Çevreciler Meclis önünde

Özgür Gürbüz / 23 Ocak 2010

Daha önce İzmir Barosu'nun ayrıntılı itirazına yer verdiğimiz “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı”na tepkiler giderek artıyor. 24 Ocak günü birçok çevre kuruluşu, Ankara'da Türkiye Büyük Milet Meclisi önünde biraraya gelerek tasarının onaylanmaması için seslerini yükseletecek. Bu kuruluşlara WWF-Türkiye'de (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) eklendi.

WWF-Türkiye, yaptığı yazılı açıklamada söz konusu tasarının Türkiye'de yıllardır korunan alanları tehdit ettiğine dikkat çekerek, söz konusu tasarının biyolojik çeşitliliği korumak yerine, doğayı tahrip edebilecek yatırımlar da dâhil her türlü kullanımın önünü açacağını öne sürüyor. Açıklamada, “... tasarı ile "Doğal Sit" statüsü ortadan kaldırılarak ülkemizdeki 1234 Doğal Sit Alanı'nda tahribatın önü açılacaktır. Oysa HES'ler başta olmak üzere doğaya zarar veren birçok müdahale Doğal Sit'ler sayesinde koruma kurulları tarafından engellenebilmiştir” deniyor.

Birçok çevreci ve yeşil örgüt 24 Ocak 2011 tarihinde, saat:11:30'da Ankara'da TBMM'nin önünde buluşacak. Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı'na yönelik eleştirilerini dile getirmek üzere bir araya gelecek bu kuruluşlara destek olmak isteyenlere duyurulur.

Tabiatı Koruma Yasa Tasarısı'na İzmir Baro'su tepkili

Özgür Gürbüz / 12 Ocak 2011

2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nu değiştirmeyi amaçlayan “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı" hükümet tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) sunuldu. Tasarıya çevreciler kadar hukukçular da tepkili. İzmir Barosu yaptığı yazılı açıklamada, tasarının yasalaşması halinde her türden koruma alanı ile ilgili doğal ve tabii sit kararları ve bu alanların doğal ve tabii sit statülerinin sona ereceğine dikkat çekiyor. Çevreyle biraz olsun haşır neşir olanlar çok iyi bilir ki, doğal çevreyi korumada yasaların arkasına dolanmanın moda olduğu ülkemizde bu değişikliklerin gerçekleşmesi adeta doğal hayatın idam fermanının imzalanması anlamına gelir.

İzmir Barosu'nun açıklamasındaki önemli bir husus da, tasarının genel gerekçesinde yer alan, “Avrupa Birliği (AB), Türkiye’nin birliğe katılma süreci içinde Çevre Faslını açmış bulunmaktadır. Bu çerçevede Türkiye’nin AB’ye üye olarak katılabilmesi için tabiatın ve biyolojik çeşitliliğin korunması gibi yerine getirmesi gereken bazı taahhütleri bulunmaktadır. Bu taahhütlerden bazıları; Kuş Direktifine uyum, Habitat Direktifine uyum, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ile Uluslararası Ramsar Sözleşmesi hükümlerinin yerine getirilmesi ve iç mevzuatın AB mevzuatı ile uyumlaştırılması” iddiasının asılsız olduğunu öne sürmesi. Baro'nun iddiasını destekleyen açıklaması aynen şöyle: “Öncelikle belirtmek gerekir ki, bu yasa Tabiatı ve Biyolojik Varlıkları korumaya ilişkin bir yasa değildir. Bu yasa, amaç maddesinde yazılı koruma kullanma dengesi ifadesi ile de açığa vurulduğu gibi; aslında korunması gereken alanların mevcut durumdan daha da fazla yapılaşmaya açılmasının, bu alanların, işletme ve yönetme adı altında piyasalaştırılması önünde hiç bir engel kalmaması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. AB uyum süreci ile de bir ilgisi de bulunmamaktadır. AB ilerleme raporunda 'endişe verici bir gelişme' olarak ifade edilmiş bir kanun tasarısıdır.”

İzmir Barosu'nun diğer itiraz nedenleri de kısaca şunlar:

*Yasanın gerekçesinde “Tabiatı koruma konusundaki farklı kurumların yetkili olması yetki karmaşasına neden olmakta” denilmektedir ancak Baro, koruma alanları ve sorumlu kuruluşların incelenmesi halinde bu alanların yüzde 86'sının zaten Çevre ve Orman Bakanlığı'na bağlı olduğunun, Doğal SİT Alanları ile Doğal Varlıkların'ın Turizm ve Kültür Bakanlığı'ndan alınarak Çevre ve Orman Bakanlığı'na verildiğinin anlaşılacağına dikkat çekiyor.

*Kanun maddeleri tek tek incelendiğinde, yapılmak istenen değişikliğin vereceği zararın telafisinin çok uzun yıllar boyunca mümkün olamayacağı anlaşılmaktadır. Çünkü, Yasa'nın geçici 1. ve 2. maddesi her türden koruma alanı ile ilgili doğal ve tabii sit kararları ve bu alanların doğal ve tabii sit statüleri sona erdirilmektedir.

