Dünyanın en büyük güneş santrali

Özgür Gürbüz / 21 Haziran 2011
 
Dünyanın en büyük güneş santralinin inşasına Kaliforniya'da başlandı. 1000 megavat (MW) kurulu güce sahip olacak güneş santrali tamamlandığında 300 bin evin elektriğini karşılayabilecek.

Santral alanına çit döşeniyor
Blythe Güneş Enerjisi Projesi, Riverside İlçesi'nin doğusunda kurulacak ve projenin ilk bölümünün tamamlanıp elektrik üretimine başlaması 2013 yılında gerçekleşecek. Amerika Birleşik Devletleri Enerji Bakanlığı, projenin iki ünitesini (proje dört adet 250 MW'lık üniteden oluşuyor) şartlı olarak desteklediğini ve 2 milyar 100 milyon dolarlık kredi verdiğini geçtiğimiz Nisan ayında açıklamıştı.

Güneş termal santralin inşası sırasında 1066 kişi çalışacak. Proje tamamlandıktan sonra da 295 kişiye kalıcı iş yaratılmış olacak. Projenin hayata geçirilmesi de 7 bin 500 dolaylı istihdam yaratacak. Projeyi Solar Millennium adlı firma ile petrol devi Chevron hayata geçiriyor. Santrallerin kurulacağı alan yaklaşık 25 kilometrekare büyüklüğünde bir yer kaplıyor.

Dünyanın en büyük güneş santrali tamamlandığında her yıl 2 milyon ton karbondioksitin atmosfere bırakılmasının da önüne geçilecek. Bu rakam yaklaşık 300 bin otomobilin bir yıllık seragazı emisyonuna eşit. Santral her yıl 2 milyon 800 bin dolar turarında emlak vergisi de ödeyecek ve bu para Kaliforniya Eyaleti'nin kasasına girecek.

Malazgirt Meydan Muharebesi ve Nükleer Enerji

Enerji Bakanı Taner Yıldız seçimden birkaç gün önce Almanya'nın nükleer santrallerini ekonomik ömürleri dolduğu için kapattığını iddia etti. Tahmin ettiğiniz gibi Bakan Yıldız'ın bu iddiası da doğru değil. Yıldız daha önce de Fukuşima'da kaza yapan reaktörlerin 1. nesil, yani eski teknoloji olduklarını söylemişti. Halbuki, hepsi 2. nesildi. 

Özgür Gürbüz- BirGün / 19 Haziran 2011 

Avrupa'dan arka arkaya gelen nükleer karşıtı haberler, nükleer enerjiyi savunmayı adeta bir onur meselesi haline getiren Enerji Bakanı Taner Yıldız'ı köşeye sıkıştırıyor, garip demeçler verdirtiyor. Hatırlarsınız, Bakan Yıldız seçimden altı gün önce yaptığı açıklamada, henüz yapımına başlanmamış nükleer santrali 2071 yılında kapatacaklarını açıklamıştı. Neden 2071? Çünkü o gün Malazgirt Muharebesi'nin 1000. yıldönümü. Malum hükümetin takvimi farklı. O yüzden de çeşitli icraatlar için böyle tarihten yapraklar karşımıza çıkarılıyor. Cumhuriyetin 100. yılında “çılgın kentler” kuruluyor, Malazgirt'in 1000. yılında nükleer santral kapatılıyor. Henüz açıklanmadı ama tahminimce “Sarantaporon Muharebesi”nin 100. yıldönümünde de (2012) Anayasa değişikliği yapılacak. Öyleyse bizde meseleyi Bakan Yıldız'ın anlayacağı dilden anlatalım. Hesap kitap yapalım.

