Özgür Gürbüz-BirGün/23 Eylül 2016
“Uygarlıklar kurulmuş, refah ve bolluğa kavuşmuş ve çoğu kez zayıflayarak yok olup gitmişlerdir. Neden yok olup gittiklerini burada tartışacak değiliz ama şu kadarını söyleyebiliriz: Mutlaka bir kaynak tükenmesi meydana gelmiş olmalıdır. Birçok kez aynı alan üzerinde yeni uygarlıklar yükselmiştir; daha önceki uygarlığın yıkımına salt maddi kaynakların tükenmesi neden olsaydı buna olanak kalmazdı. Bu tür kaynaklar yenilerdi kendilerini.”
“Uygarlıklar kurulmuş, refah ve bolluğa kavuşmuş ve çoğu kez zayıflayarak yok olup gitmişlerdir. Neden yok olup gittiklerini burada tartışacak değiliz ama şu kadarını söyleyebiliriz: Mutlaka bir kaynak tükenmesi meydana gelmiş olmalıdır. Birçok kez aynı alan üzerinde yeni uygarlıklar yükselmiştir; daha önceki uygarlığın yıkımına salt maddi kaynakların tükenmesi neden olsaydı buna olanak kalmazdı. Bu tür kaynaklar yenilerdi kendilerini.”
E.F.
Schumacher[1],
Küçük Güzeldir adlı başyapıtında en büyük kaynak dediği eğitimi, bu satırlarla
tartışmaya açar. Bildiğimiz bir tarihten örnekle Schumacher’in ne demek
istediğini biraz daha açıklayalım…
Osmanlının hüküm sürdüğü toprakların büyük bir bölümü dönemin en büyük imparatorluklarından Roma’ya aitti. Schumacher’in de dediği gibi, Roma’nın çöküşünün maddi kaynakların kaybıyla, o topraklardaki doğal zenginliklerin eksikliğiyle bir ilgisi olamaz çünkü aynı topraklarda yüzyıllarca ayakta kalacak başka bir imparatorluk, Osmanlı kurulabildi. Osmanlı’nın çöküşü de suyun azalmasından veya buğdayın bitişinden kaynaklanmadı. Neden kaynaklandı diye soracak olursanız yanıtını yine Schumacher’den alabilirsiniz:
Osmanlının hüküm sürdüğü toprakların büyük bir bölümü dönemin en büyük imparatorluklarından Roma’ya aitti. Schumacher’in de dediği gibi, Roma’nın çöküşünün maddi kaynakların kaybıyla, o topraklardaki doğal zenginliklerin eksikliğiyle bir ilgisi olamaz çünkü aynı topraklarda yüzyıllarca ayakta kalacak başka bir imparatorluk, Osmanlı kurulabildi. Osmanlı’nın çöküşü de suyun azalmasından veya buğdayın bitişinden kaynaklanmadı. Neden kaynaklandı diye soracak olursanız yanıtını yine Schumacher’den alabilirsiniz:
“Tüm tarihimiz ve halen geçirmekte olduğumuz deneyimler
göstermektedir ki, ana kaynağı sağlayan insandır, doğa değil: tüm ekonomik
gelişmenin kilit etkeni insanoğlunun kafasında yatmaktadır. Birden bir gözü peklik,
girişimcilik, buluşçuluk, yapıcılık seli boşanır, hem de birçok alanda birden.
Bunun ilk nereden doğduğunu kimse söyleyemez ama kendini nasıl sürdürdüğünü ve
güçlendirdiğini söyleyebiliriz… Çok gerçek bir anlamda, eğitimin tüm
kaynakların en yaşamsalı olduğunu bu yüzden söyleyebiliyoruz.”
Doğa her
kaynağın/varlığın sağlayıcısıdır ancak bunları doğru kullanmak, tüketip
tüketmemek insanın elinde. Kısaca özetlersek, aynı toprakta, aynı kaynaklardan
faydalanarak batan bir uygarlığın yerine yenisi kurulabiliyorsa bunun nedeni
insandadır diyor Schumacher. İnsanın aynı doğal varlığı farklı farklı
kullanmasını sağlayan da eğitimden başka bir şey değil. Ve hepimiz biliyoruz ki
yeni icat ve düşünceleri ancak farklı insanlar, farklı bilgiler ve kültürel
değerlere sahip olanlar yaratabilir.
