Özgür Gürbüz / 9 Temmuz 2010
Bakalım şimdi ne olacak? Ampul yakamaz dedikleri güneş enerjisi uçak uçurdu. Sanırım pek kimse farketmedi ama hem de bilinen jet yakıtlı uçakların yapamadığını yaparak. Hiç yakıt almadan, 26 saat havada kalarak yaptı bu tarihi uçuşunu. Diğer uçaklar havada kaldıkça yakıt tüketirken, “Solar Impulse” adı verilen ve sadece güneş enerjisiyle çalışan uçak havada kaldıkça yakıt depoladı. Pilot yorulmasa sonsuza kadar (her teknolojide karşılaşılabilecek teknik problemler olmazsa) havada kalabilecekti. Şimdi merakla bekliyorum. Sonsuz enerjiyi arama yolunda “Erge dönergeci” dahil her şeye ilgi (!) gösteren medyamız, enerji bürokratlarımız bakalım bu defa kafasını kaldırıp, “aaa, güneş” diyecek mi? Yoksa, kafasını nükleere gömmeye devam mı edecek?
26 saat havada kaldı
Dünyanın güneş enerjisiyle gerçekleştirilen en uzun uçuşu, “Solar Impulse” adı verilen prototip bir uçakla yapıldı. Sadece tek bir pilot taşıyabilen uçak güneş enerjisini 63 metreyi bulan kanatlarına yerleştirilmiş 12 bin güneş hücresi vasıtasıyla elektriğe çeviriyor, dört motorunu çalıştırıp fazla enerjiyi de motorların arkasına yerleştirilmiş akülere depoluyor. Böylece gündüz depolanan fazla enerji uçağın gece de uçmasını sağlıyor. Kalkış sırasında da yine sadece güneş enerjisi kullanılıyor. İsviçre'nin başkenti Bern'den 7 Temmuz'da havalanan Solar Impulse, 26 saatlik rekor uçuşuyla güneş enerjisiyle çalışan uçaklar içinde bugüne kadar en uzun süre havada kalan uçak olmanın yanı sıra 8700 m yüksekliğe çıkarak da en yükseğe çıkan temiz enerjiyle çalışan hava aracı oldu. Gündüz depolanan enerjinin fazlalığı da sevindiriciydi. Gece boyunca havada kalan uçağın akülerinde güneş yeniden doğduğunda hala üç saat kadar uçağı havada tutacak elektrik enerjisi depolanmıştı.
Saatte ortalama 70 km
Karbonfiberden yapılan 1600 kilogram ağırlığındaki uçağın dört motoru toplam 40 beygir gücünde. Yüzde 12 verimle çalışan güneş hücreleri, 24 saatlik dilim boyunca metrekare başına ortalama 250 watt elektrik enerjisine eşdeğer güneş ışığı alıyor. Uçakta 200 metrekarelik güneş hücresi kullanılmış. Bu da, ortalama 8 beygir gücüne yakın (6 kW) güç üretiyor. 1903 yılında ilk motorlu uçuşu gerçekleştiren Wright kardeşlerinin uçağının gücüne yakın. Uçak 35 km hızla kalkıyor, saatte yine ortalama 70 km hızla yol alabiliyor. Yerden yüksekliği 6,40m, uzunluğu ise 21 metrenin biraz üzerinde. Uçağın bilgisayar donanımı enerjinin verimli kullanılasına yardımcı oluyor.
