Genç işadamlarının temiz enerji hedefi 2023’te yüzde 20

Genç işadamlarının temiz enerji hedefi 2023’te yüzde 20 Türkiye Genç İşadamları Derneği (TÜGİAD) Enerji Komisyonu Başkanı Ufuk Ünal, Türkiye'nin 2023 yılında enerjisinin yüzde 20'sini yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarından üretebileceğini öngörüyor.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 28 Nisan 2009

Türkiye’nin enerji sorununa çözüm bulmak için yapılan çalışmalara bir yeni proje de, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve Türkiye Genç İşadamları Derneği’nden (TÜGİAD) geldi. Yeni ve yenilenebilir enerji teknolojilerini araştırmak için bir “enerji üssü” kurma konusunda geçtiğimiz günlerde protokol imzalayan İTÜ Enerji Enstitüsü ve TÜGİAD, İstanbul’da buldukları arazi için Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan yanıt bekliyor. Kurulacak enstitüde, rüzgar türbinleri, güneş pilleri, aküler ve yakıt hücreleri gibi başlıklarda çalışmalar yürütülecek, girişimciler bu yeni enerji üretim ve depolama teknolojilerine finansal destek sağlarken üniversite ise bilgi birikimi, teknik ve akademik altyapısıyla projeye destek sağlayacak.

2012 sonrası Kyoto sürecine katılan Türkiye için ortaya çıkacak yeni fon ve teşvik mekanizmaları da değerlendirilmeye çalışılacak. 2023 yılında Türkiye’nin enerji ihtiyacının yüzde 20’sinin bu yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanabileceğini belirten TÜGİAD Enerji Komisyonu Başkanı Ufuk Ünal, üniversiteyle birlikte oluşturulacak olan platformun iş dünyasına ortak teşvik ve lobi desteği sağlayacağını da söylüyor. Bu hedefe ulaşabilmek için bir politika belirlediklerini belirten Ünal, “Yeni enerji teknolojilerine fevkalede bir ilgi var. 2023 Türkiye’sinde, yeni enerji projelerinde teknoloji üretmiş, bu konuda yatırımlar yapabilmiş, hem teknoloji hem de enerji satabilen bir Türkiye politikası oluşturduk” diyor. Kurulması düşünülen “enerji üssü” için İstanbul’da buldukları araziyle ilgili gerekli izinleri bekleyen TÜGİAD, burada Amerika ve Avrupa’da görülen enstitü-teknopark modeline benzeyen bir yapılanma oluşturacaklarını, sürece bürokrasiye de katarak Türkiye için örnek çalışmaların oluşturulacağı bir platform yaratmayı amaçlıyor. Çalışacakları konuları yenilenebilir başlığı altında değil yeni ve yenilenebilir başlığı altında ikiye ayırdıklarını belirten Ünal, “Yenilenebilir bize göre aslında dünyanın eskittiği bir teknoloji. Bizim gibi yatırımlarda geri kalmış ülkelerde yenilenebilir dendiğinde yeni bir enerji teknolojisi olarak adlandırılıyor. Aslında yenilenebilir başlığı altında ve gerçekten yeni olan plazma, hidrojen ve yeni güneş enerjisi teknolojileri var. Hepsi yenilenebilir altında geçse de diğerlerine göre yeni kaynaklar” diyor.

***
“Türkiye’yi geçiş coğrafyasından kaynak coğrafyasına taşımak lazım”
Ufuk Ünal TÜGİAD Enerji Komisyonu Başkanı

Bizim içinde bulunduğumuz çevrede ülkelerin demokrasi adı altında sınırları, yönetimleri, liderleri özerk yapıları değişiyor. Ana sebeplerden bir tanesi enerji paylaşımı. Dünyanın ihtiyacı olduğu enerjinin bizim yakın coğrafyamızda bulunmuş olması. Başkalarının çok rahat oynayabildiği bu alanda biz de söz sahibi olmalıyız diye düşündük. Doğal olarak, onların sahip olduğu konvansiyonel yataklar, potansiyeller üzerine mevcut politikaları düzenlemek yerine biz genç girişimciler olarak yeni enerji, teknoloji ve yatırımların hakim olması için ne yapabiliriz diye düşündük. Türkiye’yi geçiş coğrafyasından çıkarıp kaynak coğrafyasına taşımak istedik.

