Krediler çevreci projelere

Çevre sorunlarının ciddi boyutlara ulaşması, tüketicinin bu konuda bilinçlenmesi giderek tüm sektörleri bu konuda harekete geçiriyor. Bankalar arasında da bu konuda rekabet artıyor. İki hafta önce TSKB, Birleşmiş Milletler Çevre Programı Finans Girişimi’ne Türkiye’den üye olan ilk banka oldu. Banka kredi başvurularını projelerin çevreci olup olmamasına göre değerlendiriyor.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 27 Mart 2009

Kimilerine göre bir göz boyama, kimilerine göreyse duyarlı, “hiç yoktan iyidir” cinsinden olumlu adımlar. Hayatımızın yeşerdiği şu günlerde paralarımızın rengi de hafiften yeşile çalmaya başladı. Garanti Bankası’nın çevreci ‘bonus’ kartıyla yaptığınız alışverişten kazandığınız puanlar Doğal hayatı Koruma Vakfı’na (WWF) bağış oluyor. İş Bankası’nın TEMA Çevre Fonu ile hem yatırım yapıyor hem de paranızın bir anlamda “yabancıya” gitmemesini sağlıyorsunuz. Türkiye Sanayi ve Kalkınma Bankası’nın (TSKB) yıllık yüzde 10 gelir garantili ‘Temiz Enerji Fonu’da çevreci yatırımcılar için başka bir seçenek. Bu fonun bir başka özelliği ise TSKB’nin elde ettiği gelirle fon yatırımcılarının karbon ayak izlerini silmesi. TSKB Genel Müdürü Halil Eroğlu ile bankacılık sektöründeki “yeşermeyi” ve bankanın çevreci vizyonunu konuştuk.

Krediler Çevreci Projelere
Çevre ve sürdürülebilir bankacılık konularında Türkiye için bir model olmak istediklerini söyleyen Eroğlu, “Yenilenebilir enerji, enerji verimliliği gibi her türlü çevresel etkileri azaltan ve sürdürülebilir kalkınmayı destekleyen yatırımları finanse ediyoruz” diyor. Eroğlu tüm bu çevreci faaliyetleri, bankanın kendisi için belirlediği “Sürdürülebilir Bankacılık” vizyonuna bağlıyor. “Türkiye’de ilk çevre kriterli kredi çalışmalarını biz başlattık” diyen Eroğlu, “Yatırım projelerini sürdürülebilir kalkınma kriterlerini dikkate alarak değerlendiriyoruz ve verdiğimiz kredilerle doğaya olumsuz bir izdüşüm bırakmamak için çalışıyoruz. TSKB olarak gösterdiğimiz duyarlılıkla, finanse ettiğimiz yatırım projelerinin doğal kaynaklara zarar vermediğinden, çıkan her türlü atığın bertaraf edilebilir sınırlarda olduğundan, yatırımcının bu konudaki gerekli önlem, karar ve onayları almış olduğundan emin olmak istiyoruz” diyor. TSKB, geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Çevre Programı Finans Girişimi’ne (UNEP FI) üye olarak Türkiye’nin programa kayıtlı tek bankası oldu. 2008 yılında da Financial Times Sürdürülebilir Bankacılık Ödülleri” kapsamında “Gelişmekte Olan Ülkeler” kategorisinde Doğu Avrupa’da “Yılın Sürdürülebilir Bankacılık” ödülünü almıştı.

Karbon ayak izlerini siliyorlar
İster birey ister şirket olun, yapılan tüm faaliyetler sonunda başta enerji olmak üzere tüketilen çevresel değerler sonucu atmosfere seragazları salınıyor ve küresel ısınmayı hızlandırıyor. Herkesin hayatı farklı olduğu için de saldığı seragazı miktarı ya da “karbon ayak izi” farklı oluyor. TSKB, Temiz Enerji Fonu’ndan elde edilen yönetim ücretinin bir bölümünü, yatırımcıların ayak izlerini silecek bir projeye aktarıyor. Eroğlu, “Ayak izlerini telafi etmek üzere yatırımcıların adına, tercihen Türkiye’de gerçekleştirilen yenilenebilir enerji projelerinden sağlanan gönüllü karbon kredilerinden alacağız. Mayıs ayında gönüllü karbon kredilerini düzenleyeceğimiz bir toplantı ile yatırımcılarımıza takdim edeceğiz” diyor.