Hedef dünya turu
Uçağın prototip olduğu, sadece bir pilot taşıdığı ve bu teknolojinin yolcu uçaklarına uygulanmasının şu an için zor olduğu ortada. Unutmamak gerekir ki, ilk uçaklarda sadece uygun hava koşullarında ve tek pilotla bundan daha kısa süre ve mesafelerde uçarak yola koyulmuştu. Teknoloji çok çabuk gelişti. Bu nedenle “Solar Impulse”ın uçuşu, projenin yaratıcılarından Bertrand Piccard'ın da belirttiği gibi bir dönüm noktası. Piccard, “Bizi bir başka tam gün uçuşundan, sürekli uçuş efsanesini gerçekleştirmekten hiçbir şey alıkoyamaz” diyor. El Cezire televizyonuna verdiği demeçte ise Piccard, yenilenebilir enerjilere sırtını dönenlere imalı mesajlar gönderiyordu. Şimdi, ekibin hedefleri arasında 2013'te dünyanın çevresinde tur atmak ve Atlantik Okyanusu'nu geçmek var.
Anlayana sivrisinek saz...
Güneş enerjisini anlamak, uygulamaya geçirmek bir vizyon işi. Türkiye'nin en büyük sorunu da günümüzdeki politikacı ve liderlerin vizyonsuzluğu. Şu andaki seçenekler içerisinde, geleceğin enerji sorununu çözme potansiyeline gerçek anlamda sahip tek kaynak olan güneşi görmek, istikbalin göklerde olduğunu anlamak için daha kaç örnek lazım?
“Solar Impulse”ı Ankara semalarında mı uçurmalı acaba?
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Prof. Tolga Yarman'dan milletvekillerine çağrı
Türkiye'nin sayılı nükleer mühendislerinden, Başbakanlık Atom Enerjisi Kurumu Danışma Kurulu ve Nükleer Güvenlik Komitesi Eski Üyesi Prof. Tolga Yarman'ın miletvekillerine yazdığı 5 Temmuz 2010 tarihli mektubu aynen yayımlıyorum. Yayılmasına katkıda bulunmanızı rica ediyorum. Dilerseniz siz de, milletvekillerimizin eline geçtiğinden emin olmak amacıyla bölge milletvekillerinize iletebilirsiniz.
***
Degerli Milletveklili:
Asagidaki, keza ekli, iki yazimi, onemle dikkatine sunuyorum... Vicdaninla bas basa kalarak davranman, sorumlulugunun bas geregidir...
Guzel dileklerimle, sevgiler, saygilar sunuyorum...
T. Yarman*
Rusya ile anlaşma itibariyle, kısaca Akkuyu ve nükleer:
Milletvekillerimiz, çok alaturka duran anlaşmaya, "hayır" demelidirler!..
Hem ekonomik, hem de çevresel ve toplumsal maliyetleriyle en pahalı enerji üretim tesislerinden olan nükleer santrallerin inşası, Dünya’da, genel olarak, belirgin bir duraksama göstermektedir. Bu bağlamda, öncelik, gitgide daha yoğun olarak, "enerjinin verimli kullanımına" ve "yenilenebilir kaynaklara" kaydırılmaktadır.
Türkiye, bugün, Hükümet'in Rusya'yla kapalı kapılar arkasında imzalayıp, hızla TBMM'den geçirmek istediği ikili nükleer anlaşmayla, üstelik ülkemizin hiç bir ciddi nükleer örgütlenme ve ehliyet birikimi olmaksızın, tersine, atom enerjisi yönetiminin, yakın geçmişte sergilediği tam anlamıyla, "bilgi özürlü örnekler" ortada dururken, sonu katiyen belli olmayan bir "nükleer maceraya", sürüklenmektedir. Bu anlaşmayla aynı zamanda kuşaklar boyunca sürecek, o da her şey tıkır tıkır işleyecek olsa dahi, düzinelerce milyar dolarlık bir mâli yükün altına, sokulmaktayız.
Her biri Keban Barajı gücünde, dört, nükleer santralin bugün, Akkuyu mevkiine kurulmak istenmesi, hazindir... Akdeniz Bölgemiz, bizim misafir odamızdır... Buraya kurulacak nükleer santraller, "kaş yapalım" derken, göz çıkartacaktır. Turizmi ciddi olarak, olumsuz etkileyecektir... Akdeniz Bölgemiz'in, sebze ve meyve tüketimini de gayet olumsuz etkileyecektir.
