Akkuyu ihalesinde Zorlu Enerji yok

Zorlu Enerji Grubu Başkanı Murat Sungur Bursa, Global Enerji'ye Akkuyu'da yapılacak nükleer santral ihalesine girmeyeceklerini açıkladı. Bursa'ya bu kararın nedenlerini sorduk. Yanıtının uzun olacağını belirten Bursa, özellikle ihaledeki karar verme sürecinin, en çevreci, duyarlı teknolojiyi seçme konusunda bir miktar eksik kaldığını belirtiyor.

Özgür Gürbüz – Global Enerji / Temmuz 2008

Eylül ayında ihalesinin sonuçlanması beklenen Akkuyu nükleer santrali için adı geçen firmalardan Zorlu Enerji, bu ihalede yer almayacağını açıkladı. REC Türkiye tarafından düzenlenen "Sürdürülebilirliğin Finansmanı: Karadeniz Bölgesi İçin Fırsatlar ve Zorluklar" konulu panelin ardından Global Enerji'nin sorularını yanıtlayan Zorlu Enerji Grubu Başkanı Murat Sungur Bursa, ihaleye girmeme nedenlerini tek bir cümleyle açıklamanın yanlış olacağını belirterek, Çernobil kazasından başlayan bir analiz yapıyor. Türkiye'nin 1980'li yıllarda bir nükleer travma geçirdiğini belirten Bursa, "Bana sorarsanız, o dönemde bir nükleer kaza sonrası görülen zararlar işin küçük bir boyutu. Travmanın nedeni başka bir şey. Kamuoyu, vatandaşlar, kamu yöneticilerine karşı güvensiz hale geldi. O dönemin kamu yöneticilerinin, sonucun böyle olabileceğini düşünmeyerek, belki de o günü sakinleştirmek için yaptıkları açıklamalar, uzun vadede insanların kamu yöneticilerinin bu ve benzeri riskli durumlarda yeterince şeffaf, güvenilir olmayacakları izlenimini doğurdu. Hâlâ, Karadeniz'de yaşanan çok sayıda kanser vakası artışının, Çernobil olayına bağlı olduğu ama bunun bir şekilde resmi raporlarla ortaya çıkarılmadığına dair genel bir kanaat var" diyor.

Nükleer dünyanın her yerinde tartışmalı
Nükleer santral yapma kararının dünyanın her yerinde tartışmalı bir konu olduğunu belirten ve Almanya gibi bazı ülkelerin nükleer yerine temiz enerji kaynaklarına geçtiğini söyleyen Bursa, böyle bir durumda nükleer santral yapacağız demenin zorlu ğundan bahsediyor. Bir tarafta böyle bir durum var diyen Bursa, diğer tarafta ise Türkiye'nin enerjideki alternatiflerinin sınırlı olduğunun altını çiziyor. Bursa, "İthal edebildiği gazda zaten limite gelmişiz. Ürettiğimiz elektriğin yüzde 50'sinden fazlasında gaza bağımlıyız. İlişkilerde kriz, pompalarda yaşanan bir sorun, Türkiye'yi zaten soğutuyor ve bir de elektriksiz bırakabilir. Türkiye bunu kaldıramaz. Hidrolikte yeni, minik artışlar yapmak mümkün. Ama önümüzdeki 35 yıl içerisinde bunlar kısmi çözümler olabilir. Türkiye'de Gayri Safi Milli Hasıla'yı (GSMH) yüzde 5 arttırmak isterseniz enerji ihtiyacı yüzde 7 artıyor. 40 bin megavat kurulu gücü olan bir ülkede elektrik tüketimi yüzde 78 artıyorsa senede 3 bin megavat yeni güç gerekir. Üç bin megavat için tüm hidrolikler devreye konsa yepyeni çevresel sorunlar yaratmaya başlıyor. Her baraj çevre bakımından son derece uyumlu diyemiyoruz. Öyle yerler olacak ki, rüzg â ra da bir süre sonra itiraz edeceğiz" şeklinde konuşuyor.

Yerli kömür seçeneği
Bursa'ya göre biyokütle potansiyeli de bütün bu ihtiyaçlara yanıt verecek düzeyde değil. Tüm bu kaynaklara bakıldığında çevrecilerin tercih etmediği kömürün öne çıktığını, ithal kömürden vazgeçilse bile yerli kömürlerin kullanılmak zorunda kalacağı sonucu ortaya çıkıyor. 1000 MW'lık rüzg â r santrali yapmanın kolay olmadığı ama aynı büyüklükte kömür santralinin bir noktaya kurulabildiğine dikkat çeken Bursa, "Kömür aslında dünyada teknolojisi, iyi kötü en ilerlemiş seçeneklerden bir tanesi. Çok iyi tedbirler alınırsa, çevre dostu demeyeceğim ama çevre zararı minimize edilmiş santraller kurulabilir. Karbondioksit salımıyla ilgili teknolojiler geliştirilmeye çalışılıyor. Orman geliştime, yeraltına gömme gibi teknolojiler üzerinde çalışılıyor. Bekliyoruz, yakın zamanda, o da devreye girdiğinde daha göğsümüzü gere gere yatırım yapabileceğiz" diyor. Türkiye'nin tüm bu konuların hepsinde birden, hiçbirini ihmal etmeden yatırım yapması yaşanan sorun için Murat Sungur Bursa'nın önerdiği çözüm.

"İki ayağınızı bir pabuca sokmanın anlamı yok"
Zorlu Enerji Grubu Başkanı tüm bu senaryolara baktıktan sonra nükleerin potansiyeli üzerinde de duruyor. Teknolojinin başta dışarıdan alınmasına rağmen uzun vadede nükleer enerjinin dışa bağımlı bir enerji kaynağı olmadığını savunan Bursa, "Nükleerde şu anda yapılacak ihalenin karar verme sürecinin, en çevreci, en duyarlı teknolojiyi ve yatırımcıyı seçmede bir miktar duyarsız kaldığını görüyoruz. Seçim metodolojisi bu kriterleri yarıştırmayacak. Diyor ki, uzun vadede bana elektriği kaça vereceksin? Elektriği daha ucuza vereceksem mutlaka maliyeti düşürmeye çalışmam lazım. Bu maliyetin, endişe ederim ki inşallah olmazbazı güvenlik ve çevresel tedbirlerle yarışıyor olması muhtemel" diyor. Alım garantisine verilen sürenin de benzer bir sorun yaratıp yaratmadığını sorduğumuzda ise, "O beni fazla korkutmuyor. Onu mutlaka değiştirirler ama onu da dediğiniz gibi değişmeyecek diye düşünürseniz bir risk. Bu kadar iki ayağınızı bir pabuca sokmanın anlamı yok. Bir şeyler eksik olabilir" yanıtını alıyoruz.

Çevresel ve güvenlik tedbirleri açısından yeterli olmayan firmaların yarışa girmeyeceğinin söylenmesi Bursa'nın kafasındaki soruları tam olarak yanıtlayamamışa benziyor. "Yeterlilik dediğinizin dozajı ne" diye soran Bursa, "Altı hava yastığı mı yoksa 16 mı? Kabul edilebilir minimum nedir? Babam hava yastığı olmayan arabaya bindi, ona sorsanız ucuz olduğu için hava yastıksız bir arabayı tercih edebilir. Uzman birisi ise, altı tane diyebilir. Bu konuda tam bir teknik kriter yok. Bir metresi yok ki, 'tamam dört dörtlük olmuş' diyesiniz. Bir noktada kesmek zorundasınız. O kestiğiniz noktanın da asla, yatırımcıların güvenlik tedbirleri açısından yarıştığı bir alan olmadığını düşünüyorum" açıklamasını yapıyor.

"Türkiye rekabet gücünü yitirecek"
Türkiye özünde enerji savurganı bir ülke. Bir birim GSMH üretmek için dünya liginde yarıştığımız Japonya'nın dört misli enerji harcıyoruz. OECD'nin ortalama 2.5 misli enerji harcıyoruz. Bu korkunç bir rakam. Türkiye bunu kaldıramaz. Mutlaka biz, Anadolu kültüründe de olan tasarrufa, enerji verimliliğine önem vermeliyiz. Bu enerji yoğunluğunu düşürmemiz lazım. Aksi takdirde Türkiye rekabet gücünü yitirecek. Olay sadece tasarruf meselesi de değil. Olay, teknoloji seçimiyle de ilgili. Bir buzdolabı almışsınız traktör gibi çalışıyor. İnsanlar yeni yeni, buzdolabı firmalarının reklam kampanyalarıyla A tipini, B tipini öğrendiler. Bunun dışında klimaları, saç kurutma makinelerini ve fabrikaları düşünün. Tüm bu fabrikalar geçmişte enerji tüketimine duyarlı yatırım kararları almamışlar. Aldıkları makineyi çok enerji tasarrufu yapar diye seçmemişler. Nedeni, Türkiye'nin çok uzun bir süredir enerjisini reel olarak fiyatlandırmaması. Esasında herkesin çok sevdiği elektrik fiyatının ucuz olma keyfiyeti uzun vadede herkesi vuruyor. Bugün Türkiye, enerji yoğun hale gelmiş, enerji savurganı olmuşsa enerji fiyatlarının bir şekilde sübvanse edilmesinden dolayıdır. Gerçek maliyetini ödemediğiniz şeyin kıymetini bilmezsiniz. Daha da kötüsünü söyleyeyim. Bazı ülkelerin eski teknoloji ürünlerine para ödeyerek onların teknolojilerini yenilemeleri için finansman sağladık. Şimdi onlarla rekabet edemez hale geldik. Aynı malı biz de üretiyoruz ama elektrik fiyatları arttıkça rekabet edemez hale geldik.

***
Elektrik, gaz ve petrole yoğunlaşıyor

15'inci yılını kutlayan Zorlu Enerji, önümüzdeki 5 yılda 7 milyar dolarlık yatırım yaparak kurulu gücünü 4.200 megavata (MW) ulaştırmayı hedefliyor. Şirket bugün için 7 santraliyle 420 MW'lik kurulu güce sahip. Zorlu Enerji ayrıca özelleştirilen Ankara Doğal Elektrik'i 510 milyon dolara satın aldı. Önümüzdeki ağustos ayında devredilmesi beklenen şirketin portföyünde toplam 140 MW'lik 7 hidroelektrik santral, 1 jeotermal santrali ve 1 gaz türbini bulunuyor. Bu santrallerin yanı sıra 2006 yılında Devlet Su İşleri'nin açtığı ihale sonucu alınan Muğla Dalaman Çayı üzerindeki iki barajın su kullanımıyla ilgili projeler de hızla devam ediyor. Ön fizibilitesi 60 MW olan Tirebolu Hidroelektrik Santrali için de projelendirme çalışmaları sürüyor. Ayrıca Zorlu Enerji, Osmaniye'de 135 MW'lik rüzgâr santrali kurmak için gün sayıyor.

Zorlu Enerji'nin, yurt içinin yanı sıra yurt dışında da yatırımları ve planları bulunuyor. Şirketin Moskova'da yapımını sürdürdüğü, her biri 340 MW'lik iki doğalgaz santrali projesi hızla ilerliyor. Moskova'ya elektrik ve ısınma sağlayacak santrallerin ilk etabının 2008 yılının son çeyreğinde üretime geçmesi planlanıyor. Zorlu Enerji, İsrail'de de önemli projeler yürütüyor. Toplam 1.050 MW gücünde 4 adet doğalgaz santral projesi üzerindeki çalışmalar sürüyor. Son dönemde Türkiye'de rüzgâr ve hidrolik gibi yenilenebilir kaynaklara yönelen Zorlu Enerji, 2006 yılında Pakistan'da rüzgâr santrali kurmak üzere Pakistan Alternatif Enerji Geliştirme Kurulu (AEDB) ile anlaşma imzaladı. Projenin ilk etabı 50 MW kurulu güce sahip. Santralin 2008 yılının son çeyreğinde üretime geçmesi planlanıyor.
Zorlu Enerji, yoğun çalışmaları sonucunda Kırklareli'nin Babaeski ilçesine bağlı Alpullu kasabası yakınlarında 90-100 milyon metreküplük kapasiteye sahip doğalgaz rezervlerine ulaştı. 25 bin nüfuslu bir yerleşim yerinin 15 yıllık ihtiyacını karşılayabilecek kapasitedeki doğalgazın, 2008 yılının son aylarında dağıtım hattına verilmesi planlanıyor. Şirketin Trakya bölgesinde doğalgaz üretimini sürdürdüğü alanlar şunlar: Göçerler, Adatepe, Çayırdere, Doğu Adatepe, Velimeşe, B.Velimeşe, Reisdere, Eskitaşlı, Dikilitaş ve Alpulu.

Zorlu Enerji Şirketler Grubu bünyesinde faaliyet gösteren Zorlu Petrogas ve Amity Oil şirketleri uzun bir süredir Adana bölgesinde arama ve sondaj çalışmalarını yürütüyor. Zorlu Petrogas, 2005 yılında 2 adet arama kuyusu sondajı, 2006 yılında toplamda 286 km, 2 boyutlu sismik saha çalışması ve 2006 yılında bir arama kuyusu ile geçen sene de Adana Yenice dolaylarında bir adet sondaj gerçekleştirdi. Amity Oil Adana Tarsus bölgesinde çalışmalarını sürdürüyor. Zorlu ayrıca, Siirt'te bu yıl sonuna doğru yeni bir kuyu açma hazırlıklarında.

Karanlıkta yemek yemek

Dört buçuk milyar avroyu bulan cirosunun yüzde 5'ini Ar-Ge'ye ayıran Osram, Türkiye'de Altı Nokta Körler Derneği'yle birlikte enerji tasarrufuyla ilgili sosyal sorumluluk projesi yürütüyor.