Türkiye’nin
yaratıcılık anlamında yaşadığı yoksunluğun, ekonomiden edebiyata, bilimden
tıbba kadar taklitçiliğe, üretmekten çok tüketmeye yönelmesinin ardında eğitim
sisteminin dibe vurması yatıyor. Bugünkü terör, darbe ve kaotik ortamı
hazırlayan da, Türkiye’nin yaşadığı çöküşün kaynağı da bu. Osmanlı
sevdalılarının ülkeyi getirdiği yer Osmanlı’nın sonundan farklı değil çünkü kendilerini
aynı dogmalara hapsettikleri için aynı hataları tekrar ettiler. Etmek de
zorundaydılar çünkü savundukları devlet ve onu dayandırdıkları din merkezli
sistem, biraz önce bahsettiğimiz gibi, ülkelerin ayakta kalmasına yarayan tek
unsur olan insanı geliştirmeye değil, kontrol altında tutmayı öne çıkarıyor. Bu
da tarihte yüzlerce defa tekrarlandığı gibi ülkelerin iflasını beraberinde
getiriyor. Türkiye’de yaşadığımız da bu.
Okulların
açıldığı şu günlerde, farklı düşünen eğitimcilerin, ortaokul, lise ve
üniversitelerden atılması, zorunlu din dersleriyle, imam hatiplerle eğitimin
insanda dönüşüm yaratma gücüne katkı sağlamaktan uzak bir hale getirilmesi bu
günleri hazırladı. 1980 sonrası başlayan süreç mevcut hükümetin son
hamleleriyle hızlandı. Mevcut eğitim sistemi acilen değiştirilmezse çöküş
kaçınılmaz.
Türkiye’nin bu hazin sondan kurtulma şansı var mı? Elbette var ama bu, başta eğitim olmak üzere tüm yapılanların tersinin yapılmasıyla olabilir. Aldığımız eğitimin, doğanın bize sunduğu kaynakları/varlıkları sürdürülebilir ve en verimli bir şekilde kullanmamıza olanak tanımasıyla mümkün. Bu da zorunlu din dersleriyle, peygamberin hayatını öğrenmekle, bireysel özgürlükleri kısıtlayacak kıyafet dayatmalarıyla, her öğrenciden imam yaratmakla; yasak, mahalle baskısı ve tabularla iç içe yürüyen bir eğitim sitemiyle olmaz. Düşünce özgürlüğü bilimin gelişmesi için gereken ilk şartlardan biri. Düşüncesini kısıtladığını eğitimci, çöküşü durduracak öğrenci yetiştiremez.
Türkiye’nin bu hazin sondan kurtulma şansı var mı? Elbette var ama bu, başta eğitim olmak üzere tüm yapılanların tersinin yapılmasıyla olabilir. Aldığımız eğitimin, doğanın bize sunduğu kaynakları/varlıkları sürdürülebilir ve en verimli bir şekilde kullanmamıza olanak tanımasıyla mümkün. Bu da zorunlu din dersleriyle, peygamberin hayatını öğrenmekle, bireysel özgürlükleri kısıtlayacak kıyafet dayatmalarıyla, her öğrenciden imam yaratmakla; yasak, mahalle baskısı ve tabularla iç içe yürüyen bir eğitim sitemiyle olmaz. Düşünce özgürlüğü bilimin gelişmesi için gereken ilk şartlardan biri. Düşüncesini kısıtladığını eğitimci, çöküşü durduracak öğrenci yetiştiremez.
[1] E.F.
Schumacher, bir önceki yüzyıla damgasını vurmuş sosyalist-ekolojist
ekonomistlerden biriydi. Küçük Güzeldir adlı kitabı bugün de doğaseverlerin
başucu kitapları arasında yer alıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder