1990'lı yılların başı ile ortası arasıydı. Bizim gibi birkaç kendiniz bilmez çevreci, yeşil, anarşist, falan filan, Akkuyu'da kurulması düşünülen nükleer santrala itiraz ediyor, dünyada hızla gelişen rüzgar ve güneş enerjisinden örnekler veriyorduk. Gelecekte insanoğlu gereksinim duyduğu elektriği bu kaynaklardan, doğaya mümkün olduğunca az zarar vererek üretecek diyorduk. O dönemin yetkilileri ise bize, “fırıldaktan elektrik mi üreteceksiniz” diye sorup, tabir-i caizse “dalga” geçiyordu. Kömür, nükleer, gaz lobilerinin etkisini bir yana bırakalım, en basitinden görmüyor, göremiyorlardı. Onların “vizyonsuzluğundan” ne yazık ki Türkiye de nasibine düşeni almak zorunda kaldı. 1995'te temiz enerjinin hizmetindeki naçizane kulunuz, “nükleer ileriye doğru değil geriye doğru bir adımdır diyerek” nükleere kaşı 170 km geri geri yürüken, Türkiye gazetesinin yaşı kemale ermiş kalemlerinden biri, “bunlar sahiden gerici” diyerek bana köşesinden yanıt veriyordu. Dönemin hükümeti ve destekçileri geleceği görmekten ne kadar uzak da olsa, 18 günlük yürüyüşüm boyunca karşıma çıkan her bir vatandaş onların tam tersine, temiz enerjiye, doğasına ve yaşamına sahip çıkmaya kararlıydı. Bu, Türkiye'ye özgü bir durum değil, dünyanın birçok ülkesinde halk kendisini yönetenlerden daha ileride durur.
O zamanlar rüzgar türbini resimlerini yabancı dergilerde görüyorduk. Memlekette rüzgarı savunanlara gerici dendiği zamanlarda, 1995'te, Avrupa'da 814 megavatlık rüzgar kurulu gücü kurulmuştu. Neredeyse, Türkiye'nin 2010 yılında ulaştığı toplam kurulu güce eşit, gericiliğin hesabını siz yapın artık. 2009'a gelindiğinde ise Avrupa'da sadece o yıl kurulan rüzgar türbinlerinin kurulu gücü 10 bin megavatı geçiyor, doğalgaz santrallarını bile geride bırakıyordu.
Rüzgar Avrupa'da 200 bin kişiye iş sağlıyor
Avrupa'da rüzgar enerjisi bugün 200 bine yakın insana iş sağlıyor. Bundan iki yıl önce bu rakam 155 bindi. 2002 ile 2007 yılları arasında rüzgar enerjisi sektöründe doğrudan çalışan işçi sayısı yüzde 125 arttı, her gün 33 kişiye istihdam sağlandı. Avrupa Rüzgar Enerjisi Birliği (EWEA), 2020 yılında sektörde çalışan sayısının 446 bin, 2030 yılında ise 479 bine ulaşacağını öngörüyor. Avrupa Komisyonu ise, 2020 yılı hedeflerinin tutturulması halinde yeşil yakalı işçi sayısının 2 milyon 800 bine ulaşmasını bekliyor. EWEA'nın yaptığı ankete göre çalışanları yüzde 37'si türbin üretiminde, yüzde 27'si rüzgar çiftliklerinin planlanmasında, kurulmasında, çalıştırılması ve bakımında görev yapıyor. Parçaların üretiminde de çalışanların yüzde 22'sine istihdam sağlanıyor. Yani, şu türbin imalatının neresinden tutarsanız tutun, elinizde istihdam kalıyor.
Yasa hiçbir şey söylemiyor
Geçtiğimiz günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden geçen yasa değişikliği tasarısıyla yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriğe verilen alım garantileri değiştirildi, güneş enerjisi gibi bazı yeni kaynaklar da listeye alındı. Nereden baksanız, 2005 yılında çıkan ilk kanunla birlikte başlayan, alım garantilerinin yeterliliği üzerinde süren tartışmalar, bu değişiklikle de son bulmadı. RESYAD'ın yasadaki değişikliğin resmi gazetede yayımlanmasından sonra yaptığı açıklamada, rüzgar ve hidroelektrik için bir değişiklik olmadığı, güneş ve biyokütle içinse önerilen rakamların beklentilerin altında olduğu belirtilmiş. Bunu bir kenera not düşmek gerekir. Ancak asıl sorun, bu yasanın da daha önceki yasa gibi, Türkiye'nin geleceği için bir öngörüde bulunmamasıdır. Kamuoyu araştırmalarında ilk sıralarda yer alan ve giderek kronikleşen işsizlik sorununun çözümünde önemli rol oynayabilecek yenilenebilir enerji kaynaklarının, bu anlamda kullanılacağına dair yasada ciddi bir işaret bulmak oldukça zordur. Türkiye'nin kuvvetli iç pazarına dayanarak, başta güneş paneli olmak üzere, bu enerji kaynaklarından enerji üretiminde kullanılacak aksam ve parçaların üretilmesinde bir merkez olacağı, ihracat üssü haline geleceği yönünde bir vizyonun ana hatları bu yasayla da çizilmemiştir. Sadece yenilenebilir enerji değil, nükleerden kömüre, hemen hemen diğer tüm enerji kaynaklarıyla ilgili yasal düzenlemelerde de, iç talep gibi, üretimin sihirli kelimelerinden birine sahip olunmasına rağmen, bunu destekleyecek bir programın eksikliği kendini göstermektedir.
Türbin döner Ahmet bakar
Ceyhan'ın taşıma petrolle bir “merkez” olacağına inanılacağı kadar, yerli kaynaklarla, hem enerji üretimi hem de ekipman ihracı yapılabileceğine inanılsaydı, sanırım Türkiye'de ne bu kadar işsiz olurdu ne de memleket enerjide bu kadar dışa bağımlı kalırdı. Türkiye'nin mevcut ve yaşımın elverdigi kadarıyla anımsadığım tüm hükümetlerinin asıl sorunu işte bu vizyon yoksunluğu aslında. Bu nedenle, bugün ne bindiğimiz otomobilin adı “devrim”, ne gittiğimiz yollar “demir ağlarla” örülü. Mehmet güneş enerjisine 13,3 dolar sent verseniz de işsiz, 20 verseniz de. Panel yapmasını öğretecek, fabrika kurduracak vizyon olmadıktan sonra; ha türbin döner Ahmet bakar, ha su akar Zeynep bakar.