Özgür Gürbüz-BirGün/2 Nisan 2018
Bir hafta önce
Artvin’deydim. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Prof. Dr. Doğanay Tolunay ile birlikte
Cerattepe’deki son durumu değerlendiren bir panelde birlikteydik. Artvin dağın
yamacına tutunmuş bir kenti andırıyor. Ortasında durup aşağıya baktığımda
Deriner Barajı’nın doğada açtığı izleri görebiliyordum. Büyük bir hafriyat
alanı; yollar, delinmiş tepeler vardı. Yukarısı ise adeta madene tahsis
edilmiş. Neredeyse gördüğüm her ağaç ve toprak maden sahası içinde kalıyordu. Kısacası,
aşağısı baraja, üstü madene verilmiş bir kent Artvin. Artvinli iki inşaat
arasında yaşamaya itilmiş. Yakında kentte sadece maden ve baraj işçileri
kalırsa şaşırmamalı. Niyet de o sanki. “Yeşil Artvin” diyenler dışarı, “beton
Artvin” diyenler içeri…
Panelin
yapılacağı salon hıncahınç dolmuştu. Gaziler, çocuklar, kadınlar; gelecek
kaygısı taşıyan yüzlerce kişi vardı. Yıllarını bölgede araştırmalar yaparak
geçirmiş Ali Demirsoy, Artvin ve Çoruh Vadisi’nin zengin biyolojik
çeşitliliğini anlattı ve Cengiz Holding tarafından işletilen bakır madeni
çalışmaya devam ederse bu doğal hazineyi kaybetme riski olduğunun altını çizdi.
Doğanay Tolunay ise konuşmasında ÇED raporunda es geçilen iki tehlikeye dikkat
çekti. Bölgedeki sert kaya oluşumlarında çatlaklı yapılar olduğuna dikkat çeken
Tolunay, patlatmalar veya çalışmalar nedeniyle çatlakların kapanıp madende su
birikmesine yol açabileceğinden, tersi bir durumda ise çatlakların genişleyerek
madenden gelen suların yer altı sularına karışabileceğinden bahsetti. Bir başka
risk ise bölgede birikmiş taşlı toprakların (kolivyal) maden faaliyetleri
nedeniyle heyelanlara neden olması. Açıkçası, hem kaybedeceklerimizin hem de
riskin büyüklüğü tüylerimizi diken diken etti.
Panel sonrası
gelen soruların merkezinde bundan sonra ne yapılacağı vardı. İptal ettirilen
ÇED raporları yeniden çıkarılmış, bilimsel raporlar hiçe sayılmış, alınmış
hukuki kararlar mahkeme heyetleri değişince boşa çıkmış, Artvin halkının eylem
ve gösterileri ise OHAL bahanesiyle engellenmiş durumda. Halk madene karşı ama
toplantı yapacak salon bulamıyor. Haliyle hukukun siyasete, bilimin ticarete
esir düştüğü bir noktada soruyor; şimdi ne yapacağız? Bu sorunun yanıtı
Artvin’i aşıyor. Artvin’i korumak sadece Artvinlilerin meselesi olmaktan çıktı
ve Türkiye’de siyasetin değişmesiyle hallolacak bir mesele haline geldi.
***
Doğa katliamı sandıkta cezalandırılmalı
Türkiye’de
çevre mücadelesi hep sandıktan uzak yapılır. Siyaset işin içine karıştırılmaz.
Dünyada iktidar ortağı olmuş yeşil partiler varken, iklim değişikliği veya
enerji konusunda çevreci fikirler dünyadaki ekonomi ve sosyal politikaların
belirleyicisi olmuşken, çevrenin, doğa korumanın siyasetten dışlanması elbette garip
ama Türkiye’de bu böyle.
Politika ve çevreyi
ayrı tutmanın bazı gerekçeleri de var. En önemlisi de işin içine parti girince
çoğu insanın çevrenin siyasete alet edildiğini düşünmesi. Mücadelenin bir
partinin çıkarlarına hizmet etmesinden veya kullanılmasından hep korkuldu. Bu
nedenle de doğa koruma gibi aslında tamamen siyasetin konusu olan bir mücadele,
Türkiye’de politikaları doğrudan etkileyen araçlar kullanılmadan yapılıyor. Sandıkla
hareket arasındaki çelişki de buradan doğuyor. Herkes HES’e karşı ayakta ama iş
sandığa gelince oyları HES’e onay veren parti alıyor.
Bu
“siyasetsizlik” tercihi, yargının, üniversitelerin ve medyanın kısmen de olsa
bağımsız olduğu süreçte işe yarayabiliyordu. Biliyoruz ki artık ne yargı, ne üniversiteler
ne de medya bağımsız. Bu yüzden siyaset dışındaki çevre hareketi, sandığı araçlarından
biri yapmayı artık daha ciddi bir şekilde düşünmek zorunda. Elbette bu iş, “şu
parti madene, baraja, santrala evet diyor, bu parti ise demiyor oyları ona
atalım” diyerek yapılmamalı. Mesele, parti adı vermeden, “köyümüze, kentimize
bizim istemediğimiz barajı, madeni, santralı yapana biz oy atmayız” diyerek anlatılmalı.
Çözüm için bir partiyi göstermek doğru olmayabilir ama katil belliyse, adını
söylemek için filmin sonunu beklemenin de bir anlamı yok.
Doğa
katliamına izin verenler sandıkta cezalandırılmalı. Mücadele içindekiler de artık
korkmadan, “senin yaşamına kastedene, seni dinlemeyene oy atma” demeli.
Yaşamdan öte bir şey yok, korumak için de elimizdeki en etkin araç önümüzdeki
seçimler.