Fazla olarak Akdeniz suyu, çok sıcaktır... Buraya kurulacak santral, Karadeniz'e kurulacak olması durumunda sağlayacağı verimin onda bir kadar, daha azını, sağlar... Bu ise, yirmi milyar dolarda iki milyar dolar demektir ki, bu başlı başına bir Keban Barajı ederini, işaret eder...
Kestirme deyişle, "sıcak suyla", nükleer santral soğutmak, bugün için hiç aklı kârı değildir; böyle bir zorunluluk yoktur...
Bütün bu gerekçeler, 1999'daki Hükûmet Enerji Zirvesi'nde, tarafımdan dile getirilmiş olup; üç koalisyon ortağından oluşan günün Ecevit Hükûmeti; Akkuyu'a nükleer santral tesisinden, oybirliğiyle vaz geçmistir... 1976’da, Akkuyu’ya, Türkiye Elektrik Kurumu’nun istemi uzantısında, fevkalade kıvanç duyduğumuz, çalışmalar uzantısında, lisans verilirken, ortada ne 1979 Three Miles Island (Penisilvanya, ABD), ne de Çernobil (Ukrayna, Sovyetler Birliği) nükleer kazaları vardı, ne de dolayısıyla, nükleerin turizme, sebze, meyveye etkisinin dikkate alınmasını, gerektirecek ölçütler. Fazla olarak, o tarihte, soğuk savaş dorukta olup, Genelkurmay Başkanlığımız, Trakya Bölgemiz’in Karadeniz sahiline; gerek Yunanistan’a gerekse de ve bilhassa Bulgaristan’a yakın olması sebebiyle, nükleer santral tesisi izni vermiyordu. Ayrıca nükleer enerji üretimi o tarihte, bir zorunluluk olarak algılanıyordu… Bütün bu denklemler yol boyu çok değişti.
Kanunî Sultan Süleyman zamanında, Taksim Meydanı’na, ayrıca gayet saygın teknik çalışmalar uzantısında bir hamam kurma ruhsatı verilmiş olsa; bugün artık o ruhsatla Taksim’de, şimdi Cumhuriyet Abidesi’nin bulunduğu yere hamam kurma iddiasını ileriye sürmek ne kadar abesse, 1976’da Akkuyu’ya verilen ruhsatla, bugün oraya nükleer santral kurmaya kalkışmak, işte o kadar abestir.
Akkuyu'ya kurulacak nükleer santraller, bugün artık, misafir odamızda, halının üzerine konmaya yeltenilen, "lâzımlık" gibi, durmaktadır... Bu çerçevede, traji-komiktir...
Bu konuda, onca uyarımıza rağmen, hala daha hiç bir etüdün yapılmamış olması Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ciddiyetiyle, hiç bir bicimde, bağdaşmamaktadır...
Milletvekillerimiz, çok alaturka duran, anlaşmaya, "Hayır!" demelidirler…
*Profesör Nük. Müh. Tolga Yarman,
Ph.D., Massachusetts Institute of Technology,
1972 Başbakanlık Atom Enerjisi Kurumu Danışma Kurulu ve Nükleer Güvenlik Komitesi Eski Üyesi
***
Degerli Milletveklili:
Asagidaki, keza ekli, iki yazimi, onemle dikkatine sunuyorum... Vicdaninla bas basa kalarak davranman, sorumlulugunun bas geregidir...
Guzel dileklerimle, sevgiler, saygilar sunuyorum...
T. Yarman*
Rusya ile anlaşma itibariyle, kısaca Akkuyu ve nükleer:
Milletvekillerimiz, çok alaturka duran anlaşmaya, "hayır" demelidirler!..
Hem ekonomik, hem de çevresel ve toplumsal maliyetleriyle en pahalı enerji üretim tesislerinden olan nükleer santrallerin inşası, Dünya’da, genel olarak, belirgin bir duraksama göstermektedir. Bu bağlamda, öncelik, gitgide daha yoğun olarak, "enerjinin verimli kullanımına" ve "yenilenebilir kaynaklara" kaydırılmaktadır.
