TAEK düşünülmüyor diyor, İğneada rahatlamıyor

Kurulması düşünülen nükleer santraller için belirlenen yerlerin şubat ayında açıklanması beklenirken, TAEK, yıllardır nükleer santral için adı geçen İğneada'nın uygun bulunmadığını söyledi. Buna rağmen yöre halkı hala kuşkulu.

Özgür Gürbüz -Referans / 25 Ocak 2006

38 yıldır süren nükleer santral kurma projesinde adı sıkça gündeme gelen İğneada'nın TAEK tarafından uygun görülmemesine rağmen, İğneadalılar tedirgin. Bilgi Edinme Hakkı Kanunu'ndan yararlanarak, ilçelerine nükleer santral yapılıp yapılmayacağını soran İğneadalılara Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) Nükleer Bilgi Birimi Başkanı Gül Göktepe, "İğneada’nın nükleer santral yapımına uygun bulunmadığını söyleyebiliriz" yanıtını verdi. Göktepe'nin kaleme aldığı yazılı yanıtta İğneada'yla ilgili olarak şu satırlar yer aldı: "2012 yılında devreye girmesi öngörülen ilk nükleer santralımızın kurulmasıyla ilgili hazırlık faaliyetleri TAEK tarafından yürütülmektedir. Ancak nükleer santralın yeri ve tipi henüz belirlenmemiştir. Yer seçimi ile ilgili olarak halen farklı alanlarda ön etütler yapılmaktadır. Bunlar belli bir aşamaya geldiğinde yetkililer tarafından kamuoyuna açıklama yapılacaktır. Bununla birlikte şimdiden İğneada’nın nükleer santral yapımına uygun bulunmadığını söyleyebiliriz".

İğneada Belediye Başkanı Tahir Işık ise, bu açıklamanın kendisini çok rahatlatmadığını söylüyor. Işık, "Yazılı bir evrak gelmediği için çok da emin olamıyoruz. Bize telefonda da İğneada'nın düşünülmediğine dair bilgi verildi ancak bu beni rahatlatmıyor. Belediye'ye resmi bir belge gelmedikçe rahatlamamız mümkün değil" diyor. İğneada'ya sadece bir kez 4 kişilik bir ekibin inceleme yapmaya geldiğini söyleyen Işık, "Buraya dolaşmaya geldiklerini bile bize haber vermemişlerdi. Biz onları fark ettik. O zamanın Kırklareli Valisi İsmet Metin'in haber vermesiyle bir görüşme yaptık. Daha sonra da Vali Bey bir açıklama yaparak, İğneada'ya nükleer santralin düşünülmediğini söylemişti" açıklamasını yapıyor.

Nükleer santrallerin kurulmasıyla ilgili tüm aşamalarda proje yönetimi görevinin TAEK'e verildiğine dikkat çeken yanıtta ayrıca dünya elektrik talebinin %16 sını karşılayan nükleer reaktörlerin bazen büyük kentlerin hemen yakınında, nehirlerin, denizlerin kenarında, tarlaların ortasında, ormanların içinde baca gazları olmadan, atmosferi kirletmeden çalıştırıldığı öne sürülen açıklamada "Nükleer santraller dünyada ortaya çıkmış olan birkaç kazanın dışında çevre halkına olumsuz etki yaratmadan işletilmektedir" açıklaması yapılmış. Japonya’da nükleer santrallerin soğutma suyunun alındığı koylar dalyan halinde değerlendirildiği beliritlen yanıtta "Paris, Toronto, Tokyo, Stokholm, Bern, Moskova gibi nükleer elektrik kullanan kentler ışıl ışıl, pırıl pırıldır" açıklamasına da yer verilmiş. Geçimini turizm ve balıkçılıktan karşılayan İğneadalıların kaygılarına da bu örneklerle yanıt verilmeye çalışılmış gibi görünüyor. İğneada'nın devre dışı kalması da Trakya'da bir nükleer santral olasılığını oldukça azaltıyor. Belediye Başkanı Işık, İğneada2ya gelen yetkililerin kendilerine buranın şu an düşünülmediğini, bir ön çalışma yapıldığını söylüyor. Işık, nükleer santral için Trakya'nın yer olarak seçilmesi halinde İğneada'nın düşünülen yer olacağının altını çiziyor. Kurulması düşünülen nükleer santraller için Mersin Akkuyu ve Sinop'un adları da kulislerde dolaşıyor.

