Devlet Habitat'tan da kaçtı

Türkiye sürpriz bir kararla, Birleşmiş Milletler kapsamında çalışan Habitat örgütü tarafından düzenlenen ve kentleşmeyle ilgili sorunların tartışıldığı Habitat toplantısına ev sahipliği yapmaktan vazgeçti. 2016 yılında İstanbul’da yapılacak konferansa ev sahipliği teklifi bizzat Türkiye’den gelmiş ve altı ay önce BM genel kurulunda kabul edilmişti. 

Özgür Gürbüz-BirGün/22 Haziran 2013

Foto: Halkevleri
Türkiye, insan yerleşimleri, kentleşme gibi konularda çözüm yolları üretmeyi amaçlayan ve Birleşmiş Milletler (BM) içinde yer alan Habitat örgütünün üçüncü büyük toplantısına ev sahipliği yapmaktan vazgeçti. Daha önce iki kez büyük toplantı düzenleyen BM örgütünün 2016 yılında yapacağı toplantıya ev sahipliği yapmayı bizzat Türkiye istemiş ve İstanbul aday gösterilmişti. 6 Aralık 2012 tarihinde, BM Genel Kurulu’nda Türkiye’nin teklifi kabul edilmiş, İstanbul’daki toplantıya katılım çağrısı yapılmıştı. Fakat, İstanbul’u kongre merkezi yapmak isteyen, olimpiyatlara aday Türkiye, Habitat toplantısına ev sahipliği yapma başvurusunu geri çekerek herkesi şaşırttı. Aldığımız duyumu teyit etmek için başvurduğumuz BM-Habitat yetkilileri geri çekilme kararını doğrularken, nedenleri konusunda kendilerine bir açıklama yapılmadığını belirtiyor. Bu nedensiz fikir değişikliğinin Türkiye’nin “imajını” nasıl etkileyeceği de ayrı bir tartışma konusu.

Hükümet kent örgütlenmelerinden rahatsız
BM-Habitat örgütü en son toplantısını 1996 yılında İstanbul’da yapmıştı. Bu son toplantıda, “Habitat Gündemi” ve “İstanbul Deklarasyonu” kabul edilmişti. Bu belgelerle hükümetler, tüm vatandaşlara uygun barınma olanakları sağlamayı ve sürdürülebilir insan yerleşimlerini geliştirmeyi taahhüt etti. Dünya nüfusunun yarıdan fazlasının kentlerde yaşamaya başlamasıyla önemi artan kentleşme sorunlarının da konuşulduğu toplantıya Türkiye’nin ev sahipliği yapmaktan neden vazgeçtiği ise bir muamma. Kararın çok yanlış olduğunu belirten TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, “Kentleşme ile ilgili önemli kararların alındığı bir dönemden geçiyoruz. Tarihi ve doğal çevre ile kültürel yaşamımız bu süreçten etkileniyor. Habitat, toplumun farklı kesimlerinin düşüncelerini, önerilerini ortaya koyabileceği özgür demokratik bir ortam sağlayabilirdi” diyor. Son yıllarda kentlerde sürdürülen operasyonların mağdurlarının platformlar kurduğu ve muhalefetin örgütlendiğine dikkat çeken Muhcu, “31 Mayıs’taki müdahaleden sonra bu demokratik tepkiler kendilerini bir şekilde ifade etti. Hükümet, bu kent örgütlenmelerinden rahatsız, bu düşüncelerin Habitat’a taşınmasından endişe etmiş olabilir ama ne açıdan bakılırsa bakılsın bu karar hükümet açısından ciddi bir yıpranmaya yol açar” yorumunu yapıyor.