Özgür Gürbüz – Global Enerji / Temmuz 2008

Osram tam üç yıldır Türkiye'de bir "Aydınlanma Hareketi" sürdürüyor. 2006 yılından bu yana yüzlerce köy okulundaki yetersiz aydınlatma sitemlerini yenileriyle değiştirdi. 2008'de ise kampanya Altı Nokta Körler Derneği'yle birlikte yürütülüyor ve görme engelli okullarda iyileştirme çalışmaları yapılıyor, gazeteci Yalvaç Ural ise öğrencilere küresel ısınmayla ilgili bilgi veriyor. Altı Nokta Körler Derneği Futsal Takımı'na da destek veriliyor.

Kampanya kapsamında biz gazetecileri de ilginç bir sürpriz bekliyordu. Görme engelli arkadaşlarımızın servis yaptığı tam 10 dakikası karanlıkta geçen bir yemek yedik. Amaç biraz olsun kendimizi onların yerine koyabilmekti. Bunu hissetmek bence mümkün değil ama o yemeğin çok şey öğrettiği ortada. Servisi yapan Beyhan, Canan, Çağlar Hanım ve Kalender Bey'in karanlıkta aslında bizden ne kadar üstün olduklarını gördük. Buna rağmen Kalender Bey, "Görme engelli olduğumuz için bize iş vermiyorlar. İşi yapabileceğimizi ispatlamamıza bile fırsat tanımıyorlar" diyor. Dernek Başkanı Fermani Kurtel, kentlerdeki yaşam koşullarının hâlâ kendileri için uygun olmadığını söyleyip, belediyeleri protesto ediyor. Kalender Bey'in eminim ki yapabileceği çok iş var. Ona bu şansı verecek bir firma var mı? Sanırım, gözlerimizin gerçekten açılması için Osram'ın, daha çok sayıda ampul üretmesi lazım.

100 milyon avroluk pazar
Türkiye'deki ampul pazarının 100 milyon avroluk bir büyüklüğe sahip olduğunu söyleyen Osram Türkiye Satış Müdürü Serkan Özkök, bu pazarın yüzde 30'unun artık verimli ampullerden oluştuğunun da altını çiziyor. 20 vat değerinde bir verimli ampul, 100 vatlık akkor ampul kadar elektrik harcıyor ve böylece yılda iki ağacın tutacağı karbondioksit miktarı kadar tasarruf sağlıyor. Pazardaki ampullerin yüzde 15'i hâlâ akkor lambalardan oluşuyor. Özkök'e, İngiltere'de olduğu gibi akkor lambaların satışının tamamen yasaklanması gibi bir kararın Türkiye'de hayata geçirilip geçirilmeyeceğini soruyoruz. Özkök, "Satış sonrası piyasa denetlenmesinin de çok iyi yapılması gerekir. Uzak Doğu'dan gelen birçok ürün kalitesiz. Verimli ampul oldukları konusunda yanlış bilgilendirme yapılıyor" diyerek piyasanın böyle bir karara hazırlanması gerektiğinin sinyallerini veriyor. Özkök, son elektrik zammından sonra marketlerde verimli ampullere yönelik talep artışının gözle görülür bir hale geldiğini de söylüyor. Ne diyelim, "Her işte bir hayır vardır" derler. Elektrik zammı belki de bize tasarrufu ve enerjiyi akıllı kullanmayı öğretecek.

Elektriğin kWh'si 22.8 YKr oldu
EMO, her türlü bedel dahil edildiğinde vatandaşların, 2007 yılında 15.8 YKr ödeyerek kullandıkları bir kWh elektrik için artık 22.8 YKr ödemek zorunda kalacaklarını açıkladı. Bu köşede hep söylemeye çalıştık, Türkiye enerjiyi kötü kullanan bir ülke. Zamanla bunu hükümet yetkilileri de kabul etti. Enerjiyi verimli kullanmayı teşvik etmek için "ENVER" adında nurtopu gibi bir çocuğumuz bile oldu. Bu son zamlarla bizim ENVER sanıyorum her eve girecek. İyi ama, sorun sadece elektrikte değil. Konutlarda ısıtma amaçlı harcanan enerjinin de iyi kullanılması gerekiyor. Binalarda yapılan yalıtım yüzde 50'ye varan yakıt tasarrufu sağlıyor. Türkiye son beş yıldır bir emlak çılgınlığı yaşıyor. Binlerce yeni konut yapıldı. Acaba bunların kaçta kaçı enerjiyi verimli kullanan binalar?

Meraklısına…

Sürdürülebilir enerji yatırımlarının küresel eğilimi
Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından hazırlanan rapor, 2007 yılında yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan yatırımların yüzde 60 arttığını ve 148 milyar dolara ulaştığını belirtiyor. Dünyada kurulu gücü 100 gigavatı geçen rüzgâr enerjisi 50 milyar doların üzerindeki yatırımla başı çekiyor. 75 milyon evin elektriği rüzgârdan üretilen enerji ile sağlanıyor. Daha da önemlisi, 2007 yılındaki enerji yatırımlarının yaklaşık dörtte birinin yenilenebilir enerjiye gitmiş olması. Yatırımların yapıldığı ülkelerin başında Avrupa Birliği ülkeleri, ABD, Çin, Hindistan ve Brezilya geliyor. Orjinal adı, "Global Trends in Sustainable Energy Investment 2008" olan rapor UNEP'in web sayfasından ücretsiz olarak indirilebilir.

“Cennete Gelmiş Gibiyim”

Devlet başkanlığı için seçim kampanyası yürüttüğü bir sırada Kolombiya’lı gerillalar tarafından kaçırılan ve geçen hafta bir operasyon sonucu kurtarılan Ingrid Betancourt, yıllardır görmediği iki çocuğuna bir an önce kavuşmak için uçağın merdivenlerini kendi elleriyle indirdi...

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 10-16 Temmuz 2008

Kolombiya’nın Yeşil Partisi “Oksijen”in de kurucusu olan Ingrid Betancourt’un eşi Juan Carlos’u bundan birkaç ay önce gördüğümde, eşinin adına yapılan bir anmada gözyaşlarına boğulmuştu. Dünyanın dört bir yanından gelen tüm yeşil delegeler gibi. 2002 yılında Kolombiya devlet başkanı olmak için kampanya yaptığı sırada kaçırılan Ingrid Betancourt’un eşi ve çocukları, altı yıldan fazla bir süredir bu ayrılığın bitmesini bekliyorlardı. Betancourt’un sağlığının kötüye gittiği haberleri tüm sevenlerinin moralini bozuyordu. Çok nadir de olsa ele geçen fotoğraflarında kilo verdiği, umutsuz ve bitik görünüşü gözden kaçmıyordu. Kaçma girişimleri sonucu boynundan, ellerinden zincire vurulduğu, çıplak ayakla yürümeye zorlandığı ve ağaca bağlandığı da biliniyordu. “Onlar benim bebeklerim, gururum, yaşama nedenim, ışığım, ayım ve yıldızlarım” dediği çocukları, annelerini son gördüklerinde bugün 19 yaşında olan oğlu Lorenzo 13, kızı Melanie ise 16 yaşındaydı.

Rehin alındığında cumhurbaşkanı adayıydı
Kolombiya’da doğan ama tüm gençliğini Fransa’da geçiren Ingrid Betancourt’un annesi Kolombiya güzellik kraliçesi Yolanda Pulecia, aynı zamanda Bogota’nın yoksul kesimini temsil eden bir kongre üyesiydi. Betancourt’u Fransa’dan Kolombiya’ya döndüren olay, 1989 yılında uyuşturucu karşıtı kampanyasıyla öne çıkan cumhurbaşkanı adayı Luis Carlos Galan’ın bir suikast sonucu öldürülmesiydi. Betancourt’un annesi, destekçisi olduğu Galan vurulduğunda hemen arkasında ayakta duruyordu. Ingrid, o yıl Kolombiya’ya geri döndü. Kolombiya’nın hâlâ faaliyette olan Yeşil Oksijen Partisi’yle yürüttüğü kampanya sonucu Temsilciler Meclisi’ne seçildi. O zamanki cumhurbaşkanı Ernesto Samper’i uyuşturucu kartellerinden para almakla suçladı. Tüm adaylar içinde en yüksek oyu alarak 1998’de senatör seçildi.. 2002’de Kolombiya’da, cumhurbaşkanı adayı olarak yarışanlar arasında belki de en şanslısıydı. Uyuşturucu ticaretine karşı aldığı net tavır, Latin Amerika’nın en eski gerilla örgütü, Kolombiya Silahlı Devrimci Güçler Örgütü (FARC) ile pazarlık masasına oturma isteği onu diğer adaylardan ayırıyordu. FARC’ın uyuşturucu ticaretine karıştığı, para karşılığı adam kaçırdığı iddialarına rağmen silahtan arındırılmış bölgeye gitmekte ısrar etti. Aldığı tehditler yüzünden çocuklarını eski eşinin yanına, Yeni Zelanda’ya göndermek zorunda kaldı. Diğer adayların çoğu, riskin yüksek olması nedeniyle FARC’la görüşme yapmaktan kaçınırken Betancourt vazgeçmedi. Kolombiya ordusu, askeri bir helikopterle bölgeye götürülme isteğini, can güvenliğini sağlayamayacağı nedeniyle reddetti. Yine vazgeçmedi. Kampanyasının büyük destekçisi, yol arkadaşı Clara Rojas ile birlikte, silahtan arındırılmış bölgeye karayolundan gitmeye karar verdi. 23 Şubat 2002’de son askeri noktayı geçip FARC gerillalarıyla görüşmelerde buluşma noktası olarak kullanılan “San Vicente del Caguan” köyüne doğru yola çıktı. Bu köyün belediye başkanı o zamana kadar Yeşil Oksijen Partisi adına seçilmiş tek belediye başkanıydı. Köye ulaşmaları mümkün olmadı; yolda gerillalar tarafından kaçırıldılar ve uzun bekleyiş başladı. Kocası, Betancourt adına kampanyayı devam ettirmeye çalışsa da seçimlerde yüzde 1’in altında oy alabildi.

Sarkozy ve Chavez’in diplomatik girişimleri etkili oldu

Örgüt, Betancourt’un yol arkadaşı Clara Rojas’ı 2008 Ocak başında bıraktı. Bundan beş ay sonra, 40 yıl önce FARC’ı kuran Manuel Marulanda’nın öldürülmesi eski gücünü yitirmiş örgütü daha da zayıflattı. Elinde 45 rehine olduğu tahmin edilen örgüt için uluslararası rehineler giderek daha önemli bir silah haline geldi. FARC, tutuklu örgüt üyeleriyle, rehineleri değiştirmek istiyordu ama Kolombiya Cumhurbaşkanı Alvaro Uribe, serbest bırakılan gerillaların tekrar silahlanmayacağı garantisi verilmeden böyle bir pazarlığa yanaşmıyordu. Uribe, rehineleri kanlı operasyonlarla kurtarmayı tercih ediyordu. Ingrid Betancourt için böyle bir operasyon yapılmasına ailesi hep karşı çıktı. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in son yıllardaki çabalarının da örgütün yumuşamasında etkili olduğu söyleniyor. 2 Temmuz’da yapılan operasyonla Betancourt ve rehinelerden 14’ü kurtarıldı. Zincire bağlı olarak tutulduğu ormandan kurtarılarak Kolombiya’nın başkenti Bogota’ya getirilen Betancourt’un oldukça heyecanlı olduğu, hatta sabırsızlanarak uçağın merdivenlerini kendi elleriyle indirdiği gözlendi. Kendisini havaalanında karşılayan ailesiyle özlem gideren Betancourt duygularını “Cennet, şu anda hissettiklerime yakın bir şey olsa gerek” diye ifade etti.
Betancourt’un kurtulması ailesi kadar dünyadaki tüm yeşilleri de mutlu etti. Geçen Mayıs ayında Brezilya’nın Sao Paoula kentinde yapılan Küresel Yeşiller toplantısında onursal başkan seçilen Ingrid Betancourt için, Avrupa Parlamentosu Yeşilleri, “Tüm dünyada acının ama aynı zamanda mücadelenin ve direncin sembolü” olduğu açıklamasını yaptı. FARC için de bu önemli ânı barış görüşmeleri için kullanması ve tüm tutsakları serbest bırakması çağrısı yapıldı. Fransa’ya, Nicolas Sarkozy’ye teşekkür etmeye giden Betancourt’un uçağa binmeden önceki, “Kolombiya’ya cumhurbaşkanı olarak hizmet etme hevesim hâlâ sürüyor” sözleri ise bir başka gerçeği ortaya koydu; bir politikacı ölene kadar politikacıdır.

Çevre Fonu’nun içinden otomobil ve doğalgaz çıktı!

Türkiye İş Bankası ve Tema tarafından piyasaya sürülen çevre fonu, Türkiye'ye has çevreciliğin sınırlarını da ortaya koyuyor.

Türkiye’de ilk kez çevreciler protestolarını dünyada yaygın olan bir biçimde, “yatırım” yaparak gösteriyor. “Türkiye İş Bankası A.Ş. B Tipi Değişken TEMA Çevre Fonu” yatırımlarını çevreyi kirletenlere değil çevreyi koruyanlara destek olmak için kullanmak isteyenlere “maddi” bir fırsat sunuyor. Fon, bir ilk olduğu ve yol gösterdiği için önemli ancak fonun portföyünde yer alan firmaların “çevreciliği” tartışmalı.

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 3 - 9 Temmuz 2008

Artık kenarda kıyıda birikmiş parası olan çevrecilerin de eylem yapma şansı var. Hem de polis copu yemeden, vatan haini ilan edilmeden. Ne mi yapacaklar? Tabii ki yatırım!