Enerjide doğalgazın dayanılmaz ağırlığı

Yerli kaynaklar doğalgaz kıskacında

Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan doğalgaz krizi, yıllardır ciddi bir ulusal politika eksikliği çeken Türkiye'nin enerji politikalarının tartışılmasına yol açtı. Türkiye'nin Tarsus'taki su santraliyle başlayan enerji macerasının vardığı doğalgaz açmazı ve önündeki seçeneklerini masaya yatırdık.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 21 Ocak 2006

Türkiye'de ilk elektrik enerjisi üretimi II. Abdülhamid zamanına kadar uzanıyor. 1902 yılında Tarsus'ta su değirmeniyle çevrilen bir dinamoyla çalışan 2 kilovat gücündeki ilk santral, Avusturyalı Dörfler tarafından kurulmuş. Prof. Dr. Hamit Serbest'in de bahsetiği rivayete göre önce saraya hediye edilmek istenmiş ancak Abdülhamid, suikast endişesiyle bu hediyeye karşı çıkmış. Daha sonra Karamüftüzade Hulusi Paşa gerekli izni alıp santrali Tarsus'un 1800 metre uzağına kurmuş ve Tarsus'un bütün sokaklarıyla Müftüzade Sadık Paşa ile Ramazanoğulları'ndan Sorgu Yargıcı Yakup Efendi'nin evi aydınlatılmış.

Tarsus'taki santral Türkiye'nin ilk su santrali olurken, taşkömürüyle çalışan ilk termik santrali ise İstanbul'da kurulan Silahtarağa santrali. 1914 ile 1950 yılları arasında İstanbul'un elektriğini üreten bu tek santral, şimdilerde "Santral İstanbul" adı altında bir kültür-sanat merkezine dönüşmek üzere. Silahtarağa müzeye dönüşe dursun, AKP hükümetin demeçlerine bakılırsa Türkiye de enerji yatırımları açısından bir şantiyeye dönüşmek üzere. Geçtiğimiz aylarda 25 yeni santralin kurulması gündeme getirilmiş, başta kurulması düşünülen 3 nükleer santral olmak üzere bu planlar çeşitli kesimlerce tartışılmaya başlanmıştı.

Türkiye enerji koridoru olacak
Tozu dumanı katacak olan, sadece bu santrallerin gelecek 15-20 yıl boyunca sürecek inşaat faliyetleri değil. Türkiye'nin son 10 yıldır üzerinde durduğu, enerji havzalarıyla Batı arasında enerji koridoru olma projesi de bu şantiyeyi ayrıca büyütecek. Rus doğalgazına alternatif arayan Avrupa'nın, Ortadoğu ve İran doğalgazını Yunanistan ve İtalya üzerinden taşınması planlanan projeye artık daha sıcak bakacağı kesin. Ertelene ertelene yılan hikayesine dönen Bakü-Ceyhan boru hattının yanına eklenmesi düşünülen Samsun-Ceyhan projesi de harekete geçecek gibi gözüküyor. Tüm bunların üstüne, "ya al ya da öde" anlaşmaları sonucu talebin üstünde alınan doğalgazın kentlere ulaştırılarak kullanılmasını sağlayacak boru hatlarını da eklemek lazım. 2006 yılında Adana, Antalya, Amasya, Afyonkarahisar, Aydın, Erzincan, Kars, Ardahan, Çanakkale, Karaman, Tokat, Trabzon, Rize, Gümüşhane, Bayburt, Ordu, Giresun, Van, Osmaniye, Diyarbakır, Elazığ, Adıyaman ve Mersin'e doğalgaz verilmesi planlanıyor.