İstanbul 15 yıl önceki siluetini kaybetti
Türkiye’nin Habitat’a ev sahipliği için yaptığı başvuru BM’nin 6 Aralık 2012 tarihli genel kurul toplantısının sonuçlarında yer almış, başvuru desteklenmiş ve tüm ülkelere katılım çağrısı yapılmıştı. Türkiye’nin altı ay önce yaptığı başvurusunu Gezi olayları sonucunda geri çekiyor olması, bu kararın ardında “Gezi Parkı olayları var” tahminini güçlendiriyor. İstanbul’da yapılacak bir toplantıda Türkiye’den katılımın çok olması, Gezi Parkı, Üçüncü Köprü, Kanal İstanbul ve Üçüncü Havalimanı projelerinin sıkça gündeme geleceği tahmin ediliyor. TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube 2. Başkanı Mehmet Murat Çalık da bu konuya dikkat çekiyor. Kararı doğru bulmadıklarını söyleyen Çalık, “1996 sürecini hatırlıyoruz, ciddi kazanımları olan birçok konunun tartışıldığı bir ortamdı. Bugünlerde tartışmaya uygun bir ortam yok. İstanbul’un Habitat’ta ciddi tartışma yaratacak sorunları var. Sadece Gezi Parkı değil, yüksek yapı politikası, AVM’ler ve rantsal projeler var. İstanbul 15 yıl önceki siluetini kaybetti, yeni siluetler eklenmeye çalışıyor. 2016 yılının yerel yöneticiler tarafından sakin geçmesi isteniyor olabilir. Başvurunun geri çekilmesi talihsiz. Habitat, teknik adamların, yerel yöneticilerin çok faydalandığı bir buluşmaydı” açıklamasını yapıyor. Görüşlerine başvurduğumuz İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkilileriyse kendilerine konu hakkında bir bilgi gelmediğini belirtti.

***
Kadir Topbaş ne yapacak?
BM-Habitat Yerel Yönetimler Danışma Komitesi’nin (UNACLA) başkanlığını yürüten İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş’ın bu çekilme kararının ardından ne yapacağı da merak konusu. UNACLA, Habitat toplantılarının gündeminin belirlenmesi için yerel yöneticilerin katılımını arttırmayı amaçlayan bir kuruluş. Başkanlığa seçildiğinde Topbaş, “UNACLA Başkanlığı onurlu bir görev, ama tabii dünyaya karşı ciddi bir sorumluluk” açıklamasını yapmıştı.

1996’da ne olmuştu?
Son Habitat toplantısı 1996 yılında İstanbul’da yapılmıştı. 3-14 Haziran 1996 tarihleri boyunca İstanbul’da çeşitli protesto yürüyüşleri ve gösteriler düzenlenmiş, alternatif toplantılar gerçekleştirilmişti. Resmi toplantı sonucunda İstanbul Deklarasyonu ve Habitat Gündemi başlıklı iki belge yayımlanmıştı. Bu iki doküman, hükümetlerden tüm vatandaşlarına uygun ve sürdürülebilir yerleşim koşulları sağlamasını talep ediyordu.

Kazanırsın

Seni önce yok sayarlar (penguen)
Sonra seninle alay ederler (çapulcu)
Sonra seninle savaşırlar (gaz)
Sonra kazanırsın
Gandhi

Not: Sivil itaatsizlik deyince akla ilk gelen isimlerden Gandhi'nin bu sözünü Gezi Parkı eylemleriyle eşleştirince onun ileri görüşüne bir kez daha hayran oldum. Teşekkürler Gandhi, bize mücadele yolunu gösterdiğin için.

Zorda kalınca değil hep halka sormalısınız

Türkiye’de demokrasi yamalı bohça gibi. Bohçamız antidemokratik, yamalayarak durumu idare etmeye çalışıyoruz. Hükümet, 20 günü bulan ve tüm ülkeye yayılan Gezi Parkı direnişini korku ve şiddetle bastıramayacağını anlayınca halkoylaması (referandum) seçeneğini ortaya attı. Gezi Parkı’nda halkoylamasına sıcak bakan az kişi var. Bu yazıyı yazarken parktaki forumlar devam ediyordu. Karar parktan çıkacak ama ben de halkoylaması konusundaki düşüncelerimi paylaşmak istedim.

Demokrasilerde sürece halkın katılımını arttırmanın bir yolu da halkoylaması. Seçimden seçime değil, sorundan soruna halka danışmakta bir sakınca yok. Böyle düşünmekle birlikte, her konu için halk oylaması yapılması da pratikte zor. O yüzden öncelikle reformlara Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden başlamalı, Meclis’in herkesin sesi olmasını sağlamalıyız. Orada tüm siyasi görüşlere, her sınıftan insana yer verilmeli. Ülke sorunları Meclis’te tartışılırken yerel sorunları da mümkün olduğunca halka sormalıyız. O zaman bu “çapulcular” nereden çıktı diye merak etmezsiniz. Bugün Gezi Parkı için halkoylaması isteyen hükümetin ilk işi, vakit kaybetmeden seçim barajını indirmek olmalı.

