Bizim insanlarımızın çoğu oldum olası güçlüyü sever. Güçlünün yanında durur, onu destekler. Ne zaman güçlü kaybetmeye başlar, etrafındakiler de pılı pırtıyı toplayıp başka kapıya gider. Politikada da böyle, futbolda da. Demirel, Menderes ve Özal’ı hatırlayın. İyi günde yanlarında olanlar kötü günde yok oldular. İstanbul’u hiç görmemiş bir kişinin İstanbul takımlarını desteklemesi de buna benzer. Şampiyonluk şansınız yoksa taraftarınız da yoktur. Hep yenenden, en büyükten yana oluruz. Ofsayttan gol atsak da galip geldiğimize seviniriz.
Başbakan Erdoğan iktidara geldiğinden beri bu “güçlülük stratejisi” faaliyette.
Erdoğan’a verilen destek artık icraatlarından çok, “güçlü” duruşuyla ilgili.
Orduya diz çöktüren, İsrail’e laf söyleyen Erdoğan portresi iktidarın temel
dayanağı. Parti içinde bile bu hava hakim, eleştiri ondan yok. Kimsenin onu karşısında
duramayacağı izlenimi gün geçtikçe pekiştirildi. Öyle ki, çok iyi hatip olduğu
iddia edilen Erdoğan, televizyonlarda siyasi rakiplerinin karşısına bile çıkmaz
oldu. Bun rağmen kimse onun korkup kaçtığını söyleyemedi, güçlü olduğuna
muhalefet bile inanmıştı. Hep ve tek o konuştu. Medya gücü perçinlemenin
parçasıydı, ele geçirildi. Bu sayede tek onu dinler, tek onun gündemini konuşur
hale geldik. Bu da Erdoğan’ı daha güçlü gösterdi. Ta ki baş belası sosyal
medyanın keşfine kadar. 3 Haziran 2012 tarihinde Birgün’de yazdığım,
“Başbakanın gündeminden bize ne” başlıklı yazıda bu tehlikeye dikkat çekmeye
çalışıp, başbakan bizi dinlemiyorsa biz de onu dinlememeliyiz demiştim.
Gezi’den sonra işte bu oldu. Erdoğan dinlenmemeye başlandı ve toplumun büyük
bir kesimi üzerindeki etkisini yitirdi.
KENDİNE GÜVENİN YERİNİ KORKU ALDI
Erdoğan’ın gücüne güç katan medya değersizleşti. Gündemi
belirleme gücü halkın eline geçti. Başbakan 10 yıl boyunca kullandığı polemik
yaratan tüm sözcükleri bir konuşma metni içerisinde kullanmaya başladı. Kürtaj,
alkol yasağı, Taksim’e cami, Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkma hikâyeleri… Güçsüzleştikçe
kendine güvenin yerini korku aldı. Bu yüzden de yandaşlarını sokağa davet etme
gibi Türkiye için hiç hayırlı olmayacak çağrılar yaptı. Kendisinin de
inanmadığına emin olduğum, “camide içki içtiler” türünden üçüncü sınıf
yalanları bizzat dillendirdi. Yine de sonuç hüsran, tüm bunlar artık işlemiyor.
Kürtaj diyorlar sokaktan “biber gazı oley” sesleri geliyor. Sokaktaki halkın
derdi başka ve ısrarla aynı soruları soruyor. Parkımıza, kentimize ne olacak? Daha
fazla özgürlük mü vaat ediyorsun yoksa yasak mı? Yanıt alamadıkça da muktediri
dinlemeyi bırakıyorlar. Onlar dinlenmedikçe de muktedirin gücü azalıyor. Yapacağımız
en önemli şey dinlememek.
Her şey dört dörtlük değil haliyle. Dizilerle beyin
yıkayan kanalların yerine bir şey koymak zor. Yıllardır yeni bir fikir
üretmeden sadece politik söz dalaşları yazan yazarların kendilerini
değiştirmeleri kolay değil. Değişen politika yapma biçimini, sokağa çıkan
insanları anlamak çaba istiyor. Kürt sorunun çözümünün ağaçların özgürlüğünden
geçtiğini henüz anlatamadık. Yeşil politikanın esaslarını oluşturan bireysel
özgürlüklerin ve tüm canlıların yaşam hakkı savunusu meydanlara inmişken onu
yönlendirecek bir parti ortada yok. Tüm bunlara rağmen değişimi izlemek gibi
bir şansımız var. Sokaktaki gençler bize yol gösterecek.
ÇEVRECİLER SINAVI GEÇTİ
Gezi Parkı eylemlerinin ilk gününden beri doğru bir
söylem geliştiren ve direnişe destek veren çevre örgütlerine bir teşekkür
borcum var. ÇEKÜL, Doğa Derneği, Greenpeace, WWF ve TEMA Vakfı gibi
bilinenlerin yanı sıra kuş gözlemcilerden Ataköy Platformu’na kadar onlarca
örgüt parklarına, doğal ve kültürel değerlerine sahip çıkmak için gece gündüz
çalıştı. Bazen eleştiri oklarını yöneltsem de bu kuruluşlar geçen ay içinde
başarılı bir sınav verdi. 27 tanesi bir araya gelip Perşembe günü bir bildiri
yayımladı. İlk cümlesi durumu özetliyor: “Türkiye'de
doğaya ve insana karşı uygulanan şiddetin, ivedilikle son bulmasını arzu
ediyoruz”.
DURAN BABAM
Gezi Parkı direnişinin en önemli katkılarından biri,
sivil itaatsizliğin özellikle de duran adam eylemleriyle yaygın bir biçimde
kullanılması oldu. Sözlü ve fiziksel şiddetin hayatın her alanında görüldüğü
Türkiye için şiddet içermeyen sivil itaatsizlik eylemlerinin önemli bir kazanım
olduğunu düşünüyorum. Bir kısım medya, “bakışlarıyla 100 dükkânın camını kırdı”
gibi yaratıcı haberlerle bu eylemlere de çamur atmak isteyebilir ama boşuna.
Halk bu tarzı sevdi umarım bunu siyasi yelpazenin en ucundakiler de görüyordur.
Sivil itaatsizlik bizim evde pratiğe geçti bile. Babam bana mesaj atmış,
kendisini evde bırakıp konsere giden anneme karşı bir gün boyunca “evde duran
adam” eylemi yapacakmış. Babama ve duran adamlara destek olmak için ben de
Hindistan’ı İngilizlerden sivil itaatsizlik eylemleriyle kurtaran Gandhi’nin
sözlerini hatırlatmak istiyorum. Gezi Parkı yorumuyla.
Seni önce yok sayarlar (penguen) / Sonra alay ederler (çapulcu) / Sonra
seninle savaşırlar (gaz) / Sonra kazanırsın.