Türkiye, bugün, Hükümet'in Rusya'yla kapalı kapılar arkasında imzalayıp, hızla TBMM'den geçirmek istediği ikili nükleer anlaşmayla, üstelik ülkemizin hiç bir ciddi nükleer örgütlenme ve ehliyet birikimi olmaksızın, tersine, atom enerjisi yönetiminin, yakın geçmişte sergilediği tam anlamıyla, "bilgi özürlü örnekler" ortada dururken, sonu katiyen belli olmayan bir "nükleer maceraya", sürüklenmektedir. Bu anlaşmayla aynı zamanda kuşaklar boyunca sürecek, o da her şey tıkır tıkır işleyecek olsa dahi, düzinelerce milyar dolarlık bir mâli yükün altına, sokulmaktayız.
Her biri Keban Barajı gücünde, dört, nükleer santralin bugün, Akkuyu mevkiine kurulmak istenmesi, hazindir... Akdeniz Bölgemiz, bizim misafir odamızdır... Buraya kurulacak nükleer santraller, "kaş yapalım" derken, göz çıkartacaktır. Turizmi ciddi olarak, olumsuz etkileyecektir... Akdeniz Bölgemiz'in, sebze ve meyve tüketimini de gayet olumsuz etkileyecektir.
Fazla olarak Akdeniz suyu, çok sıcaktır... Buraya kurulacak santral, Karadeniz'e kurulacak olması durumunda sağlayacağı verimin onda bir kadar, daha azını, sağlar... Bu ise, yirmi milyar dolarda iki milyar dolar demektir ki, bu başlı başına bir Keban Barajı ederini, işaret eder...
Kestirme deyişle, "sıcak suyla", nükleer santral soğutmak, bugün için hiç aklı kârı değildir; böyle bir zorunluluk yoktur...
Bütün bu gerekçeler, 1999'daki Hükûmet Enerji Zirvesi'nde, tarafımdan dile getirilmiş olup; üç koalisyon ortağından oluşan günün Ecevit Hükûmeti; Akkuyu'a nükleer santral tesisinden, oybirliğiyle vaz geçmistir... 1976’da, Akkuyu’ya, Türkiye Elektrik Kurumu’nun istemi uzantısında, fevkalade kıvanç duyduğumuz, çalışmalar uzantısında, lisans verilirken, ortada ne 1979 Three Miles Island (Penisilvanya, ABD), ne de Çernobil (Ukrayna, Sovyetler Birliği) nükleer kazaları vardı, ne de dolayısıyla, nükleerin turizme, sebze, meyveye etkisinin dikkate alınmasını, gerektirecek ölçütler. Fazla olarak, o tarihte, soğuk savaş dorukta olup, Genelkurmay Başkanlığımız, Trakya Bölgemiz’in Karadeniz sahiline; gerek Yunanistan’a gerekse de ve bilhassa Bulgaristan’a yakın olması sebebiyle, nükleer santral tesisi izni vermiyordu. Ayrıca nükleer enerji üretimi o tarihte, bir zorunluluk olarak algılanıyordu… Bütün bu denklemler yol boyu çok değişti.
Kanunî Sultan Süleyman zamanında, Taksim Meydanı’na, ayrıca gayet saygın teknik çalışmalar uzantısında bir hamam kurma ruhsatı verilmiş olsa; bugün artık o ruhsatla Taksim’de, şimdi Cumhuriyet Abidesi’nin bulunduğu yere hamam kurma iddiasını ileriye sürmek ne kadar abesse, 1976’da Akkuyu’ya verilen ruhsatla, bugün oraya nükleer santral kurmaya kalkışmak, işte o kadar abestir.
Akkuyu'ya kurulacak nükleer santraller, bugün artık, misafir odamızda, halının üzerine konmaya yeltenilen, "lâzımlık" gibi, durmaktadır... Bu çerçevede, traji-komiktir...
