Yerli nükleer santral

Özgür Gürbüz-Birgün / 8 Mayıs 2011

Mersin’in Gülnar ilçesine bağlı Büyükeceli beldesine kurulmak istenilen nükleer santralla ilgili son imzayı da Rusya Devlet Başkanı Medvedev attı. Böylece, sık sık hukukun üstünlüğüne dem vuran AKP, hukuktan mal kaçırır gibi, uluslararası antlaşma zırhının arkasına sakladığı nükleer santral anlaşmasında prosedürü tamamladı. Kazma kürek faslına yaklaşıldı.

Akkuyu bölgesinde kurulması düşünülen nükleer santralı Rusya yapacak.

Santralda çalışacak, santralı işletecek 200–300 kişilik teknik ekip Rusya’dan gelecek.

Rus şirketi santralın yüzde 100 hissesine sahip olacak.

Rus şirketi isterse, santraldaki payı yüzde 51'in altına düşmeyecek şekilde geri kalan hisseleri satabilecek, ancak çoğunluk hisse hep Ruslarda kalacak.

Kurulması düşünülen dört nükleer reaktör de zenginleştirilmiş uranyum yakıtıyla çalıştırılacak. Türkiye’nin uranyum rezervleri sınırlı, uranyum zenginleştirme işlemi de politik, ekonomik ve teknik birçok zorluk içerdiği ve astarı yüzünden pahalıya geldiği için santralın zenginleştirilmiş uranyum yakıtı da Rusya'dan gelecek.

Yaklaşık 9 bin ton uranyumu çıkarıp zenginleştirmenin ekonomik olmayacağı ortada.

Hepsi yakıt için kullanılsa bile iki reaktöre ancak yetiyor. Sadece Akkuyu’da dört adet reaktör kurulması planlanıyor.

Santral Rus dizaynı olduğundan, bu reaktör için üretilen özel yakıtı kullanmak zorundayız. İki ülke arasındaki olası bir anlaşmazlıkta başka yerden yakıt alamayacağımız için santral elektrik dahi üretemeyecek.

Ruslarla, santraldan üretilecek elektriğin kilovatsaatini 12,35 sentten (dolar) almak üzere anlaşma yapıldı. 15 yıl boyunca alım garantisi verildi. Rusya’ya verilen alım garantisindeki 12,35 sentlik fiyat, Rus şirketin bize satışı. Tüketiciye gelene kadar, iletimden-dağıtıma üstüne birçok vergi ve ek ücret eklenecek.

Bugün Türkiye’de kilovatsaati 5–6 sente elektrik üreten rüzgâr santralleri var ve hükümet bu durumdan haberdar.

Elektrik Mühendisleri Odası, 15 yıl boyunca verilen alım garantisi sonucu Rus şirkete ödenecek miktarın 15 yılda 51 milyar doları bulacağını hesaplıyor.

Elektrik ihtiyacı olmasa, yani almasak bile bu parayı ödemek zorundayız.

Kısacası, santral Mersin'de kurulacak; yakıtı, mühendisi, cıvatası oradan gelecek; yine Rusya’nın devlet şirketi tarafından işletilecek. Biz ise pahalı da olsa elektriği mecburen satın alacağız. Arıza olsa Rus şirketin tamir etmesini bekleyeceğiz.

Enerji Bakanı Taner Yıldız, birkaç gün önce nükleer santralleri kurarsak, enerji alanında Rusya’ya bağımlılığımızın azalacağını söyledi.

Fıkra gibi değil mi? Ne yazık ki değil.

İşçiler, güneş enerjisi için birleşin!

Özgür Gürbüz-Birgün / 1 Mayıs 2011

Bugün dünya enerji talebinin yüzde 80'e yakını fosil yakıtlar dediğimiz petrol, doğalgaz ve kömür tarafından karşılanıyor. Bu üç enerji kaynağı da yeraltından çıkarılıp, yerüstündeki insanın enerji istemini karşılamak için hizmetimize sunuluyor. Kömürün eldesi, doğalgaz ve petrole göre farklı. Binlerce işçinin devamlı kazması gerekiyor. Yüzlerce metre derinlikteki madenlerden kömürü sürekli yeryüzüne çıkarması gerekiyor. Doğalgaz ve petrol ise sondajlar tamamlanıp, kuyular kurulduktan sonra işi adeta otomatiğe bağlıyor.