Doğalgaza bağımlılık
Türkiye'nin doğalgaza bağımlılığını da işte bu nokta üzerinden tartışmak lazım. BOTAŞ'ın 2006 yılı için yaptığı talep tahmini 29 milyar 526 milyon metreküp. Bunun sadece 21 milyon metrekübü Yunanistan'a ihraç edilecek. Aynı yıl için kontrata bağlanmış arz miktarı ise 35 milyar 766 milyon metreküp. Bunların üstüne, Azerbaycan ve Türkmenistan'la imzalanmış anlaşmalar da var ama bazı belirsizlikler devam ediyor. Yürürlükte olan uzun vadeli anlaşmalar, Türkiye'nin enerjide doğalgazın ağırlığından önümüzdeki yıllarda da kurtulamayacağını gösteriyor. Bu aynı zamanda yerli kaynaklara yatırımın önünü de tıkıyor. 14 Şubat 1986 yılında yapılan, yılda 6 milyar metreküplük ilk anlaşmanın bitmesi için bile 2011 yılını beklemek zorundayız. Rusya'yla bu anlaşmanın yanısıra yapılmış olan iki anlaşma daha var. 1998 yılında imzalanan 8 milyar metreküplük anlaşma 23, 1997 yılında imzalan 16 milyar metreküplük anlaşma ise 25 yılık. Rus gazına alternatif olarak düşünülen İran gazının miktarı ise yıllık 10 milyar metreküp ve 1996'da atılan imzanın raf ömrü 25 yıl. Yine Türkmenistan'la imzalanan ama belirsizliğini koruyan 16 milyar metereküplük anlaşma ise en uzun süreye sahip olanı. 1999 yılında atılan imzanın kuruması için 30 yıl geçmesi gerekiyor.

Doğalgaz ihtiyacı artıyor
Peki, Türkiye bu kadar doğalgazı ne yapıyor? 2004 yılı için alınan doğalgazın 13,5 milyar metrekübünden fazlası çevrim santrallerinde elektriğe çevrilmiş. Konutlarda 4.5, sanayide ise 3.8 milyar metreküp doğalgaz kullanılmış. Gelecek yıllarda, doğalgaz kullanan il sayısındaki artış yüzünden, hiç doğalgaz santrali yapılmasa bile, Türkiye'nin daha fazla doğalgaz kullanacağını söylemek yanlış olmaz. Zaten BOTAŞ'ta 2020 için yaptığı projeksiyonda doğalgaz talebini 61 milyar metreküp olarak belirlemiş. Hükümetin yapmayı planladığı 25 santral içinde 2 doğalgaz santrali daha var ama 61 milyarlık doğalgazın bir bölümünün arz fazlası nedeniyle ihraç edilmesi gerekecek gibi. Şu ana kadar, 2020'de yapılması kesinleşen ihracat ise 737 milyon metreküp. Avrupa'ya daha fazla doğalgaz ihracatı için çalışmalar sürerken, alım anlaşmaları Türkiye'yi doğalgaz kullanımını teşvik etmeye zorluyor. Döşenen her hat, doğalgaza bağlanan her ev de, bu bağımlılığı daha da sürekli kılacak.

Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) 2004 yılı verilerine göre, kullanılan elektriğin yüzde 40'ını doğalgaz çevrim santralleri sağlıyor. Hidroelektrik santraller yüzde 30'la ikinci sırada yer alırken yaz aylarında bu oran birkaç puan aşağıya düşüyor. Üçüncü sırada ise yüzde 15'le linyit yakan termik santraller var. İthal ağırlıklı taşkömürü ve fuel-oil yakan termik santraller ise beraber yüzde 15'lik bir üretim yüzdesine sahip. Yerli kaynaklar arasında yer alan rüzgar ve jeotermal gibi yenilenebilir enerjinin payı ise yüzde 1 bile değil. Elektriğin nerede tüketildiğine baktığınızda ise aslan payının sanayide olduğunu görüyorsunuz. Yüzde 40'ların üzerindeki sanayiyi, yüzde 23'le meskenler ve yüzde 12 ile ticarethaneler izliyor. Tarımsal ısıtma için üretilen elektriğin yüzde 4.5'ini, sokak aydınlatması içinse yüzde 3.67'sini harcıyoruz.