Bu konuda, onca uyarımıza rağmen, hala daha hiç bir etüdün yapılmamış olması Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ciddiyetiyle, hiç bir bicimde, bağdaşmamaktadır...
Milletvekillerimiz, çok alaturka duran, anlaşmaya, "Hayır!" demelidirler…
*Profesör Nük. Müh. Tolga Yarman,
Ph.D., Massachusetts Institute of Technology,
1972 Başbakanlık Atom Enerjisi Kurumu Danışma Kurulu ve Nükleer Güvenlik Komitesi Eski Üyesi
Çernobil'den 24 yıl sonra koyunlar temize çıktı
Özgür Gürbüz / 6 Temmuz 2010
Türkiye şuursuzca nükleer santral kurma hazırlıklarına devam ederken İskoçya'dan gelen bir haber unutturulmaya çalışılan gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi. 1986 yılında meydana gelen ve dünyanın en büyük teknoloji kazası olarak da bilinen Çernobil nükleer faciası sonucu dünyaya yayılan radyasyon bulutları eski Sovyetler Birliği'nden, Güney Afrika'ya kadar dev bir coğrafyayı etkilemişti.
Karadeniz'de gömdüler, İngiltere'de ölçtüler
İçinde başta Karadeniz olmak üzere Türkiye'nin de bulunduğu radyoaktif kirlenmeye uğrayan bu alanların bazıları 24 yıldır kontrol altında tutuluyordu. Türkiye'de radyasyonlu çaylar dere yataklarına, toprağa gömülüp yakılmaya, Karadeniz'de üretilen fındıklar okul ve kışlalarda vatandaşlara yedirilmeye çalışılırken, Büyük Britanya'da yetkililer kazayı gizlemek ve nükleerin adına leke düşürmemek gibi anlamsız çabaların yerine vatandaşlarının en az zararla bu felaketi atlatmasına çalışıyordu.
23 çiftlik yıllarca kontrol edildi
İskoçya'nın hayvancılık merkezi olarak da kabul edilen güneybatı ve merkez bölgelerindeki çiftliklerde Gıda Standartları Ajansı tarafından çeyrek asıra yakın bir zamandır düzenli kontroller yapılıyordu. Koyunların etlerinde kilo başına 1000 bekarelden fazla radyoaktivitiye rastlandığında bu etlerin pazara çıkması engelleniyordu. 1987 yılında 73 çiftlik kontrol altındaydı. 2009 yılına gelindiğinde düzenli olarak kontrol edilen koyun sayısı 3 bine kadar indi. Şubat 2010'da iki alan üzerinde hayvan otlatma yasağı devam etti. Bu alanlardan bir tanesi tarım alanı olarak kullanılmamaya başlandı, diğeri ise 21 Haziran itibariyle radyasyon değerlerinin düşmesiyle kullanıma açıldı.
İskoçya'da yayımlanan Sunday Herald (The Herald) gazetesinde 4 Temmuz günü yayımlanan makale, bu son adımla birlikte artık bu uygulamanın sona erdiğini, kazadan 24 yıl sonra koyunların otladığı çayırlardaki radyasyon miktarının güvenlik sınırlarının aşağısına düştüğünü yazdı. Tam 24 yıl sonra, Çernobil'den 2300 km uzaklıkta yaşananların başta Enerji Bakanı ve önümüzdeki günlerde Meclis'e gelecek olan nükleer anlaşmaya “evet” oyu vermeye hazırlanan milletvekillerinin gözlerini açmasını umuyorum.
Unutmayın, ne Mersin bize Kiev kadar uzak, ne de yapılması düşünülen nükleer santral Çernobil'dekinden farklı. Ecemiş Fay Hattı üzerine, Türkiye'nin Akdeniz'deki turizm potansiyelini yok etme pahasına nükleer santral kurmaya çalışmak gerçekten de akıl karı değil. Türkiye'nin nükleere muhtaç olmadığını hesap kitap bilen herkes biliyor. Halkı aptal yerine koymak iyi bir şey değil. Bir politikacı içinse adeta sonun başlangıcı.