Biz seçimlerde zaten halka sorduk argümanı ne yazık ki zayıf. İstanbul’la ilgili projeleri hatırlarsınız ilk kez Başbakan Erdoğan açıklamıştı. Ben konu İstanbul olunca belediye başkanlarını dinlerim başbakanı değil. O benim kentime karışamaz, seçimdeki beyanları hükümsüzdür. Kaldı ki, seçimlerde Taksim’in alışveriş merkezine çevrileceğine, miting alanı olmaktan çıkarılacağına dair bir açıklama duyduğumu da hatırlamıyorum.

HALKOYLAMASINA HALK KARAR VERİR
İkinci önerim halkoylamasının demokrasimizin kalıcı bir parçası olması. Sadece Gezi için ya da mecbur kaldığınız zamanlarda değil her zaman bu seçeneği kullanmaya hazır olmalıyız. Ancak propaganda süreci eşit şartlarda olmalı. Medya herkese eşit söz hakkı tanımalı. İki fikri savunanlar bugün olduğu gibi uzaktan uzağa değil, karşı karşıya tartışmalı. Bu da halkoylaması seçeneğini yasal süreçlerin içerisine katmak, kurallarını yasalarla belirlemek ve kalıcı olmasını sağlamakla olur. Beraberinde şeffaflık sorununun da çözülmesi gerekiyor. Avrupa Birliği’ne üye olma sürecinde imzalamamız gereken Aarhus Sözleşmesi’ne bir an önce imza atmak en kolay yol. Sözleşme, Gezi Parkı gibi projelerin verebileceği çevresel zararlar konusunda halkın bilgi edinmesinin yolunu açıyor, bunu hukuki garanti altına alıyor ve gerektiğinde yargıya gidebilmesine olanak sağlıyor. Türkiye bu anlaşmayı imzalamaktan özellikle kaçınıyor. Başta HES’ler olmak üzere birçok konuda yargı yolunun açılacak olmasından çekiniyorlar. Şeffaflık sorunu çözülmüş olsaydı, Gezi Parkı’nda ağaçlar sökülürken en azından yerine ne yapılacağını hem biz hem de hükümet bilirdi. Evet, hükümet de ne yapacağını bilmiyor aslında. Bir müze diyorlar, bir AVM ama yıkıyorlar.
Burada bir başka sorun da tek adamcılık. Halk oylamasına gidilmesine halkın kendisi karar vermeli. Bulgaristan 27 Ocak’ta yeni nükleer santral yapıp yapmama konusunu halka sordu. Bunun için de önce 770 bin imza toplandı. Bulgaristan yasaları, 500 bin imza toplandığında halkoylamasına gidilmesini zorunlu kılıyor. Bu hak, Bulgaristan’da bir kişinin keyfine kalmış değil, yasalarla garanti altına alınmış. Bilmem anlatabiliyor muyum?

FİDANLARI İSVEÇ’E Mİ DİKTİNİZ?
İşin doğa boyutu ise daha çetrefilli. İnsan merkezli politika yaptığınızda doğa hakkındaki kararları da insanlar alıyor. Gezi Parkı’na sandık koyduğunuzda ağaçlar, kuşlar oy atamayacak. Karar “yıkın” çıkarsa o ağaçlar sandık olacak. Oylamada sunulan seçeneklerin kıyaslanabilir olması, kamusal faydanın gasp edilmemesi gerekir. Kentlerde parklar, yeşil alanlar elzemdir. Halkoylamasında “parklı mı parksız mı yaşayacaksınız” demek, “hastaneli mi, hastanesiz mi bir kent istersiniz” demeye benzer. Özellikle de İstanbul’da kişi başına düşen yeşil alan miktarı 6 metrekare civarındayken. Bu rakam Beyoğlu gibi betonla örülü merkezlerde daha az, Avrupa’da ise ortalama 20 metrekare. Dış mihraklardan bir örnek vereyim de Gezi Parkı’nda insanlar neden “3-5 ağaç” için direniyor anlayın. İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşayanların yüzde 85’i, bir park ya da yeşil alana gitmek isterse evlerinden çıkıp en fazla 300 metre yürüyor. Neredeyse herkesin evinin yanı başında bir yeşil alan var. Merak ediyorum, milyarca fidan dikenler, yollarını şaşırıp hepsini İsveç’e dikmiş olmasın? Camdan bakınca biz sadece beton görüyoruz da!

The Ones Who Don't Bow Down