Türkiye, Avrupa'da enerjiyi en kötü kullanan ülke
Konu harcamaktan açıldığında, Türkiye'nin en büyük "enerji kaynağı" olan harcamama ya da tasarruf enerjisinden bahsetmek yerinde olur. TMMOB yüzde 30'lara varan enerji tasarrufu potansiyelinden ve bunun yüzde 10-15'lik bölümünün, aydınlatma, beyaz eşya, ev ve mutfak gereçlerinin kullanımı ve seçiminde yapılacak bilinçli tercihlerden yapılabileceğini söylüyor. Elektrik İşleri Etüt İdaresi, sanayi, bina ve ulaşım sektörlerinde yıllık enerji tasarrufu potansiyelinin yaklaşık 3 milyar dolar olduğunu belirtiyor. OECD ortalaması yüzde 6'larda olan kayıp-kaçak oranı ise ülkemizde yüzde 19-20 civarında. Daha da kötüsü; Uluslararası Enerji Ajansı'nın verilerine göre Türkiye, Batı Avrupa'da enerjiyi en kötü kullanan ülke. Enerjide bağımlılığın çözümünün aslında burada yattığını söylemek hiç de yanlış olmaz. Türkiye'nin enerji profilini tam anlayabilmek için enerji santrallerinin kurulu güçlerini de gözardı etmemek gerekli. 2004 yılı rakamlarına bakıldığında 12 bin 654 megavatlık (MW) hidroelektrik ve 12 bin 640 MW'lık kurulu güce sahip doğalgaz santralleri göze çarpıyor.

Kömürle çalışan termik santraller 9 bin MW kurulu güce sahipken, rüzgar ve jeotermal santrallerinin toplam kurulu gücü sadece 34 MW. Ya al ya öde anlaşmaları yüzünden Elektrik Üretim Anonim Şirketi'ne (EÜAŞ) bağlı bazı santrallerin ve barajların zaman zaman düşük kapasiteyle çalıştırıldıkları da biliniyor. Zaten kimse şu anda Türkiye'nin bir enerji açığı olduğunun söylemiyor ama gelecekte enerji talebinin büyüme hızıyla beraber artacağı ve yeni santrallere gerek olacağı öne sürülüyor. Asıl tartışma da burada başlıyor. Öncelikle, bu yeni santrallerin yerli kaynaklarla karşılanarak, doğalgaz, ithal taşkömür ve fuel-oile olan bağımlılığın azalmasını isteyenler ve yine nükleer enerjiyi ön plana çıkaran ve nükleerin dışa bağımlı doğalgaz santrallerine alternatif olabileceğini söyleyenler de var. Kim ne derse desin, iş yerli yabancı kaynak tartışmasına döküldüğünde en çok konuşulan kaynakların hidroelektrik, rüzgar, linyit ve jeotermal olduğu göze çarpıyor. Bu kaynakların seçiminde ise teknik, politik ve çevresel kriterler ön plana çıkıyor.