*15.madde ile ülke düzeyinde ‘’üstün kamu yararı’’ ve ‘’stratejik kullanımı ‘’gerektiren doğal sit alanlarında kullanma izni, intifa ve irtifak hakkının 49 yıla kadar süre ile Bakanla Kurulu Kararı ile verilebileceği hükme bağlanmıştır. Böylece otoyollar, nükleer santraller, boğaz köprüleri, HES’ler, kitle turizm tesisleri ve benzeri yatırımların önündeki koruma hukuku engeli kaldırılmıştır. İşte yasanın gizli amacı, tamamen Hükümetin kontrolü altında bulunan Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu tarafından çok kısa süre içinde rant getirecek projeleri 1.derecede doğal sitler, milli parklar ve tabiat alanlarında yaşama geçirmektir.

*Tasarının geçici 1. maddesine göre mevcut tüm statüler kaldırılacak , Bu alanlar tekrar isimlendirilecektir. Yapılacak bu yeniden değerlendirilme sonucu, koruma statüsü özellikleri taşımadığına karar verilenler artık korunmayacaktır. Koruma statüsü özellikleri taşıdığı anlaşılanların ise yasanın 9. maddesi ile belirlenen 13 korunan alan statüsünden hangisine girdiği saptanıp bu alanlara uygun statüler ihdas edilecektir.

*Koruma ya da koruma bölgesi dışına çıkarma ile ilgili bütün kararlar, ikisi sivil toplum kuruluşlarından, dördü akademisyen olmak üzere altı temsilci ile 16 çeşitli bakanlık bürokratlarından oluşacak yirmi iki kişilik, adına Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu denilen ve yapısı itibariyle idareye dolayısıyla hükümete bağlı bir kurul tarafından verilecektir.

*Yasa ile getirilen 13 korunan alan statüsünün uluslararası anlaşmalarda belirlenen standartlarda olmaması bir yana, bu alanların neredeyse tamamında her türlü kullanıma ve yapılaşmaya yol açacak düzenlemeler getirilmektedir.

*Yine, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan koruma statülerinden bahsedilmemiş bu statülerin ne olacağı belirtilmemiştir.

*Koruma statüsündeki 13 alanın 10'unun, mutlak koruma alanı dışında kalan kısımları, her türlü kullanıma ve işletmeye açılacaktır. Koruma statüsündeki, gen koruma alanı, tabiatı koruma alanı ve yaban hayatı geliştirme sahaları ile diğer 10 koruma statüsünün mutlak korunma alanlarında bile, Bakanlar Kurulu kararıyla ülke düzeyinde, üstün kamu yararı ve stratejik kullanımı gerektiren kullanma izni, intifa ve irtifak hakkı verilebilecektir.

*Koruma alanlarına ilişkin planlama yetkisi, Çevre ve Orman Bakanlığı'na ait olacaktır. Bu planlara uygun olarak, söz konusu koruma alanları 49 yıla kadar, intifa ya da irtifak tesisi suretiyle gerçek ve tüzel kişilerin kullanımına veya işletmesine verilebilecektir. Bu kanun kapsamındaki alanlar, Bakanlığın uygun görüşü alınarak turizm bölgesi ya da merkezi olarak da ilan edilebilecektir.

İzmir Barosu'nun açıklamasından da anlaşıldığı üzere, amaç Türkiye'nin yıllardır üzerinde titrediği doğal alanlarını, bir tutam yeşilini, kar amaçlı işletmelere açmaktır. Kızıldereliler, paranın yenmeyeceğini son balık tutulduğunda beyaz adamın da anlayacağını söyler. Bakalım bu tasarıyı hazırlayan, hiç çekinmeden, yetim hakkı, kul hakkı demeden oylamaya hazırlanan AKP'li milletvekilleri de paranın yenmeyeceğini bir gün anlayacak mı? Belki de onlar gerçekten para yiyordur. Dünya garip insanlarla dolu; kimbilir? Yanılmış olmayı ve bu tasarının TBMM'den geçemeyerek yasalaşmadığını yine bu mecrada kaleme almayı içtenlikle ümit ediyorum.

2011

Yıllardır bu e-günlük (blog) aracılığıyla dertlerimi, ümidimi ve yaşam mücadelesini paylaştığım tüm dostlarıma, sarı papatyalar kadar güzel bir yıl diliyorum.

2011'de yazıları, eylemeri ve paylaşımları arttırma dileğiyle, 2010'un büyük bir bölümünü Çin'de geçirdiğim için Çince söyleyerek, (Xin Nian Kuai Le), hepimizin yeni yılını kutluyorum.