Gökçek’e karşı şarkılı kampanya

Belediye seçimlerine az bir süre kala, çevreci bir belediye başkanı isteyen Ankaralılar, Gökçek’e karşı şarkılı kampanya başlattı. “Ankara Sola Çek” adlı kampanyanın şarkıları web sayfasından erişime açılacak.

Özgür Gürbüz / 17 Şubat 2009

Yerel seçim heyecanının arttığı şu günlerde bazı Ankaralılar, Ankara’nın yolları taştan” türküsünü farklı sözlerle söylemeye başladı. “Gökçek Gitçek, Sola Çek” başlıklı bir kampanya başlatan bir grup Ankaralı, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in icraatlarını klasik şarkı ve türkülere yazdıkları yeni sözlerle eleştiriyor. Yayınladıkları manifestoda, iklim dostu bir kent, yaygınlaştırılmış bir toplu taşıma ağı, temiz su gibi çevreci temalara yer veren “Sola Çek” kampanyası gönüllüleri, Ankara’nın Melih Gökçek’ten kurtulmadan yaşanabilir bir kent olamayacağını öne sürüyor. Son 15 yıldır belediye başkanlığı görevini yapan Melih Gökçek’in geçmiş seçimlerden sol oyların bölünmesi sonucu galip çıktığını belirten aktivistler, bu defa sol oyların tek adreste toplandığını ve bu nedenle kazanma şansının yüksek olduğuna inanıyor.

Kendilerini “Sola Çek Gurubu” olarak tanımlayan grup yaklaşık 60 kişiyle işe başlamış ama gruba hızla yeni aktivistler katılıyor. İsminin açıklanmasını istemeyen grup sözcüsü, bu kampanyanın CHP’den bağımsız yürütüldüğüne ve grup içerisinde CHP taraftarı olan aktivist sayısının yok denecek kadar az olduğuna dikkat çekiyor. Eski seçimlere bakarak bir hesap yaptıklarını söyleyen aktivistler, “Sol tek aday çıkarsa, Gökçek 1994’te 135 bin oyla, 1999’da ise 140 bin oyla kaybedecekti. 2004’te sol tek adayla çıksa, sandığa gitmeyen 560 bin seçmen solda umut görecek, sandığa gidecek ve Gökçek yine 120 bin oyla kaybedecekti” diyor.

Karayalçın’ın adaylığının sol oylarını birleştirdiğine dikkat çeken grup üyeleri, manifestoları hakkında konuışmak üzere Karayalçın’dan da davet aldıklarını söylüyor. Renkli bir kampanyaya başlayan grubun hazırladığı “Gökçek gitçek” temalı çıkartmalar şimdiden Ankara’nın kafelerinde yerlerini almaya başladı. Grup seçim kampanyalarına 28 Mart'ta Sakarya Caddesi'nde düzenleyecekleri şarkılı bir törenle son verecek.

İşte kampanyanın şarkı sözlerinden bazıları:

Ankara’nın yolları b.....
Zehirlendik akan sudan
Gökçek gidecek, haydi sol’a çek

Kavşaklardan geçemedik,
Zamlarına yetemedik
Gökçek gidecek, haydi sol’a çek

***
Hüsran bitecek Kavşaklar gidecek
Ağaçlar dikilecek Melih buna üzülecek
Gökçek gidecek Temiz hava gelecek
Ankara gülecek Haydi gel sola çek!