Dünyada uzun yıllardır yatırım fonları, “çevreci” firmaları finansal anlamda desteklemek ya da çevreye duyarlı olanların parasını yatırabileceği “temiz” firmaları bulmak için kullanılıyor. Yatırım fonunun portföyünü, rüzgâr ve güneşten elektrik üreten enerji firmaları, adil ticareti destekleyen, geri dönüşüm üzerine çalışan, organik tarım yapan, toplu ulaşım alanında çalışan ticari şirketler oluşturuyor. Yatırım yapanın içi rahat çünkü parası dünyayı kirletenlere gitmiyor. Gezegene sahip çıkan firmalar da hem yaratılan finansman desteğini hem de bu tip bir fonun içinde olmaktan dolayı sağlanan prestijin meyvelerini yiyor. Hassasiyet gösterilen konular sadece çevreyle sınırlı olmadığı için bu tip faaliyetler yurt dışında “Etik Yatırım” başlığı altında değerlendiriliyor. Buna, faizsiz bankacılık modelinin çevrecilere uyarlanmış hali de denebilir. Bu firmalar prim yaptıkça siz de aynı diğer fonlarda olduğu gibi gelir elde ediyorsunuz. Fonun içeriği nedeniyle duyduğunuz “manevi haz” da cabası…Türkiye’de de benzer bir girişime imza atıldı nihayet. Ama…

“Devleti yeşil kabul ettik”
Çevrecilik dediğiniz tanımın içini doldurmaya gelince herkesin bakış açısı farklı. Bizimkiyse herkesinkinden farklı! Örneğin, İngiltere’deki “Etik Yatırım Araştırma Servisi (EIRIS)” tarafından belirlenen pozitif ve negatif yatırım kriterlerine göz attığımızda gördüğümüz; hayvanlar üzerinde deney yapmanın, askeri konular ve gen mühendisliği üzerine çalışmanın, pornografi ve nükleere bulaşmanın negatif kriterlerden bazıları olduğu. Pozitif kriterler arasında ise şeffaflık, sağlık ve işyeri güvenliği, yenilenebilir enerji kullanımı, atık yönetimi, yeşil ulaşım gibi konular var. İş Bankası ve TEMA’nın, Türkiye’deki ilk çevre fonunun sınırları belirlenirken kullandığı kriterler ise daha çok sosyal sorumluluk projelerine, firmaların geçmiş yıllarda almış olduğu çevre cezalarına ve ISO 14001(Çevresel zararı en aza indirmeye çalışmış firmalara verilen uluslararası standart) belgesine dayanıyor. İş Bankası Menkul Kıymetler Genel Müdürü Özgür Temel, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda faaliyet gösteren firmalar arasında yaptıkları araştırma sonucunda altı firma belirlediklerini söylüyor. Bunlar, Arçelik, Aygaz, Eczacıbaşı İlaç, TOFAŞ Fabrika, Türkiye Sanayi Kalkınma Bankası ve Zorlu Enerji. Bu altı firmanın portföy içerisindeki payı yüzde 22. Ters repo oranı ise yüzde birin altında. İş Bankası yetkililerinin, “Yeşil kabul ettik” dedikleri devletin tahvil ve hazine bonoları ise yüzde 77’lik geri kalan kısmı oluşturuyor. Devletin ne kadar yeşil olduğu tartışmasını bir kenara bıraksak bile bu altı firmanın ne kadar “çevreci” olduğu oldukça tartışmalı.

Bizde otomobilciler, İngiltere’de organik sosis üretenler çevreci
Türkiye’nin en büyük rüzgâr santralını Osmaniye’de kuran Zorlu Enerji aynı zamanda küresel ısınmaya katkıda bulunan doğalgaz santrallerine sahip ve kömür santralleri kurmak için de hazırlık yapıyor. Aygaz, 2007 yılında 2006’ya göre yüzde 7 daha az su kullanarak üretim yapmış ancak şirketin temel geliri yine küresel ısınmaya yol açan fosil yakıttan sağlanıyor. TOFAŞ, geri kazanımlı plastiklerin kullanımından, enerji verimliliği ödülüne kadar birçok çevreci iyileştirme yapıyor. Madalyonun öteki yüzünde ise üretilen 212 bin motorlu taşıtın getirdiği çevresel yük var. Türkiye halihazırda kara ve yük taşımacılığının yüzde 90’ından fazlasını karayolu ile yapan bir ülke. Bunun da küresel ısınma, hava kirliliği ve petrol tüketimi gibi çok ciddi çevresel etkileri var. Arçelik, Aygaz ve Eczacıbaşı İlaç için de benzer şeyleri söylemek mümkün. Yönetmeliklere uymak, sosyal sorumluluk projelerine imza atmak konusunda oldukça başarılı olan bu firmaların iş alanları birçok çevreci için aslında sorunun ta kendisi. Yine birçok çevreci için firmaların bu faaliyetleri kendilerine “yeşil” bir imaj oluşturmaktan ibaret.

İş Bankası Menkul Kıymetler Müdürü Meltem Kökden, fonun kırmızı çizgileriyle ilgili sorumuza, “Aralarında yakın zamanda çevre cezası almamış olan, silah ve tütün mamulleri üretmeyen, altın arama faaliyeti içerisinde bulunmayan şirketlere yatırım yapmak gibi hükümlerin bulunduğu fon içtüzüğü çerçevesinde yatırım stratejimizi oluşturuyoruz” yanıtını veriyor. Sonra finansal göstergelere göre yatırım yapılabilir şirketler belirleniyor. Komisyon gelirlerinin yarısı da TEMA’ya bağışlanıyor. Daha ne olsun diyebilirsiniz. Birileri de size, “Jüpiter olsun” derse şaşırmayın. İngiltere’deki en çevreci fonlardan bir tanesinin içeriğine bakınca iki ülke arasındaki çevrecilik farkı da ortaya çıkıyor. Jüpiter Ekoloji Fonu’nun içerisinde, Vestas, Nordex gibi rüzgâr türbini imalatçıları, East Japan Railway ve Firstgroup gibi toplu taşımacılık alanında faaliyet gösteren şirketler, organik sosis üreten Cranswick ve demir-çelik atıklarını geri kazandıran Harsco gibi firmalar var. Kısacası, arada “biraz” fark var.

Zorlu Enerji, Akkuyu ihalesine girmeyeceğini açıkladı
Otomobilden beyaz eşyaya, ilaçtan doğalgaza kadar uzanan portföye sahip yerli malı fonun bir başka kırmızı çizgisini de Bölgesel Çevre Merkezi (REC) tarafından düzenlenen bir panelde Yeni Aktüel ortaya çıkardı. Zorlu Enerji’nin nükleer santral ihalesine girmesi durumunda portföyden çıkarılıp çıkarılmayacağına dair sorumuzu İş Bankası Menkul Kıymetler Grup Müdürü Özgür Temel, “derhal” diye yanıtladı. Aynı panelde konuşmacı olan Zorlu Enerji Grubu Başkanı Murat Sungur Bursa’nın da bu yanıtı duyduğundan eminiz. Zaten, Murat Sungur Bursa, panel sonrası Akkuyu ihalesine Zorlu Enerji olarak girmeyeceklerini de ilk kez Yeni Aktüel’e açıkladı. Bu durumda kısa vadede portföyde bir değişiklik beklemek doğru olmayacak gibi…

***

Meltem Kökden, İş Bankası Menkul Kıymetler Müdürü

“Portföy, çevreye ve sosyal değerlere duyarlı şirketlerden oluşacak”
“Fonumuzun teknik altyapısını oluştururken yurtdışı uygulamalarını incelediğimizde birden fazla model olduğunu gördük. Örneğin bazı enstrümanlarda, çevresel kriterlere dayalı gözetim kaygısı güdülmemiş, sadece ilgili sivil toplum kuruluşlarına düzenli olarak katkı sağlanmıştı. Bir diğer modelde ise içtüzüklerinde belirtilmiş çevre kriterlerine uygun şirketlere yatırım yapılıyordu ve fakat sivil toplum kuruluşlarına veya çevresel projelere katkı söz konusu değildi. Biz bu modelleri biraraya getirerek hem çevreyi destekleyen bir sivil toplum örgütüne destek verdik, hem de bunu yaparken yatırımların çevre kriterlerine uygun şirketlere yapılmasını hedefledik. Bankamız bu fondan elde edeceği fon yönetim ücretinin yarısını belirli çevre projelerinde değerlendirilmek üzere TEMA Vakfı’na aktaracak. Fonun yatırım ömrü boyunca devam edecek olan bu işleyiş ile çevre projelerine uzun vadeli, sürdürülebilir bir kaynak yaratılmış olacak.

Bununla birlikte, çevre fonunun yatırım yaptığı portföyün içinde yer alan hisse senetleri, finansal yönden güçlü olmalarının yanı sıra çevreye ve sosyal değerlere duyarlı şirketlerin hisse senetlerinden oluşacak. Fon çevresel sorumluluk anlayışıyla yatırım stratejisini oluştururken çevreye uyumlu, çevreye dost ürün ve hizmetler üreten ve sürdürülebilir gelişimi destekleyen kuruluşlara yatırım yapacak. Nihai hedefimiz, şirketlere çevresel politikaları özendirmek yönünde. Bu amaçla bu alanda olumlu gelişmeleri de dikkate alacağız.”


“Sosyal sorumluluk fonlarının potansiyeli yüksek”
İş Bankası ve TEMA’nın Çevre Fonu girişimi Türkiye’de bir ilk ama dünyada oldukça yaygın. Amerika’da sosyal sorumluluk odaklı yatırımlar 1995 yılından bu yana yüzde 324 büyümüş ve 2007 yılında 2,7 trilyon dolara ulaşmış. Yatırım fonu statüsünde kurulmuş olan sosyal sorumluluk fonlarının büyüklüğü ise Amerika’da 202, Avrupa’da ise 75 milyar dolara ulaşmış durumda. “Günümüzde, çevresel sorunlar artık ihmal edilemez boyutlara ulaşmıştır” diyen İş Bankası Menkul Kıymetler Müdürü Meltem Kökden, “Türkiye’ye bakacak olursak toplam yatırım fonları büyüklüğünün 21 milyar dolar seviyesinde olduğunu ve bu büyüklüğü gelişmiş ülkelerle karşılaştıracak olursak, hem yatırım fonlarının hem de sosyal sorumluluk fonlarının büyüme potansiyelinin ne kadar yüksek olduğunu görebiliriz” diyor.

Güneşin önünde durmayın!

Özgür Gürbüz-Global Enerji / Haziran 2008

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Türkiye'nin güneş enerjisi kullanarak her yıl 380 milyar kilovat saat (kWh) elektrik üretebileceğini açıkladı. İyi ki tüm bunları bir çevreci ya da yenilenebilir enerji destekçisi söylemedi. Söyleseydi, ne uzmanlığı kalırdı ne de çevreciliği! Aynı 15 yıl önce, "Rüzgârdan elektrik üretelim" diyenlerin başına geldiği gibi.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, geçtiğimiz günlerde Güneş Enerjisi Potansiyel Atlası'nı açıkladı. Türkiye'nin güneş enerjisi kullanarak her yıl 380 milyar kilovat saat (kWh) elektrik üretebileceğini belirten Güler, üretim maliyetinin 20 sent (herhalde dolar sent) olması nedeniyle, Türkiye'nin mevcut tüketiminin iki katına denk düşen bu potansiyelin hepsinin kullanılamayacağını da sözlerine ekledi. Antalya örneği ise oldukça ilginçti. Antalya merkezde çatıların yüzde 80'ine güneş paneli yerleştirilirse 24 milyar kWh üretim yapılabileceğini, bunun da 3 bin 630 megavatlık bir doğalgaz santraline eşit olacağını vurgulayan Güler, "Bu rakamın onda biri gerçekleşse Kayseri'nin elektrik ihtiyacı karşılanır" dedi.

"Temiz enerji istemezük"
İyi ki tüm bunları bir çevreci ya da yenilenebilir enerji destekçisi söylemedi. Söyleseydi, ne uzmanlığı kalırdı ne de çevreciliği! Aynı 15 yıl önce, "Rüzgârdan elektrik üretelim" diyenlerin başına geldiği gibi. Gerçek şu ki, Avrupa'nın rüzgârda olduğu gibi güneşte de en iyi potansiyellerinden birine sahip olan memleketimizde, "Temiz enerji istemezükçüler" çoğunlukta. Küresel ısınmaya çözüm üretmezler, kül dağlarına laf etmezler, radyoaktif atıkları görmezden gelirler, dışa bağımlılıktan yakınırlar ama iş yerli ve temiz enerjiye gelince yanıtlar pek çeşitli: Pahalı, baz yük santrali değil, çalışmaz ya da toptan bir reddiye. Yerine bir şey koymadan karşı çıkışlar sektöre umut bağlayanları bile bezdirdi artık. Bugün hatırı sayılır bir rüzgâr kurulu gücümüz olsaydı, küresel ısınma nedeniyle dibe vuran barajlardaki suyu rüzgâr santralleriyle beraber kullanır, hem baz yük gibi çalıştırır hem de yaza doğru elektrik kesilecek diye ecel terleri dökmezdik. Petrolün varilinin 200 dolarlara doğru yol aldığı bugünlerde, ısınmak için doğalgaza değil jeotermale başvursaydık, cari açığın küçülmesine katkımız da olurdu. 20 sent olarak hesaplanan üretim maliyetlerinin yerli imalatla ve yaratılan istihdamın getireceği katma değerlerle nerelere kadar çekileceğini de görmüş olur, bu hesapları doğru yaparak enerji yatırımlarını yönlendirirdik.

Güneş enerjisinin önü açık
Memleketteki tüm bu belirsizliklere rağmen dünyada yenilenebilir enerji yasalarıyla desteklenen güneş enerjisinin hızlı bir büyüme içerisinde olduğunu görebiliyoruz. Su ısıtmada güneşin yaygın kullanılması dışında, fotovoltaik panellere (PV) olan talep de giderek artıyor. 2000 yılında Avrupa Birliği'nde 188 MWp olan kurulu güç, 2007 sonunda 4 bin 500 MWp'ye çıkmış durumda. Dünyada da benzer bir eğilim var. 1998 yılında 948 MWp olan kurulu güç 10 yıl sonra 9 bin 100 MWp'ye ulaştı ve 10 bine dayandı. Avrupa Fotovoltaik Endüstrisi Birliği'nin (EPIA) yorumu çok açık; "Güneş enerjisinin doğru politikalarla desteklenirse hızla büyüyüp 2012 yılı sonunda 44 bin MWp'ye ulaşma şansı var. Politikaların hayata geçirilmemesi ise bu hedefin yarı yarıya azalmasına neden olabilir."

