Hamileler elektromanyetik alanlardan uzak dursun

Özgür Gürbüz-BirGün / 25 Eylül 2011

Hayatımız elektromanyetik alanlarla çevrili. Hatta o alanların içinde yaşıyoruz demeli. Her gün elektromanyetik radyasyona maruz kalıyoruz. Baz istasyonları, kablosuz internet ağları, yüksek gerilim hatları, elektrikli süpürgeler, fırınlar ve saç kurutma makinaları... Bilgisayar ekranları, televizyonlar, cep telefonları ve sayıları günden güne artan elektrikli infrared ısıtıcılar. Liste uzun ama bunlar ilk aklıma gelenler. Hayatınızı kolaylaştırdığını düşündüğünüz bu araçların her biri aynı zamanda sağlığınız için birer tehlike.

Bu aletlerin insan vücudu üzerindeki etkileri birbirinden farklı. Örneğin saç kurutma makinalarının yarattığı elektromanyetik alanın şiddeti yüksek ama genelde saç kurutma makinasını çok uzun süre çalıştırmıyoruz. Çalıştırmamalıyız da. Özellikle yatmadan önce kullanılmaması tavsiye ediliyor. Bir berberde çalışıyorsanız kurutma makinasının size etkisi çok daha ciddi boyutlarda olabilir. Baz istasyonları hem güçlü hem de sürekli çalışıyor. Birçok kişi mikrodalga fırınlar çalışırken yakınında duruyor; halbuki 1-2 metre uzağında durmalısınız. Lokanta ve kafelerde mikrodalga fırın kullananların yiyecekleri ısıtırken ellerini fırının üzerinde tuttuklarını bile gördüm. Kansere davetiye çıkarıyor bu alışkanlıklar. Elektrikli traş makinası gibi alternatifi olan bazı aletleri de terk edin. Cep telefonları ise belki de artık en zoru. Sık sık kullanılıyor.

Astıma yakalanma riski 3,5 kat artıyor
Bugün bahsedeceğim konu daha çok hamile kadınları ve onların dünyaya getirmeye hazırlandıkları bebekleri ilgilendiriyor. ABD'nin Oakland kentinde yapılan yeni bir araştırmanın sonuçları elime geçti. Araştırmaya göre, hamilelik döneminde 24 saat için ortalama 2 mG (miliGaus) değerinde manyetik alan şiddetine maruz kalınırsa, doğan çocuğun 13 yaşına geldiğinde astım hastası olma olasılığı 3,5 kattan fazla artıyor. Bu çalışma Amerika Tıp Derneği'nin Pediyatrik Arşivi ve Genç İlaçları adlı yayınında yer aldı.* Bu dereceyi daha rahat anlamanız için şöyle bir örnek verebilirim. Elektrik iletim hatlarının 40 metre yakınında yaşıyorsanız bu şiddette bir manyetik alana maruz kalıyor olabilirsiniz.

Araştırma 626 çocuk üzerinde yapılmış. Bu çocuklar doğumdan sonra 13 yıl izlenmiş. Hamilelik sırasında da tüm annelerin maruz kaldıkları manyetik alan şiddeti sayaçlarla sürekli ölçülmüş. Manyetik alan şiddetindeki her 1 mG artış, astıma yakalanma şansını yüzde 15 arttırmış. Sağlaması da yapılmış. Düşük şiddette manyetik alana maruz kalan annelerin (0,3 mG'dan düşük) çocuklarının astım hastası olma şansı, 2 mG'dan fazla şiddete maruz kalan annelerden 3,5 kat daha az. Amerika Ulusal Kanser Danışma Kurulu üyesi Jonathan Samet, çalışmayı yankı bulması gereken bir araştırma olarak niteliyor. Samet, Mayıs ayında cep telefonlarını muhtemel kanser kaynağı olarak sınıflayan Dünya Sağlık Örgütü'nün Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı'nda üst düzey görevlerde bulunmuş biri.

Bulgular çarpıcı ama asıl önemli olan belki de araştırmanın uzunluğu. Elektromanyetik alanların çoğu hayatımıza yeni girdiği için uzun süreli etkilerinin ne olduğu konusunda çok fazla bilgi yok. Örneğin cep telefonları yaklaşık 20 yıllık bir geçmişe sahip, kablosuz internet daha yeni. Bu yüzden uzun süreli araştırmalar gerçeğe daha yakın sonuçlar veriyor bizlere. Yine de adım gibi eminim, birçok bilim insanı bu araştırmanın da yeterli olmadığını söyleyecek. Cep telefonları veya baz istasyonlarının tehlikeli olduğunu söylemek için daha çok araşırma yapılması gerektiğini anlatacak. Asıl sorun da burada. Bilimin en önemli ilkelerinden biri, “ihtiyatlılık ilkesi” hiçe sayılıyor ve unutturulmak isteniyor.

