İtalyanlar da nükleere hayır dedi

Dünyada duymayan kalmadı ama ben bir daha yazayım istedim. İtalya'da yapılan halk oylamasında ülkede yeni nükleer santral kurulmaması yönünde bir karar çıktı. Oylamanın geçerli sayılması için halk oylamasına katılımın en az yüzde 50 olması gerekiyordu. Katılım oranı yüzde 57'yi buldu. Nükleer santraller kurmak isteyen Berlusconi hükümeti, halk oylamasına katılımın düşük olmasını ve kural gereği tekrarlanmasını istiyordu.Böylece halkın Fukuşima'daki korkunç kazayı unutacağını ve nükleer enerji lehine oy kullanacağını düşünüyordu. Katılımcıların yüzde 90'ı İtalya'da yeni nükleer santraller kurulmasına hayır dedi. İtalyanlar, yeni bir nükleer maceraya kalkışmak istemediklerini açıkça ortaya koydu.

İtalya, Çernobil nükleer kazasından bir yıl sonra (1987) yine bir halk oylamasına (referandum) gitmiş, sandıktan o sırada çalışır durumda olan ülkedeki dört reaktörün kapatılması yönünde karar çıkmıştı. İlerleyen yıllarda bu reaktörler kapatıldı ve İtalya nükleer enerjiye veda etti. Berlusconi önderliğindeki sağ hükümetin nükleer enerjiye geri dönüş çabaları da bu son halk oylamasıyla sona erdi. İsviçre ve Almanya'nın aldığı kararlardan sonra Batı Avrupa'da bir ülke daha nükleer enerjiye hayır dedi.

Halk oylamasında sandık başına giden İtalyanlar ayrıca su dağıtım şebekesinin özelleştirilmesine ve kabinedeki bakanların dokunulmazlıklarının kaldırılmasına da hayır dedi. Tüm bu gelişmeler Başbakan Berlusconi'nin iktidarını zor durumda bırakıyor.

İtalya, Türkiye'den daha fazla doğalgaza bağımlı bir ülke olmasına rağmen nükleer enerjiden vazgeçme kararı aldı ancak Ankara, Avrupa ve dünyadaki nükleer karşıtı kararlara ve yerel muhalefete rağmen Rus şirketine yeşil ışık yakmaya devam ediyor. Rus şirketi, Akkuyu'da inşaata 2013 yılında başlamayı planlıyor.

Havadan sudan bir yazı

Bitki ve hayvanların yüzde 20 veya 30'u ölecek. İki milyar insan susuz, yüz milyonlarca insan da aç kalacak. İşte, bugün kurduğumuz modern dünyada özgürlük ve konfor olarak adlandırdığımız birçok şeyin hediyesi bu.

Özgür Gürbüz-BirGün / 12 Haziran 2011

Malum, seçim yasakları var. O yüzden bugün havadan sudan bahsedeceğim. Üsütne biraz da börtü böceğin durumunu anlatacağım. İnsanın havaya, suya, kuşa, tırtıla ne zalimlikler eylediğini, dilim döndükçe anlatmaya çalışacağım.

Önce havadan başlayalım. Belki farkında değilsiniz ama ortalık bayağı ısındı. Küresel iklim değişikliği dünyayı tehdit etmeye devam ediyor ve insan kaynaklı bu belayı durdurma veya daha gerçekçi olursak yavaşlatma şansımız giderek azalıyor. Sanayi devrimiyle başlayan dünyanın ortalama sıcaklığındaki artış 0,74 dereceyi bulmuş durumda. Küresel ısınma konusunda bilimsel verileri sağlayan Uluslararası İklim Değişikliği Paneli'nin, 2 bin 500 bilim insanı tarafından hazırlanan ve 2007 yılında açıklanan son raporunda ortalama sıcaklıktaki artışın 0,74 dereceyi (1906-2005) bulduğu belirtilmişti. Gazeteci yuvarlamasıyla, bugün dünyanın olması gerekenden yaklaşık 1 derece daha sıcak olduğunu söyleyebiliriz. Bu ısınmanın çoğu da son 50 yılda gerçekleşmiş, yani biz insanoğlunun sanayileşip, modernleştik sandığı süreçte. Otomobile binmeyi özgürlük, büyük ekran televizyonu ilerleme, köprü ve otobanları kalkınma hamlesi olarak algıladığımız günler.