Dağıtım özelleştirmesine sanayiciden tepki
Elektromekanik Sanayiciler Derneği (EMSAD), finansal kriz nedeniyle sektörde yaşanan "temkinli davranma" eğilimine dikkat çekerken, öte yandan da dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesi konusunda birkaç noktada itirazlarını dile getiriyor. Yerli elektromekanik sanayicinin ve müteahhitlerin özelleştirme şartnamesindeki düzenlemeler sonucu yarış dışında kaldığını belirten EMSAD Yönetim Kurulu Başkanı Kartal Usluel, "Bu özelleştirmelerden elde edilecek gelirin ne şekilde kullanılacağı; son yıllarda büyük ölçüde ihmal edilen elektrik üretim, iletim ve dağıtım alanında acilen gereken yatırımlara tahsis edilip edilmeyeceği ise halen belirsizliğini korumaktadır" diyor. Usluel'in çekindiği bir başka nokta ise, dağıtım tesisini özelleştirme sonucu alan yabancı firmaların yerli sanayiyi devre dışı bırakarak kendi ülkesinde üretilen ürünlerle çalışmayı tercih etmesi.

Usluel, mevzuatta bunu engelleyecek bir madde bulunmadığına dikkat çekiyor. Türkiye'de enerji sektöründe yerli payının artırılması hem iç ekonomik dengeler hem de enerji güvenliği açısından şart. Türbin peşinde koşan yatırımcı bunu iyi biliyor. Usluel'in uyarısı bu nedenle önemli.

Kyoto heyecanı
Kyoto sürecinin içinde başından doğru bir pozisyonla yer almalıydık ama zararın neresinden dönersek kâr. Ancak, bir yandan Kyoto'ya imza atmaya karar verip, öte yandan yurdu termik santrallerle örmeye hazırlanmanın nasıl bir enerji planlaması içinde yer aldığını da merak etmiyor değilim. Yine de Türkiye'nin Kyoto'ya imza atması ve bir an önce tartışmalara katılarak konumunu belirlemesi çok önemli. Bu işlerin dışarıdan olmayacağını geçtiğimiz dönem içerisinde gördük. Sanıyorum pazarlıklar, protokolde belirlenen 1990'ın değil daha sonrasının, örneğin 2000'in baz alınması üzerinden yapılacak. Burada Türkiye kadar Çin ve Hindistan gibi ülkelerin talepleri de çok önemli. Birçok tartışmada adlarımızın beraber anılacağı bir döneme gireceğiz gibi gözüküyor.

Meraklısına...

Güneş enerjisi pazarı
Avrupa Fotovoltaik Endüstrisi Birliği (EPIA) tarafından hazırlanan ve bu ayki yazımızda da alıntı yaptığımız "Global Market Outlook for Photovoltaics until 2012" raporu, güneş enerjisi meraklıları için az ama öz veriler içeriyor. Kötümser ve iyimser olmak üzere iki ayrı senaryo üzerinden fotovoltaik panellerin geleceğinin değerlendirildiği rapor İngilizce ve ücretsiz olarak www.epia.org adresinden indirilebiliyor.

Alman malı yenilenebilir enerji
Almanya yıllardır yenilenebilir enerji konusunda lokomotif ülke olmaya devam ediyor. "Alman Malı Yenilenebilir Enerji Kaynakları" diye çevirebileceğimiz yayın, bilgilendirmekten çok üretici firmalara ulaşmanızı sağlayacak bir katalog aslında. Güneşten biyogaza birçok firmanın iletişim bilgileri bu kitapçıkta yer alıyor. Almanya Enerji Ajansı tarafından hazırlanan yayına ulaşamazsanız internette daha gelişmişi var. www.renewablesmadeingermany.com.

Güneş Ve Kömür: Enerjide "Yaman Çelişki"

Muğla'da Yüzünü Güneşe Dönen Türkiye, Karadeniz'de İthal Kömüre Koşuyor

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 19-25 Haziran 2008

Petrol fiyatlarının rekor kırdığı şu günlerde alternatif arayışları da hızlandı. Türkiye'nin güneyi Kyoto'nun desteğini alan güneşe, kuzeyi ise Kyoto'nun "Yapma" dediği kömür santrallerine yatırım yapıyor...

Güneş enerjisiyle tekne yüzdürmeye çalışan birine ne denir? Bizim buralarda bilim adamı denmez, aksine, "Biz güneşten ampul bile yakamıyoruz, siz tekne yüzdürmekten bahsediyorsunuz" denir. Anlattığımız olay bir fıkra değil. 2004 yılında Muğla'nın Sarıgerme ilçesinde yapılan Güneş Enerjisi Sempozyumu'nda, güneş enerjisiyle çalışan tekneleri anlatan Alman mühendis Carsten Pfeiffer'e, sunumu izleyen "resmi" bir yetkilinin yaptığı eleştiriydi bu! Bu eleştirinin Türkiye'nin ilk güneş enerjili soğutma sistemine sahip otelinde yapılmış olması ise bir trajediydi. Hatanın neresinden dönülse kâr. Türkiye'nin temiz enerji konusunda yaralarını sarmak için şimdi önünde bir fırsat var. Bu fırsatın adı Kyoto. Bildiğiniz gibi Kyoto Protokolü, 1997'de ortaya çıktı ve amacı küresel ısınmaya yol açan sera gazı emisyonlarını makul seviyelere indirmek olarak belirlendi. Kyoto ile gelişmiş ülkeler, petrol, doğalgaz ve kömür gibi fosil yakıtların yakılmasıyla ortaya çıkardıkları sera gazlarını 2012'ye kadar 1990 yılı seviyesinin yüzde 5,2 aşağısına çekme sözü verdiler. Türkiye, 2008-2012 arasındaki ilk dönem için sessiz kalmayı tercih etti. Ancak geçen hafta TBMM Çevre Komisyonu'ndan onay alan kararla, 2012 sonrasına dahil olacağını açıkladı. Türkiye'nin bu ikinci dönemde nasıl bir yükümlülük alacağı pazarlık masasında belli olacak. Kesin olan tek şey, bundan sonraki günlerde sera gazı emisyonu çıkarmayan rüzgâr, güneş, hidroelektrik, jeotermal ve biyokütle gibi enerji kaynaklarının daha çok, kömür, petrol, doğalgaz ve nükleer enerjinin ise daha az konuşulacağı. Bu işin teori kısmı, ama pratikte yaşananlar biraz daha farklı; Türkiye bir yandan temiz enerji kaynaklarına destek veren Kyoto'ya imza atıyor, bir yandan da onlarca kömür santraline yeşil ışık yakıyor. En iyisi, hikâyeyi başa sarıp, Muğla'dan başlamak

Türkiye güneş paneli üretiminde dünya ikincisi
Güneş enerjili tekneyi gurur meselesi yapan Carsten Pfeiffer, o sempozyumdan sonra Sağlıklı Yaşam Bilincini Geliştirmeye Çağrı Derneği ile birlikte, cebinden de yüklü bir miktar para koyarak, Dalyan'da Güneş-I adlı tekneyi suya indirmeyi başardı. Sadece güneş enerjisiyle çalışan tekne bugün, Dalyan Çayı üzerindeki pansiyonlardan aldığı yolcuları İztuzu Plajı'na götürüyor. Ne mazot yakıyor, ne ses çıkarıyor ne de çevreyi kirletiyor. Sempozyumdaki bir başka konuşmacı olan, güneş enerjisini klimaya çeviren teknolojinin mucidi Dr. Ahmet Lokurlu ise bu icadı sayesinde önce Dünya Enerji Ödülü'nü sonra Avrupa Güneş Enerjisi Ödülü'nü aldı. Time dergisi onu tüm dünyadan seçtiği 15 çevre kahramanından biri olarak ilan etti.

Güneş enerjisi konusunda önemli çalışmalar yapan konuşmacılardan Prof. Dr. Şener Oktik ise sempozyumdan sonra Muğla Üniversitesi'ne geri döndü ve güneşten elektrik üretilmesine yarayan fotovoltaik paneller için kampüsü bir üs haline getirmek için uğraş veren ekiple çalışmaları hızlandırdı. Kapalı alanı 200 bin metrekareyi bulan ve 16 bin kişinin yaşadığı kampüsün elektriğinin halihazırda yüzde 3,5'i güneşten sağlanıyor. Otopark alanındaki gölgeliklerin üzerinden, rektörlük binasının cephelerine, kampüs içindeki yolları aydınlatan 40 sokak lambasından öğrenci kafeteryasına kadar her yerde fotovoltaik paneller elektrik üretiyor. Muğla Üniversitesi'nin rektörü de olan Şener Oktik, hedeflerini, "Türkiye'nin elektrik üretiminin yüzde 6-7'sinin linyit kömürü kullanılarak üretildiği bu bölgede başka yollarla da elektrik üretilmesini sağlamak" olarak açıklıyor. Bundan sonraki amaç ise bu panellerin Türkiye'de de üretilebileceğini göstermek. Üniversite, DPT'yle bu konu üzerinde projeler yürütüyor. Bir yandan örnekleri çoğaltıyor bir yandan da fotovoltaik sistemleri kurabilecek ve malzeme üretimi yapabilecek uzman yetiştiriyor. Ege Üniversitesi'yle beraber güneş enerjisinin merkezi konumuna gelen üniversite, Türkiye'yi Avrupa Fotovoltaik Platformu'nda dört yıldır temsil ediyor.
"Panellerin en azından yüzde 60-70'ini burada üretmeliyiz ki anlamlı olsun" diyen Oktik'e göre su ısıtma amaçlı güneş paneli üretiminde Çin'in arkasından dünya ikincisi durumunda olan Türkiye'nin bu başarısı, fotovoltaik panel üretimi için de ipuçları veriyor. Türkiye'de yaklaşık 12 milyon metrekare su ısıtma amaçlı kurulu güneş paneli var. Yerli firmaların yıllık üretim kapasitesi de 1 milyon metrekare civarında. Bir başka deyişle dünyadaki kurulu güneş panellerin yüzde 6,3'ü Türkiye'de. Bu rakam Avrupa Birliği ülkelerinin toplamının yarısına denk düşüyor. Çin ise yüzde 64'lük payla dünya lideri.

Muğla Belediyesi de üniversitenin hummalı çalışmalarından etkilenmişe benziyor. Temmuz ayındaki meclis toplantısında, konutlarda su ısıtılmasına yönelik güneş paneli kullanımında bazı standartların getirilmesi için karar alınacak. Paneller çatıya gömülecek, su hazneleri ise çatının içinde kalacak ve görüntü kirliliğinin önüne geçilecek. Ayrıca, "merdiven altı imalatı" tabir edilen paneller yerine bulutlu havalarda bile yüksek verim sağlayan panellerin kullanılması için kriterlerin yükseltilmesi gündemde. Muğla'daki 16 bin konutun yüzde 40'ında su ısıtmasına dönük güneş enerjisi sistemi kullanıldığını belirten Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün, "Muğla Üniversitesi'nin bugüne kadar yürüttüğü ve somut olarak yaptığı çalışmalarla entegre etmeyi amaçladığımız bu politikalar, Muğla'yı önümüzdeki yıllarda yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ve güneş enerjisi yaygınlığı bakımından ülkemizin önde gelen illerinden biri yapacak" diyor.

Karadeniz kömür denizi oluyor
Güneş enerjisi sadece Muğla'nın gündeminde değil. Geçtiğimiz günlerde Enerji Bakanı Hilmi Güler de, bakanlık olarak yaptıkları hesaplamalar sonucu Türkiye'nin 190 milyar kilovat saati bulan elektrik tüketiminin iki katı kadar güneş potansiyeline sahip olduğunu açıklamıştı. Üstüne, rüzgâr, jeotermal, biyokütle ve güneş gibi temiz enerji kaynaklarına destek veren Kyoto Protokolü'nün imzalanacağı haberi geldi. Güneş gözlükleri takıldı, başlar yukarıya kaldırıldı. Ama her yerde değil. Türkiye'nin güneyi başı yukarıda gezerken, kuzeyi, Karadeniz ise başını iyiden iyiye yeraltına gömmüşe benziyor. Karadeniz Sahil Yolu'na kıyılarını feda etmemiş olan Batı Karadeniz'e dev termik santraller kurulması gündemde. Bir nevi "Karadeniz Termik Yolu Projesi" söz konusu. Sakarya'dan Samsun'a kadar kurulması planlanan santrallerin sayısı 10'u geçiyor. Yıllardır kıyılarındaki iki mobil santrale karşı hukuk mücadelesi veren Samsun ve nükleer santral kurulması için çalışmaların sürdürüldüğü Sinop bu tufandan en çok pay alan iki il. Samsun'a kurulacak Borasco Elektrik Üretim San. ve Tic. A.Ş.'ye ait 900 megavatlık doğalgaz santraline lisans verildi. Alarko ve Akfen'in doğalgaz santralleri, Cengiz Enerji San.ve Tic. A.Ş.'ye ait kömür santrali izin için beklemede. Sinop'a kurulması düşünülen nükleer reaktörler ve deneme reaktörünün yanı sıra üç adet büyük kömür santrali de üretim lisansı için Enerji Piyasası Denetleme Kurumu'na başvurdu. Akfen Enerji tarafından Erfelek'e kurulması düşünülen santral, eğer izin alırsa 1630 megavat gücüyle Türkiye'nin en büyük kömür santrali olacak. Gerze'ye 1020, Ayancık'a 600 megavatlık santraller de yolda. Amasra'ya Hema A.Ş. tarafından kurulması düşünülen santralin izinleri tamam, Zonguldak'ta Çatalağzı için üç santral, Sakarya-Karasu mevkii içinse bir santral daha sıra bekliyor.