İhtiyatlılık ilkesi şunu söyler. Bir eylem ya da politik karar çevre ve insanlar için şüpheli sonuçlar doğurma olasılığına sahipse ve bilim insanlarının bu konuda ortak bir kararı yoksa, bilim tavrını eylemsizlikten yana koyar. Yani, risk almaz. Örnek olarak baz istasyonlarını ele alalım. Baz istasyonlarının nüfus yoğunluğunun çok olduğu bölgelerde kurulmasının kansere neden olduğuna dair ciddi araştırmalar varsa bir bilim insanı, “bu araştırmalar yeterli değil o yüzden kullanmaya devam edin” demez, diyemez. Der ise bilimsel kimliği tartışılır. Çünkü asıl ispatlanması gereken baz istasyonlarının insan sağlığına etkisinin olmadığıdır. Bu ispatlanana kadar baz istasyonlarına ihtiyatlılık prensibi gereği şüpheyle yaklaşılır. Kullanımı kısıtlanır.

İhtiyatlılık ilkesi çevrecilerin uydurduğu, görmezden gelinecek bir kural değildir. 1992 yılındaki Dünya Zirvesi'nin sonunda açıklanan Rio Bildirgesi'nin 15. maddesi bu ilkeye ayrılmıştır. 15. madde şöyle der: “Çevreyi korumak amacıyla, ihtiyatlılık ilkesi, devletlerce imkanları dahilinde geniş bir biçimde kullanılmalıdır. Nerede ciddi ve geri dönüştürülemez bir tehlike varsa, tam bilimsel kesinliğin olmaması, çevresel bozulmanın önüne geçecek ekonomik uygulamaların ertelenmesi için bahane edilmemelidir”. Politik iradenin, bilim insanlarının dikkatine.

* Archives of Pediatrics & Adolescent Medicine, American Medical Association (AMA), 1 Ağustos 2011.

"Nükleere mahkum değiliz" (Bianet)

24 Eylül 2011 tarihinde Biamag'da yayımlanan, Emel Gülcan'ın yaptığı söyleşi...
***

ÖZGÜR GÜRBÜZ:

"Nükleere Mahkûm Değiliz"

19 Eylül'de Alman Siemens firması nükleer enerjiden çekildiğini açıkladı. Bu adım neyin habercisi? Fukuşima faciasından kim, nasıl dersler çıkardı? Nükleer enerji analisti, gazeteci-aktivist Özgür Gürbüz'le konuştuk.

İstanbul - BİA Haber Merkezi
Alman sanayi devi Siemens, 19 Eylül'de nükleer enerjiden çekildiğini açıkladı. Siemens'in üst düzey yöneticilerinden Peter Loescher, Der Spiegel'e yaptığı açıklamada, Japonya'da Fukuşima nükleer santralinde yaşanan felaketin, şirketin kararında etkili olduğunu belirtti. Fukuşima faciası neleri değiştirdi? Dünyanın enerji ihtiyacı için nükleer şart mı? Türkiye, nükleere bağımlı mı? Biz sorduk, gazeteci-aktivist Özgür Gürbüz cevapladı.

Siemens'in nükleer enerjiden çekilmesini nasıl okumalıyız?
Bu kararı, Almanya'daki gelişmeler üzerinden değerlendirmeliyiz. 2002'de Yeşiller-Sosyal Demokratlar Koalisyonu'nda Almanya nükleer santrallerini kapatma kararı aldı ve iki reaktörünü kapattı. Sonra Merkel yönetimi, başta bu kararı geciktirme yönünde adımlar attı. Ama Fukuşima faciasından sonra dünyada pek örneği olmayan bir şey yaşandı. Almanya'daki sağ koalisyon hükümeti, 2022'ye kadar nükleerden çıkma kararı aldı. Son kararla, sekiz reaktör kapatıldı. Bu reaktörler, yaşlı oldukları için değil, alınan politik karardan ötürü kapatıldı. Almanya dokuz aktif reaktöründen de 2022'ye kadar vazgeçecek.

Söyleşinin tamamını okumak için lütfen tıklayınız.