Türkiye'nin ekonomik hidrolik potansiyelini birçok resmi kaynak 1960'lardaki 120 milyar kilovatsaatlik rakam olarak verse de, Devlet Su İşleri Genel Müdürü Prof. Dr. Veysel Eroğlu dahil birçok kişi, gelişen teknolojilerle, ekonomik potansiyel rakamının 160 ila 210 milyar kilovatsaat arasında olduğunu söylüyor. Karşılaştırma yapmak için Türkiye'nin 2005 yılında toplam elektrik üretiminin 150 milyar kilovatsaat olduğunu anımsatalım. Barajların bazılarının sınır ülkelerle sorun yaratacak olması ve Türkiye'nin çok az sayıda kalmış bakir doğal alanlarıyla, Hasankeyf gibi kültürel çevre kapsamına giren bölgeleri tehlikeye atması sorun yaratıyor. Sosyal maliyetlerin doğru hesaplanması, Türkiye'nin olası politik krizlerle karşı karşıya kalması ve kaybedilebilecek turizm gelirleri, zor bir hesabı şart koşuyor. Bu sorunlardan uzak küçük barajlar ilk seçenek. Jeotermal enerji kaynaklarına bakılınca Türkiye'nin dünyanın yedinci en zengin ülkesi olduğu biliniyor. Jeotermal Derneği bu potansiyelin 30 milyar metreküp doğalgaza eşdeğer olduğu ve şu ana kadar 70 bin civarı eve ulaşılsa da, tüm potansiyelin 5 milyon konutu ısıtabileceğini belirtiyor. Yine, tarımsal ısıtmaya üretilen elektriğin yüzde 4'ünün ayrıldığı göze alınırsa, 150 bin dönüm serayı ısıtma potansiyeline sahip jeotermal enerji bir nimet olarak adlandırılabilir. Özellikle Avrupa'da hızla büyüyen rüzgar enerjisi de bir başka temiz enerji kaynağı. Bu konuda da çeşitli rakamlar telaffuz edilse de, teknik kurulu güç potansiyelinin 80 bin megavat civarı olduğu belirtiliyor. Yenilenebilir enerji yasasının çıkmasından sonra 1350 megavatlık kurulu güç lisansının verildiği rüzgar enerjisi de Türkiye'nin önemli yerli kaynaklarından. Güneş enerjisinde elektrik üretimi henüz çok ön plana çıksa da, sayıları 40 milyonu bulan su ısıtıcılarıyla Türkiye'nin enerji harcamasını azaltmada ciddi bir katkı yapıyor.

Özellikle AB sürecinde karşımıza gelen Kyoto Protokolü de göz önüne alındığında Türkiye'nin başını ağrıtma olasılığı bulunan yerli kömür rezervleri de ciddi alternatifler arasında. Türkiye'nin 16 bin 354 MW'lık linyit (105 milyar kilovatsaat elektrik üretme potansiyeli) 2 bin 450 MW'lıksa (15 milyar kilovatsaat) taşkömürü potansiyeli bulunuyor. Tüm bu seçenekler, karar alıcıların, kamuoyunun filtresinden geçerek değerlendirilecek. Bakalım, alınacak yeni kararlardan sonra doğalgazın dayanılmaz ağırlığı daha ne kadar hissedilmeye devam edecek?

Enerji kaynaklarına göre elektrik üretimi 2004
Kaynak / pay (%)
Doğalgaz / 39,26
Hidroelektrik / 30,77
Linyit / 14,96
Taşkömürü / 7,54
Fuel-oil / 6,53
LPG / 0,26
Rüzgar / 0,04
Diğer / 0,64

Kaynak: TÜİK

Kullanım yerlerine göre elektrik tüketimi (2004)
Yer / pay (%)
Sanayi+otoprodüktör / 43,78
Meskenler / 23,02
Ticarethaneler / 11,94
Diğer+EÜAŞ direkt satış / 7,60
Resmi Daire / 4,34
Tarımsal ısıtma / 4,51
Sokak aydınlatması / 3,67
Şantiyeler / 1,14

Kaynak: TÜİK

Yıllar itibariyle doğalgaz ve LNG alım Miktarları

Yıllar Rusya / İran / Mavi Akım / Cezayir / Nijerya / Toplam
2000 10.079 / - / - / 3.962 / 780 /14.975
2001 10.931 / 115 / - / 3.985 / 1.337 / 16.368
2002 11.603 / 670 / - / 4.078 / 1.274 / 17.625
2003 11.422 / 3.520 / 1.252 / 3.867 / 1.126 / 21.180
2004 11.106 / 3.558 / 3.238 / 3.237 / 1.034 / 22.173
2005 9.422 / 2.896 / 3.185 / 2.783 / 711 / 19.052

Kaynak: BOTAŞ

Küresel ısınma 'sinek yapar' mide bozar

Küresel ısınmanın tüm hayatımızı etkileyeceğini söyleyen çevrecilere kulak asmamız için artık bir başka nedenimiz daha var. İngiltere'deki bilim insanları, ısınan havaların daha fazla yiyecek kökenli zehirlenmeye yol açacağını ve sinek sayısında artışa yol açacağını söylüyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 21 Ocak 2006

Küresel ısınmanın, Katrina ve Rita kasırgaları gibi artık kendini iyice belli etmeye başlayan meteorolojik sonuçları dışında bir de gözden kaçan ama hayatımızı yine büyük ölçüde etkileyecek başka tehlikeleri de var. Bunlardan bir tanesi de İngiliz bilim adamlarınca geçtiğimiz günlerde açıklanan zehirlenme riski.

