Gezi'den sonra enerji yatırımları

Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi/20 Ağustos 2013

Gezi Parkı Türkiye’de demokrasi ve çevre konusunda bir milat kabul edilebilir. Artık her şeyi ‘Gezi’den önce’ ve ‘Gezi’den sonra’ diye anlatacağız. Bu değişim süreci enerji sektörünü de çok yakından ilgilendiriyor. Özellikle de enerji yatırımlarının çevre ayağını.

Gezi’den sonra enerji alanında yatırım yapacakların daha dikkatli davranması şart. Bu uyarı sadece termik, hidroelektrik  ve nükleer santral kurmak isteyenleri ilgilendirmiyor. Rüzgar veya güneş santrali kuracaklar da kurallara harfi harfine uymak zorunda. Gezi’den önce ‘formalite icabı’ bir çevre etki değerlendirme raporu alarak gerekli belgeleri tamamladığını düşünen yatırımcıyı kötü günler bekliyor. Gezi Parkı’yla sokağa dökülenlerin dünyadan haberi var. Yurt dışında bir santral yapılmadan önce halka sorulduğunu, karar süreçlerine halkın katılımın nasıl sağlandığını, evrensel çevre sorunlarının ve standartlarının neler olduğunu biliyorlar. Bundan böyle yöre halkına birkaç kuruş veririz, iş vaadiyle kandırırız, muhtarı satın alırız gibi babadan kalma taktikleri unutun. Hükümetteki tanıdıklara güvenmeyin. Projelerinizi en yüksek çevre standartlarında hazırlayın. Yöre halkına danışın, gerekirse onların istekleri doğrultusunda projenizi revize edin. Belki projeden vazgeçmek zorunda bile kalabilirsiniz ama bilin ki bu halka karşı bir şeyler yapmaktan daha kârlı bir iş olabilir. Sinop, Gerze’de yaşananları düşünün. Gezi ruhu aslında orada kendisini göstermişti. Anadolu Grubu bilinen her yolu denedi ama nafile. Halk geçit vermedi. Bunca hazırlık, yatırım boşa gitti. Aynı hataya, hele de millet ‘3-5 ağaç’ için ayaklanmayı alışkanlık haline getirdikten sonra düşmeyin. Bırakın bu iyi alışkanlık sizi de olumlu etkilesin. Daha saygın, kabul görür işlere imza atın.

“Peki, nasıl yol alacağız” diye soruyor olmalısınız. Bildiğim bir örneği anlatayım. Zorlu Enerji’nin İkizdere HES Rehabilitasyonu Projesi için yaptığı çalışmayı okumanızı öneririm. Paydaş Katılımı Stratejisi ve Uygulama Planı başlıklı bu rapor, halkın proje hakkında ne düşündüğünü öğrenmeye çalışıyor. Çevre bilimciler, antropolog ve sosyologlar dört ay boyunca çalışıyor. Daha da ilginci, firma bu sürecin sağlıklı ilerlemesi için ÇED sürecini Ağustos 2011’de dondurma kararı alıyor. Raporun yayımlandığı tarih Mart 2012. Zorlu şu taahhüdü de veriyor: “Zorlu, topluma ve doğaya rağmen tek taraflı kararlar almayacağını bu çalışma ile başlatarak kamuoyuna beyan etmiştir. Yatırımının (çevresel ve sosyal) etki alanını sadece teknik bir mühendislik projesinin etkileri olarak değil, ulusal politikalardan başlayarak yerelde yaşayan insanın kaygılarına kadar geniş bir perspektifte belirleme isteğini bu çalışma ile başlatarak göstermiştir”. Rapor, insan merkezli bakış açısının egemen olduğu bir sektörden duymaya alışık olmadığımız bir şekilde, doğa merkezli bakış açısına da göz kırpıyor. Ekosistemlerin, doğal yaşamı olduğu kadar, toplumun yaşam alışkanlıklarını da şekillendirdiğine vurgu yapılıyor.

Zorlu Doğal Elektrik Üretimi A.Ş. İkizdere HES için 78 MW’lık (megavat) bir lisansa sahip. İşletmedeki kapasite ise 18,6 MW. Hukuki açıdan kapasite arttırımı için önlerinde bir engel yok ama yapılan değerlendirmeler ‘yeşil ışık’ yakmamış olacak ki bekliyorlar.  Sonrasını veya şirketin diğer yatırımlarını ayrıntılarıyla bilemem ama bu örneğe bakarak Türkiye’de olmayan, yapılmayan bir işin yapıldığını söyleyebilirim. Gezi’den sonra bu ve benzeri çalışmalara daha çok ihtiyaç duyulacağı ortada. Türkiye ve dünya değişiyor, ezberleri bozmanın vaktidir.