İki milyar insan susuz
Dünyanın ısınmasının bedeli ağır olacak. Buzlar eriyecek, deniz seviyesi yükselecek, tatlı sulara tuzlu sular karışacak, temiz su kaynakları azlaacak, fırtına ve kasırgaların sayısı ve şiddeti artacak. Liste uzayıp gidiyor. Eğer ortalama sıcaklıktaki artış, 1,5-2,5 dereceyi geçerse dünyadaki bitki ve hayvanların yüzde 20 ila yüzde 30'u ölecek. İnsan börtü böceğin dilinden pek anlamıyor o yüzden bu rakamı gelin bir de şöyle anlatmaya çalışalım. Dünyada 7 milyar insanın yüzde 30'unun öldüğünü düşünün. Tam 2 milyar 800 milyon insan. Bu insanların teker teker öldüğünü düşünün, ne hissedersiniz? İşte bitkiler ve hayvanlar da aynen öyle hissedecek. Bütün bu katliamın sorumlusu insanın veya “kapitalist insanın” ölen kuşları pek de ciddiye almayacağını düşünürek, 2 derecenin üzerindeki bir artışın iki milyar insanı susuzlukla karşı karşıya bırakacağını ve yüz milyonlarcasını da aç bırakacağını ekleyelim. Milli piyango gibi, size de çıkabilir! Biletler de bedava...

Bende kötü haberden bol bir şey yok. Küresel ısınmanın en büyük sorumlusu fosil yakıtlar, yani kömür, petrol ve doğalgaz. Kömür diğerlerinden daha önemli çünkü kömürün küresel enerji tüketimindeki payı bu yılın ilk beş ayı itibariyle yüzde 29,6'ya çıktı. 1970'ten bu yana en yüksek orana ulaştı. Bu ne demek? Bu, küresel ısınmanın baş aktörü kömürün daha fazla yakıldığı ve atmosfere daha fazla seragazı bırakılması demek. Dünya kömür tüketiminde başı, yerkürenin fabrikası haline getirilen Çin'in çektiğini belirtelim. Dünyada tüketilen enerjinin yüzde 20,3'ünden, kömür tüketiminin ise yüzde 48,2'sinden Çin sorumlu. Küresel ısınmanın bir başka sorumlusu ise petrol ve petrol tüketiminde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başı çekiyor. ABD her gün 19 milyon 148 bin varil petrol tüketiyor. Çin'in tüketiminin iki katından biraz fazla. Yaklaşık 160 milyon nüfusa sahip Bangladeş'in tüketimi ise günde sadece 101 bin varil. Türkiye ise her gün 624 bin varil tüketiyor, Bangladeş'in altı katı.

Sular yükseliyor
Şimdi de biraz sudan bahsedelim. Küresel ısınma nedeniyle deniz seviyesinde sanayi öncesi döneme göre halihazıda 10-20 cm yükselme meydana geldi. Bilimsel tahminler, Grönland'daki buz tabakasının erimesi durumunda deniz seviyesinde 7 metrelik bir yükselmenin gerçekleşebileceğini söylüyor. En kötü senaryolardan biri bu. Ancak felaket görmek için en kötü senaryoyu beklemeye gerek yok. Bu yüzyılın sonuna doğru deniz seviyesinde meydana gelecek bir metrelik yükselme milyonlarca insanın hayatını kabusa çevirmeye yetecek. Sadece Bangladeş'te 30 milyon insan yaşadığı toprakları terkedip, “iklim göçmeni” olacak. 30 milyon insanın pılıyı pırtıyı toplayıp göç ettiğini bir gözlerinizin önüne getirin. Hepsi bir günde olmayacak tabi ama akın akın göç edecekler. Bangladeş örneğinde olduğu gibi sadece petrol tüketimini ele alsanız bile küresel ısınmayla birlikte yaşanan bir başka sorunu, adaletsizliği görürsünüz. Petrolü, kömürü tüketen başka, bedelini ödeyen bambaşka. “Adaletin bu mu dünya” adlı şarkıyı bilirsiniz. İklim değişikliği konusunda halimizi en iyi o şarkı anlatıyor.

