Tüm dünyada pirinç ve buğday stoklarının azalması nedeniyle fırlayan fiyatlar yüzünden gıda krizi yaşanıyor. Diğer taraftan, yıllardır küresel bir ekolojik krizin kapısında olduğumuz söylenip duruyor. Medyada yer alan haberlere bakınca, bu kapıdan çoktan geçtiğimiz açıkça anlaşılıyor. Bu dosyanın üçüncü sayfasındaki Türkiye haritası da hepimize bugünü ve yarını gösteriyor.
Garip şeyler oluyor etrafımızda. Yoksulun aç kalmama umudu ekmeğin fiyatı, otomobilden daha hızlı artıyor. Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, artan gıda fiyatlarının 100 milyon kişiyi daha yoksulluğa iteceğini söylüyor. Zoellick, açıklamasını yaparken sağ elinde bir paket pirinç, sol elinde ise bir somun ekmek tutuyordu. Sağ elinde tuttuğu pirincin fiyatı dünyada bir yılda yüzde 70 arttı. Sol elindeki ekmeğin hammaddesi buğdayın fiyatı ise yüzde 130! Mısır'da, Bangladeş'te, Senegal ve Fildişi Sahilleri'nde aç insanlar sokakları doldurdu. Açlıklarını bastırmak için attıkları çığlıkları ne karınlarını doyurdu ne de artan gıda fiyatlarını düşürdü. Ekmeklik buğdayını, pilavlık pirincini hızla artan fiyatlar yüzünden alamayan insanlardan ve onların aç kalmamak için yedikleri yemeklerden bahsediyoruz. Halbuki yaşam standartlarının yükseltilmesi gerektiğini söylemişlerdi. Her eve bir televizyon herkese bir otomobil düşerse gelişmiş ülke olacaktık. Geliştik geliştik ama bir kap pilava muhtaç kaldık. Altı küsur milyar insanın yarısına yakını elektriksiz yaşıyor. Elektriği olanların bazılarının şimdi yiyecek yemeği de yok. Televizyonlarımızı yiyemeyeceğimize göre onları saksı yapıp domates yetiştirmek için mi kullansak acaba? Başa döndük sanki, ne demişti Maslow? Önce temel ihtiyaçlar...
Arabanızın mı karnı doysun?
Dünya'da gıda fiyatlarının artması üç ana nedene bağlanıyor. Çin'deki insanların daha çok et tüketmeleri, et talebini karşılamak için yem talebinin artmasına neden oluyor. Petrol fiyatlarının varil başına 110 doların üzerinde seyretmesi hem tarımsal girdi maliyetlerini hem de petrolün yerine geçebilen yakıtlara olan ilgiyi artırıyor. Biyodizelin, etanolün talebi ve dolayısıyla fiyatı da arttıkça, çiftçiler ektikleri ürünleri yiyecek olarak değil, yakıt olarak değerlendirecek şirketlere satıyor. Mısır hem yakıt hem yiyecek olarak kullanılınca fiyatı da haşlamak ya da ekmek yapmak için çok pahalıya geliyor. İnsanlara tercihlerini, "Arabanızı mı, karnınızı mı doyurmayı tercih edersiniz?" gibi bir soruyla sormak mümkün ancak arabasını mısırla doyuranla, karnını mısırla doyuran aynı kişi olmayacak. Biri zengin dünyadan diğeri ise televizyonlarda pek rastlamadığımız öteki dünyadan geliyor. Kısacası, küresel ısınmayı durdurmak için dünyanın petrolden biyoyakıta terfi etmesi teknik olarak doğru bir çözüm, ancak bunu aç kalmadan yapmak gerekiyor. Bu arada üçüncü nedeni de ağzımızdan kaçırıverdik. Küresel ısınma yüzünden değişen iklim koşulları, en başta da yaşanan kuraklık tarım ürünlerinin rekoltelerinde sıkıntılara yol açıyor.