Kelebek etkisi

Özgür Gürbüz-BirGün/28 Temmuz 2013

Foto: E. A. Gürbüz
Avrupa’nın 19 ülkesinde 17 farklı kelebek türü uzun yıllardır takip ediliyor. Sayıları not alınıyor. Son araştırmalar gözlem altındaki kelebeklerin sayısının geçen 21 yılda yüzde 50 oranında azaldığını tespit etti. Avrupa Çevre Ajansı’nın yayımladığı araştırma çayır ve meralarda görülen kelebeklere odaklanmış. 17 farklı kelebek türünün sekizinin sayısı azalmış. İki türün nüfusu aynı kalmış, sadece bir türde artış tespit edilmiş. Kalan altı türün durumu belirsiz. Kelebek yemediğimize (henüz) göre sorun yok diye düşünebilirsiniz ama bu bir hata olur. Tehlike çanları çalıyor.

Rapora göre kelebeklerin yok olmasının en büyük nedeni değişen tarım toplumu. Kelebekler geleneksel tarımın yapıldığı yerleri seviyor. Buralarda biyoçeşitlilik zengin, tek bir tür yerine onlarcası var. Çiftçiler ise tercihlerini endüstriyel tarımdan yana yapıyor. Geleneksel tarım yapanlara sistem fazla şans tanımıyor. Avrupa’da çayır ve mera kelebeklerinin sevdiği arazilerde yoğun tarım uygulamalarının artması, tek tip ürünlerin yetiştirilmesi biyoçeşitliliği azaltıyor, kelebek nüfusunu da. Bir başka neden de insanların sulak alanları ve dağları terk etmeleri. İnsanların terk ettiği bu alanlarda otların boyu yükseliyor, bakımsız bahçeler çoğalıyor ve küçük çalılarla doluyor. Kısacası, köylülerin kentlere göç etmesi kelebekleri de etkiliyor.
 
KELEBEKLER NE İŞE YARAR?
Gözümüze hoş geldiği için biz öyle düşünebiliriz ama kelebeklerin doğada var olma nedeni dekoratif amaçlı değil. Onların da ekolojik dengenin korunması için üstlendiği görevler var. Polenleri yaymak, yaprak bitlerini ve çürümüş meyveleri yemek gibi. Çürümüş meyvelerden koparılan parçalar onların doğada daha kolay çözülmelerini sağlıyor. Kertenkeleden kuşlara, yarasalardan yılanlara kadar birçok hayvanın kelebeklerle beslendiğini de unutmamak lazım. Bir de kelebek etkisi dediğimiz bir şey var…
 
Kelebek etkisi daha çok ‘kaos teorisi’yle ilgili ama ekolojide de sıkça kullanılır. Yaşam döngüsünün bir bütün olduğunu, halkanın en ufak parçasının zarar görmesinin sistemin bütününü etkileyeceğine işaret eder. Ormanlar olmazsa kuşlar, balık olmazsa yunus, yunus olmazsa deniz olmaz. Kelebekler doğanın en hassas türlerinden biridir. Kelebekler yok oluyorsa doğa bilimciler bunu tehlikeli bir işaret olarak algılar çünkü bu, başka türlerin de tehdit altında olduğunun işaretidir. İnsan nüfusunun yarısının 21 yılda yok olduğunu bir düşünün. Şimdi soralım, tehlikenin farkında mıyız?

MİLLİ PARKA HES OLUR MU?
Aklı başında insanlar tarafından yönetilen ülkelerde milli parklara ağaç, çiçek, kuş ve benzeri börtü böcek görmeye gidilir. Biz ise milli parka maden, baraj, inşaat görmeye gidiyoruz. Çok fena kalkınan bir ülkenin çocuklarıyız ne de olsa. Milli değerlerimiz çimento, kürek ve dozer oldu. Bir de ayran var. Çimento sevmeyeni öldürür, kürekten kaçanı döver, dozerin önüne yatanı da ezer geçeriz. Bu kapsamda yürütülen, “milli parkların millileştirilmesi” projesi sürüyor. Sıra geldi Türkiye’nin kelebeklerine.