Turkey gearing up for elections-Press TV

My comments just before the general election of Turkey which was held on the 12th of June.

Bir bardak suyu çok görenler dereleri istiyor

Özgür Gürbüz-BirGün / 5 Haziran 2011


Onlarca insan Anadolu'yu adım adım dolaşarak Ankara'ya geldi. Gezmek görmek için değil, dertlerini tüm Türkiye'ye duyurmak için yürüdüler. Karış karış, develeriyle, atlarıyla, komşularıyla kısacası tüm dostlarıyla yürüdüler. Dertleri neydi biliyor musunuz? Köylerine, ovalarına, nehirlerine kurulması planlanan hidroelektrik santralleri, nükleer reaktörleri, termik santralleri protesto etmek. Dereler özgür aksın dediler, çocuklar radyasyon korkusuyla büyümesin istediler. Peki, ne oldu?

Kemaliye'yi Vermöyük!
Yaşam hakkını savunmak için yollara dökülenler Ankara'ya, ülkeyi idare edenlerin yaşadığı başkente alınmadılar. Polis etraflarını çevirdi. Aynı savundukları dereler, ovalar, denizler gibi onlar da kuşatıldı. Portatif tuvalet için bile 10 gün beklediler. Tuvaletlerin mecburen kamp kurdukları alana sokulmasına uzun bir süre izin verilmedi. Ankara Tabip Odası'nın eylemcilerin ciddi sağlık tehditleriyle karşı karşıya kaldıkları yönünde uyarıları var. Buna rağmen alana iki adet seyyar tuvalet zor sokuldu. Tuvaletlerin orada kalıp kalmayacağı da meçhul! Polis sayıları onlarla ifade edilen bu grubun tuvalete gitmesini bile istemiyor anlayacağınız. AKP iktidarında “işemek” bile yasak diyeceğim, birileri alır bunu reklam filmi yapar diye korkuyorum.

Bolivya örneği unutulmadı
Türkiye'deki büyük bir kesim ise bu “işkence” karşısında sessiz. Yandaş medya yazmıyor, diğerleri gazetecilik reflekslerini yitirmiş gibi. Ankara'nın Gölbaşı mevkiinde kamp kurmak zorunda kalan direnişçilere sadece su değil yemek iletme konusunda da sorunlar yaşanıyor. Bugün insanları susuz, aç bırakmak isteyenlerin dereleri, nehirleri 49 yıllığına devletten kiraladıklarında neler yapabileceklerini düşünebiliyor musunuz? Bolivya'da insanlar su dağıtım şebekesinin özelleştirilmesinden sonra pahalı su faturalarını ödeyemediği için çözümü yağmur suyu toplamakta bulmuştu. Şebekenin yeni sahibi özel şirketler ise Bolivyalıların yağmur suyu toplamasını bile engellemeye çalışmıştı. Halk ayaklanmasa, 21. yüzyılın Bolivya'sında belki de insanlar susuzluktan ölecekti. Bunları unutmamak lazım. Ankara'da olan bitenler böyle bir geleceğin bizden hiç uzak olmadığını gösteriyor. 