Türkiye şuursuzca nükleer santral kurma hazırlıklarına devam ederken İskoçya'dan gelen bir haber unutturulmaya çalışılan gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi. 1986 yılında meydana gelen ve dünyanın en büyük teknoloji kazası olarak da bilinen Çernobil nükleer faciası sonucu dünyaya yayılan radyasyon bulutları eski Sovyetler Birliği'nden, Güney Afrika'ya kadar dev bir coğrafyayı etkilemişti.
İçinde başta Karadeniz olmak üzere Türkiye'nin de bulunduğu radyoaktif kirlenmeye uğrayan bu alanların bazıları 24 yıldır kontrol altında tutuluyordu. Türkiye'de radyasyonlu çaylar dere yataklarına, toprağa gömülüp yakılmaya, Karadeniz'de üretilen fındıklar okul ve kışlalarda vatandaşlara yedirilmeye çalışılırken, Büyük Britanya'da yetkililer kazayı gizlemek ve nükleerin adına leke düşürmemek gibi anlamsız çabaların yerine vatandaşlarının en az zararla bu felaketi atlatmasına çalışıyordu.
23 çiftlik yıllarca kontrol edildi
İskoçya'nın hayvancılık merkezi olarak da kabul edilen güneybatı ve merkez bölgelerindeki çiftliklerde Gıda Standartları Ajansı tarafından çeyrek asıra yakın bir zamandır düzenli kontroller yapılıyordu. Koyunların etlerinde kilo başına 1000 bekarelden fazla radyoaktivitiye rastlandığında bu etlerin pazara çıkması engelleniyordu. 1987 yılında 73 çiftlik kontrol altındaydı. 2009 yılına gelindiğinde düzenli olarak kontrol edilen koyun sayısı 3 bine kadar indi. Şubat 2010'da iki alan üzerinde hayvan otlatma yasağı devam etti. Bu alanlardan bir tanesi tarım alanı olarak kullanılmamaya başlandı, diğeri ise 21 Haziran itibariyle radyasyon değerlerinin düşmesiyle kullanıma açıldı.
İskoçya'da yayımlanan Sunday Herald (The Herald) gazetesinde 4 Temmuz günü yayımlanan makale, bu son adımla birlikte artık bu uygulamanın sona erdiğini, kazadan 24 yıl sonra koyunların otladığı çayırlardaki radyasyon miktarının güvenlik sınırlarının aşağısına düştüğünü yazdı. Tam 24 yıl sonra, Çernobil'den 2300 km uzaklıkta yaşananların başta Enerji Bakanı ve önümüzdeki günlerde Meclis'e gelecek olan nükleer anlaşmaya “evet” oyu vermeye hazırlanan milletvekillerinin gözlerini açmasını umuyorum.
Unutmayın, ne Mersin bize Kiev kadar uzak, ne de yapılması düşünülen nükleer santral Çernobil'dekinden farklı. Ecemiş Fay Hattı üzerine, Türkiye'nin Akdeniz'deki turizm potansiyelini yok etme pahasına nükleer santral kurmaya çalışmak gerçekten de akıl karı değil. Türkiye'nin nükleere muhtaç olmadığını hesap kitap bilen herkes biliyor. Halkı aptal yerine koymak iyi bir şey değil. Bir politikacı içinse adeta sonun başlangıcı.
Desa'da grev sil baştan
Özgür Gürbüz / 5 Temmuz 2010
Deri-İş Sendikası'nın Desa'da örgütlenme çalışmaları iki yılı aşkın bir süredir devam ediyor. 2009 Ağustos ayında sendika ve işveren arasında imzalanan protokol sonucu sorunların çözüldüğü düşünülürken, Deri-İş'ten yapılan açıklama durumun hiç de sanıldığı gibi olmadığını anlatıyor.