Son durak Antalya’nın Kemer İlçesi’ndeki Beydağları Sahil Milli Parkı. Milli Park’taki Kesme Boğazı’nda HES yapımı gündemde. Burası Kemer Orkidesi ve Safranı gibi nadir bulunan 32'si endemik, 111 bitki türüne ev sahipliği yapan bir bölge. Ege Yenilenebilir Enerji A.Ş. adlı şirket burada 2 MW gücünde bir hidroelektrik santrali kurmak istiyor. Küçük bir santral için yıllardır korunan milli park feda edilecek. Kimse burada üretilecek elektriğe ihtiyacımız var mı diye sormuyor. Hükümet durmadan artan elektrik talebinden bahsediyor ama yaptıkları talep tahminleri durmadan yanılıyor. Türkiye’de enerjide plansızlık ve kontrolsüzlüğün bedelini doğa ve bizler ödüyoruz.

ÇÖZÜM ÇOK
İkinci olasılığı da düşünelim. Diyelim ki bu baraja ihtiyacımız var. Bu santralin üreteceği elektrik bir tek rüzgar türbiniyle üretilebilir. Küçük barajlardan elektrik üretmenin maliyeti 2-16, rüzgardan üretmenin maliyeti 5-16 dolar sent arasında. Bir üçüncü yol daha var ki benim en sevdiğim; enerjiyi akıllı kullanmak, tasarruf yapmak. Bu baraj yılda 5 milyon kilovatsaat civarında elektrik üretecek. Tükettiğimiz elektriğin 52 binde biri kadar. Geceleri boşa yanan neon ışıklarının veya bina aydınlatmalarının bazılarını kapatsanız yeter. İşte bu yüzden Türkiye’de enerji politikalarının yetersiz olduğunu, iyi yönetilmediğini durmadan söylüyoruz. İyi bir şeyler yapılsa onları da yazacağız.

Belirtmekte fayda var, milli parklara yenilenebilir enerji santrallerinin kurulmasının önünü Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti açtı. 2010 yılında 5346 numaralı kanuna koydukları bir ek fıkrayla (Ek fıkra: 29/12/2010-6094/5 md.) milli parklara bakanlık onayıyla yenilenebilir enerji santrali yapılmasının önü açıldı. Çevrecinin daniskası başbakanımızın başında olduğu hükümetten bahsediyorum. Hani, her yere fidan dikenlerden. Anladınız siz onu.

Parfümler için hayvanları öldürmeyin

Özgür Gürbüz-BirGün/21 Temmuz 2013

Avrupa’da kozmetik ürünlerin hayvanlar üzerinde denenmesi yasak Türkiye’de değil ama işin vicdan tarafına bakarsanız Türkiye önde. Türkiye’de deneme işi bizzat bu kozmetik ürünlerini kullanan hayvan türü, insanlar üzerinde de yapılıyormuş. Kısaca bizde ayrım yok, herkes kobay. Bu durumda etik açıdan Avrupa’nın önünde olduğumuzu söyleyebiliriz.

Türkiye’nin bu başarısından kazara, Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun 325 kozmetik ürününü denetlemesi sonucunda haber aldık. İnsanların da denekler arasında olduğunu böylece öğrendik. Denetlenen 325 ürünün 20 tanesinde küf ve maya sayısı ile mikrop miktarı kabul edilebilir değerlerin üzerinde çıktı. Bebek şampuanından sabuna, gül suyundan salyangoz kremine kadar birçok kozmetik ürünü sağlığa zararlı. İçlerinden bir tanesinin adı bitkisel, doğal mangolu şampuan; orjinali haliyle İngilizce. Bizim memlekette doğal olana natural demek makbul. Görüldüğü gibi bazı havalı kelimeleri İngilizce yan yana sıralamak o ürünü yeşil ürün yapmaya yetmiyor.  