Şarkıları dinlemek için: http://gokcekgitcek.org/

İstanbul'un çeşmeleri temiz çıktı

İstanbul'un üç ayrı çeşmesinden aldığımız numunelerde mikrobik yani sarılık ishal yapıcı bir tehlikeye rastlanmadı. Tüm değerleri belirlenen sınır değerleri içerisinde çıkan suların içilmesi ve kullanılmasında bir sakınca yok.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 23 Mart 2009

İstanbul'un her iki yakasındaki üç çeşmeden aldığımız su örneklerinin analiz sonuçları, bu çeşmelerden akan suyun temiz olduğunu gösterdi. Anadolu yakasından iki, Avrupa yakasından ise bir çeşmeden uzmanlar eşliğinde su örnekleri aldık. Aldığımız örnekleri Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü laboratuvarlarında analiz ettirdik. Sultanahmet'teki Alman Çeşmesi, Libadiye'deki Hamin Nine Çeşmesi ve Göztepe'de Tütüncü Mehmet Efendi (İstasyon Caddesi) Caddesi'ndeki çeşmeden aldığımız sular, standartlara uygun çıktı. İşlenmemiş ve içilebilir özelliği taşıyan kaynak suları için belirlenen 266 numaralı Türk Standartlarının tüm ölçütlerine uygun düşen üç çeşmeden alınan suların halk sağlığı açısından bir tehlike arz etmediği kimyasal ve bakteriyolojik analizler sonucunda ortaya kondu. Toplam 12 ölçüt esas alındı ve hiçbir çeşmede bu ölçütleri herhangi birini aşan bir değere rastlanmadı.

"Sularda bakteri tehlikesi yok"
Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen analizleri değerlendiren Enstitü Müdürü Prof. Dr. Orhan Yenigün, "Sularda bakteri tehlikesi yok. İçme kalitesi ve sudaki iyon miktarı açısından nitrit değeri düşük olduğu için bir zararı yok" açıklamasını yapıyor. Yüksek nitrit oranları çocuklar ve bebekler için bazı hastalıklara yol açabiliyor. Yenigün, nüfusun oldukça yoğun olduğu bu bölgelerde böylesine iyi değerlerin elde edilmesinin, kaynak sularını taşıyan isale hatlarının yenilenmiş olmasından kaynaklanabileceğini söylüyor. Boruların yakın zamanda değiştirilmiş olma olasılığının altını çiziyor. Ağır metal analizi yapılmayan su örnekleri içinse Prof. Yenigün, "Ağır metalleri yerleşim yerlerindeki sularda bulmamız pek beklenemez, sanayide, endüstriyel yeraltı sularına metal geçişi olabilir, ama şehir ortasında böyle bir şey pek mümkün değil" diyor. Çıkan sonuçların tüm sınır değerlerin altında olması da bu ihtimali oldukça azaltıyor.

Libadiye ve Göztepe'deki çeşmelerden çıkan "temiz raporu", bu çeşmelerin, halkın her gün bidonlarla su taşıdığı kaynaklar olması açısından önemli. Bu kaynaklarda ücretsiz su için 24 saat boyunca kuyruklar oluşuyor. İstanbul'un tarihi çeşmelerinden bir olan Alman Çeşmesi ise, yöredeki esnaf ile onlarca yerli ve yabancı turistin su içtiği bir çeşme. Kısacası, kentin merkezinde örnek aldığımız su kaynakları sınıfı geçti.

***
Analiz Sonuçları

TS 266 Maksimum Kriterler Konsantrasyon (mg/L)
pH: 6,5-9,5
Bulanıklık: NTU <5
Florür: <1
Nitrit: <0,10

Göztepe, Libadiye ve S.Ahmet için sırasıyla
pH,
6,83 6,91 7,30
Bulanıklık,
1,42 0,15 0,32
Florür
0,0136 0,0867 0,0605
ve Nitrit değerleri:
<0,05 <0,05 <0,05

Tüm çeşmeler için toplam Bakteri: 0 0 0, toplam Koliform 0 0 0 buluunmuştur.