Çoğu kömürle çalışacak olan bu santrallerin kurulu gücü 10 bin megavata yaklaşıyor. Yani, tüm Türkiye'deki enerji santrallerinin yaklaşık dörtte biri kadar. Karadeniz'de bu kadar çok kömür ve doğalgaz yok tabii. Birçok santral Rusya'dan gelecek ithal kömürle çalışacak. Türkiye'nin Trakya üzerinden en geç iki yıl içerisinde Avrupa Enerji Birliği'ne bağlanması ve elektrik alım satımına dahil olması planlanıyor. Bu da ister istemez, termik santrallerin Türkiye'nin talebinden çok Avrupa'ya mı hizmet edeceği sorusunu gündeme getiriyor. İletim hatları birleşince, Karadeniz'de üretilen bu elektriğin Trakya üzerinden satışı mümkün olacak. Avrupa Birliği Kyoto'ya taraf olduğu için 2012 yılına kadar küresel ısınmaya yol açan sera gazı emisyonlarını yüzde sekiz oranında azaltmak zorunda. Fosil yakıt olarak adlandırılan petrol, kömür ve doğalgaz içerisinde küresel ısınmaya en çok yol açanı kömür olunca bu santralleri Avrupa'da kurmak eskisi kadar kolay değil. Buna karşın Türkiye, Kyoto'ya 2012'den sonra dahil olacağı için bu dönem boyunca bir yükümlülük taşımıyor, tam tersine, kömürden üretilen elektriğe alım garantisi bile veriyor. 2012'den sonra Türkiye'nin ciddi bir yükümlülük alması halinde, kurduğu bu onlarca termik santralden çıkan sera gazları için bedel ödemesi de olasılıklar arasında. Açıkçası, Karadeniz'de kurulmaya çalışılan bu termik santrallerin faturası sadece Temel, Fadime ve hamsiye değil, yatırımcıya da çıkabilir.

***
Muğla Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şener Oktik:

"Bugün Bu Trene Binmezsek, Hiçbir Yere Gidemeyiz"
"Üniversitede güneş enerjisiyle ilgili ilk çalışmalar 1996-97 yılında başladı. Ülkemize uygun malzemelerin neler olduğunu bulmak ve üretecek insanların iştahını arttırmak için bunun gerçek bir enerji kaynağı olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Bir kampüsün elektrik ihtiyacının yüzde 3,5'ini ben güneşten sağlayabiliyorsam kimse bunu küçümsememeli. Bu konuda dünyadaki gelişme çok büyük. Bina entegrasyonlu fotovoltaik sistemleri son dört yıl yüzde 63'ün üzerinde büyüdü. Rüzgârı da geçti. Geçen yıl sadece fotovoltaik panellere 100 milyar dolarlık yatırım yapıldı. Türkiye bu işe dört elle sarılmak zorunda. Maliyetler de hızla düşüyor. Şu anda bizim bölge için bir kilovatsaat elektriğin üretim maliyeti 20 sent (dolar). 2015'te 15, 2020'lerde 7 sentin altına düşüyor. Muğla'daki 1 kw'lık panel 14,5 kilovatsaat elektrik üretirken, Almanya'da 8,5-9 kilovatsaat ancak üretiyor. Buna rağmen Almanya'da hükümet bu elektriği 45 sentten (euro) alarak güneşi teşvik ediyor. Biz bugün bu trene binmezsek hiçbir yere gidemeyiz. Panellerin ömür süreleri de arttı, hareketli parça olmadığı için 35 yıl yaşam ömrü veren üreticiler var."

***
Çatıdaki Panellerle Her İki Günde, Bir Ağaç Dikmiş Kadar Oluyorlar
Tesco-Kipa süpermarketler zinciri Muğla'nın Marmaris ilçesindeki süpermarketinin çatısına 2007 yılında fotovoltaik paneller yerleştirdi. Günde 195 kilovatsaat elektrik üreten paneller, her gün ortalama 130 kg karbondioksit gazının atmosfere salımını engelliyor. Başka bir hesapla, her iki günde, bir ağaç dikmiş kadar oluyorlar. Süpermarketin çatısındaki paneller her gün 20 evin elektrik ihtiyacına eşdeğer elektrik üretiyor. Firma, dağıtım merkezi ve tüm mağazalarında atmosfere salınan karbondioksit miktarını 2020 yılına kadar yüzde 50 oranında azaltmayı hedefliyor.

***
Güneşle Soğutup Ayda 10 Bin Ytl Kazanacaklar
Muğla Sarıgerme'deki İber Otel, Türkiye'deki ilk güneşten soğutma sistemini 2004 yılında kurdu. Gece uyku pozisyonuna geçen kolektörler her sabah güneşin doğuşu ile açılıyor ve akşama kadar güneşi takip ediyor. Panellerden 180 dereceye varan sıcak su ve 5 barın üstünde buhar elde ediliyor. 180 dereceye varan sudan elde edilen buhar, absorbsiyonlu soğutma sistemi ile otelin klima soğutmasına gönderiliyor. İstendiği takdirde bu buhar otelin çamaşırhanesinde, ısıtma ve sıcak su ihtiyacının karşılanmasında da kullanılabiliyor. 20 kolektörden oluşan sistem Muğla gibi bir yerde 373 odalı otelin soğutma ihtiyacının yüzde 10'unu karşılayabiliyor. Otel yönetimi önümüzdeki ay 20 kolektör daha ilave ederek soğutma ihtiyacının yüzde 30'una yakın bir kısmını karşılamayı planlıyor. Bu rakamın otele mali getirisi ayda 10 bin YTL.

Sinop'ta Din Adamlarına "Nükleer İyidir" Eğitimi!

Sinop'a kurulması düşünülen nükleer santraller için propaganda yarışı kızıştı. Kentte ofis açan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, öğrencilerden imamlara kadar herkese nükleer enerjiyi "sevdirmeye" çalışırken nükleer karşıtları da sokakları afişlerle donatıp, alternatif toplantılar düzenliyor.

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 29 Mayıs-4 Haziran 2008

Deniz deyince akla hamsinin, nükleer denince de akla Çernobil'in geldiği yer Sinop. Kısa ama dolu dolu geçen yaz sezonuna hazırlanan Sinop'ta, en çok konuşulan konu turizm değil bu yıl. Mersin il sınırları içinde bulunan Akkuyu'yla birlikte Sinop'a da nükleer santral yapılması planlanıyor. O kadarla da kalmıyor aslında; Sinop'a araştırma reaktöründen yakıt üretim tesislerine kadar uzanan bir teknoloji merkezi kurulması hedefleniyor. Sınırları Sinop'un merkezine dokuz kilometre uzakta olan 39 milyon metrekarelik alan bu merkez için ayrılmış durumda.

Din adamlarına nükleer eğitim
Tüm bunlar nükleer santral yerine temiz enerji isteyenleri de sokağa döküyor. Kentin duvarlarına nükleer santral karşıtı afişler asılıyor, köyler dolaşılıp imzalar toplanılıyor. Kentte bilgilendirme ofisi açan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) da boş durmuyor. Öğrencileri, kamu çalışanlarını, nükleer enerji konusunda ikna etmek için bilgilendirme çalışmaları hızlandırılmış durumda. Eğitim çalışmalarının kentteki imamlara kadar uzanması ise tartışmaları başka bir noktaya taşıdı. Nükleer enerji konusunda TAEK'ten eğitim aldıkları duyulan imamlardan bazılarının, cuma vaazlarında nükleer lehine konuşacakları haberi, nükleer karşıtlarını tekrar harekete geçirdi. Sinop Nükleer Karşıtı Platform üyeleri teknik ve siyasi bir konunun camide konuşulması halinde camide söz alacaklarını Sinop Valiliği ve Müftülüğü'ne bildirdi. Bahsedilen vaaz bu yazının kaleme alındığı ana kadar gerçekleşmedi ve belki de olası bir kriz önlenmiş oldu ancak ileriki günler ne gösterir bilinmez.

Konuyla ilgili olarak görüşünü aldığımız Sinop Müftüsü A. Faruk Kuluş, "Cami, birleştirici bir yer, tartışmalı bir konuyu gündeme getirmek doğru değil" diyerek Sinop'un camilerinin bu atomik tartışmadan uzak tutulacağı sinyalini veriyor. Cuma hutbesinde nükleer enerjiden bahsedileceği söylentilerinin doğru olmadığını belirten Kuluş, "Bizim hutbelerimiz üç ay öncesinden belirleniyor. Ankara'dan onay alınıyor. Camide nükleer enerji hakkında hutbe vermemiz gibi bir şey söz konusu değil. Nükleer enerji tartışmalı bir konu ve bu konuyu camiye getirmeyiz. Nükleer enerji ve küresel ısınma gibi konular gündemimizde yok" diyor. Sinop'taki din adamlarının gündeminde nükleer enerjiyi cemaatle tartışmak yok ancak nükleer santral tartışması Sinop'un köylerine kadar ulaşmış durumda.

Sinop köyleri Avrupa'nın nükleer enerjiye yaklaşımını tartışıyor
Köylere kadar varan tartışmalardan bir tanesi basına da yansıdı. Sinema Sanatçısı Serra Yılmaz'ın da aralarında bulunduğu nükleer karşıtı bir grup, Sarıkum köylülerinin "Avrupa'da mahalle aralarında bile nükleer santral var" sözleriyle karşılaştı. Tartışma, nükleer karşıtlarının sigara içiyor olmalarına kadar vardı. Basında yer alan haberlerde köylülerin çoğunluğunun nükleerden yana tavır aldığı yazıldı. Tartışmalara bizzat karışmış olan Nükleer Karşıtı Platform'dan (NKP) Hale Oğuz yaşananları doğrularken, nükleeri destekleyen köylü kadınların birçoğunun "Çernobil Kalbi" adlı belgeseli izledikten sonra fikir değiştirdiğini ama bunların haberlerde yer almadığını söylüyor. Oğuz, "Haberlerde Greenpeace üyelerinin orada olduğundan bile bahsediliyor, oysa yanımızda sadece National Geographic Dergisi'nden bir fotoğrafçı vardı, Greenpeace'ten kimse yoktu. Haberler gerçeği yansıtmıyor" diyor.

"İkiye bölünmüşlük normal"
Bu, bol radyasyon, uranyum ve toryumlu tartışmaların kente indiği de oluyor tabii. Geçtiğimiz Cuma günü TAEK yetkilileri, kurulmak istenen Sinop Nükleer Teknoloji Merkezi hakkında bir bilgilendirme toplantısı düzenledi. Nükleer karşıtlarının bazıları sorularına doyurucu yanıt alamadığı için salonu terk ederek toplantıyı protesto etti. Toplantıda hazır bulunan Sinop Valisi Zeki Şanal, "İkiye bölünmüşlük doğal. Sadece nükleer değil başka bir konu da olsa, örneğin Ilısu Barajı gibi, isteyenler ve karşı çıkanlar olacak. Bu da gayet doğal" diyor. Halkı bilgilendirme toplantılarının devam edeceğini belirten Şanal, "Sinop'a santral kurulmasının ötesinde, bir nükleer teknoloji merkezi kurulması gündemde. Bu toplantılar bir program dahilinde yapılıyor. Kamu görevlileri, öğrenciler ağırlıklı" diye konuşuyor. Din adamlarının da toplantılara geldiğini doğrulayan Sinop Valisi, hutbe kararı olmadığını tekrarlıyor ve önce araştırma reaktörü kurulacağını sözlerine ekliyor. Vali Şanal'a göre halk, nükleer santral fikrinden çok teknoloji merkezi fikrini daha sıcak buluyor. NKP Sözcüsü Yalçın Oğuz ise bunun nedenini, insanların merkez dendiğinde bunu içinde nükleer santral olmayan bir tesis olarak algılamalarına bağlıyor. Halbuki teknoloji merkezi içerisinde hem nükleer reaktörler hem de yakıt zenginleştirme tesislerinin yapılması planlanıyor.

Sinop'ta faaliyet gösteren TAEK yetkilileri, ilk olarak Akkuyu'ya nükleer santralın yapılacağını, bu süre zarfında Sinop'ta bir araştırma tesisi, ardından yakıt üretim, destek ve AR-GE merkezi gibi diğer tesislerin kurulacağını belirtiyor. Son olarak da nükleer reaktörler inşa edilecek ve Türkiye'nin en kuzey ucuna yapılacak Sinop Nükleer Teknoloji Merkezi (SNTP) tamamlanmış olacak. Merkez için belirlenen alan, kent merkezine sadece dokuz km. uzaklıkta, en uzak nokta, İnceburun mevkiisi ise 20 km. ötede. Sinop'un nükleer santral için uygun olup olmadığına dair yapılan çalışmaların sonuç verdiğini ve uygun olduğunun anlaşıldığını belirten bir yetkili, "Türkiye'nin elektrik ihtiyacının önce yüzde 7-10, daha sonra yüzde 20'ye kadarının karşılanmasında nükleer enerji rol oynayacak. Kaynak çeşitliliği yaratıp enerji arz güvenliği sağlanacak" diyor. Nükleer karşıtı Sinoplular ise başta rüzgâr olmak üzere temiz enerji kaynaklarıyla hem kaynak çeşitliliğinin sağlanabileceğini hem de elektrik ihtiyacının karşılanacağını öne sürüyor.

"Eylemlere kadınlar hakim"
Karadeniz'in en gözde turizm merkezlerinden biri olan Sinop'ta, "nükleer merkez", "nükleer santral" ya da "nükleer enerji"den bahsetmek gerçekten zor. Nükleer dendiği anda akla ilk gelen "kanser" oluyor çünkü. Bunun nedeni de 1986 yılında meydana gelen ve dünyanın en büyük nükleer kazası olarak tarihe geçen Çernobil kazası. Bu kaza sonrasında kentteki kanser vakalarında hızlı bir artış görüldüğünü söylüyor Sinoplular. NKP sözcüsü Yalçın Oğuz, Sinop'ta ölümlerin büyük çoğunluğunun kanser yüzünden olduğuna dikkat çekiyor. "Köydeki arkadaşımın gencecik kızını birkaç yıl önce kaybetmiştik, bu yıl da oğlu öldü. 30-32 yaşında ya var ya yoktu" diyen Oğuz, "Yeğenim gırtlak kanseri, amcamın oğlu ve baldızım da ağır hasta. Belki de bu yüzden kadınlar nükleere daha çok tepkili. Eylemlere kadınlar daha çok geliyor" sözleriyle muhalefetin durumunu da özetliyor aslında. İktidar ise nükleer eğitim seminerlerine eski PTT binası, şimdiki TAEK ofisinde devam ediyor. İyi ya da kötü, tüm haberler bu eski PTT binasından gelecek...