TÜRKİYE DE YASAKLAMALI
Piyasada satılan kozmetik ürünlerinin sağlığa zararlı olması üzücü ve ürkütücü ama insanlar için bir anlamda uyarı niteliğinde. Bu haber, hayvanların çektiklerini anlamak için bir duygusal bağ kurmanıza yarayabilir. İnsanların kullandığı kozmetik ürünler birçok ülkede hayvanlar üzerinde deneniyor; ilaçlar da öyle. Avrupa Birliği(AB) bir adım attı. Bitmiş kozmetik ürünlerin hayvanlar üzerinde denenmesini 11 Eylül 2004’te yasakladı. Bu ürünlerin içeriğinin hayvanlar üzerinde denemesine 11 Mart 2009’da, hayvanlar üzerinde denenmiş her türlü kozmetik ürünün satışına da 11 Temmuz 2013’te son verdi. Artık Avrupa’da, hazırlanışı sırasında veya sonrasında hayvan canı almış bir kozmetik ürünü satın alma şansınız yok. Avrupa bundan sonra çözümü laboratuvar deneylerinde arayacak. Hayvansız deney yöntemlerinin geliştirilmesi için de 2007- 2011 arasında 238 milyon avroluk bir fon kullandırıldı. Türkiye’de de benzer bir yasak hemen devreye girmeli yoksa bu firmaların deney hayvanlarıyla ülkemizi üs edinmeleri söz konusu olabilir. Bir anlamda, eski teknoloji transferine maruz kalabiliriz.

Avrupa kozmetikte deney yasağıyla ABD, Çin gibi milyonlarca tüketiciye sahip diğer ülkelerin yapamadığını başarmış oldu. Yine de tablo iç açıcı değil. Avrupa Birliği’ndeki yasak bazı istisnai durumlar dışında kozmetik ürünlerinin hayvanlar üzerinde denetlenmesini yasaklıyor ancak deterjan gibi birçok kimyasal ürün için benzer bir yasak yok. Avrupa’da her yıl 12 milyon hayvan deneylerde kullanılıyor. Kozmetikte deney yasağı 12 milyon hayvandan sadece 2 bininin hayatını kurtaracak. Hayvan hakları savunucuları bu durumdan memnun değil ancak kozmetikteki yasağın yeni deney yöntemlerinin bulunmasına yarayacağını düşünüyor.  Tıbbi ilaçlar konusunda hayvan deneylerinden başka yöntemlere geçmek o kadar kolay olmayacak. İlaç sektöründeki dev şirketleri ikna etmek kolay değil ama “bu daha başlangıç” diyelim.

KONTROL DEVLETTE
Türkiye’de hayvanlar üzerinde deney meselesi, Hayvan Deneyleri Merkezi Etik Kurulu’nun (HADMEK) sorumluluğunda. Kurul’un 18 üyesi var, 10’u bakanlıklardan geliyor. Bir de yerel kurullar (HADYEK) var. Genelde üniversitelerin bünyesinde kuruluyor. Yerelde HADYEK yoksa orada hayvan deneyi yapmak mümkün değil. Hayvanlar üzerinde deney yapacaklar HADYEK’ten izin almak zorunda. Bu kurullarda da sivil toplumun temsili merkezdeki denetim birimi gibi azınlıkta. Amaç, hayvanlar üzerinde yapılacak tüm işlemlerin etik yönden kabul edilebilir sınırlarını belirlemek. Bu hayvanların ölmemesi anlamına gelmiyor tabi. Türkiye’de fare, sıçan, tavşan, kobay, dağ sıçanı (golden hamster), köpek, kedi, bıldırcın ve insan türü dışındaki primatlar deney hayvanı olabiliyor. Sokak hayvanlarının deney hayvanı olması yasak ama denetlemeler ne kadar iyi orası şüpheli. Hayvanların başına gelenleri daha iyi anlamak için yerel etik kurulların çalışma ilkelerinden birkaç maddeyi yazmakta fayda var.

Madde 14- C: Ağır acı, stres ya da buna denk eziyet veren deneylerde bir hayvanın bir defadan fazla kullanılmamasını sağlamak.

Madde 14-İ: Deney hayvanlarına gereksiz acı ve ağrı verecek deneylerin uygun bir anestezi yöntemi uygulanmasını ve araştırmalarda uygun ağrı kesici ve anestezi kullanılmasını sağlamak.

Kozmetik ürünler alırken hayvanlar üzerinde denenmemiş olanlarını seçmek sizin elinizde. İlaç firmalarını yöntem değiştirmeye zorlamak da. Bundan sonrası sizin vicdanınıza kalmış. Devrim sadece sokakta değil zihinde, evde, mahallede kısaca her yerde gerçekleşecek. HES’leri görüp ahlayıp vahlayanların elektrik tüketimini azaltma konusunda hiç çaba göstermemesi, hayvanları sevdiğini söyleyenlerin parfümlerine veda edememesi, falanca yemek için kilometrelerce yol yapılması hep içimizdeki bu yaman çelişkiyi gösteriyor. Çelişkiler azaldıkça başka bir dünya özlemi de azalacak.