Kürecik füze kalkanına karşı

Malatya'nın Kürecik bucağında kurulması planlanan NATO Füze Kalkanı- Erken Uyarı Radar Sistemi'ne karşı yöre halkının tepkisi büyüyor. Kürecikliler, 25 Eylül (yarın) saat 14:00'de İstanbul Taksim Meydanı'nda bir basın açıklaması yapacak. 2 Ekim 2011 tarihinde ise bu defa memleketlerinde toplanacak Kürecikliler, NATO'nun füze kalkanı projesine bir kez daha "hayır" diyecek.
Kürecik'te Füze Kalkanına Hayır İnsiyatifi yaptığı basın duyurusunda, sorunun bölgesel/yöresel bir sorun olmadığının bilincinde olan demokratik kamuoyunu, yurtsever, çevreci, ilerici kesimleri kendileriyle birlikte “Füze Kalkanı-Radar Sistemi” adlı savaş projesini boşa çıkartma mücadelesine davet ediyor.

Nükleerde yaprak dökümü Siemens ile sürüyor

Özgür Gürbüz-BirGün / 23 Eylül 2011

Fukuşima nükleer santral kazası aynı 1986 yılındaki Çernobil kazası gibi nükleer enerji konusunda 
Üç Mil Adası, Çernobil, Fukuşima. Sıra kimde?
tarihi bir değişime öncülük ediyor. Hatta daha fazlasına. ABD ile Fransa'nın ardından dünyanın en çok nükleer reaktöre sahip ülkesi Japonya, bu kazadan sonra yüzünü enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kaynaklarına çevirdi. Japonya'nın nükleer enerji konusundaki inadı bitti ve nükleer enerji tartışılır bir kaynak oldu. Japonya'nın birkaç gün önce istifa eden Ticaret ve Enerji Bakanı Yoşio Haşiro, 6 Eylül'de yaptığı açıklamada ülkenin gelecekte 'sıfır' nükleer reaktöre sahip olacağını söylemişti. Haşiro Fukuşima'dan 'ölüm kenti' diye söz edince istifa etmek zorunda kaldı.

Fukuşima kazası Avrupa'da da taşları yerinden oynattı. Eskiyen reaktörlerinin yerine yenilerini kurmak isteyen İsviçre, bu planlarından vazgeçtiği gibi ülkedeki beş reaktörü 2034'e kadar kapatma kararı aldı, nükleer enerjiye elveda dedi. İtalya halkı, Çernobil'in ardından kapatılan nükleer santrallerin yerine yenisini kurmak isteyen Başbakan Silvio Berlusconi'ye, yapılan halk oylamasında kocaman bir hayır dedi. Almanya ise işi daha da ileri götürdü. Fukuşima sonrası ülkedeki 17 reaktörün sekizi kapatıldı. Şu anda çalışan dokuz reaktör ise 2022'ye kadar kapatılacak. Nükleerden vazgeçme kararı alındığında bunu 'hayal' diye yorumlayan memleketimin “enerji uzmanlarına” selam olsun!

Bizim medyada “üst düzey yönetici” diye yazılsa da, aslında Siemens'in bir numarası, Yönetim Kurulu Başkanı sıfatını taşıyan Peter Löscher'in son açıklaması ise nükleer enerji masalına Almanya'da son noktayı koyar gibiydi. Löscher Siemens'in yıllardır faaliyet gösterdiği nükleer enerji alanından çekildiğini açıkladı. Bunun bir tek açıklaması var. Yıllardır yapılan yatırım, araştırma geliştirme çalışmaları Siemens'e ciddi bir teknolojik üstünlük kazandırmış olmasına rağmen şirket bu alanda bir gelecek görmedi. Kapıya kilit vurmaya karar verdi. Siemens yıllardır Fransızların nükleer devi Areva ile nükleer enerji konusunda 2009 yılına kadar ortak hareket ediyordu. Siemens 1 milyar 620 milyon avro değerindeki yüzde 34 hissesini 2009 yılında Areva'ya satıp ortaklıktan ayrılmıştı. Areva daha sonra mahkemeye gidip, anlaşma süresinden önce ortaklığı bitiren Siemens'i dava etmiş, 650 milyon avro civarında bir tazminat kazanmıştı. Zararın neresinden dönülse kârdır misali, Fukuşima sonrası nükleer enerjinin olmayan geleceğini gören Almanların bu giden paraya şimdi çok üzülmeyeceklerini düşünüyorum.

Siemens Areva'dan sonra bir başka devlet şirketiyle ortaklık için görüşmeye başladı, Rusya'dan Rosatom'la. Akkuyu'ya nükleer santral kurmaya çalışan şirketle yani. Batı ülkelerine santral satamayan Rus firması için bu anlaşma, teknoloji transferi ve yeni pazarlar anlamına gelebilirdi ancak Siemens, nükleer çalışmalardan vazgeçerek bu ortaklığın önünü de tıkadı. Dünyaya da 'nükleer enerji Almanya için tarih olmuştur' mesajını gönderdi. Bu mesaj bizim enerji bakanımıza ulaşır mı; hiç sanmıyorum. Bildiğiniz gibi, anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az!