Nükleer Caiz Mi Değil Mi?
Sinop'ta ister istemez din adamlarının da karıştığı nükleer tartışma, dünyada daha farklı boyutlarda ve yine Müslüman din adamlarının katılımıyla uzun zamandır yapılıyor aslında. Türkiye gibi yıllardır nükleer santral kurup kurmamayı tartışan Endonezya'da, Nahdlatul Uleması konuyu gündemine almış ve nükleerin caiz olmadığına karar vermişti. Endonezyalı din bilginleri, deprem kuşağında yer alan ülkelerinde nükleer santrallerde yaşanacak bir kazanın yarardan çok zarar getireceğini ve bunun da bölgedeki insan ırkının devamını tehlikeye atacağını söyleyerek nükleer santrale karşı çıkmışlardı. İşte Türkiye'den yanıtlar:

Doç. Dr. İsmaİl Karagöz Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
"Kuran'da nükleer enerji kullanımı konusunda bir şey yok"
Allah her şeyi insan için yaratmıştır. Yenen içen her şeyin helal olması esastır. Kuran'da nükleer enerjinin kullanılıp kullanılmaması konusunda bir şey geçmez ama burada insanların menfaati açısından olaya bakılır. Yapmadan önce dinen caizdir, değildir demek mümkün değil. Yaptığımızda (ya da planlama aşamasında) gerçekten çevreye zarar veriyorsa, zararı faydasından çoksa; zararlı olan bir şeyin insanlara uygun olmaması prensibinden dolayı uygun değildir denebilir. Sigara da önceleri zararı bilinmediği için yasak değildi ama şimdi zararı konusunda bir konsensüs var. "Nükleer caiz değildir yapmayın" demek doğru olmaz, buna yetkililer karar verir. Ancak zararları çoğunluktaysa (içkide olduğu gibi) din buna onay vermez. Çernobil'de olanları biliyoruz.

Prof. Dr. Süleyman AteŞ Eski Diyanet İşleri Başkanı "Endonezya deprem bölgesi"
Prensip itibariyle, Kuran'da bir yasak olmadığı sürece kimse bir yasak getiremez. Kuran'ın genel bir prensibi var; bir şeyin zararı yararından daha fazlaysa o haram kabul edilir. Nükleerin tabii zararları var ama yararları yüzde 90. Müslüman olmayan ülkeler nükleer silah yapıyor, onlara mahkûm mu olacağız? O nedenle bu karara katılmıyorum ama zararları da var, onlar da en aza indirilebilir. Nükleer silah konusunu dışarıda bırakıp değerlendirme yaparsak, Endonezya deprem bölgesi. Deprem anında o fabrika yıkılırsa her tarafa radyasyon yayılacak. Oranın şartları gereği ulema bu kararı almış olabilir. Bizde de deprem riski var ama olmayan bölgeler de vardır. O teknoloji yarardan çok zarar getirirse uygun değildir.

Prof. İsmaİl Karacam İlahiyatçı -Yazar "Riski faydasından büyükse işe başlanmaz"
Genel anlamda, dinde bir kaide vardır. Zararlı olan bir şey, gerek şahsa gerek topluma olsun, yasaklanır; İslam'a aykırıdır. Zarar gerek Müslümanlar'a gerek Müslüman olmayanlara olsun kabul edilemez, reddedilir. Yapacağınız işin riski faydasından büyükse işe başlanmaz.

***

Kim Yapıyor? Kim Kapatıyor?
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'na göre dünyada 439 reaktör (santral değil, çünkü bir santralde birçok reaktör olabiliyor) var. Bunların toplam kurulu gücü 371 GW ve 34 yeni reaktör daha yapılıyor. Bu 34 reaktörün altışar adedini Rusya, Hindistan ve Çin; üçünü Güney Kore; ikişer adedini Ukrayna, Tayvan ve Bulgaristan; birer adedini de Arjantin, Fransa, İran, Japonya, Pakistan, Finlandiya ve ABD inşa ediyor. Yalnız, biraz dikkatli bakınca Arjantin'de 1981 yılında inşaatına başlanan Attucha-2 reaktörünün 27 yıldır bu listede yer aldığı görülüyor. Birkaç tane daha böyle örnek bulmak, deneme amaçlı küçük reaktörlere listede rastlamak mümkün. Fransa, Japonya, Rusya ve Kore nükleerde ısrarcı olan lokomotif ülkeler olarak nitelenebilir. Kapatan ülkelerin başında Obrigheim ve Stade reaktörlerini kapatan ve 2020'ye kadar tüm santrallarini kapatacak olan Almanya geliyor. Avusturya inşaatı bitmiş tek reaktörü Zwentendorf'u hiç çalıştırmadan kapatmış. İtalya, Çernobil'den sonra ülkedeki dört reaktörü, İsveç ise iki reaktörünü kapattı. İspanya'da hükümet tüm santralleri kapatma kararı aldı ve 2006'da Zorita'nın fişi çekildi. Belçika, santrallerini 40 yaşına geldiğinde kapatacak. 2025'ten sonra Belçika'da nükleer santral kalmayacak. Norveç, Yeni Zelanda, Avustralya, İrlanda gibi gelişmiş ülkeler ise hiç nükleer santral kurmadı.

Planlanan Sinop Nükleer Teknoloji Merkezi
Türkiye'de İstanbul ve Ankara'da nükleer araştırma tesisleri bulunuyor. Sinop'ta ve Mersin'de ise nükleer güç santrallarının inşası söz konusu. Sinop'ta ayrıca, büyük çaplı bir araştırma reaktörü ile yakıt teknolojileri üzerine çalışacak tesislerin kurulması da planlanıyor.

Çarşamba'yı termik alsın mı?

Çarşamba Ovası'na yapılması planlanan mobil santrallere Samsunlular tepki gösteriyorlar. Ovada termik santral kurulacaksa, bunun kendilerine duyurulmasını istiyorlar.

Özgür Gürbüz - Global Enerji / Mayıs 2008

Termik santraller ve çevre sorunları denince hemen akla Türkiye'nin batısı gelir. Yatağan, Gökova ve Soma gibi santrallere karşı verilen mücadelelerin yılları var. Yıllar geçtikçe çevre bilincinin tüm ülkede artması, itiraz noktalarını batıdan doğuya kaydırmaya başladı. Kahramanmaraş'ta Afşin-Elbistan'a ve Silopi'de mobil santrale karşı yükselen itirazlar bunun en iyi göstergesi. Samsun ise bu karşı hareketin kuzey temsilcisi olma yolunda ilerliyor.

Samsun'da çalıştırılan mobil santraller 2002 yılından bu yana Karadeniz kentinde birçok şeyi değiştirmişe benziyor. Çarşamba Ovası'na, bu iki mobil santralin yanına yapılması düşünülen ve sayıları beşi bulan termik santraller Samsunluları bayağı kızdırmışa benziyor. Samsun Çevre Birlikteliği adı altında bir araya gelen sivil toplum örgütleri santrallerin yapılmasına itiraz ediyorlar. Çarşamba bölgesinin Türkiye'nin sayılı tarım alanlarından biri olduğunu, DSİ'nin hâlâ bölgede sulama yatırımları yaptığını hatırlatan Çevre Birlikteliği Sözcüsü Metin Telatar soruyor: "Çarşamba Ovası tarım bölgesi ise tarıma dayalı sanayi teşvik edilmeli. Sanayi bölgesi olarak ilan edilecekse bu karar derhal yöre halkına duyurulmalı. Bu karara göre termik santrallerde çalışmak isteyenler tercihini yapmalıdır. Geriye kalan yöre halkı, artık tarım arazileri para etmeyeceğinden, buraları kül depolama alanı olarak kiraya verebilir." Samsun EMO Başkanı Suat Yılmaz'ın bir makalesi gözüme ilişti. Samsun ilinde, 50 metre yükseklikte ve 6.5-7 m/s rüzgâr hızına sahip alanların büyüklüğü 900 km2'ye denk düşüyor. Yılmaz'ın verdiği bilgilere göre, 4 bin 500 MW'lik bir potansiyel söz konusu. Rüzgâr hızı 7-7.5 m/s olan yerlere bakılınca da bir 722 MW da oradan geliyor. Tüm bu rakamları ve dünyayı sarsan gıda krizini düşününce Çarşamba Ovası'nı ne sel ne de termik; yel alsın demek geliyor içimden. Kuşları sevdiğimden dilim varmıyor bilinen atasözünü söylemeye ama bir taşla iki kuş misali; hem gıda hem enerji.

Dünyada kaç nükleer reaktör yapılıyor?
Çernobil'in 22'inci yıldönümü olan 26 Nisan tarihinde birçok ilde protesto gösterileri yapıldı. Nükleer karşıtları neden karşı olduklarını ve yerine ne istediklerini anlatmaya çalıştılar. Enerji Bakanı Hilmi Güler ve bazı bürokratlar da nükleer karşıtlarının tezlerini çürütmeye çalıştılar. EPDK Başkanı Hasan Köktaş'ın açıklamaları dikkatimi çekti. Köktaş, dünyada enerji sorununun çözümü için 100'ün üzerinde nükleer santral (reaktör herhalde) yapıldığını söylemiş. Yanlış anımsamıyorsam Hilmi Güler de sadece ABD'de 30 reaktör inşa edildiğini söylemişti. Merak edip, Uluslararası Atom Enerji Ajansı'nın güncel verilerini kontrol ettim; orada 35 rakamı çıktı karşıma. İçlerinde malum 1981'den beri bitmeyen Arjantin'deki AttuchaII reaktörü de var. ABD'de ise inşa halinde olan tek reaktörse, yapımına yıllar önce başlanıp enerji talebi düşünce yarım bırakılmış Watts BarII. Planlanan, tahmin edilen ve daha çok da nükleer enerji firmaları tarafından bilerek abartılan rakamlarla nükleer karşıtlarını ikna etmek bana çok mantıklı bir çözüm gibi gelmiyor açıkçası.


Meraklısına…

Nükleer enerjinin ekonomik durumu
Orijinal adı "The Economics of Nuclear Power" olan bu detaylı çalışma Greenpeace tarafından konusunda uzman kişilere hazırlatılmış. Türkçe'ye bir özeti çevrilmiş ama İngilizce bilenler internetten ücretsiz indirebilirler. Sadece nükleer enerjinin güncel örneklerle ilişkilendirilmiş maliyetleri değil yenilenebilir enerjiyle de ilgili dünyada gerçekleştirilmiş örnekler üzerinden sunulan rakamlar var.

Rüzgâr kurulu gücü 250 MW'ye ulaştı
Türkiye Rüzgâr Enerjisi Birliği (TÜREB) geçtiğimiz ay içerisinde rüzgâr enerjisiyle ilgili sektör raporu hazırladı. Kurulu güç 9 Nisan 2008 itibariyle 250 MW'ye ulaşmış durumda. 174 MW'lik çiftliklerse inşa halinde ve 560 MW'lik türbin anlaşmaları da imzalanmış durumda. İlgililer web sayfasından bu kısa ama faydalı raporu indirebilir. www.ruzgarenerjisibirligi.org.tr

Şükrü Balcı'nın oğlu güvenlikçiyi öldürdü

Galatasaray’ın şampiyonluğunu kutlamaya gittiği diskoya alınmayan Ertuğrul Balcı terör estirdi.

Özgür Gürbüz - Necla Görgeç
Sabah / 16 Mayıs 2007

İstanbul'un ünlü emniyet müdürü Şükrü Balcı'nın oğlu Ertuğrul Balcı, bar girişinde tartıştığı güvenlik görevlisini silahla vurdu. Balcı tutuklanırken, 26 yaşındaki Necmi Akın hayatını kaybetti.

İstanbul'un eski emniyet müdürlerinden Şükrü Balcı'nın oğlu Ertuğrul Balcı (48), Galatasaray'ın şampiyon olduğu gün gittiği diskonun güvenlik görevlisini silahıyla vurarak öldürdü. Galatasaray'ın şampiyonluğunu çok miktarda alkol alarak evinde kutlayan Balcı, daha sonra Gayrettepe'deki Discorium adlı eğlence yerine geldi. Balcı'nın alkollü ve silahlı olduğunu gören güvenlik görevlileri kendisini içeri almadı. Sinirlenen ve tartışmaya başlayan Balcı, sakinleştirilmeye çalışıldı ve kendisine sigara ikram edildi. Sakinleştiği ve içeri girmekten vazgeçtiği sanılan Balcı, uzaklaşır gibi yaptı ancak 2-3 adım sonra geri dönerek silahıyla üç el ateş etti. Kurşunlardan biri koruma görevlisi Necmi Akın'ın başını sıyırırken bir diğeri karnına ve üçüncüsü ise omuzundan sekerek başına saplandı. Zanlı Ertuğrul Balcı olay yerinde silahıyla yakalandı ve 12 Mayıs günü tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi'ne konuldu. Zanlının gözaltına alındığında 1.90 promil alkollü çıktığı ve kullandığı silahın ruhsatsız olduğu belirlendi. Akın'ın önceki gün beyin ölümü gerçekleşti. Gencin ailesi de aynı gün oğullarının organlarını bağışladı. İstanbul Armutlu'da yaşayan Akın'ın cenazesinin bugün defnedilmesi bekleniyor.

12 Mart ve 12 Eylül'ün kritik adamı
12 Mart döneminde Siyasi Şube Müdürlüğü yapan Şükrü Balcı, 1978'de İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevine getirilmiş ve 12 Eylül döneminde bu görevde kalmıştı. 1993'te ABD'de ölen Balcı hakkında azınlıklardan haraç aldığı ve teşkilat içinde rüşveti yaygınlaştırdığı iddiaları bulunuyordu.


