"Atom" gelmeden köyü bitirdi

"Atom" gelmeden köyü bitirdi

Nükleer santral, Mersin'in Gülnar ilçesine bağlı Büyükeceli beldesinin 30 yıllık derdi. 30 yıl içerisinde atom santraline "evet" ve "hayır" diyenlerin hararetli tartışmalarına sahne olan köy kahvelerinde şimdi konuşulan ilk konu ise işsizlik.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Kasım 2005-Mersin


İster Alanya tarafından, ister Mersin tarafından, ya da yukarıdan Mut üzerinden yola koyulun hiç farketmez. Büyükeceli, ya da santralin yapılması için EÜAŞ tarafından tel örgülerle çevrilen koyun adıyla anılan Akkuyu'ya ulaşmak için, uzunca ve zorlu bir yolu göze almanız gerek. Göze alırsanız, Alanya ve Mersin arasındaki ana yolun dağları tırmandığınız bölümünde karşınıza çıkan, defterde 2 bin nüfuslu, ana yolun biraz üzerinde kurulmuş kendi halinde bir Akdeniz kasabası olan Büyükeceli karşınıza çıkar. Tepeden masmavi Akdeniz'e bakan bir belde.

İlk bakışta köyde kimsenin nükleer santral planlarından haberdar olmadığını sanabilirsiniz. Hatta gündüz vakti köy kahvelerini dolaşırsanız köyün terk edilmiş olduğunu bile düşünebilirsiniz. Köyün gençlerinin, işsizlik yüzünden Silifke, Mersin ya da Adana'ya göç ettiği ve kağıt üzerindeki nüfusun belki de yarı yarıya azalmış olduğu bir gerçek ama henüz bir hayalet kasaba değil Büyükeceli. Akşam vakti, kahvelerde okey masaları etrafında toplanıyor köyde kalmakta direnenler. Akkuyu'da bir gençlik kampı düzenleyen Genç Yeşiller'in kahvelere gelmesiyle, belki de 5 yıl aradan sonra ilk kez, bu kadar hararetli bir şekilde "atom santrali" konuşulmaya başlanıyor.

"Çöplükten ekmek toplayan insan ne konuşabilir ne savunabilir?" diyor hasta yatağından kalkıp gelen ve adının söylenmesini istemeyen bir köylü. "Ekonomik özgürlüğü olmayan insan konuşamaz, yine şenlikler olsun yine karşı çıkarım" diye de ekliyor. Köyde, nükleere karşı olan da destekleyen de ismini vermeye yanaşmıyor. "Atom"a karşı olanlara göre kendisine iş teklif edilenler evet demeye başlamış. Evetçiler ise, yapsınlar da kurtulalım diyor daha çok. Atom santralinden emekli olan bir işçi kahvede yeşillere neden santrali desteklediğini anlatıyor ama adının gazetede yayınlanmasını istemiyor. Daha önce nükleer santrallere karşı çıkan şimdi ise destekleyen Belediye Başkanı Kemal Güdül'e sağı solu belli olmayacağı gerekçesiyle nükleerle ilgili soru sormamam için bayağı da nasihat alıyoruz bu arada. Biz kahveleri dolaşırken başkanda pek ortalarda görülmüyor zaten. Bu arada alacakaranlıkta biri yaklaşıyor ve soruyor: "Fransa'da kaç tane nükleer santral var?" Yanıtı da hemen kendisi veriyor, "59 tane ama bir tanesi bile Akdeniz kıyısında değil!".