Genlerini değiştirsek de mi yesek, değiştirmeden mi yesek?

Hormonlu domates yıllardır tüketicinin korkulu rüyası oldu. Şimdi, hormonlu domates korkusuna bir de genleri değiştirilmiş ürünler eklendi. Aralarında mısır, pirinç, soya ve patatesin de olduğu onlarca genleri değiştirilmiş ürünün ne kadar sağlıklı olduğu ise tartışma konusu

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 25 Nisan 2009

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ya da kısa adıyla GDO’lar, genetik mühendisliğinin gelişmesiyle bitki türleri üzerinde yapılan değişiklikler sonucu ortaya çıkarılan yeni ürünleri ifade ediyor. Bu teknolojiyle zararlı böceklere karşı direnen bitkiler üretmek mümkün. GDO’lu ürünlerin ne kadar sağlıklı olduğu ise ayrı bir tartışma konusu. Bu ürünlerin üretimini yapan Monsanto, Syngenta gibi şirketler ile sivil toplum örgütleri arasında ciddi bir tartışma sürüyor. Şirketlerin lobi faaliyetleri politikacılar, bilim insanları ve hatta bazı sivil toplum örgütlerine kadar uzanabiliyor. Kimilerine göre dünyanın sonu, kimilerine göreyse kurtuluşu. Amerika kıtasında üretim artarken Avrupa Birliği konuya temkinli yaklaşıyor. Bilim insanları da konu hakkında farklı görüşlere sahip.

Yüzde 30 daha ucuz
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz, GDO’lu ürünlerin kullanılmasını savunuyor ve karşı çıkanları olaya teknik açıdan hakim olmamakla suçluyor. GDO’lu ürünlerin maliyetlerde yüzde 30 oranında indirim sağladığını belirten Açıkgöz, “Arjantin’in tarımla ilgili ihracatı 25 milyar dolardan 75 milyar dolara çıktı. Bunun da en büyük nedeni GDO’lu soyanın buğday tarlalarına ikinci ürün olarak ekilebilmesi” diyor. Genleri değiştirilmiş soya tohumları buğday tarlalarındaki zararlıları yok ederek kendilerine yetişmek için uygun ortam hazırlıyor. Çevre için zararları konusunda ise Açıkgöz, “Adana’da pamuk için yılda 15 kez ilaç yaptığınız oluyor. İlaçlama sayısını ikiye indirdiğinizde hem maliyet hem de ilaç kalıntısı bırakmadığınız için olumlu katkısı oluyor” diyor. Açıkgöz, sadece hayvan yemi olarak üretilen Starlink mısırının insanlara yanlışlıkla verilmesi sonucu alerjik bir reaksiyon görüldüğünü belirtiyor. Ayrıca, GDO’ların antibiyotiklere olan direnci düşürdüğü, kanser ve Alzaymır gibi hastalıkları tetiklediği öne sürülüyor.

Hiç masum değiller
Yıldız Teknik Üniversitesi Biyomühendislik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şeminur Topal, GDO teknolojisinin henüz masumiyetini ispatlamış bir teknoloji olmadığını söylüyor. “Ranta dayalı ve dayatmacı” olarak nitelediği teknolojinin gıda sorununu çözeceği iddiasının da doğru olmadığını belirtiyor. “Günümüzde besin olarak kullanılan 150 çeşit var. Bunların 15 tanesi dünya nüfusunun yüzde 90’ını besliyor. Transgenik çalışmalar, bu 15 ürünün 9’u üzerinde gerçekleştiriliyor” diyen Topal, araştırmaların yeni ürünler üzerinde değil, kar oranı yüksek ürünlerle ilgilendiğine dikkat çekiyor. Sağlıkta, biyoteknolojinin çok önemli faydaları olmasına rağmen yatırımların tarıma odaklandığını belirten Topal, “Sağlık sektöründe biyoteknolojiye ayrılan pay yüzde 69 olduğunda getirisi yüzde 33’te kalıyor. Tarımda ise aynı bütçenin yüzde 31’ini harcadığınızda yüzde 77’lik kar sağlanıyor” diyor.