East Anglia Üniversitesi'nden Prof. Paul Hunter, havaların ısınmasıyla dışarıda bırakılan yiyeceklerin daha çok salmonella bakterisi üretme potansiyeli olduğunu, bunun da zehirlenmelere yol açacağını açıkladı. Hunter, "Birçok değişikliğin yaz aylarında olacağını söylemek yanlış olmaz. Yiyeceklerin sıcak havalarda daha çabuk bozulmasının yanı sıra ani bastıran şiddetli yağışlar yüzünden, dağıtım şebekesine bağlı olmayan sularda, suda üreyen bakterilerin çoğalması sonucu ishal, kusma ve mide ağrıları da büyük olasılıkla artacak" diyor. Hunter, İngiltere'de bu yüzyıl bitmeden sıtma vakalarına da rastlanabileceğini ama tüm bu etkilere karşı İngiltere'deki sağlık sisteminin bir sorun yaşamayacağını da ekliyor. Denizlerde yüzen insanları da benzeri tehlikeler karşısında uyaran Hunter, kirlenmiş olan suyun tarlalardan, otoyollardan nehirlere ve oradan denizlere dökülmesi olasılığı ve bu sularda yüzen insanların benzer sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalacağı üzerinde duruyor.

Sağlık Koruma Ajansı'nın Bulaşıcı Hastalıklar Merkezi'nden Gordon Nichols da bu bulguları desteklediğini belirtiyor. Nichols, Bangladeş'teki büyük sel baskınlarından sonra insanların başka bölgelere taşınmak zorunda kaldığına dikkat çekerek İngiltere'de benzeri etkilerin görülebileceğinin altını çiziyor. Nichols, İngiltere dışında meydana gelebilecek değişikliklerin de, seyahat eden insanlar tarafından İngiltere'ye taşınabileceğine dikkat çekiyor.

Daha sıcak dünya, daha çok sinek

İklim değişikliğinin etkileri üzerine yapılan bir başka araştırma da sinekler üzerine oldu. Southampton Üniversitesi tarafından yapılan araştırma 2080 yılında İngiltere'deki sinek sayısında yüzde 250 artacağını hesapladı. Southampton Üniversitesi'nden Dave Goulson, sineklerin üreme sıklıklarının sıcaklıkla yakından ilişkili olduğunu ve sinekler aracılığıyla bulaşacak hastalık sayısında artış beklenebileceğine dikkat çekti. Yumurtaların sineğe dönüşmesinin en uygun sıcaklık olan 32 derecede 12 gün sürdüğüne ve daha soğuk ortamlarda bu sürenin uzadığına dikkat çeken bilim insanları, 2-3 derecelik sıcaklık artışının sinek sayısında büyük bir artışa yol açabileceğine dikkat çekiyor. Ayrıca, sıcak havalar sineklerin ömürlerini de uzatıyor. Yemekleri açıkta bırakmamak, mangal yaparken sinekleri yiyeceklerden uzak tutmak, taşıdıkları hastalık ve bakterilerden korunmak için önerilen korunma yolları arasında.

Çevre ve Orman Bakanlığı bünyesinde hazırlanan "Küresel Isınma, İklim Değişikliği ve Sağlık Etkileri" taslak raporunda sinekler kadar hamamböceği sayısında da artış olacağına dikkat çekiliyor. Rapor, sineklerin çoğunun ve hamam böceklerinin taşıyıcı olduğuna dikkat çekiyor ve sayılarındaki artışın enfeksiyon hastalıklarının kontrolünü güçleştireceğine dikkat çekiyor.