Pirinç yerine bulgur
Türkiye'de ise hükümet sorunun spekülatörlerden kaynaklandığını belirtiyor. Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehdi Eker, pirinçteki fiyat artışına karşı tedbir alındığını belirtiyor ve yaşanan fiyat artışının arz eksikliğinden kaynaklanmadığını açıklıyor. Eker'e göre sorun ellerinde pirinç ve çeltik bulunan bazı firmaların, fiyatlar daha da yükselir umuduyla bunları piyasaya sürmemesi. Çözüm de pirinç boykotu. Eker, "Eğer tüketici olarak biz bu şekilde insafsızca, hak edilmemiş bir zamla karşı karşıya kalıyorsak, buna birey olarak da tüketici olarak da tepkimizi koyalım. Ben de koyuyorum. Gerekirse üç- beş gün pirinç yemeyelim. Hiçbir şey olmaz. Bulgur yiyelim yerine ki zaten bizim kendi Anadolu kültürümüzde zaten bulgur tüketilir," diyor. Ziraatçılar Derneği Başkanı İbrahim Yetkin ise sorunun sadece spekülatörlerden kaynaklanmadığı görüşünde. Küresel ısınma kaynaklı kuraklık, Çin ve Hindistan gibi ülkelerde yaşanan beslenme alışkanlığı ve yanlış politikalar krizin ana nedeni. Dünyanın en kârlı sektörlerinden biri haline gelen tarım ve gıda maddeleri ticareti, Yetkin'e göre bu ticareti elinde bulunduran gelişmiş ülkelere avantaj sağlıyor. Yetkin bir örnekle tezini açıklıyor: "Örneğin ABD'nin her üretici başına verdiği tarımsal destek 15 bin doları buluyor. AB de bütçesinin yüzde 40'ını tarımsal desteklere ayırıyor. Ancak bu ülkeler ve onların etkilediği uluslararası kurumlar, Türkiye gibi ülkelerin kendilerini ve üreticilerini korumaya yönelik önlemler almasına ve üreticilerini desteklemesine karşı çıkıyorlar. Bu da sözkonusu ülkeleri, gelişmiş ülkelere ve onların dayattığı fiyatlara bağımlı hale getiriyor."
Tahminler doğru çıkıyor
Türkiye, biyoyakıt konusuyla yeni ilgilenmeye başladığı için henüz yakıtyemek ikilemi tartışma masasına yatırılmış değil. Türkiye'de biyoetanol üretiminde ilk girişimlerden birine imza atan Pankobirlik, şeker pancarından etanol üreten bir tesisi, hayata geçirdi. Pancar Ekicileri Kooperatifleri Birliği'ne göre Türkiye'nin 32 milyon dönümlük arazisinde pancar ekimi yapılabiliyor. Pancar aynı tarlaya dört yılda bir ekilebiliyor. Dolayısıyla Türkiye'de her yıl 8 milyon dönüme pancar ekilmesi mümkün ama yeni şeker rejimiyle birlikte şeker ihtiyacımız 3,5 milyon dönümlük arazide yetiştirilecek pancardan karşılanıyor. Pankobirlik, geriye kalan 4,5 milyon dönümlük arazinin biyoetanol üretime dönük şeker pancarı için kullanılması halinde, en az 2- 2,5 milyon ton (2,5- 3 milyar litre) biyoetanol (biyobenzin) üretimi yapılabileceğini öngörüyor. Bu değer, 2007 benzin tüketiminin yüzde 80- 90'ına karşılık geliyor. Halihazırda Türkiye'nin biyoetanol kurulu kapasitesi 170 milyon litrelik üretim yapabiliyor ama bu kurulu kapasite de tam olarak kullanılamıyor. Pankobirlik'in bir başka dikkat çektiği nokta ise 1995- 2006 yılları arasında 1 milyon hektar arazide tarımdan vazgeçilmiş olması. Bu, yılda 200 bin kişiden fazla çiftçinin çiftçiliği bırakması, aileleriyle birlikte 1 milyon kişinin büyük şehirlere göç etmiş olması anlamına geliyor. Kısaca, terk edilen ve nadasa bırakılan alanların planlı bir enerji tarımı ile biyoyakıt üretimine açılmasıyla biyoyakıt potansiyeli daha da artırılabilir. Bu rakamların da ışığında potansiyelin büyük olduğunu söylemek yanlış olmaz. İnce nokta ise gıda- yakıt ikileminde nerede duracağınızı bilmek ve fiyat ayarını iyi yapmakta yatıyor. Bugün dünyanın geldiği noktaya bakılınca ayarın bozulmuş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Türkiye'de tartışmalar pirince ve spekülatörlere odaklansa da dünyada gıda krizi, uluslararası gizli anlaşmalara kadar uzanıyor. Financial Times'ın 10 Nisan 2008 tarihli haberinde, Ukrayna'nın 100 bin hektarlık bir tarım alanını Libya için ayırmasına yönelik gizli bir anlaşmanın yapılmak üzere olduğu yazılıydı. Mısır ve Suriye, Hindistan ve Kazakistan arasında yine gizli görüşmelerin yapıldığı da belirtiliyor. Ekolojik krizin belki de en korkunç yüzü bize bakıyor. Küresel ısınmayla başlayan, inanması güç gelen tüm tahminler bir bir doğru çıkıyor. İnsan ırkı, Midyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmak üzere ama pek farkında değil.