GDO'nun bizde ekimi yasak
GDO’ların Türkiye’de ekiminin yasak olduğu belirtilse de ülkeye girişinde ciddi bir kontrol yok. İthalatçı beyanında GDO olmadığının söylenmesi yetiyor. Hayvan yemi olarak mısır ve soya başta olmak üzere yüksek miktarda GDO’lu ürün ülkeye giriyor. Kaçak tohumlar da cabası. Yem olarak gelen ürünlerin un fabrikalarından ekmek, nişasta eldesi yoluyla şeker olarak çıktığını konuştuğumuz herkes kabul ediyor. Biyogüvenlikle ilgili yasa ise 2002’den beri Meclis’te bekliyor.

Türkiye'nin seragazı artış hızını “Kyoto” da kesemedi

İklim değişikliğine yol açan seragazları miktarında en yüksek artış rekorunu elinde bulunduran Türkiye’nin hızını, Kyoto Protokolü de kesemedi. 2006 yılında 332 milyon ton olan seragazı miktarı 2007 yılında tarihi bir artışla 40 milyon ton daha yükselerek 372 milyon tona ulaştı.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 22 Nisan 2009

Türkiye'nin atmosfere saldığı seragazı miktarında 1990'dan bu yana en büyük artış gerçekleşti. 2006 yılında 332 milyon ton olan toplam seragazı miktarı 2007 yılı sonunda 40 milyon ton artarak 372 milyon tona ulaştı. Bu, 1990'dan bu yana gerçekleşen en büyük yıllık artış. Türkiye, 1990-2006 yılları arasında seragazı artış hızında yüzde 95 ile zaten dünya birincisiydi. 2007 sonunda bu oran yüzde 119'u buldu.

Enerji başı çekiyor
Toplam 372 milyon ton seragazının büyük bir bölümü, 288 milyon tonu enerji sektöründen kaynaklanıyor. Enerjiyi 31 milyon tonla atıklar, 26’şar milyon tonla da tarım ve sanayi izliyor. 2007 yılında meydana gelen 40 milyon tonluk artışın 30 milyon tonu yine enerji kaynaklı. Tarım kaynaklı seragazları da geçtiğimiz yıla göre 10 milyon ton artmış durumda. Buna karşın sanayinin payında 2 milyon tonluk bir azalma meydana geldi. Başta karbondioksit olmak üzere, metan, hidro-floro-karbonlar gibi seragazları, özellikle fosil yakıtlar olarak adlandırılan kömür, petrol ve doğalgazın yakılmasıyla ortaya çıkıyor ve atmosferde gereğinden fazla birikerek dünyanın ısınmasına yol açıyor.

Pazarlık zorlaştı
Türkiye’nin 2004 yılında imza koyduğu İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması gereği her yıl Birleşmiş Milletler’e verdiği raporlarda belirtilen yeni rakamlar, bu yıl sonunda Kopenhag’ta ortaya çıkacak yeni anlaşma öncesi Türkiye’nin pazarlık şansını azaltacağa benziyor. Aralık ayında Kopenhag’ta yapılacak toplantıda Kyoto Protokolü benzeri ancak daha yüksek indirim hedeflerine sahip yeni bir protokolün ortaya çıkması bekleniyor. Bu yeni anlaşmaya, ileri gelişmiş ülke olarak imza atmayı planlayan Türkiye, diğer ülkeler gibi seragazı miktarlarını 1990 yılı altına çekmeyi değil, ileriki yıllarda bu yüksek artış hızını azaltmayı önererek pazarlık yapmayı hedefliyordu. Yeni rakamlardan sonra Türkiye’nin bu isteğinin daha zor kabul göreceğini söylemek mümkün. Seragazı emisyonlarında bir başka kriter de kişi başına düşen emisyon miktarları. 71 milyon nüfuslu Türkiye için 372 milyon tonluk seragazı emisyonu, kişi başına 5,23 tona denk düşüyor. Avrupa Birliği’ne üye 25 ülkenin ortalaması 10, dünya ortalaması ise 4,3 ton civarında.

***
Seragazı emisyonları (milyon ton CO2 eşdeğeri)
1990 * 1995 * 2000 * 2005 * 2006 * 2007
170,06 * 220,72 * 279,96 * 312,42 * 331,76 * 372,6