"Köyün ekonomik durumu bitik" diyor Mehmet Ali Yılmaz. Bir çuval gübre 30 milyon. Girdiler çok pahalı artık tarım para getirmiyor. 150'ye ürettiğinizi 150'ye satıyorsun" diyerek bize sorunlarını anlatıyor. Belde olmasına rağmen herkesin köy olarak adlandırdığı Büyükeceli'de en çok buğday ekiliyor o da yağmura göre ya oluyor ya da olmuyor. Köyde su sorunu var, birkaç yıl önce umut olan seralarda bir bir sökülüyor. Havanın sıcak olması büyükbaş hayvancılığa da müsade etmiyor. Yılmaz sorunun çözümü için yeni projeler üretilmeli diyor. Yılmaz, "siyasileri buraya çağırıp civar köylerin de içinde olduğu bir toplantı yapılmalı, geçim kaynağı ne olabilir, neler yapılabilir diye. Örneğin angora tavşanı, hindi yetiştirilebilir" diyor. Köylülere göre çevre köylerin durumu daha da kötü. Büyükeceli belediye olduğu için en azından belediye için çalışanlar varmış. Belediye, 80-85 kişiyi günde 5 milyondan çalıştırarak işsiz bırakmamaya çalışıyor, yazında ormanda geçici işçi olarak çalışanlar var.

Turizm çözüm olur mu diye soruyoruz Mehmet Ali Yılmaz'a. Maalesef turizm de kirletiyor diyor. "Buraya kurulmuş sitelerin arıtma tesislerinin çalışıp çalışmadığını bilmiyoruz. Başkan bu işin üstüne gidiyor ama gece çalışıp çalışmadığını kimse bilmiyor. İşin kötü tarafı bu sitelerde oturanlar ne bu köyü tanıyor ne de alışveriş yapıyor. Gelirken Adana'dan Mersin'den alıp geliyorlar herşeyi, bize bir katkısı olmuyor" diye açıklıyor Yılmaz. Birçok kişi beldenin kapılarının yatırımlara kapanmasının arkasında yatan gerçeğin nükleer santral olduğunu düşünüyor. Santral yapılacak diye ne turizmci yatırıma geliyor ne de başkası.

Jandarma'nın adım adım takip ettiği köy gezisi biterken üç genç yanıma yaklaşıyor. "Durumumuz acizane" diyor bir tanesi. Diğeri, "çevreciler kursun bir fabrika biz de atoma hayır diyelim" diye bağırıyor teybime doğru. Son sözü 3 yıldır işsiz olduğunu söyleyen gencecik bir delikanlı söylüyor: "Açız abi, akşama gel kahveye tüm gençler kahvede oturuyor, hepsi lise mezunu".

2005 dünyanın en sıcak ikinci yılı olacak

Bu yılın verileri gelmeye başladı ve durum pek farklı değil. 2005 yılı beklendiği gibi kayıtlı tarihin en sıcak yıllarından biri oldu. Tıpkı, bundan önceki son 4 yıl gibi.

Özgür Gürbüz - Referans / Kasım 2005

Büyük Britanya Meteoroloji Ofisi'ne göre, 2005 yılı dünyanın en sıcak ikinci yılı olarak tarihe geçecek. Artık insanların olduğu kadar hizmet ve sigorta sektörlerinin de yakından izlediği küresel ısınma eğiliminin devam ettiğini belirten yetkililer, Sibirya'nın reaksiyonuna göre 2005'in en sıcak ikinci veya üçüncü yıl olacağını belirtiyorlar. 1998 yılı, 1861 yılından beri ölçümlenen yıllar içinde en sıcak yıl olurken, onu sırasıyla 2002, 2003, 2004 ve 2001 izliyor. 2005'in de bu ilk 6'da yerini almasıyla küresel ısınma konusunda endişelenmek için artık bir başka nedeniniz daha olacak. Anımsayacağınız gibi 2003 yılındaki sıcak dalgası sadece Fransa'da resmi rakamlara göre 15 bin kişinin ölümüne neden olmuş ve o zaman yapılan yorumlar, bu anormal derecede sıcak geçen yılın gelecekte "olağan" sayılabileceğine dikkat çekmişti.