Mersin'de santral yapmayı planlayan Rus firması inşaata 2013 yılında başlamayı planlıyor. Rusya ile Türkiye arasında yapılan uluslararası anlaşmanın 6. maddesinin 2. fıkrası, ilk reaktörün en geç yedi yıl içinde tamamlanmasını öngörüyor. Bu da 2020'de, Malta Kuşatması'nın 455. yıldönümünde reaktörün çalışmaya başlamasını gerektiriyor. Rus dizaynı reaktörün 60 yıl çalışacak şekilde tasarlandığı da hesaba katılırsa (henüz dünyada bu kadar uzun süre çalışmış bir reaktör olmasa da), reaktörün normal şartlar altında 2080 yılında, yani Otranto Seferi'nin 600. yıldönümünde kapatılması gerekir. Nükleer reaktörün hangi gerekçeyle, ekonomik ömrünü doldurmadan dokuz yıl önce kapatılacağını anlamak zor. Yıldız'ın demecini ciddiye aldılarsa eminim bu soruyu Rus şirketi de Türkiye'ye soruyordur. Çünkü dokuz yıl az elektrik satılması firmanın ciddi zarara uğramasına yol açar. Bence bu tarih herhangi bir hesap kitaba dayanmıyor ve bir ciddiyetsizliğe işaret ediyor.

Gelelim asıl soruna. Taner Yıldız'ın demecinde, 2022 yılına kadar ülkedeki tüm reaktörleri kapatacağını açıklayan ve Fukuşima'daki kazadan sonra kontak kapattığı yedi reaktörünü şimdiden emekliye ayıran Almanya'nın kararı ciddi bir şekilde çarpıtılıyor. Yıldız, Almanya'daki santrallerin eski olduğunu, zaten kapatılacaklarını ima ederek tüm Türkiye'ye yanlış bilgi veriyor. Bir de, “Nükleer santrallar tehlikeli ise bu ülkeler niye yarın kapatmıyor da 2020'yi bekliyor? Bunlar 30-40 yılını doldurmuş santrallar, ekonomik ömürleri bitiyor” diyor.

Hemen yanıtlayalım. Dünyanın dördüncü büyük ekonomisinin elektriğinin yüzde 28'ini sağlayan nükleer santrallerin bir günde kapatılamayacağını bilmem benim bir enerji bakanına hatırlatmama gerek var mı? Kaldı ki Almanya, 17 reaktörün sekiz tanesini şimdiden kapattı. Kalan dokuz taneden üçü de halihazırda çalışmıyor. Bu dokuz rekatör 2021'ye kadar devreden çıkarılacak. Çok zorlanılırsa üç reaktör bir yıl daha açık kalacak. 2022'de Almanya'da çalışır bir nükleer santral kalmayacak.

İkinci yanlış iddia ise bu reaktörlerin ekonomik ömrünün dolduğu söylemi. Nükleer reaktörlerin ilk yatırım maliyetleri tüm maliyetler içinde önemli bir yer tutar. Bu nedenle de nükleer santraller ilk 10-15 yıldan sonra sahibine para kazandırmaya başlar. Çekilen büyük kredilerin ve faizlerin ödenmesi uzun sürer. Nükleer enerji şirketleri reaktörleri mümkün olduğunca uzun çalıştırmak için tüm dünyada hükümetlere baskı yapar. Fukuşima öncesi, Yıldız'ın “yaşlı” dediği santrallerin 2022 yerine ortalama 12 yıl geç kapatılması konusunda anlaşma sağlanmıştı. Almanya'daki nükleer enerji şirketleri, bu karar için ek bir vergi bile ödemeyi göze almıştı. Merkel daha sonra bu karardan vazgeçmek zorunda kaldı. Bu bile Yıldız'ın iddiasının doğru olmadığını gösteriyor. Biz yine de 40 yıl çalışmak üzere tasarlanmış bu reaktörlerin bugünkü ve kapatılma tarihlerindeki yaşlarını aşağıdaki tabloda özetleyelim.

Almanya'daki nükleer reaktörlerinin yaş durumu


Tabloda da görüldüğü gibi şu anda kapatılan 8 reaktörün yaş ortalaması 33. Halbuki bu reaktörlerin değil dizayn yaşı 40'a, Fukuşima öncesi yapılan düzenlemeye göre 50 yıla kadar çalıştırılması planlanıyordu. Aralarında 28 yaşında kapatılan bir reaktör (Kruemmel) bile var. Ger kalan dokuz reaktör de 2021 yılının sonuna kadar kapatılacak. Kapatıldıkları tarihte dokuz reaktörün yaş ortalaması 35 olacak. Unutmadan Taner Yıldız'ın, Kemal Kılıçdaroğlu'na nükleer enerji konusunda “brifing” vermeyi de önerdiğini hatırlatalım. Artık bir şey demiyorum. Zaten bu yıl Belgrad Seferi'nin 500. yıldönümü, bu kadar “gafın” üzerine nükleer santral planlarından vazgeçmenin tam zamanı.