Metin Lokumcu
Ankara'da yaşam hakkı savunucularına uygulanan işkence, Hopa'da tarifi mümkün olmayan sonuçlara yol açtı. Bir “can” alındı. Başbakan, hidroelektrik santralleri protesto eden Metin Lokumcu'yu dinlemek yerine biber gazı ordusunu üzerine salınca bir öğretmen, öğrenmemekte direnenler yüzünden yaşamını yitirdi. Ne yazabilir, ne söyleyebilir ki insan? Ne yazsam bu iktidar anlamaz. Bir dere için canından olan Lokumcu'yu o deredeki balık anlar, su anlar, yosun anlar, taş anlar ama düşlerinde bile bir kez olsun balık, yosun görmeyenler, rüyaları ve kabusları paradan ibaret olanlar anlamaz. Bakmayın meydanlarda attıkları “Allah”lı, “kul hakkı” bol nutuklara; “insanı”, “yaşamı” sevmeyen ama parayı seven bir kuşağın en hırslıları o gördükleriniz. 

Partilerin enerji politikaları
Bir hafta sonra Türkiye'de milyonlarca insan sandık başına gidecek. O gün bu köşede seçim yasağı nedeniyle başka şeyler yazmam gerekecek. O yüzden ben en iyisi bugünden yazayım. Biliyorum, memlekette dert bir değil. Kimi maaşına zam almak için oy atacak, kimi daha fazla demokrasi için. Kimi ana dilde eğitim isteyecek kimi şifresiz, kayırmasız bir üniversite sınavı. Yaşa, sosyal sınıfa, çalışma ve ilgi alanına göre herkesin yeni iktidardan beklentisi farklı olacak. Ben size sadece Meclis'e girmesi beklenen üç parti (AKP, CHP ve MHP) ile Emek, Demokrasi Özgürlük Blok'unun enerji konusunda neler yapmayı planladıklarını anlatayım, kararı siz verin. AKP, Mersin ve Sinop'a sekiz adet nükleer reaktör yapmayı planlıyor. CHP de hayır demiyor. Halk oylamasından yana., halka soralım diyor. Yaşam hakkının referandumu olur mu; bence pek olmaz. CHP, nükleer santral kurulmasına kategorik olarak karşı olunmayacak, nükleer santral projelerinde nihai karardan önce atıkların güvenli bir şekilde saklanması sorunu çözülecek diyor. MHP de nükleere karşı değil. Bir tek blok adayları nükleer ve fosil yakıt kaynaklı santrallerin üzerini çizme cesaretini göstermiş. Hasankeyf, Munzur ve Karadeniz'deki HES projelerinin durdurulmasını vaat ediyorlar. Siyanürle altın aranmasının yasaklanması da bağımsız adayların planları arasında.

AKP, MHP ve CHP’nin hidroelektrik potansiyeli kullanma konusunda, bu konudaki hassasiyetleri nasıl gidereceklerini belirtmeden yaptıkları açıklamalar var. Bir sürü teknik soru yanıtlanmamış. İktidar partisinin duruşu ise çevre açısından kat ve kat daha tehlikeli. AKP'nin kömür, su, nükleer, ellerine ne geçerse, hem de tüm sınırları zorlayarak kullanmayı amaçlayan hedefleri, çevre ve yaşam açısından ciddi tehlike sinyalleri veriyor. Bugün, Dünya Bankası verileriyle söylersek yüzde 14'lerde olan kayıp-kaçak oranını yüzde 5'in altına düşürme hedefi gibi, altına imza atacağım bir hedef bile resmin tümüne bakınca kuşku yaratıyor. Onu da yapalım, bunu da yapalım gibi bir hal var. Boş nehir kalmasın, yeraltındaki tüm kömür yakılsın, her yere nükleer kurulsun! Benim anlayamadığım, Enerji Bakanlığı'nın abartılı olduğunu bile söyleyebileceğimiz talep tahminlerinin üstünde enerji/elektrik üretimini amaçlayan bu hedeflerle ne yapılmak istendiği. İnsan bize 100 lazım deyip, ülkedeki tüm kültürel, doğal değerleri hiçe sayarak 200 üretmeye çalışır mı? Ne yapacağız bu kadar enerjiyi, elektriği? Yiyecek miyiz, yutacak mıyız yoksa satacak mıyız? “Anadolu'yu vermeyoz” diyenlere su ve yiyecek verilmesi engellendiğine göre herhalde bundan böyle elektrikle besleneceğiz. Hayal gibi ama zorla değil mi; o da olur.