“Küresel ısınma daha devreye girmedi”
Ömer Madra (Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni)
"Hindistan ve Çin'de tüketim kültürünün değişmesi, artan et talebi, yem sanayi açısından büyük bir sorun yaratıyor. Daha küresel ısınma devreye girmedi, o yüzden çok ürkütücü. Bu sorunu spekülatöre bağlayarak çözebileceğini düşünmek, bence ne yapacağını bilememekten kaynaklanıyor. Kuraklık olduğunu da kabul etmiyorsunuz. Petrol ve kömür fiyatlarının müthiş yükselmesinin de etkisi var. Kömür kaynaklarının 200 yıl daha dayanacağı savının gerçek olmadığını söyleyen ciddi makaleler var. Bütün bunları dikkate almadan yapılan açıklamalar, bir panik durumunu mu gösteriyor bilemiyorum. Geçen yıl yaşanan kuraklıktan da ders alınmamış. Enerji Bakanı, 'İstikbal derinliklerdedir,' demiş. Yani, maden çıkararak küresel ısınma gibi sorunların çözüleceğini söylüyor ki bu inanılır gibi değil. Tüm bu yaşananlar, enerji krizi ve küresel ısınmayla ilgili. Çok daha riskli ve tehlikeli bir dünyaya gidildiği konusunda pek bir tereddüt yok. Su savaşı dediğimiz de zaten yiyecekle ilgiliydi. Mesele içecek su bulamamak değil ama tarımdan başlayarak, termik ve nükleer santrala kadar hepsi suya ihtiyaç duyuyor. Yenilenebilir enerji kaynakları dediğimiz rüzgâr ve güneş gibi kaynakların suya ihtiyacı yok. Bu da gözden kaçan noktalardan biri. İstikbal yenilenebilir enerji kaynakları ve gençliğin mücadelesinde. Örgütlenip bu gidişatı durdurmaları lazım. Güneş, rüzgâr, jeotermal ve enerji verimliliği çok önemli. Sanayileşmiş ülkeler hem teknoloji hem de fon transferi yapmalı. Tüm dünyadaki eski düşünce tarzının değişmesi, ağır sanayiyle kalkınma modellerinin değişmesi gerekiyor. Nevada Çölü'nün hepsi güneş enerjisi için kullanılsa, ABD'nin enerji sorunu çözülüyor ama oraya kömür santralı yapılmaya çalışılıyor. İşin kötüsü Türkiye tüm bunların dışında kalıyor. Birkaç gün pirinç almamakla çözülecek bir sorun değil yani."
İbrahim Yetkin (Ziraatçiler Derneği Başkanı )
- Bu krizin oluşmasında spekülatif hareketler de rol oynuyor mu?
- Spekülasyon olayı yalnız bizimki gibi buğday açığı veren ve acil ithalata ihtiyaç duyan ülkelerde değil, ABD gibi en büyük buğday ihracatçısı ülkelerde de yaygınlaşıyor. Bunun en büyük nedeni, ekonomik kriz belirtilerinin uluslararası spekülatörleri daha garantili bir alan olarak gördükleri gıda piyasasına yöneltmiş bulunması. Bu durum son aylarda 'gıda enflasyonu' olarak nitelendirilen aşırı fiyat artışlarının ana nedenlerinden birini oluşturuyor. Buğday başta olmak üzere hububat fiyatları, artık piyasaya çıkmadan beklenti üzerinden şekilleniyor. Küresel ısınmaya bağlı kuraklığın süregen bir nitelik taşıyacağı yolundaki beklentinin yaygınlaşması spekülasyonu körüklerken, Türkiye'nin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde açlık ve kötü beslenme oranında artışa neden oluyor. Bizim ülkemizde spekülasyonu artıran bir özel neden daha var, o da artık neredeyse bir gelenek haline gelen her yıl Ramazan ayında gıda maddelerine yapılan büyük zamların aşırı kazanç imkânları yaratması.
- Tarımda kullanılan girdi maliyetlerindeki artış geçen yıla göre ne oranda?