Nükleer enerjiye evet mi hayır mı?

Özgür Gürbüz - Sabah Pazar
27 Nisan 2008*

Türkiye’de nükleer santral kurulması tekrar gündemde ve 24 Eylül’de son bulması beklenen ihale süreci devam ediyor. İlk nükleer santralın kurulması için düşünülen yerlerin başında Mersin’in Gülnar'ına bağlı Büyükeceli beldesi ve Sinop yer alıyor. Yatırımcının Sinop’a oranla gözdesi Akkuyu çünkü 25 yıl önce nükleer santral kurulması için alınmış bir yer lisansı var. O gün bugündür de tellerle çevrili. Gerçi, bu lisansın bugün geçerli olup olmadığı tartışmalı bir konu. Lisansı veren uzmanlardan Prof. Dr. Tolga Yarman, lisansın artık geçerli olmadığını, bugünkü şartlarla 25 yıl öncesinin çok farklı olduğunu söylüyor.

Mersin’den Alanya yönüne yaklaşık 170 km. gittiğinizde kendinizi Akkuyu beldesinin önünde buluyorsunuz. Türkiye’nin Akdeniz sahil şeridinde en az betona rastladığınız noktalardan bir tanesi. Beldede yaşlı nüfus hakim, gençler iş bulmak için civar kentlere gitmiş. Kimileri nükleer kurulsa işsiz kalmazdık kimileri ise nükleer kurulacak diye yatırımların önü kesildi turizmden bile para kazanamadık diye yakınıyor. En can alıcı tartışmalardan biri de zaten Turizm konusunda yaşanıyor. Akkuyu’nun bir ucu Alanya-Antalya diğer ucu Mersin. Buraya kurulacak bir nükleer santralın Türkiye’nin en büyük ihracat kalemi olan turizmi nasıl etkileyeceği ciddi bir soru işareti. Turizmdeki rakibimiz Yunanistan’da bu konuda kampanya hazırlıkları başladı bile.

Nükleerin payı düşüyor
Nükleer enerji sadece enerji politikalarını ilgilendiren bir sorun olmadığı için, olumlu ya da olumsuz görüş bildirmek için aynı yukarıdaki turizm örneğinde olduğu gibi onlarca kriteri gözden geçirmek gerekiyor. Biz bu gözden geçirmeyi rakamlar üzerinden yapalım ve son noktayı koyma işini size bırakalım. Önce küresel anlamda nükleer enerjinin durumuna bakmakta fayda var. 1978’de Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan Üç Mil Adası ve ardından gelen tarihin en büyük nükleer kazası Çernobil nükleer enerjinin altın çağına noktayı koymuştu. Sadece kaza riski değil kazaların önlenmesi için arttırılan güvenlik tedbirleri de maliyetleri yükseltti ve nükleer enerji gözden düştü. Küresel ısınmanın gündeme gelmesi, nükleer santralların kömür santrallarına göre daha az karbondioksit çıkarması, enerji güvenliği konusunda Rusya ve Ortadoğu’ya olan bağımlılığın artması nükleer enerjiyi yeniden güncel enerji tartışmalarına dahil etti. Tüm bunlara rağmen nükleer enerji hala beklenen çıkışı yapabilmiş değil. Uluslararası Enerji Ajansı’nın, “Dünya Enerjisinin Geleceği 2007” raporuna göre; elektrik enerjisi üretiminde nükleerin yüzde 15 olan bugünkü payının 2030’da yüzde 9’a gerilemesi bekleniyor. Hidroelektrik hariç tutulmasına rağmen yenilenebilir enerjinin bugün yüzde 2 olan payının ise yüzde 6’ya çıkması bekleniyor. Aslan payı da, yüzde 1’den yüzde 4’e çıkması beklenen rüzgâr enerjisinde. Artan küresel enerji talebine rağmen nükleer enerji pazar payının azalması yeni siparişlerin istenilen hızda artmamasından ve mevcut 439 reaktörün birçoğunun önümüzdeki 10-20 yıl içerisinde yaş haddinden emekliye ayrılacak olmasından kaynaklanıyor.

Küresel ısınmaya çözüm mü?
Nükleer reaktörler tüm hayatları boyunca yapılan bir karşılaştırmada kömür santrallarına göre daha az seragazı salıyor. Nükleer enerjinin son yıllarda yeniden tartışılmasının ardında yatan nedenlerden biri de bu. Ancak bir nükleer reaktörün uzun süren inşaatı, ilk yatırım maliyetinin yüksekliği ve mevcut reaktörlerinin yaşlanmış olması, uranyum rezervlerinin giderek azalması, gereken seragazı indiriminde nükleer enerjinin ciddi bir rol oynama olasılığını azaltıyor. Bugün, nükleer endüstrinin tüm çabaları küresel ısınmayı durduracak büyük bir atılımdan çok mevcut kapasiteyi korumaya yönelik aslında. ABD Ulusal Enerji Komisyonu, 2004 yılında yaptığı bir çalışmasında, hissedilir bir karbondioksit emisyonu azaltımı için gelecek 30-50 yıl içinde 300 veya 400 reaktörün yapılması gerektiğini belirtmişti. Enerji yatırımlarında tek kriter seragazları olsa bile nükleer enerji beşikten mezara yapılan hesaplarda listenin ortalarında yer alıyor. Almanya’daki Öko Enstitüsü tarafından yapılan bu çalışma az çok durumu özetliyor. Belki de bu yüzden ABD’de şu anda yapımına 1972 yılında başlanan Watts Bar 2 reaktörü dışında bir başka inşaat yok. 1165 MW gücündeki Watts Bar II’yi 16 yılda bitiremeyen, 1988’de de inşaatı enerji talebi yok diye durduran ABD, yüzde 60’ından fazlasının tamamlandığı söylenen bu reaktöre yaklaşık 2,5 milyar dolar daha harcamayı planlıyor. İşin garibi aynı santraldaki Watts Bar I reaktörü de (1121 MW) tam 23 yılda bitirilmiş ve 7 milyar dolara mal olmuştu. Nükleer enerjinin en büyük sorunlarından biri de ilk yatırım maliyetinin yüksekliği ve inşaatının zorluğu. Geciktiğiniz her ay size ciddi finansal zorluklar getiriyor. Bugün, Batı Avrupa’da Fransa dışında reaktör inşa eden tek ülke olan Finlandiya’da yaşananlar bu sorunun hala çözülemediğini gösteriyor. Finlandiya’da yapılan Olkiluoto reaktörünün yapımına 2005 yılında başlandı. Yapımı, hisselerinin yüzde 90’ı Fransız devletine ait Areva ve Siemens tarafından yürütülüyor. Bittiğinde Avrupa’nın ilk üçüncü kuşak (jenerasyon) nükleer santralı olacak ama biterse. İnşaatın başladığı 2005 yılında elektrik üretimine 2009 ortasında geçeceği söyleniyordu. İşler yine nükleer firmaların söylediği gibi olmadı. İnşaatın sürdüğü iki yıl içerisinde ortaya çıkan hatalar ve güvenlik konusundaki eksiklikler inşaatı şimdiden iki yıl geciktirdi. Areva ve Siemens’in en iyi tahmini elektrik üretimine 2011 yazında geçilebileceği yönünde.Gecikmeleri değerlendiren Areva Nükleer Güç şirketinin (Areva NP) İcra Kurulu Başkanı Luc Oursel, “Bir serinin ilk örneğini inşa ettiğinizde kaçınılmaz olarak yeni maliyetler keşfediyorsunuz, çalışanlar yerinde durdukları için de maliyetler artıyor” diyor.[1] İki yıllık gecikme sonucunda üretilemeyen elektriği de hesaba katarsanız bu rakamın toplamda 1 milyar 600 milyon Avro’ya ulaştığını görüyorsunuz.[2] Bu gecikme bedelinin, bugün Türkiye’de ilk yatırım bedeli olarak telaffuz edilen rakama eşit olması insanı düşündürüyor.

Nükleer atık sorunu çözülemiyor
Nükleer enerji tartışmasında en çok konuşulan konulardan biri de atık sorunu. Nükleer santrallardan çıkan yüksek seviyeli atıkların bazıları 240 bin yıl boyunca radyoaktif kalıyor. Bu atıkların, doğadan ve canlılardan uzakta saklanmaları gerekiyor ancak çözüm olarak önerilen yer altı depolarının henüz dünyada gerçekleştirilmiş bir örneği yok. Nükleer enerjinin ömrünün 60 yıl olduğu düşünülürse bu depolarda atıkların sızdırmadan binlerce yıl kalabileceği de sonuçta bir iddia. Uranyum zengini olmayan Türkiye’de dışa bağımlı olmamak için toryumun yakıt olarak kullanılabileceği de biraz böyle aslında. Dünyada toryumla çalışan bir tek ticari reaktör bulunmuyor.

Nükleer santralların sadece elektrik ürettiği göz önüne alınırsa yerine bir başka enerji santralı koymak mümkün. Bugün başta rüzgar olmak üzere çevrecilerin savundukları rüzgar, güneş, jeotermal, küçük hidrolik santrallar ve biyokütleden elektrik üretmek teknik olarak sorun teşkil etmiyor. Maliyetler de güneş dışında nükleerle başa baş mücadele edebiliyor hatta rüzgar birçok noktada daha ucuza elektrik üretiyor. Atık, güvenlik sorunu olmadan. Nükleer mi temiz enerji mi arasında yapılan tercih teknik değil daha çok siyasi bir tercihe benziyor. Fransa 59’uncu reaktörünü yaparken Almanya, Türkiye’nin kurulu gücünün yarısından fazlasına ulaşan 22 bin megavatlık rüzgar gücüne yeni türbinler ekliyor. Danimarka elektriğinin dörtte birini rüzgardan sağlıyor Litvanya ise dörtte üçünü nükleerden. Sorun elektriksiz kalmayla değil vatandaşın hassasiyetiyle ilgili artık.


Kim yapıyor? Kim Kapatıyor?

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) rakamlarına göre dünyada şu anda 439 reaktör (santral değil) var. Bunların toplam kurulu gücü 371 GW ve 35 yeni reaktör de yapım aşamasında. Bu 34 reaktörün 7’si Rusya, 6’sı Hindistan, 5’i Çin, 3’ü Kore, 2’si Ukrayna ve Bulgaristan, 1’er adet de Arjantin, Fransa, İran, Japonya, Pakistan, Finlandiya ve ABD’de inşa ediliyor. Yalnız biraz dikkatli bakınca Arjantin örneğinde olduğu gibi 1981 yılında inşaatına başlanan Attucha-2 reaktörünün 27 yıldır listede yer aldığını görüyorsunuz. Diğer tarafta ise Obrigheim ve Stade reaktörlerini kapatan Almanya var. Yeşiller ve Sosyal Demokrat Parti’nin koalisyonu sırasında alınan karara göre 2020’de tüm nükleer santrallar kapanmış olacak. Avusturya inşaatı bitmiş olmasına rağmen, tek reaktörü Zwentendorf’u (Siemens) 1978 yılında hiç çalıştırmadan kapatmış. İtalya, Çernobil kazasından sonra ülkedeki 4 reaktörü, İsveç ise 1999’da Barseback 1, Haziran 2005’de ise Barseback 2’yi kapattı. İspanya’da hükümet tüm santralları kapatma kararı aldı. Bu karar, 30 Nisan 2006’da Zorita (Cabrera)reaktörünün kapatılmasıyla uygulanmaya başladı. İspanya’da 8 reaktör kaldı. Belçika, santrallarını en fazla 40 yaşlarına kadar çalıştırmayı ve daha sonra kapatmayı kabul etti. 2025 yılında Belçika’da nükleer santral kalmayacak. Bunun dışında Norveç, Yeni Zelanda, Avustralya, İrlanda gibi gelişmiş ülkeler nükleer enerjiye hiç bulaşmamış.

*Tam metin


[1] Nuclear Bid to Rival Coal Chilled by Flaws, Delay in Finland, 4 Eylül 2007. http://www.bloomberg.com/apps/news?pid=20601087&sid=aFh1ySJ.lYQc&refer=home

[2] Power failure: What Britain should learn from Finland's nuclear saga, 16 Ocak 2008. http://www.independent.co.uk/news/science/power-failure-what-britain-should-learn-from-finlands-nuclear-saga-770474.html

Rakamlarla Çernobil

22 yıl önce tarihin tek değil ama en büyük nükleer kazası gerçekleşti. Bu kadar yılın ardından, kazayı yok saymak isteyenlere aşağıdaki rakamları bir kez daha okumalarını öneriyorum.

Temizlik çalışmalarına çoğunluğu asker 800 bin kişi katıldı.

Tasfiyeci adı verilen bu 800 bin kişiden 25 bininin öldüğü, 70 bininin sakat kaldığı Sovyetler Birliği dağılmadan önce elimize ulaşan tek resmi bilgi.

Bazı bağımsız kaynaklar ise ölü sayısını toplam 60 bin, sakat kalanların ise 165 bin olduğunu söylüyor.

Reaktörde çıkan yangını söndürmek için helikopterler 1800 uçuş yaptı ve 5 bin ton materyali(sodyum fosfat ve kum gibi) reaktörün üzerine boşalttı.

400 bine yakın insan tahliye edildi. Bugün hala 30 kilometre çapında bir alana izinsiz giriş yasak.

7 bin işçi kazanın ardından 22 yıl geçmesine rağmen temizlik çalışmalarına devam ediyor.

Radyoaktif bulutlar, Rusya, Belarus ve Ukrayna’da 7 milyon insanın yaşadığı bir alanı etkiledi. Daha sonra ise neredeyse tüm dünyaya yayıldı. Mayıs başında Edirne derken Karadeniz ve tüm Türkiye bu bulutlardan nasibini aldı.