İşverenin çeşitli bahanelerle işçileri işten attığını belirten Deri-İş yetkilileri, sendika üyesi işçilerin de tekrar işten çıkarılmaya başlandığına dikkat çekiyor. Daha da önemlisi, Desa malarını boykoto yönelik uluslararası kampanya tekrar başlatıldı. Desa sadece kendi adıyla satış yapmıyor, Prada, Mulbery, Debenhams, Marks & Spencer ve El Corte Ingles gibi markalara da mal üretiyor. Uluslararası "Temiz Elbise Kampanyası" yine tüm dünyadaki tüketicileri Desa ve onun üretim yaptığı lüks markaları boykot etmeye çağırıyor. Daha önce yapılan kampanya başarılı olmuş, Desa yöneticileri sendikayla masaya oturmaya razı olmuştu.
Desa grevi, Düzce'deki üretim merkezindeki işçilerin ve İstanbul Sefaköy'de tek başına greve çıkan türbanlı Emine Aslan'ın tek başına aylarca fabrika kapısındaki direnişiyle kamuoyunda duyurulmuştu. Aktüel Dergisi'nde çalıştığım sırada bir tam gün, Emine Aslan'la kapıda beklemiş, geceyi evlerinde geçirmiştim. O gün içerisinde, "özel bir kişinin" ciddi koruma tedbirleri altında fabrikadan alışverişe geldiğine şahit olduk. Polisler görüntü almamıza izin vermese de alışverişe gelenin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan olduğu bilgisi bize ulaştı. Bilgiyi resmi ağızlardan onaylatamadığım için ancak iddia olarak yazabiliyorum. Hazırladığımız haber de Aktüel dergisinde hiç yayımlanmadı... Nedenini ben ve birkaç kişi biliyor.
Deri-İş Sendikası'nın Desa'da örgütlenme çalışmaları iki yılı aşkın bir süredir devam ediyor. 2009 Ağustos ayında sendika ve işveren arasında imzalanan protokol sonucu sorunların çözüldüğü düşünülürken, Deri-İş'ten yapılan açıklama durumun hiç de sanıldığı gibi olmadığını anlatıyor.
İşverenin çeşitli bahanelerle işçileri işten attığını belirten Deri-İş yetkilileri, sendika üyesi işçilerin de tekrar işten çıkarılmaya başlandığına dikkat çekiyor. Daha da önemlisi, Desa malarını boykoto yönelik uluslararası kampanya tekrar başlatıldı. Desa sadece kendi adıyla satış yapmıyor, Prada, Mulbery, Debenhams, Marks & Spencer ve El Corte Ingles gibi markalara da mal üretiyor. Uluslararası "Temiz Elbise Kampanyası" yine tüm dünyadaki tüketicileri Desa ve onun üretim yaptığı lüks markaları boykot etmeye çağırıyor. Daha önce yapılan kampanya başarılı olmuş, Desa yöneticileri sendikayla masaya oturmaya razı olmuştu.
Desa grevi, Düzce'deki üretim merkezindeki işçilerin ve İstanbul Sefaköy'de tek başına greve çıkan türbanlı Emine Aslan'ın tek başına aylarca fabrika kapısındaki direnişiyle kamuoyunda duyurulmuştu. Aktüel Dergisi'nde çalıştığım sırada bir tam gün, Emine Aslan'la kapıda beklemiş, geceyi evlerinde geçirmiştim. O gün içerisinde, "özel bir kişinin" ciddi koruma tedbirleri altında fabrikadan alışverişe geldiğine şahit olduk. Polisler görüntü almamıza izin vermese de alışverişe gelenin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan olduğu bilgisi bize ulaştı. Bilgiyi resmi ağızlardan onaylatamadığım için ancak iddia olarak yazabiliyorum. Hazırladığımız haber de Aktüel dergisinde hiç yayımlanmadı... Nedenini ben ve birkaç kişi biliyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)