İtalyanlar da nükleere hayır dedi

Dünyada duymayan kalmadı ama ben bir daha yazayım istedim. İtalya'da yapılan halk oylamasında ülkede yeni nükleer santral kurulmaması yönünde bir karar çıktı. Oylamanın geçerli sayılması için halk oylamasına katılımın en az yüzde 50 olması gerekiyordu. Katılım oranı yüzde 57'yi buldu. Nükleer santraller kurmak isteyen Berlusconi hükümeti, halk oylamasına katılımın düşük olmasını ve kural gereği tekrarlanmasını istiyordu.Böylece halkın Fukuşima'daki korkunç kazayı unutacağını ve nükleer enerji lehine oy kullanacağını düşünüyordu. Katılımcıların yüzde 90'ı İtalya'da yeni nükleer santraller kurulmasına hayır dedi. İtalyanlar, yeni bir nükleer maceraya kalkışmak istemediklerini açıkça ortaya koydu.

İtalya, Çernobil nükleer kazasından bir yıl sonra (1987) yine bir halk oylamasına (referandum) gitmiş, sandıktan o sırada çalışır durumda olan ülkedeki dört reaktörün kapatılması yönünde karar çıkmıştı. İlerleyen yıllarda bu reaktörler kapatıldı ve İtalya nükleer enerjiye veda etti. Berlusconi önderliğindeki sağ hükümetin nükleer enerjiye geri dönüş çabaları da bu son halk oylamasıyla sona erdi. İsviçre ve Almanya'nın aldığı kararlardan sonra Batı Avrupa'da bir ülke daha nükleer enerjiye hayır dedi.

Halk oylamasında sandık başına giden İtalyanlar ayrıca su dağıtım şebekesinin özelleştirilmesine ve kabinedeki bakanların dokunulmazlıklarının kaldırılmasına da hayır dedi. Tüm bu gelişmeler Başbakan Berlusconi'nin iktidarını zor durumda bırakıyor.

İtalya, Türkiye'den daha fazla doğalgaza bağımlı bir ülke olmasına rağmen nükleer enerjiden vazgeçme kararı aldı ancak Ankara, Avrupa ve dünyadaki nükleer karşıtı kararlara ve yerel muhalefete rağmen Rus şirketine yeşil ışık yakmaya devam ediyor. Rus şirketi, Akkuyu'da inşaata 2013 yılında başlamayı planlıyor.

Havadan sudan bir yazı

Bitki ve hayvanların yüzde 20 veya 30'u ölecek. İki milyar insan susuz, yüz milyonlarca insan da aç kalacak. İşte, bugün kurduğumuz modern dünyada özgürlük ve konfor olarak adlandırdığımız birçok şeyin hediyesi bu.

Özgür Gürbüz-BirGün / 12 Haziran 2011

Malum, seçim yasakları var. O yüzden bugün havadan sudan bahsedeceğim. Üsütne biraz da börtü böceğin durumunu anlatacağım. İnsanın havaya, suya, kuşa, tırtıla ne zalimlikler eylediğini, dilim döndükçe anlatmaya çalışacağım.

Önce havadan başlayalım. Belki farkında değilsiniz ama ortalık bayağı ısındı. Küresel iklim değişikliği dünyayı tehdit etmeye devam ediyor ve insan kaynaklı bu belayı durdurma veya daha gerçekçi olursak yavaşlatma şansımız giderek azalıyor. Sanayi devrimiyle başlayan dünyanın ortalama sıcaklığındaki artış 0,74 dereceyi bulmuş durumda. Küresel ısınma konusunda bilimsel verileri sağlayan Uluslararası İklim Değişikliği Paneli'nin, 2 bin 500 bilim insanı tarafından hazırlanan ve 2007 yılında açıklanan son raporunda ortalama sıcaklıktaki artışın 0,74 dereceyi (1906-2005) bulduğu belirtilmişti. Gazeteci yuvarlamasıyla, bugün dünyanın olması gerekenden yaklaşık 1 derece daha sıcak olduğunu söyleyebiliriz. Bu ısınmanın çoğu da son 50 yılda gerçekleşmiş, yani biz insanoğlunun sanayileşip, modernleştik sandığı süreçte. Otomobile binmeyi özgürlük, büyük ekran televizyonu ilerleme, köprü ve otobanları kalkınma hamlesi olarak algıladığımız günler.