2006 yılında Türk Tabipler Birliği ve Hopa Belediyesi’nin yaptığı ortak çalışma Hopa’da son 3 yılda meydana gelen ölümlerin yüzde 47’sinin nedenin kanser olduğunu belirledi.

Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi, İtalya’nın yarısı kadar bir alanın, (yaklaşık 150 bin kilometrekare) kirlendiğini ve yaklaşık 52 bin kilometrekare, (Danimarka’dan biraz daha büyük) tarımsal alanın da harap olduğunu belirtiyor.

Belarus Ekonomi Enstitü’sünün verilerine göre Çernobil kazasının maliyeti 235 milyar doları geçecek.

Çevremizi tanıyalım

Dünyanın çok ciddi bir enerji ve gıda krizi yaşadığı günümüzde, Türkiye'nin yedi bölgesine bakıp da 'çevremizi tanıyalım' demek için cesaret ve çevre bilinci gerekiyor. Kurumuş göllerden toprak kaybına, atık meselelerinden orman yağmalarına ve doldurulmuş sahillere kadar, her şey ortada aslında. Gelin, çevremizi tanımakla kalmayıp onunla barışalım..

Özgür Gürbüz-Sabah Pazar/20 Nisan 2008

Marmara Bölgesi
Sanayi ve kentleşmenin yoğunluğu, Marmara Bölgesi'ni çevre sorunlarının hemen her türüyle karşı karşıya bırakıyor. Dünyanın oksijeni en bol ikinci bölgesi Kaz Dağları, altın madencilerinin hücumuna uğramış durumda. Çanakkale sınırları içerisinde birçok kömür ve doğalgaz santralı kurulması planlanıyor. Ergene Havzası'ndaki kirlilik yıllardır sürüyor; Dilovası ise adını tarihe kanser ovası olarak yazdırdı. Bölgede kanserden ölenlerin oranı yüzde 30'lara yaklaşıyor. İstanbul ise trafikten çarpık kentleşmeye kadar birçok çevre sorunu ile karşı karşıya. Türkiye'de trafiğe kayıtlı araçların yaklaşık dörtte biri İstanbul'da. İstanbul Boğazı'ndaki tanker trafiği başlı başına bir sorun. Boğazın üstünden geçecek üçüncü köprü birçok uzmana göre kentin sonunu getirecek. İzmit, sanayi kaynaklı sorunlarla anılır halde, çözüm olarak öne sürülen atık yakma tesisi İzaydaş bile, kimilerine göre başlı başına bir kirlilik kaynağı. Tuzla sadece tersane kazalarıyla değil, zehirli varilleriyle de anılıyor. Bursa'da Cargill ile anılan tarım alanlarına sanayi tesisi kurulması tartışması devam ediyor. Su ve hava kirliliği, sanayi kaynaklı sorunlar çözülmüş değil. Bursa Kocaçay Deltası'ndaki su kaynakları da şehir ve sanayi atıkları nedeniyle kirlenmeye devam ediyor. Balıkesir'deki Manyas Kuş Cenneti, çevredeki işletmeler tarafından bırakılan atıklar, küresel ısınma ve ilgisizlik yüzünden can çekişiyor. Tekirdağ'da deri ve tekstil fabrikalarının atıkları sorun yaratıyor.

Karadeniz Bölgesi
Karadeniz'le Karadenizli arasına sınır çeken sahil yolu projesi hayata geçirildi. Projeye çevreciler kumsallara, koylara, doğal yapıya zarar verecek diye karşı çıktılar. Doğu Karadeniz'de başta Yusufeli, Fındıklı olmak üzere birçok baraj projesi var. Barajlara olan tepki, Orta ve Batı Karadeniz'e gelince termik ve nükleer santrallara karşı yoğunlaşıyor. Samsun'un en verimli tarım arazilerinin olduğu Çarşamba ile Tekkeköy arasına altı termik santral planlanıyor. Samsun'daki mobil santrallara karşı hukuki mücadele sürüyor. Amasra ve Bartın'a da termik santral kurulmak isteniyor. Sinop'un derdi de tepkisi de daha büyük. Kentin duvarları 'nükleer santrala hayır' diyen afişlerle kaplı. Çernobil faciasını yaşamış olan Karadenizli nükleere çok tepkili. Türk Tabipler Birliği ve Hopa Belediyesi'nin 2006 yılında açıkladığı araştırmaya göre Hopa'da ölümlerin yüzde 47'si kanserden. Karadeniz'deki ilk resmi kanser taramasında, 11 yıl içinde 15 bine yakın kanserli hasta tespit edildi. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, "Asıl Çernobil, cebinde sigara taşıyan her vatandaşın üzerinde" dedi. Nükleer tartışma devam ederken denizlerdeki kirlilik de durmadı. Türkiye'nin en kirli denizi olan Karadeniz, komşu ülkelerden ve Tuna Nehri'yle Avrupa'dan gelen kirlilikle mücadele ediyor. Trabzon Çamburnu'nda kurulması düşünülen çöp depolama tesisi, "Cennet bahçesine çöp tesisi olur mu?"diyen çevrecilerin tepkisiyle karşı karşıya. Sadece kıyılar değil, iç bölgeler de sorunlu. Nesli tehlike altındaki su samurlarına, küçük akbaba, puhu ve kızböceği gibi türlere ev sahipliği yapan Yeşilırmak'daki kirlilik Amasya'da toplu balık ölümleriyle su yüzüne çıktı. Gümüşhane Cerattepe'deki altın madeni ise, tartışmalara rağmen işletilmeye devam ediyor.

Doğu Anadolu Bölgesi
Doğu Anadolu'nun denizi olarak bilinen Van Gölü'nde tespit edilen yüksek derecede koli basili değerleri, insan sağlığı için ciddi tehlike oluşturuyor. Van'ın artan nüfusu ve atık su arıtma, burada da sorun. Bir başka risk ise, Türkiye sınırına 16 kilometre uzaktaki Metzamor Nükleer Santralı. Dünyanın en tehlikeli santralları arasında gösterilen Metzamor, sadece Iğdır için değil, tüm dünya için bir tehlike. Tunceli'de Munzur Nehri üzerine kurulmaya çalışılan sekiz baraj ve altın madenciliği başlıca çevre sorunları. Türkiye'nin ilk milli parkı olan Munzur Vadisi Milli Parkı'na bir dizi baraj yapılmasına tepki çok. Bölgede orman yangınları da sorun yaratıyor. Erzincan Karasu Nehri'nde yaşanan kirlilik, endişe verici boyutlarda. Hakkari'de çöp sorunu devam ediyor. Yüksekova Nehir Kuş Sazlığı'nın durumu, Zap Nehri'ne yapılmak istenen barajlar, tartışılıyor. Bölgenin en büyük kentlerinden Erzurum'un hava kirliliği sorunu ise, bölge halkı gündeminin ilk sıralarında. Kars Çayı'nın kirlilik sorunu çözülmeye çalışılıyor.

Ege Bölgesi
Türkiye'deki yeşil hareketin başlangıç noktalarından olan Ege Bölgesi, özellikle doğa koruma alanında verilen hukuk mücadeleleriyle akla geliyor. Çevreci avukatlarıyla ünlü İzmir'in son başarı öyküsü Kültürpark'ın altına yapılması planlanan otoparkın Danıştay tarafından durdurulmasıydı. Bakanlar Kurulu kararlarıyla çalışan Gökova, Yatağan ve Yeniköy termik santralları, Bergama'da AİHM kararına rağmen çalışan altın madeni, tüm Türkiye'de çevre sorunu denince ilk akla gelen örnekler arasında. Yatağan Santralı filtrelere kavuştu ama ikinci santral planları ve kömür havzalarının genişletilmesi nedeniyle yerinden edilecek köylüler mutlu değil. Uşak-Eşme ve İzmir-Efemçukuru'nda da altın madenlerine itiraz sürüyor. Gemi söküm tesisleriyle anılan Aliağa'ya termik santral kurulması gündemde. Marmaris, dünyaca ünlü çam balını korumak için manganez madenine karşı yürüyor. Balık çiftlikleri ve beton canavarlar, başta Bodrum olmak üzere neredeyse tüm kıyı şeridini tehdit ediyor. Balık çiftliklerinden şikâyetçi olan bir başka bölge de, çiftliklerin taşınması planlanan Dilek Yarımadası Milli Parkı kıyıları. Küresel ısınmayla birlikte artması beklenen orman yangınları her yaz ciddi ekolojik sorunlar yaratıyor. Bodrum'da yapılan ve yapılması düşünülen golf sahaları, doldurulan kıyı alanları, bölgenin doğal güzelliğini sonsuza dek yok ediyor. Menderes nehirleri kirlendi. İzmir Kuş Cenneti'nin koruma statüsü kaldırıldı. Bafa Gölü kurudu haberleri herkesi dehşete düşürdü. Bir de Allianoi var. İzmir'in Expo tanıtımına kapak olan 1800 yıllık termal merkezi, Yortanlı Barajı'nın suları altında kalmak üzere.

Akdeniz Bölgesi
Akdeniz Bölgesi aynı Ege gibi 'beton canavar'ın saldırısıyla karşı karşıya. Mersin'den Silifke'ye kadar olan sahil yollarında muz bahçeleri yerine artık dev tatil siteleri var. Silifke'den ötesinde ise 240 bin yıl radyoaktif kalacak atıkları, kaza riski ve ekonomik soru işaretleriyle Akkuyu'ya kurulmak istenen nükleer santral projesi yer alıyor. Ecemiş Fay Hattı 25 km. ötesinde santralı bekliyor. Göller Bölgesi'nde tehlike çanları çalıyor. Evsel ve sanayi atıkları gelişigüzel bir şekilde Burdur Gölü'ne boşaltılıyor. Eğirdir Gölü'ndeki kirliliğin araştırılması için TBMM'de komisyon kurulması istendi. Halkın desteklediği komisyon henüz kurulmadı ama karşı çıktığı golf sahaları birçok yerde kuruldu. Sorgun Ormanı ve Belek karşı çıkışın odak noktası oldu. 2007 başında Antalya'da taş ocağı ve maden ruhsatı alanların sayısı bin 600'ü geçti. En son Kurşunlu köylüleri taş ocağına karşı eylem yaptı. Tarsus, atık yakma tesisine karşı mücadele etti ve ÇED olumlu kararını iptal ettirdi. Adana ise Tarsus gibi birlik olamadı. Ceyhan'da Türkiye'nin en büyük termik santrallarından Sugözü Santralı kuruldu. Petrol boru hattı, rafineri planları bölgedeki çevresel riski artırdı. Tufanbeyli'de bir başka termik santral yolda. Biraz içeride Osmaniye'de ise Kastabala Antik Kenti'nin yanına çimento fabrikası kurulmak isteniyor. Tüm bu planların, yaratacağı yerel sorunların yanında küresel ısınmaya etkisi de ciddi boyutlarda. Silifke'deki Göksu Deltası, kaçak kum alımı, kaçak avcılık ve sazlıkların yakılması sorunları ile karşı karşıya. Afşin-Elbistan kömür santralının CO2 emisyonlarının küresel ısınmaya katkısı birçok ülkeden fazla. Santrala yönelik, yöreden gelen şikâyetler de dinmiyor. Maraş'ın Pazarcık Ovası'nın verimli arazilerine çimento fabrikası kurulmak isteniyor.

İç Anadolu Bölgesi
Tuz Gölü, 90 yılda yüzde 85 küçüldü. Bu gidişle gölün 2015 yılında tamamen kuruyacağı öne sürülüyor. Konya'nın günde 125 bin tonu bulan atığı göle boşalıyor. Kuraklık, Konya'da bulunan 60 bin kuyudan 41 bini kaçak. Konya, Burdur ve Isparta çevresindeki göllerin yanı sıra, Hotamış, Suğla, Seyfe gölleri, Eşmekaya Sazlığı ve Akgöl'de kuraklık problemi var. Akşehir, Eber, Beyşehir ve Meke gölleri ile, Sultansazlığıda, yok olma riski altında. Eskişehir'deki Porsuk Çayı'nda kirlilik had safhada. Bölgede kurumayan, kirlenmeyen su yok gibi. Zaten su da pek yok. Başkent Ankara'da geçtiğimiz yıl kesecek su bile kalmadı. İç Anadolu'nun erozyon riski de yüksek. Hasanoğlan Kasabası sayıları 20'yi geçen taş ocaklarından musdarip. Bölgedeki tüm büyük kentlerde hava kirliliği ve kentsel atık sorunu var. Altı ilin kanalizasyonu Kızılırmak'a boşalıyor.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Güneydoğu Anadolu Projesi bölgeye yeni fırsatlar getirdiği kadar sorunlar da getirdi. Bilinçsiz sulama nedeniyle Harran Ovası'nda 3 bin 400 hektar alanda 'tuzlanma' meydana geldi. Tuzlanmanın yanı sıra bölgede yaşanan çarpık kentleşme, yetersiz arıtma tesisleri, mevcut su kaynakları için de tehdit oluşturmaya başladı. Başta Diyarbakır olmak üzere tüm kentlerin arıtma tesisi ihtiyacı var. Mardin'de tüm kenti kaplayan bir kanalizasyon sitemi yok. Foseptik çukurları devrede. Barajlar diyarı olan Güneydoğu'da baraj gölleri çöp deposu olarak da kullanılıyor. Şanlıurfa ve Adıyaman illerinin atıkları Atatürk Barajı'nın gölüne, Gaziantep'e bağlı Nizip'in atıkları Hancağız Barajı'na akıyor. Gecekondulaşma sorunu yaşanan Batman'da da kanalizasyon büyük bir problem. Batman'ın bir başka sorunu ise binlerce yıllık Hasankeyf'in Ilısu Barajı'nın suları altında kalacak olması. Baraj projesine karşı çıkanların bir başka nedeni ise yaklaşık 40 bin kişinin göç edecek olması. Silopi'de önce mobil olarak kurulan termik santral, zaman içinde eklenen ünitelerle de giderek büyüdü. Santralla birlikte tepkiler de büyüdü ve bir harekete dönüştü.