Enerji maliyet hesaplamalarına baktığımızda iki farklı yaklaşımın, iki farklı sonuca ulaştığını görüyoruz. Toplumsal maliyeti (sosyal maliyet) hesaba katanlar ve katmayanlar. Katarsanız hesap farklı. Afşin Elbistan termik santrali yüzünden çevrede hasta olan insanlar ve santralde yakılan kömürü çıkarırken hastalanıp tedavi görmek zorunda kalan işçiler için yapılan tüm harcamalar maliyete eklenir. Santral yüzünden kuruyan ağaçlar, çiftçilerin ürün kaybının maddi değeri de yine santralin maliyetine eklenir. İklim değişikliğine neden olan kömür santralerinin çevreye verdiği zararın ekonomik karşılığı da bir başka maliyet kalemi olarak karşınıza çıkar.

Klasik hesaplamada ise maliyet, maden için devlete verilen vergiler, araç-ekipman giderleri, işçi ücretleri ve nakliye gibi temel kalemlerle sınırlı kalır. Çevreyi kirletmenin, insanları hasta etmenin maddi bir karşılığı yoktur. İşte bu ikinci hesaplama esas alınırsa, elektrik üretiminde kömürün kullanılması diğer birçok kaynağa kıyasla daha ucuza gelir. Yeraltında çalışan yüzlerce işçiye, nakliye ücretlerine, yaşam tehlikesine rağmen kömür, kuyulardan pompalarla çıkarılan petrol veya doğalgazdan bile ucuza mal olur. Madendeki işçilerin ücretlerini varın siz düşünün.

Gelelim ikinci meseleye, madencilerin aldığı riske. Türkiye'deki kömür ocaklarında 1983-2010 yılları arasında meydana gelen ölümlü kazalar sonucu 617 kişinin hayatını kaybettiğini biliyoruz*. Maden Mühendisleri Odası, 2008 sonunda kömür madenciliğinde çalışan işçi sayısının 50 bine yaklaştığını belirtiyor. Hepsi, bizlerin, daha çok da biz kentlilerin enerji ihtiyacını karşılamak için hayatlarını riske atıyor. Halbuki başka bir dünya mümkün.

Bugün, imal edilen ve kurulan her 1 megavat (MW) gücündeki fotovoltaik güneş panelleri (elektrik üreten) 30 kişiye istihdam sağlıyor**. Türkiye'de her yıl 1000 MW gücünde güneş panelleri imal edip kursanız, madende hayatı pahasına çalışan işçilerin 30 binine yerüstünde iş sağlamış olursunuz. Yerli sanayiye, halk sağlığına ve çevrenin korunmasına getirdiği katkılar da cabası. Bu rüzgar için de farklı değil. Kurulan ve imalatı yapılan her 1 MW'lık rüzgar türbini 15 kişiye iş sağlıyor. Her yıl 1000 MW gücünde rüzgar türbinleri imal edip kursanız, madenlerdeki tüm işçilere iş sağlamış olursunuz. Üretim fabrikaları da aynı bölgelerde kurulabilir. Üstelik bu hesaplamalara dolaylı istihdam rakamları da dahil değil.

Bugün 1 Mayıs. Yeraltındaki kömür işçisinin yeryüzüne çıktığı, güneşi gördüğü belki de tek gün. Onların mazereti var ama biz yerüstünde yaşamını sürdürenlerin, güneşi görmemek, ona inanmamak için bir mazeretimiz var mı? Kömürden elektrik üretiliyor da güneşten üretilmiyor mu? Üretiliyor. Kömürle evler ısınıyor da güneş enerjisiyle ısıtılmıyor mu? Isıtılıyor hatta soğutuluyor bile...

Bugün 1 Mayıs. Elimizde pankartlarla yürürken, başlarımızı biraz daha yukarıya kaldıralım. Çok zor değil. Bir karış kadar kaldırsak başımızı, güneşi göreceğiz.

*Madencilikte Yaşanan İş Kazaları Raporu, TMMOB Maden Mühendisleri Odası, 2010.
**Solar Generation 6 raporu, EPIA (Avrupa Fotovoltaik Endüstrileri Birliği ve Greenpeace, 2011.

Çernobil Türkiye'de 50 bin kişiyi kanser edecek

Özgür Gürbüz-Farklihaber8.com / 26 Nisan 2011

25 yıl önce, eski Sovyetler Birliği'nde tarihin en büyük endüstriyel kazası ve en büyük nükleer faciası gerçekleşti. Japonya'daki nükleer kaza, teknik olarak Çernobil'le aynı derecede değerlendirilse de, Çernobil kazasının gizlenmesi, yanlış müdahale, reaktörün yapısal eksiklikleri ve Fukuşima'dan okyanusa esen rüzgarlar iki kazanın ölümcül sonuçlarının farklı olmasına neden oldu. Nükleer teknolojinin güvenilir olmadığı ve riskin büyüklüğünün uçak kazası veya tüp patlamasıyla kıyaslanamayacağı dünya nüfusunun büyük bir bölümünce anlaşıldı.

