 180 TL. Plaja 7 kez gitmek isteseniz 280 TL vermeniz gerekiyor. Karşılığında size verilen bir hizmet, şemsiye şezlong yok. Zaten koruma kuralları izin vermiyor.

Alınan ücret ayak bastı parası gibi. Antik kenti ziyaret edenlerden ücret almak anlaşılabilir ama plaja gitmenin kentin içinden geçmeyen bir yolu yok. O yüzden turnikeden her geçeni antik kent ziyaretçisi saymak yanlış. Turistlerden alınan ücret ise 10 avro, yaklaşık 500 TL. Plaja gitmek için biraz fazla değil mi?

Foto: O. Gurbuz

Sorun sadece ücret de değil. Anayasa’ya ve 7121 sayılı Kıyı Kanunu’na aykırı bir durum söz konusu. Anayasa 43. maddesinde, “Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir” yazar. Kıyı Kanunu’nun 5. maddesi de bu kararı pekiştirir: “Kıyılar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır” der. Görüldüğü gibi, denize gitmek isteyenlerden alınan ücret hem yasalara hem de mantığa aykırı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Topkapı Sarayı gibi müzelere girişi yılda iki kez ile sınırlaması belki anlaşılabilir ancak Olimpos, Faselis, Patara gibi plaja erişimin antik kentlerin olduğu alanlardan geçtiği yerlerde özel bir uygulama yapmaması, bunu düşünmemesi kabul edilir bir şey değil. Müzekart’a, Olimpos benzeri ören yerleri için getirilecek farklı bir ayrıcalık (sınırsız giriş ya da yılda 20 giriş hakkı gibi) bu sorunu bir günde çözer. Yoksa Olimpos’un kazlarını görme umuduyla gidilen tatilde, pek de sevmediğim o deyim akla geliyor. Bakanlık denize girmek isteyen yurttaşını “kaz gibi yoluyor” diyeceğim, dilim varmıyor.

250 uçak ve ötesi

Özgür Gürbüz-BirGün / 25 Eylül 2025

Erdoğan ile Trump
İstanbul’un seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutsaklık süreci, Recep Tayyip Erdoğan’ın Trump’la yaptığı telefon görüşmesinden iki gün sonra başlamıştı. Erdoğan ile Trump’ın Beyaz Saray’da görüşeceklerinin açıklanmasından bir gün sonra da Mansur Yavaş’a kadar uzayacağından şüphe edilen Ankara Büyükşehir Belediyesi operasyonu başladı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Trump’ın oğlunun Erdoğan ile görüştüğü ve 300 Boeing marka yolcu uçağı alma karşılığında Erdoğan ile Trump’ın bugün Beyaz Saray’da yapacakları görüşmesinin ayarlandığı iddiasını da bir kenara yazmakta fayda var.

ABD Başkanı Trump’ın uluslararası ilişkilerde izlediği yöntem “zorbalıkla” “uyanık tüccar” arasında gidip geliyor. Rusya’yla savaşan Ukrayna’nın ABD’nin silahlarına ihtiyacı var. Trump burada devreye girdi ve Ukrayna’yı önemli doğal kaynaklarını borcuna karşılık vermeye zorladı. İki ülke arasında yapılan anlaşma Trump’ın istediği gibi olmasa da ABD zora düşmüş bir dostundan ekonomik fayda sağlamaya çalıştı. İran örneğinde ise zorbalık yöntemini gördük. İran uluslararası anlaşmalara İsral’den çok daha fazla uymasına rağmen, zorbalığa karşı direncini artırdığı anda ABD’nin askeri saldırısına maruz kaldı. Zorbalık bir başka seviyeye taşındı.

Türkiye ile ABD arasındaki ilişkide hangi yöntemin kullanıldığını henüz bilmiyoruz ancak Türkiye’nin Ukrayna benzeri ticari hamleler yaptığını görüyoruz. İki yüz elli adet Boeing yolcu uçağı alımının masada olduğu söyleniyor. 43 milyar doları bulacak sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) alımı için imzalar atıldı. Ne ilginçtir ki bu anlaşma da Trump’ın bir hafta önce NATO ülkelerini Rusya’dan gaz almayı durdurma çağrısından hemen sonra imzalandı. Türkiye geçen yıl gaz ithalatının yüzde 41’ini Rusya’dan yapmıştı. ABD’nin payı da artışını sürdürerek yüzde 10’a çıkmıştı. Yeni ithalat rakamları eskisinin üzerine eklenirse ABD İran’ı geride bırakıp, Türkiye’nin iki numaralı gaz tedarikçisi olabilir.

Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar iki gün önce de New York'ta Westinghouse Electric Company İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Margaret Cosentino ile görüştüğünü duyurdu. Büyük ve küçük modüler nükleer reaktörlerle ilgili iş birliği konuşulmuş. Küçük modüler reaktörler (KMR veya SMR) henüz yapım aşamasına bile gelmedi ama yapılan hesaplamalar onların dünyanın en pahalı konvansiyonel elektrik üretim araçları olacağına işaret ediyor. Avustralya için yapılan tahminler, küçük reaktörlerin elektrik üretim maliyetinin kilovatsaat başına 21 ila 39 dolar sent arasında olacağını gösteriyor. Rüzgâr ve güneşle aynı elektriği üretmenin maliyeti 2 ila 4 dolar sent civarında.[1] Nükleer enerji, yakıttan teknolojiye bağımlılıkla geliyor; Trump elbette bizim güneş değil nükleer santral yapmamızı isteyecek. Bakan Bayraktar ayrıca ABD’li iş insanlarıyla bir araya gelip onları Türkiye’de yatırım yapmaya da çağırdı.

Zorbalık ve tüccarlık oyununda gözden kaçmaması gereken bir gelişme de Türkiye’nin ABD’den ithal edilen otomobillere uygulanan vergiler kaldırıldı. Halbuki bu vergiler ABD’nin Türkiye’den giden çelik ve alüminyum ürünlerine ek vergi getirilmesine karşılık verme amacıyla konulmuştu. Türkiye ya da Erdoğan acaba bu jestleri karşılığında ne aldı? Ya da bu da zorbalık sonucu verilmiş bir taviz miydi? Kısa zamanda öğreneceğimize eminim.

Bugün Beyaz Saray’da yapılacak görüşme muhtemelen her detayının önceden belirlendiği bir tiyatro oyununa benzeyecek. Erdoğan Filistin’i savunan cümleler sarf edecek, Trump yapılan ticari anlaşmaları övecek. Kimbilir, belki de “van minüt” benzeri bir sahne bile görürüz. Oyunun içeriğini bilmek zor ama yukarıda özetlemeye çalıştığım provalara bakınca adını tahmin edebiliyoruz: Zorba ve tüccar. 


[1] World Nuclear Industry Status Report 2025