Çevrecilerin Patiskası

Özgür Gürbüz / 22 Mart 2009

İstanbul’da bir hafta süren 5. Dünya Su Forumu ve bu ‘resmi’ foruma karşı düzenlenen iki alternatif forum sona erdi. Akıllarda ise üzerinde İngilizce yazılmış, “Riskli Barajlara Hayır” sloganı olan bir patiska ve her insanın erişim hakkı olan su üzerinden para kazanmak isteyenleri protesto ettikleri için dövülüp gözaltına alınan 17 kişi kaldı.

İki gün önce, Bilgi Üniversitesi’ndeki Alternatif Forum’u izlemeye gittiğimde o meşhur patiskayı gördüm. Riskli barajlara hayır dedikleri için sınırdışı edilen Ann Kathrin Schneider ve Payal Parekh, önce karakolda hatalı olduklarını ve bu nedenle özür dilediklerini belirten bir metne imza attırılmak istenmiş. İnsan hiç riskli baraj projelerine hayır dediği için özür diler mi? Tabi ki reddetmişler. Sonrasını biliyorsunuz. Bu iki kişi apar topar sınır dışı edildi ve Türkiye’ye girişleri iki yıllığına yasaklandı. Bundan yaklaşık 1,5 yıl önce tanıştığım Ann Katherine’i Türkiye’deki sivil toplum örgütleriyle ben tanıştırmıştım. Herhalde bu nedenden dolayı, “Riskli Barajları Sevmeyenler" terör örgütüne üye olmaktan en az bir yıl sınırdışı edilmeyi hak ederim. "Çevreciliğimi" tatmin için Kenya’ya gider çita severim artık.

İşin ilginç yanı, bu kadar patırtı koparılan patiskanın üzerinde yazan karşı çıkışın oldukça “yumuşak” bir muhalefetten ibaret olması. “Dünyada tüm barajlara hayır” demiyorlar. Deme hakları da var haliyle. “Falanca baraja hayır” deyip kafaları da karıştırmamışlar. Sadece ve sadece, “riskli barajlara hayır” yazmışlar. Bu patiskadan neden bu kadar rahatsız olduklarını Türkiye’deki yetkililere sormak lazım. Anlaşılan o ki, Türkiye’deki baraj projelerinin bazıları ya da hepsi çeşitli riskler içeriyor. Verilen tepki adeta bir itiraf gibi. Takkeyi düşürüyor keli gösteriyor. Yoksa, neden böylesine bir alınganlık gösterilsin ki? Kısacası, Türkiye'de konuşma özgürlüğü bu defa da barajlara takılıyor.

Anlaşılan, çevrecilerin patiskası, çevrecilerin daniskalarını bir kere daha köşeye sıkıştırdı. Madem öyle, daha çok patiska lazım bu memlekete. Yeni doğan her bebeği bu rengarenk patiskalara sarmalı; zıbın niyetine. Sarmalı ki, onların gülüp oynayacağı, suyla, doğayla tanışacağı yerleri bazı daniskalar "riskli" baraj projeleriyle donatmasınlar. Patiskaya rengini veren çiçekler beton baraj bloklarının altında kalmasın.

Alternatif forumun açılışına gözyaşları damgasını vurdu.

İstanbul’daki 5.Dünya Su Forumu’na karşı etkinlikler düzenleyen iki hareketten biri olan “Suyuma Dokunma” kampanyası aktivistleri, Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul Kampüsü’nde alternatif su forumu düzenledi. Forumun açılışında konuşan Kenyalı Ikal Angelei, ülkesinde yaşanan sorunları anlatırken gözyaşlarına boğuldu.