- Petrol fiyatlarındaki artış, tarlada girdi olarak mazotun ve doğalgaz kullanılarak üretilen gübrenin fiyatını artırdığı gibi ithalata bağımlı ülkelerde denizaşırı nakliyat fiyatlarının artmasında da bir etken. Türkiye'de son bir yılda gübre fiyatlarında yüzde 100'e varan bir artış oldu. Mazota yıl başından bu yana yapılan zam, şimdiden yıllık enflasyon oranının çok üzerine çıktı. Geçen yıl enflasyon yüzde 10 civarındaydı, buna karşılık tarımsal girdilerdeki fiyat artışları yüzde 27'yi buldu. Çiftçinin ürettiği ürün karşılığında eline geçen para ise artmıyor, azalıyor. Örneğin bu yıl mısır gibi üretim açığı olan ve teşvik edilmesi gereken bir ürüne verilen prim üçte iki oranında azaltıldı. Birçok tarım ürününün üretici fiyatı yıllardır artmıyor. Buna karşılık tüketiciye ulaştığında dört-beş kat artıyor. Bu da üretimi sürdürülemez hale getiriyor.
- Biyoyakıt üretiminin fiyat artışlarında etkili olduğu söyleniyor. Bu sorun nasıl aşılabilir?
- Özellikle hayvan yeminde kullanılan mısır ve soya fasulyesinin giderek artan biçimde biyoyakıt üretiminde kullanılması et, yumurta ve süt fiyatlarında artışa yol açıyor. Uluslararası Tahıl Konseyi verilerine göre, 2007-2008 yılları arasında etanol üretiminde kullanılan tahıl miktarı yüzde 50 artarak, 35 milyon tona çıkacak. Bu da gıda olarak tüketilen tahıl miktarında 20 milyon tonluk bir açık anlamına geliyor. Aslında sorun, her ülkenin kendi koşullarını göz önüne alan ve imkânlarını değerlendiren bir planlama yapmasını zorunlu kılıyor. Tabii ulusal düzeyde yapılan planları dünya ölçeğinde koordine edecek uluslararası kurumlar da bir gereklilik. Ama bu kurumların büyük devletlerin çıkarlarına hizmet etmesinin önüne nasıl geçilecek; bu, tartışılması gereken bir konu.
- Türkiye'de biyoyakıt üretimi için belirlenmiş bir üst sınır var mı?
- Türkiye'de benzine yüzde 2 oranında biyoyakıt karıştırılmasına izin veriliyor. Buna karşılık TSE bu oranın yüzde 5'e kadar yükseltilebileceği görüşünde. Yüzde 2'lik karışım oranında 90 bin ton, TSE'nin öngördüğü yüzde 5'lik karışımda 225 bin ton biyoetanol ihtiyacı söz konusu.
- Çözüm önerileriniz neler?
- Birincisi, tarım yıllardır ekonomilerin sırtında bir yük gibi görüldü. Oysa Cumhuriyetimizi kurarken Mustafa Kemal Atatürk'ün de belirttiği gibi tarım, milli ekonominin temelidir ve öyle olmaya da devam ediyor. İkincisi, tarımın sürdürülebilmesi için toprak, su gibi doğal unsurlar çok önemli. Tarım topraklarımızı ve su kaynaklarımızı bugüne kadar olduğu gibi har vurup harman savurmayı bir kenara bırakmalı ve bunları korumalıyız. Üçüncüsü, üreticimizi korumalıyız. Çiftçi, ulusal ve toplumsal varlığımızı borçlu olduğumuz önemli bir topluluktur. Dünyada üreticisini desteklemeyen ülkeler, çöküş ve borç bataklığına sürükleniyor. Bu gerçeği görmeli ve ona uygun davranmalıyız. Son olarak da tarım ve gıda ürünlerinin pazarlama sistemlerini mutlaka denetim altına almalıyız. Üretici ve tüketicinin zararına aracıları zengin eden bir sistemle bir yere varamayız. Bunun için gerekirse bu tür piyasalar için üretici, tüketici ve kamunun etkin olduğu düzenleme kurulları oluşturmalıyız.
Pankobirlik (Pancar Ekicileri Kooperatifleri Birliği)
-Bugün yaşanan gıda krizinin nedenleri arasında biyoyakıtların payı nedir?