İki milyar insan susuz
Dünyanın ısınmasının bedeli ağır olacak. Buzlar eriyecek, deniz seviyesi yükselecek, tatlı sulara tuzlu sular karışacak, temiz su kaynakları azlaacak, fırtına ve kasırgaların sayısı ve şiddeti artacak. Liste uzayıp gidiyor. Eğer ortalama sıcaklıktaki artış, 1,5-2,5 dereceyi geçerse dünyadaki bitki ve hayvanların yüzde 20 ila yüzde 30'u ölecek. İnsan börtü böceğin dilinden pek anlamıyor o yüzden bu rakamı gelin bir de şöyle anlatmaya çalışalım. Dünyada 7 milyar insanın yüzde 30'unun öldüğünü düşünün. Tam 2 milyar 800 milyon insan. Bu insanların teker teker öldüğünü düşünün, ne hissedersiniz? İşte bitkiler ve hayvanlar da aynen öyle hissedecek. Bütün bu katliamın sorumlusu insanın veya “kapitalist insanın” ölen kuşları pek de ciddiye almayacağını düşünürek, 2 derecenin üzerindeki bir artışın iki milyar insanı susuzlukla karşı karşıya bırakacağını ve yüz milyonlarcasını da aç bırakacağını ekleyelim. Milli piyango gibi, size de çıkabilir! Biletler de bedava...

Bende kötü haberden bol bir şey yok. Küresel ısınmanın en büyük sorumlusu fosil yakıtlar, yani kömür, petrol ve doğalgaz. Kömür diğerlerinden daha önemli çünkü kömürün küresel enerji tüketimindeki payı bu yılın ilk beş ayı itibariyle yüzde 29,6'ya çıktı. 1970'ten bu yana en yüksek orana ulaştı. Bu ne demek? Bu, küresel ısınmanın baş aktörü kömürün daha fazla yakıldığı ve atmosfere daha fazla seragazı bırakılması demek. Dünya kömür tüketiminde başı, yerkürenin fabrikası haline getirilen Çin'in çektiğini belirtelim. Dünyada tüketilen enerjinin yüzde 20,3'ünden, kömür tüketiminin ise yüzde 48,2'sinden Çin sorumlu. Küresel ısınmanın bir başka sorumlusu ise petrol ve petrol tüketiminde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başı çekiyor. ABD her gün 19 milyon 148 bin varil petrol tüketiyor. Çin'in tüketiminin iki katından biraz fazla. Yaklaşık 160 milyon nüfusa sahip Bangladeş'in tüketimi ise günde sadece 101 bin varil. Türkiye ise her gün 624 bin varil tüketiyor, Bangladeş'in altı katı.

Sular yükseliyor
Şimdi de biraz sudan bahsedelim. Küresel ısınma nedeniyle deniz seviyesinde sanayi öncesi döneme göre halihazıda 10-20 cm yükselme meydana geldi. Bilimsel tahminler, Grönland'daki buz tabakasının erimesi durumunda deniz seviyesinde 7 metrelik bir yükselmenin gerçekleşebileceğini söylüyor. En kötü senaryolardan biri bu. Ancak felaket görmek için en kötü senaryoyu beklemeye gerek yok. Bu yüzyılın sonuna doğru deniz seviyesinde meydana gelecek bir metrelik yükselme milyonlarca insanın hayatını kabusa çevirmeye yetecek. Sadece Bangladeş'te 30 milyon insan yaşadığı toprakları terkedip, “iklim göçmeni” olacak. 30 milyon insanın pılıyı pırtıyı toplayıp göç ettiğini bir gözlerinizin önüne getirin. Hepsi bir günde olmayacak tabi ama akın akın göç edecekler. Bangladeş örneğinde olduğu gibi sadece petrol tüketimini ele alsanız bile küresel ısınmayla birlikte yaşanan bir başka sorunu, adaletsizliği görürsünüz. Petrolü, kömürü tüketen başka, bedelini ödeyen bambaşka. “Adaletin bu mu dünya” adlı şarkıyı bilirsiniz. İklim değişikliği konusunda halimizi en iyi o şarkı anlatıyor.