Çernobil kazasının ölümcül sonuçları 25 yıldır tartışılıyor. İnsanlar kansere sadece santrallerden sızan radyasyon nedeniyle yakalanmıyor. Sigara, otomobiller, kömür santralleri, yediğimiz sağlıksız yiyecekler ve daha binlerce unsur kansere neden olabiliyor. O nedenle, Çernobil kazası sonucu atmosfere salınan radyasyonun kaç kişinin canını aldığını veya alacağını kestirmek kolay değil. Özellikle da santralin uzağındaki bölgeler için. Bu konuda yapılan çalışmalar, karşımıza farklı rakamlar çıkarıyor.

Bu konuda uzun zamandır çalışmalar yapan ve düşük dozda iyonize radyasyonun da insan sağlığı üzerinde sanılandan daha fazla etki yaptığını öne süren Prof. Dr. Christopher Busby'nin son çalışması Çernobil kaynaklı kanser ölümleri. Busby, kazadan sonraki 50 yıl içinde dünya genelinde 1 milyon 438 bin Çernobil kaynaklı kanser ölümü bekliyor. Bu ölümlerin 47 bin 520'si Türkiye'de gerçekleşecek, bir bölümü de büyük bir olasılıkla gerçekleşti. Bu rakam, 2011'de yapılan Alexey Yablokov'un çalışmasıyla da örtüşüyor. Yablokov, Çernobil kaynaklı ölümlerin 900 bin ila 1 milyon 400 bin arasında değişeceğini söylüyordu. Busby, bu çalışmanın sadece kanser kaynaklı ölümleri içerdiğine de dikkat çekiyor. Busby, radyasyonun yaşam ömrünü kısaltan önemli bir faktör olduğunu, kalp krizi, çeşitli kalp hastalıkları, ölü doğumlar, kısırlık ve çocuklarda kalıtsal hastalıklarda da ciddi artış olacağını söylüyor.

Bu raporu okurken Türkiye Tabipler Birliği'nin (TTB) 2005 yılında Hopa'da yaptığı çalışma aklıma geldi. TTB'nin yaptığı çalışma, 2003,2004 ve 2005 yıllarında Hopa'daki ölümlerin yüzde 46'sının kanser kaynaklı olduğunu gösteriyordu. Türkiye, kaza olduğunda aynı bugünkü gibi, nükleer santral kurma planları yapıyordu. Zamanın yetkilileri, bu korkunç kaza nükleer enerjinin imajını zedeler korkusuyla rakamları gizledi. Halkı uyarmadı, televizyonda çay içti. Dönemin Ticaret ve Sanayi Bakanı Cahit Aral, “Dinine, imanına inanan 'radyasyon var' demez” demişti. Dönemin Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ahmed Yüksel Özemre, “Çayda tehlike yok ama dışsatımı yasaklıyoruz” şeklinde akla hayale sığmayan açıklamalar yapmıştı.

Çernobil'in üzerinden 25 yıl geçti. Karadeniz'de kanser neredeyse her eve girdi. Nükleer santral kurma konusunda işi temel atmaya kadar götüren Türkiye, bu defa da Japonya'daki nükleer santral kazasıyla sarsıldı. Fukuşima nükleer kazasından sonra, tüpgazlı benzetmeler, bekarlık daha tehlikeli açıklamları birbirini izledi. Bu açıklamalar 25 yılda ülkede pek bir şeyin değişmediğini de gösterdi. Santraller 3. nesil oldu ama bizim politikacılar hâlâ 1. nesil. Nükleerde ısrar etmenin nedeni de bu olsa gerek.

Rapora ulaşmak için: http://www.bsrrw.org/wp-content/uploads/2011/04/chernhealthrept3.pdf

Sizin mitinge gelme nedeniz ne?

Özgür Gürbüz-BirGün / 24 Nisan 2011

Her insanın hayatında unutamadığı birkaç an vardır. Toplasanız, bu anların süresi bir hayat etmez ama hayat aslında bu unutulmayan anlardan ibarettir. Gerisi biraz teferruat...