Özgür Gürbüz / 21 Mart 2009

İki gün sürecek “Alternatif Su Forumu”nun açılışına 28 yaşındaki mağrur bir kadının gözyaşları damgasını vurdu. Hayatında ilk kez Kenya dışına çıkan Ikal Angelei, Turkana bölgesine su sağlayan Omo Nehri üzerine yapılan baraj inşaatını durdurmak için yedi arkadaşıyla birlikte mücadele veriyor. Aynı zamanda yağmacıların saldırılarına uğrayan köyünde üç aylık bir bebeğin yağmacılar tarafından öksüz bırakılmasını anlatırken kendini tutamayan Anglei, 300 bin kişinin yaşadığı Kenya’nın Turkana bölgesinde yaşananların su ihtiyacının yüzde 80’inin Omo Nehri’nden sağlandığına dikkat çekiyor. Etiyopya Hükümeti tarafından yapılan barajın Turkana Gölü’ne suyun erişimini engelleyeceğini söyleyen Anglei, bu gölden balıkçılık yapan ve Uganda’ya balık satanlar ile su ihtiyacını karşılayan herkesin büyük bir felaketle karşı karşıya kalacağını söylüyor. Yapılan barajdan üretilecek elektriği Etiyopya’dan satın almaya hazırlanan Kenya Hükümeti ise bugüne kadar Ikal ve arkadaşlarının başvurularını yanıtsız bırakmış. Bu nedenle, Uluslararası Nehirler adlı kuruluş vasıtasıyla sorunlarını dünya kamuoyuna duyurmaya çalışıyorlar.

Her gün su için 20 kilometre yürüyorlar
Yaptığı duygusal konuşmadan sonra sorularımızı yanıtlayan Anglei, babasının eski bir milletvekili olmasına rağmen annesinin öğütleri doğrultusunda eğitimini tamamlamak için oldukça zorlu günler geçirmiş. Nairobi’de finans okuyan ve üniversiteden sonra bir süre bankada çalışan Anglei, köyündeki çocukların eğitimine yardım etmek için geri dönmeye karar vermiş. 30-40 bin kişinin yaşadığı ve “köyüm” dediği evinde ilk olarak insanların okuma yazma öğrenmesi için çalışmaya başlamış. Bölgede okuma yazma oranı erkeklerde yüzde 20, kadınlarda yüzde 10 kadar. Çocuklar okula gitmek için her gün 20 kilometre yürümek zorunda kalıyor ve çoğunun okula gitme nedeni orada bedava yemek bulabilmeleri. Su bulmak için de kadınlar hergün benzer bir yolculuk yapmak zorunda. Ikal’ın korumak istediği su işte bu. Baraj yapılırsa durum daha da kötü olacak diyen Ikal, inşaatın 2006 yılında başladığını ve en geç 2012 yılında biteceğini belirterek çok az zamanlarının kaldığını söylüyor. “Etiyopya’daki politik durum işleri daha da güçleştiriyor. Bölge halkı yardım etmek istiyor ancak güçleri yok. Son protestoya 900 kişi katıldı” diyor. Baraj projesinin arkasındaki Hollandalı şirketin işleri daha da zorlaştırdığının da altını çiziyor.

Su Forumu’nda Bakanlar Konferansı başladı

Özgür Gürbüz / 21 Mart 2009

Liderler Zirvesi ile açılan Dünya Su Forumu’nda bu sefer gözler Bakanlar Konferansı’na odaklandı. 160 ülke delegasyonunun kayıtlı olduğu, bizzat 65 bakanın ve 14 üst düzey uluslararası kuruluşun temsilci gönderdiği konferans Pazar sabahı son bulacak. 5. Dünya Su Forum’unun düzenleyicilerinden Dünya Su Konseyi Başkanı Loic Fauchon, Bakanlar Konferansı’nın açılışında kısa bir konuşma yaptı. İstanbul’da düzenlenen toplantının teknik ağırlıklı olmaktan çok politik bir toplantı olduğunun altını çizen Konsey Başkanı, İstanbul’dan önce dört hazırlık toplantısı yapıldığını, burada hazırlanan “İstanbul Su Haritası”nın su diplomasisi alanında bir ilk olduğunu söyledi. Fauchon, “Kolay su geride kaldı. İklim değişikliğiyle birlikte su kaynakları daha da tehlike altında” dedi. Daha sonra kürsüye gelen Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Başkanı Jacques Diouf ise dünyada 1 milyar insanın açlık ve yetersiz beslenme sorunlarıyla karşı karşıya olduğuna dikkat çekti ve suyun tarım dolayısıyla gıda için önemine değindi. Kalkınmakta olan ülkelerde suyun verimli kullanılmasının teşvik edilmesini isteyen Diouf, “Kriz zamanlarında aynı zamanlarda fırsatlar da vardır” diyerek verimli bir entegre tarım politikasına destek verilmesini istedi.