Özgür

3,5 saatte nükleer enerji uzmanı olan gazeteci

Özgür Gürbüz / 30 Aralık 2010

“Davutoğlu'nun geçen Cumartesi günkü, 2010'un muhasebesini yaptığı, o çok konuşulan, 3,5 saatlik maraton basın toplantısında son derece önemli bir şeyin farkına vardım” diye başlayan yazılardan korkacaksınız. Bu yazılar, “Belki sizler çoktan biliyorsunuzdur. Bana dudak büküp 'Ooooo günaydın arkadaş' diyebilirsiniz. Kusura bakmayın, ben şimdi farkına vardım ve benim gibi henüz durumu görmemiş olan okurlarıma anlatmak istiyorum"* diye devam ederse daha da çok korkmalısınız. Hele de bu yazı, kendisini her gün farklı bir konuda yazmak zorunda hisseden yazarlardan biri tarafından yazılmışsa, “gulyabani” görmüş gibi kaçmalısınız.

Mehmet Ali Birand'ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun 2010 yılının değerlendirmesini yaptığı toplantıdan sonra farkına vardığını iddia ettiği şey, nükleer santralsiz bir Türkiye'nin bir üst lige çıkmayacağı gerçeğiymiş. Yani, nükleer olmazsa ülke gelişemeyecekmiş, zengin ülkeler arasına giremeyecekmiş, ekonomi yeterince büyümeyecekmiş falan. Uzun uzun yazmaya gerek yok, nükleer lobinin argümanlarının bir bölümünü, Birand yazısında toplayıp, nükleer tartışmalarının alevlendiği bir sırada hükümete destek mahiyetinde okuyucusuna sunuvermiş. Sayın Birand hızını alamamış, nükleer santral kurmakla da işi sınırlandırmamış. 1. ligi hedefliyorsak nükleer yakıt üretimi de yapmamız gerektiğini söylemiş.

Nükleer halkın kültür seviyesini yükseltir
Birand'ın nükleer enerji konusundaki sınırlı bilgisini göstermek için sadece bir tek soru sormak bile yetiyor aslında. Bugün yakıtını üreten, nükleer santralini kuran Pakistan, bu söz konusu 1. ligin neresindedir? Yoksa küme düşmüş ülkeler arasında mı yer almaktadır? Bugün bir tek nükleer santrali olmayan, dolayısıyla 1. ligi rüyasında bile görmemesi gereken Norveç mi ekonomik açıdan daha gelişmiştir yoksa borç batağındaki İspanya mı? Deli dolu emelleriniz yoksa, elektrik üretmekten başka bir görevi olmayan ve bunu da diğer konvasiyonel kaynakların hemen hemen hepsine göre daha pahalıya yapan nükleer santral nasıl olur da gelişmişlik kıstası haline gelir? Hiç unutmuyorum, 1990'lı yıllar. Rahmetli Prof. Dr. Nejat Aybers İstanbul Üniversitesi'ndeki bir panelde nükleer santralleri övmek için, nükleerin halkın kültür seviyesini yükselttiğini bizzat söylediğini işitmiştim. Kalkıp, “Haklısınız, nükleer santraller halkın kültür seviyesini yükseltiyor; öyle ki, daha sonra o nükleer santral kurulan ülkelerde referandumlarla kapatma kararları alınıyor!”. Birand'ın nükleer pazarlama taktiği de bu hesap. Milletin hoşuna gidecek ne varsa bağla nükleere bağlayabildiğin kadar. İhtiyaç olan elektirikse, elektriği elde etmenin bin türlü yolu var, neden nükleer enerjiye mecbur olsun ki bu millet?

Gelelim yakıt üretimine... Bakınız, Prof. Dr. Tolga Yarman ne diyor: “Türkiye'de yakıt fabrikası kurulmasının hiç bir olurluğu yoktur. Türkiye'de bilinen uranyum rezervleri (yaklaşık 10 bin ton), iki (1000'er megavatlık) nükleer santrale, o da eğer dedigim gibi, yakıt elemanina çevrilmişse ancak yeter... Bunun da demek ki, bir olurluğu yoktur”.

Son sözüm de, “Türkiye nükleer ülke olmak istiyor” diyen çok saygıdeğer dışişleri bakanımıza. Sayın Davutoğlu, Türkiye çoktan nükleer bir ülke olmuştur. 1986 yılında tüm Karadeniz ve Trakya bölgeleri nükleer olmuştur. Olmuş ve çok can kaybetmiştir. Diğer bölgelerin ne kadar etkilendiği de meçhuldür. Bırakınız, o kalan topraklar nükleersiz kalsın. Bırakınız falanca nükleer firmalar para kazanacak diye çoluk çocuk telef edilmesin, bu ülkede enerjiye yatırılacak paralar sayesinde iş bulma ümidi olan binlerce insanın umutları tükenmesin. Enerji bakanımızın ve bazı köşe yazarlarımızın nükleer konusundaki beyanatları bizi zaten yer yer neşelendirip yer yer kederlendirmektedir; lütfen, bari siz zahmet buyurmayın.

*Türkiye, başkaldırıyor. Nükleer yakıt üretecek. 29 Aralık 2010, M. Ali Birand, Miliyet/Posta. http://www.milliyet.com.tr/turkiye-baskaldiriyor-nukleer-yakit-uretecek/mehmet-ali-birand/guncel/yazardetay/29.12.2010/1332088/default.htm