Hayatımdaki bu anların seceresine baktığımda, kendi gözlerimle gördüğüm Çernobil aklıma geliyor. Binlerce boş bina, insansız topraklar ve görünmez tehlike radyasyon. Kazaya müdahale eden ve sayıları 600 ila 800 bin arasında değişen tasfiyecilerin anlattıkları, bölgeden göç ettirilen 400 bin insan. Kaybedilen binlerce yaşam; insanlar, hayvanlar ve böcekler. Rakama vurunca giden can anlaşılmıyor, insanın yazası gelmiyor. Can acısını geride kalanlara sormak lazım. Bir de kaza sonrası yaralananlar var, kanser tedavisi görenler, psikolojik tedavi alanlar. Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan, Belarus’ta, Ukrayna’da ve Rusya Federasyonu’nda en az 3 milyon çocuğun (Çernobil kazasına bağlı olarak) fiziksel tedavi görmesi gerektiğini, meydana gelen ciddi tıbbi durumdan etkilenenlerin tam sayısının ise 2016’da öğrenileceğini söylemişti.

Yarın, işte yine o aklıma kazınacak anlardan biri şekillenecek. İstanbul Kadıköy meydanında yapılacak nükleer karşıtı miting Türkiye'deki binlerce insanın hayatını ilgilendiriği için büyük önem taşıyor. 17 Nisan'da Mersin Nükleer Karşıtı Platform'un organize ettiği insan zinciri eylemi, Mersinlilerin kentlerinin bir nükleer santrala ev sahipliği yapmasına karşı çıktıklarını açıkça gösterdi. Nükleer Karşıtı Platform'un yarın İstanbul'da düzenleyeceği miting ise nükleer maceraya dur demek için Türkiye'nin dört bir yanından Kadıköy'e gelen insanların sesi olacak. Sinoplular, Mersinliler, Kırklareli'nden gelenler, Ankara, Bursa, İzmir, Çanakkale ve İzmir'den yola çıkanlar ve daha yüzlerce insan, “Türkiye Çernobil, Fukuşima olmasın” diye haykıracak. Herkesin bir nedeni var.

Kimi, bir nükleer kaza sonucu bebeklerinin gözle görünmez radyasyon nedeniyle hasta olmasını istemiyor; kimi, yüzyıllarca sürecek genetik bozukluklara yol açabilecek bir radyasyon sızıntısından korkuyor.

Kimi, elektriğini saatli bir atom bombasından değil güneşten, rüzgardan üretmek istiyor; kimi, “neden bu kadar çok elektrik tüketiyoruz ki” diye soruyor?

Kimi, nükleer kazalardan korkuyor; kimi, Rus teknolojisinden.

Kimi, bir deprem ülkesine nükleer santral kurulmasına anlam veremiyor; kimi, 240 bin yıl radyoaktif kalan atıkların ne yapılacağını merak ediyor.

Kimi, yurt dışında kapatılan nükleer santrallere bakıp şaşırıyor, kimi nükleer santralle tüpgazı birbirine karıştıranlara bakıp afallıyor.

Kimi, Çernobil sonrası kendisine radyasyonlu çayları içiren zihniyetin hala işbaşında olduğunu düşünüyor, yetkililere güvenmiyor; kimi kendi iradesine saygı göstermeyen hükümete demokrasi çağrısı yapıyor.

Kimi, Ruslarla yapılan anlaşmada kötü kokular var diyor; kimi bunun bir seçim yatırımı olduğunu söylüyor.

Kimi, nükleer santrallerin kapitalizmin neferi olduğunu biliyor, tüketim toplumunun temel taşı olduğunun farkında; kimi, üretilecek elektriğin neredeyse beşte birinin nakil hatlarında kaybolacağı gerçeğinin.
Kimi, bambaşka bir dünya kurmak istiyor; kimi, enerji devrimini düşlüyor.

Mersinli tedirgin, Sinoplu tedirgin, kendilerine sorulmadan alınan bu karara kızgın. Onlarca nesili tehdit eden bu kararın dört yıllığına iktidara gelmiş bir hükümet tarafından kimseye sorulmadan, tartışılmadan alınmasını kabullenemiyorlar. Hepsi kararlı, “kurdurtmayacağız” diyorlar ve kurdurtmayacaklar. Yarın Kadıköy'de yürüyecek ve “nükleere hayır” diyecek binlerin her birinin onlarca nedeni var. Sizin 24 Nisan Pazar günü Kadıköy'de yapılacak mitinge gelme nedeniz ne? Mitingde görüşmek üzere, sağlıcakla...