- Ülkemizde biyoyakıtların gıda krizi yaratmış olması sözkonusu değil. Geçen yıl yaşadığımız kuraklığa, bir de son günlerdeki spekülasyonlar karışınca bugünkü tablo ortaya çıkıyor. Biyoyakıt hammaddesi olmayan pirinçte yaşanan kriz bunun en güzel örneği. Dünyadaki gıda krizinin de en büyük etkenleri arasında kuraklık var. Bu konuda tümüyle biyoyakıtları sorumlu tutmak son derece yanlış. Diğer yandan, dünyada mısırda, buğdayda, yağlı tohumlarda yaşanan sıkıntı için biyoyakıtlar sorgulanabilir. Ancak ülkemizde henüz gıda hammaddelerinden geniş anlamda biyoyakıt üretilmemektedir. Biyodizel için çoğunlukla atık yağ kullanılmaktadır. Biyoetanol üretimi ise geçtiğimiz yıllarda az miktarda buğdaydan yapılmıştır.
- Bu krizin oluşmasında spekülatif hareketler de rol oynuyor mu?
- Kesinlikle... Dünyaya bakıldığında faizlerin son derece düşük seyrettiği görülüyor. Bu durum bir grup spekülatörün, emtiaya yönelmelerine neden olmuştur. Bu emtianın başında da tarım ürünleri geliyor. Tarım ürünlerine olan talep de fiyatları artırıyor. Bu artışların etkileri gelişmiş ülkelerde pek hissedilmiyor, çünkü gelişmiş ülkelerde aile gelirinin gıdaya ayrılan payı yüzde 10-15 düzeyinde. Oysa bizim gibi gelirinin yüzde 40-50'sini gıdaya ayıran, gelişmekte olan ülkelerde gıda krizinin yaşanması kaçınılmaz. Diğer yandan tüm dünyada petrol sektörü en güçlü sektördür. Biyoyakıtların yaygınlaşması ile kâr paylarının azalacağı endişeleri vardır. Lobicilik faaliyetleri kapsamında da her türlü gıda krizinde biyoyakıtların sorumlu tutulması normal görünüyor. Biz, plansızca yapılan biyoyakıt üretimine de karşı olduğumuzu belirtmek istiyoruz. Biyoyakıtlar, gıda ve yem dengesi gözetilerek planlı şekilde yapılmalıdır. Yağmur ormanlarının tahrip edilerek biyoyakıt hammaddesi üretmek gerçekten insanlık suçudur. Bugün Avrupa Komisyonu, hem biyoyakıt hammaddelerinin ekileceği alanları hem de biyoyakıt hammaddelerini sertifikalandırmak için çalışmalar yürütüyor. Bu, önemli bir girişim. Ülkemizde de benzer bir çalışma yapılmalı.
- Biyoetanol çalışmalarınızı özetleyebilir misiniz?
- Pankobirlik olarak şeker pancarından biyoetanol üretimine yönelik Çumra Şeker Fabrikası bünyesinde, yıllık kapasitesi 84 milyon litre olan etanol tesisimiz var. Tesisimiz deneme üretimlerini tamamladı, önümüzdeki dönemde üretime başlayacak. Şeker pancarından biyoetanol üretimindeki esas amaç, diğer ürünlere göre katma değeri daha fazla olan şeker pancarı üretiminin sürekliliğinin sağlanması. Şeker pancarı aynı zamanda birim alandan en yüksek enerji tarımı yapılan (1 dekar =
Dünyanın en büyük 'hurma yağı' (palm oil) üreticisi Malezya'da orman alanlarının yüzde 87'si bu nedenle yok edildi. Brezilya'da tropik ormanlar, hayvan yemi olarak kullanılan soya fasulyesi üretimi için yok ediliyor. Kendi ihtiyacı için yeterli toprağı olsa da ABD ve Avrupa'ya yapılması düşünülen ihracat anlaşmalarının imzalanmasıyla 200 milyon hektar orman alanının da tarih olması söz konusu. Ülkenin seragazlarının yüzde 80'i, yağmur ormanlarının talan edilmesi sonucu ağaçların seragazı tutma kapasitelerinin azalmasından kaynaklanıyor. Yine tarımsal yakıtların çoğalması, yeraltı suları için de tehlike oluşturuyor.
Kaynak: AP Yeşiller Grubu
* Amerika'da yetişen mısırın yüzde 76'sı hayvan yemi olarak kullanılıyor.
* 1985 yılında
* Çin'de domuz fiyatları bir yılda yüzde 58 arttı.
* 2050 yılında dünya nüfusu 9,2 milyar olacak. Şimdi 6,6 milyar.
* AB, 2020'de biyoyakıtların ulaşımdaki payının yüzde 10 olmasını hedefliyor.
* Dünyanın en zengin yüzde 20'si, en fakir yüzde 20'sinden 16 kat daha fazla yiyecek tüketiyor.
Kaynak: The Observer