Hedef 40 bin megavat
Bakanlar Konferansı’nın açılışında bir konuşma yapan Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, dünyanın hemen hemen her ülkesinde suyla ilgili sorunlar yaşandığına dikkat çekti ve iyi bir su yönetimiyle su kaynaklarının tüm canlılar için adil bir şekilde yönetilmesi gerektiğini vurguladı. Türkiye’nin su zengini bir ülke olmadığına değinen Eroğlu, 2008 yılı itibariyle DSİ’nin 600’ün üzerinde baraj yapımını tamamladığını, Türkiye’de sulanabilir 8,3 milyon hektar alanın 5,2 milyonunun sulanır halde olduğuna dikkat çekti. Eroğlu, “Türkiye’nin hidroelektrik enerji santrallerinin kurulu gücü yaklaşık 14 bin megavat, 5 yıl içinde bu rakamı 40 bin megavata çıkarmak istiyoruz. Bu Türkiye için tarihi bir adım olacak” diyerek adeta bazı baraj projelerine karşı çıkan çevrecilere gözdağı verdi.

“Litre başı fiyatlandırma çiftçiyi göçe zorlar”

Mart ayında İstanbul’da yapılan 5. Dünya Su Forumu ve su ile ilgili tartışmaları, Yıldız Üniversitesi’nden Prof. Dr. Beyza Üstün ile konuştuk. Üstün, ‘akarsuların satışı’ konusunda ciddi uyarılarda bulunuyor ve tarımsal suyun fiyatlandırılmasının yeni göç dalgaları yaratabileceğine dikkat çekiyor.

Özgür Gürbüz / 21 Mart 2009

Bir hafta boyunca İstanbul, muhaliflerinden üst düzey hükümet temsilcilerine kadar on binlerce kişiye ev sahipliği yaptı ve suyu tartıştı. Tartışmaların en çok kızıştığı noktalar ise barajlar ve suyun özelleştirilmesi oldu. Resmi forumda oldukça sık dile getirilen, tarımsal sulamada suyun verimli kullanılması için suyun birim başına fiyatlandırılması önerisine Yıldız Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Beyza Üstün’den tepki var. Tarımda yanlış su kullanımının olduğunu kabul eden ve çözüm olarak bitki türüne uygun tasarruflu yöntemlerin teşvik edilmesi gerektiğini söyleyen Üstün, buna karşın suyun litre başına fiyatlandırılmasının, bedelini ödeyemeyen çiftçiyi kaçak su kullanmaya ve tarlasını büyük şirketlere satıp göç etmeye teşvik edeceğini öne sürüyor.

Sanayide Kaçak su kullanımı var
Dünya Su Forumu’ndaki konuşmalarda suyun en çok tarımsal amaçlı kullanıldığı argümanlarını da eleştiren Üstün, sanayinin payının azaltıldığı görüşünde. “Sanayi, kullandığı suyun büyük bir kısmını kaçak kullanır. Kuyularını açar ve yeraltı suyundan faydalanır. Kullanmıyor gibi görürsünüz ama yeraltı suları ve yakınsa yüzey sularından su çekerler” diyen Üstün, su havzaları ve nehirlerin özel şirketlere uzun süreli kiralanmasının da sorun yaratacağı görüşünde. Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu’nun etkinliklerinde de aktif görev alan Prof. Üstün, “Nehirleri satmıyoruz kullanım hakkını veriyoruz diyorlar. Bu, sadece suyu değil, suyun içindeki canlıların, suya besleme yapan karasal alanın kullanımı anlamına geliyor. Süresi ne kadar olursa olsun, kullanım hakkını vermek ekosistemin tümüne müdahale hakkını vermektir. Sonuç olarak sistem kendini yenileyemez ve bunun adı da satıştır. 40 yıl sonra geri alsanız ne olur?” diyor. Yüzlerce şirketin Türkiye’de de bunu yaşama geçirmeye çalıştığına, kendilerinin de su havzalarının ticarileştirilmemesine engel olmak için mücadele ettiklerini belirtiyor.