GeoData Enstitüsü proje müdürü Craig Hutton, bu son verilerin ışığında bilim insanlarının çok büyük bir çoğunluğunun artık iklim değişikliğinin insan kaynaklı olup olmadığını tartışmayacağını söylüyor. İnsan etkisi dendiğinde ilk akla gelenler, fosil yakıtlar olarak da bilinen petrol, kömür ve doğal gazın kullanımı, sanayi ve tarım kaynaklı sera gazlarının atmosfere salınması ve ormansızlaştırma sayılabilir. Bu yüzden de çözüm önerilerinde yine rüzgar, güneş, su ve biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının adı sıkça geçiyor. Endüstrileşmiş ülkelerde enrji santrallerinden kaynaklanan sera gazlarının oranı yüzde 65 civarında olarak hesaplanıyor.

2005 yılı şu ana kadar, Amerika'daki iki büyük kasırgaya, İsviçre, Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve Romanya'da çok şiddetli sellere sahne oldu. Portekiz ve İspanya tarihinin kaydedilmiş en kurak yıllarını yaşadılar. Ekim ayındaki muson yağmurları da Bangladeş'te yarım milyon insanı evsiz bıraktı ve 200 bin hektarlık ekili alana zarar verdi. İklim değişikliği konusunda çalışan uzmanların genel görüşü artan felaketlerin gelişmemiş ülkeleri daha da derinden etkileyeceği yönünde. Bu ülkelerin ekonomik olanaklarının kısıtlı olması, can kayıpları dışında ekonomiyi de etkiliyor. Uzmanlar, aynı Bangaladeş'te olduğu gibi, insanların geçim kaynaklarının zarar görmesi halinde bu ülkelerden göçmek zorunda kalacağına dikkat çekiyor ve "iklim göçmenleri" kavramından bahsediyorlar. İşin ilginç yanı, New Orleans'ta olduğu gibi, dünyanın devleri de küresel ısınmanın yarattığı sorunlar karşısında çaresizlik içinde kalabiliyor. New Orleans'ı vuran Katrina kasırgasının beşinci gününde Michael Moore'un Bush'a, "helikopterlerimizin nerede olduğuna dair bir fikrin var mı" diye sorması da bunun en çarpıcı örneklerinden biri oldu.

Olli Rehn'den Bakan Gül'e Allianoi'yi kurtar mektubu

Devlet Su İşleri'nin 15 Kasım'da su tutmaya başlayacağı Yortanlı Barajı'nın sular altında bırakacağı Allianoi antik kenti için, Olli Rehn'de devreye girdi.

Özgür Gürbüz-Referans / 29 Ekim 2005

AB Genişlemeden Sorumlu Komisyon Üyesi Olli Rehn, "sevgili Abdullah" diye başladığı mektubunda, Bergama yakınlarındaki Hellenistik devirden kalma eşsiz ılıca ve sağlık merkezi Allianoi'nin Türkiye’nin kültürel mirası kadar Avrupa'nın kültürel mirası için de çok önemli bir eser olduğuna değinerek Allianoi'yi sular altında bırakmayacak alternatif projelerin değerlendirilmesini öneriyor.

Rehn mektubunda,"Baraj projesinin çevre etkileri konusunda da kaygılar olduğu anlaşılıyor, bazı kaynaklar bu olası etkilerin yeterince araştırılmadığı kanısında. Her koşulda arkeologların buluntuları emniyetli bir depoloma alanına alabilmelerine imkan tanınmalıdır. Bu kalitedeki tarihsel hazinelerin korunma altına alınmaları için en uygun yer ise doğal olarak eserlerin bulunduğu orijinal yerleridir ve bu birçok uluslararası anlaşmalar bu temel prensibin üstünde durmuştur. Bu gerçeğin ve alternatiflerinin araştırılmasına yetersiz zaman tanınması yalnız Avrupa’nin kültürel anılarının yok olması değil, Türkiye'nin önemli turizm potansiyelinin kalkınmasında da büyük kayıplara yol açacaktır" diye yazdı.