Silah sanayi için su tüketimine hayır
Beyza Üstün, suya yapılan müdahalelerin hepsine karşı olmadıklarını, müdahaleler bölgenin ekosistemini etkileyecekse itiraz ettiklerini söylüyor. “Yaşam için, canlılar için yapılan hiçbir üretime karşı değiliz. Bunun kara dönen kısmına karşıyız. Çünkü bu kara dönen kısmı hem doğadan parça alıyor (su, toprak) hem de doğaya bu aldığını kirleterek iade ediyor” diyen Üstün, silah sanayi ve daha çok tekstil üretmek için su havzalarının tüketilmesini anlayamadıklarını belirtiyor ve ister tarım ister sanayi olsun yaşamın sürdürülmesi için suyu kullanmaya itiraz etmiyoruz diyor.

“2,5 milyar insanın tuvaleti yok”

5. Dünya Su Forumu için Türkiye’ye gelen Uluslararası Özel Su Operatörleri Federasyonu (AquaFed) Başkanı Gerard Payen, İstanbul’daki forumdan atık suların arıtılmasıyla ilgili bir hedef çıkmasını bekliyor. Payen, dünyada 2,5 milyar insanın hala hijyenik bir tuvalete sahip olmadığına dikkat çekiyor.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 19 Mart 2009*

Dünya Su Forumu’yla ilgili tartışmaların odağında suyun kullanım hakkının devri, ‘muhalif’ bir deyişle suyun özelleştirilmesi var. Özelleştirme ve forumdan beklentilerini, Aquafed’in başkanı ve dünyanın en büyük su ve enerji şirketlerinden Ondeo-Suez’in su bölümünün eski Yönetim Kurulu Başkanı Gerard Payen’e sorduk. Payen, forumdan atık su sorunu ile ilgili somut bir hedef çıkmasını istiyor. Birleşmiş Milletlerin (BM) milenyum hedefleri arasında 2015’ten önce, dünyada temiz içme suyu ve tuvalete erişimi olmayan insan sayısını yarı yarıya azaltmak gibi hedefler olduğunu anımsatan Payen, atık su arıtma ile ilgili benzer bir hedefe ihtiyaç olduğunu düşünüyor. “Meksika’da politik tartışmalar yüzünden böyle bir karar çıkmadı, İstanbul’da ise bu şans var” diyor. Dünyada özel-hijyenik tuvalete sahip olmayan insan sayısının 2,5 milyar, evinde ve oturduğu sokakta musluğu olmayan insan sayısının ise 3 milyarı bulduğuna dikkat çekiyor. Bu 3 milyar insanın 900 milyonu ise suya erişim konusunda ciddi problemler yaşıyor. Afrika’da bütün gününü eve su taşımakla geçiren insanlar var.

Türkiye’yi hayvansal kirlenmeye uğramamış suya erişimde başarılı bulan Payen, bu riski taşıyan suları kullananların 1990’larda yüzde 15 olduğunu şimdi ise yüzde 7’lere gerilediğini söylüyor. Dünyanın su konusunda en sorunlu bölgesi Afrika ise en kötü durumda. BM’nin hedeflerine değil 2015, 2030-2040 yıllarında ulaşması zor görünüyor. Payen, “1990’da 2,4 milyar insanın özel-hijyenik tuvalete erişimi yoktu. Bugün ise 2,5 milyara ulaştı. Dünya bu konuda çok gecikti. Kendinizin tuvaleti olması fark etmiyor. Komşunuzun tuvaleti yoksa kirlenmiş atık sular sizin suyunuzu da kirletebilir. Bu nedenle atık suların arıtılması çok önemli” diyor.

"Özel sektör hükümet ne derse onu yapıyor”
“Deniz suyu küresel kamu malı ama tatlı su değil. Kanada’dan gelen su, Aşağı Sahra’ya ait olamaz” diyen Payen’e, suyun özelleştirilmesi tartışmaları hakkında ne düşündüğünü soruyoruz. “Özel sektörün ger kalmış ülkelerdeki insanlara yardım etmedikleri, onlara yüksek faturalar çıkardıkları söylenir. Bunlar doğru değil. Özel şirketler, hükümetler kendilerine ne derlerse onu yaparlar” diyen AquaFed Başkanı, suyun yoksul halka bedava verilmesinin önünde özel şirketlerin durmadığını öne sürüyor. Payen, “İngiltere’de su şebekesi özel sektöre satıldı. Fransa’da ise şebeke hükümete bağlı ama hükümet birçok yerde özel firmalara şebekeyi işletme hakkı verdi. Özelleştirmeden hangisini anladığımız önemli. Hükümet, fiyatı yatırımları belirler. Kim işletirse işletsin bu, suyun bedava olmasını engellemez. Hükümet sübvansiyon verirse özel sektör de suyu bedava satabilir” açıklamasını yapıyor. Johannesburg’ta 10 yıl önce özel bir şirkete kamu şirketini iyileştirmek için beş yıllığına bir kontrat verildiğini, beş yılın sonunda ise belediye başkanının şirkete, ‘Durum iyileşti, teşekkür ederiz’ deyip kontratı yenilemediği anlatan Payen, “Böyle örnekler de var” diyor.

***
“Bolivya’da halkın yağmur suyu toplaması engellenmedi”
Bolivya’da Suez’e devredilen su işletmesinden sonra artan protestolar hükümet devirip Evo Morales’i adeta iktidara taşımıştı. Gerard Payen, o tarihlerde Suez’in su bölümünün en yetkili kişisiydi.

O.G. - Suez Bolivya’da ne yapıyordu?
G.P. - Kontratın hedefi çok basitti. Su şebekesinin verimli kullanılmasını sağlamak ve La Paz ile çevresine ulaştırmak. Suez, 400 bin kişiyi şebekeye bağladı. Bu insanların daha önce su almak için tek seçeneği satıcılardan su satın almaktı.
-Sonra fiyatlar arttı. İnsanlar yağmur suyu toplamak istedi ve bu engellendi, öyle değil mi?
- Gözlerimle yağmur suyu kullandıklarını gördüm. Kimse onları engellemedi.
-Bu olay dünyada birçok gazetede defalarca yazıldı ama...
-Daha birçok yaratılmış öykü var.
-Suyun fiyatı da mı artmadı?
- Projede, fiyatta değişiklik yapılmayacağı vardı. Yapılan tasarruflarla daha çok kişiyi şebekeye bağlayacaktık. Bu arada La Paz çok sayıda iç göç aldı. Bunlar, Morales’in politik destekçisi olan yerli halktı. Onlar için kentte hiçbir şey hazırlanmamıştı. Musluk suyu talep ettiler. Hükümetin para bulması gerekiyordu. Bildiğim kadarıyla bu parayı suyun fiyatını arttırarak değil şebeke bağlantı ücretlerini arttırarak yaptılar. Fiyat onlar için yüksek geldi ve gösteriler başladı. Suez, burada “günah keçisi” yapıldı.
- Firma Bolivya’dan ayrıldı ama.
- Evet, bu doğru.
- Suez para kaybetti mi?
- Sanmıyorum ama herhalde para da kazanmadılar.

* Orjinali