Rehn ayrıca AB kamuoyunun üyelik görüşmeleri nedeniyle Türkiye ile her konuyla yakından ilgilendiğine dikkat çekerek bu konuda Avrupa Parlamentosu üyeleri dahil çeşitli kişilerden sorular ve yorumlar aldıklarını söyledi. Sivil Toplum Diyalogu projesi açısından da Avrupa Birliği halklarının Türkiye AB ilişkileriyle bu kadar yakından ilgilenmesinden memnuniyet duyduğunu söyleyen Rehn, Türkiye’nin Avrupa için önemli olan arkeolojik hazineleri yok etmesinin olumsuz bir imaj yaratacağının altını çizdi.

Allianoi Girişimi Grubu Sözcüsü Avukat Arif Ali Cangı'nın, Devlet Su işleri'ne(DSİ) gönderdiği "baraj gölünde birikecek suyu Kınık Ovası’na ve sulanması planlanan diğer alanlara taşıyacak kanaletlerin yapımına başlanmış mıdır" sorusuna DSİ'den verilen yanıt onu pek tatmin etmemişe benziyor. DSİ, "Yortanlı ve Çaltıkoru barajlarından sulanacak Kınık Ovası’ndaki Kınık Sol Sahil Sulaması inşaatı yüksek basınçlı borulu sistem olarak 1992 yılında ihale edilmiş olup halen inşaatı devam etmektedir, sulama şebekesinin % 51’i tamamlanmıştır. Kınık Sağ Sahil Sulamasının inşaatının ihalesi ise 2006 yılında yapılacaktır" diyor.

Arif Ali Cangı'ya göre bu durumda baraja 15 Kasım’da su tutulması hiç kimseye yarar sağlamayacak. Cangı, "Allianoi ve bizlerin sesi boğulmak isteniyor; 1992 yılında ihale edilen ve halen % 51 tamamlanmış olan Kınık Sol Sahil Sulaması bölgesi yaklaşık 6.000 hektarlık bir alanı kapsamakta. Henüz ihalesi dahi yapılmayan Kınık Sağ Sahil Sulaması bilgesi ise yaklaşık iki kat büyüklüğünde 11.000 hektarlık bir alanı kapsıyor. 1992 yılında ihale edilen 6000 hektarlık alanın sulama sisteminin yarısının henüz tamamlandığı ve 11000 hektarlık alanın ihalesinin de 2006 yılında yapılacağı göz önüne alınırsa, baraj suyundan en iyimser tahminle; 8-10 yıl sonra yararlanılabilecekler" yorumunu yapıyor. DSİ şu ana kadar bu barajın inşaatı için 11 milyon 792 bin YTL., kamulaştırmalar için de 1 milyon 776 bin YTL. harcandığını söylüyor ve kesin harcama miktarı işin bitmesinden sonra belli olacak diyor.

Gerçekten de enerji ve çevre konularında oldukça hareketli günler Türkiye'yi bekliyor. Enerji Bakanlığı ve DSİ'nin gerek hidroelektrik gerek sulama amaçlı projelere hız vermesi Türkiye'nin birçok yerinde benzer sorunları gündeme getirdi. Doğa Derneği, Ağustos ayında benzer bir problemle yüzleşen Hasankeyf için Haydarpaşa'dan Batman'a trenle bir yolculuk düzenlemiş, Türkiye'nin 266 Önemli Doğa Alanı'ndan biri olan Dicle Vadisi'nde bulunan ve Anadolu'nun ayaktaki tek ortaçağ kenti Hasankeyf, üzerinde bulunduğu vadiyle birlikte sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söylemişti. Doğa Derneği de aynı Allianoi girişimi gibi, Ilısu Barajı'nın Dicle Nehri'ni durdurarak Türkiye'nin en önemli anıt kentlerinden Hasankeyf'i sular altında bırakacağını ve eşi benzeri olmayan bir doğal alanı sessizliğe gömeceğini öne sürerek baraj projesine karşı çıkmıştı.