Sol süpermarketler kurulsun

Üreten biziz ama yöneten olamadık. Tüketen de biziz ama yine yöneten değiliz. Demek ki bu iş yarım yarım olmuyor. Zincirin tamamında söz sahibi olmadıkça işimiz zor.

Özgür Gürbüz-BirGün/22 Temmuz 2012

Birleşik Krallık’taki sürdürülebilir tarım hareketinin öncülerinden Patrick Holden geçen hafta Türkiye’deydi. İstanbul’da bir konferans veren Holden, ekilebilir toprağın, minerallerin ve suyun azalması tehlikesinden bahsetti ve sürdürülebilir tarımın önemine vurgu yaptı. Holden’a göre gıda güvenliği sorunu giderek büyüyor ve 15-20 yıl sonra bütün uygarlık büyük bir tehditle karşı karşıya kalabilir.

Sürdürülebilir Gıda Birliği’nin (Sustainable Food Trust) kurucularından Patrick Holden’ın Galler’de bir mandırası var ve mandırada 70’in üzerinde ineği var. 1973 yılından beri pastörize edilmemiş sütten peynir yapıyorlar. Organik ürünler üreten bir mandırayı 38 yıldır ayakta tutabilme başarısına rağmen Holden kaygılı. Tüketilen gıdaların yüzde 2’sinin organik olduğu İngiltere’de bile rüzgar tersinden esiyormuş. 10-15 yıl önce organik ürünleri yere göğe sığdıramayan medya, şimdilerde organik ürün pazarını fahiş fiyata ürün satmak isteyenlerin ticaret alanı ve tüketicilerini de “seçkin” bir topluluk olarak niteliyormuş. Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) ve bunları üreten çok uluslu şirketlerin ellerini ovuşturduğunu tahmin etmek zor değil.

Sadece İngiltere değil, dünyada da işler kirletenlerin lehine gelişiyor. 2009 yılında dünyadaki tarım yapılabilir alanın sadece yüzde 0,85’i organik ürünlere ayrılmıştı. Halbuki dünyadaki ekilebilir alanın yüzde 2’sinde GDO’lu ürünler üretiliyor. Anlayacağınız, kimyasal gübrelere, sanayi atıklarına bulaşmamış toprağın iki katı kadar toprak GDO'lu ürünlere mahkum edilmiş. Geri kalan topraklarda da çok sağlıklı ürünler yetiştirildiğini iddia etmek zor. İngiltere’de ekonomik krizle birlikte organik ürün tüketimi yüzde 30’lara varan oranda düşmüş. Fiyatları aşağı çekemedikçe organik ürünler geniş kitlelere ulaşamayacak gibi gözüküyor. Tüm bu sorunlara çözüm bulacak yeni bir formüle ihtiyaç var. Holden’ın dediği gibi sistemin tümden değişmesi gerekli. Sadece organik ürün yetiştirmek yetmiyor. Dağıtım kanallarında da sizin olmanız lazım. İngiltere’de süpermarketler organik ürünlere sahip çıkmamışlar. Bizde de farklı değil. Süpermarketler artık ürünün fiyatından, çiftçinin tarlasına hangi ürünü ekeceğine kadar her şeyi belirliyor. Olarla anlaşmayan çiftçinin pazara çıkma şansı yok. Küçük çiftçinin dev süpermarketlerle masaya oturma ihtimali de yok. Aracılar bu işi yapıyor ve az bir emekle üreticiden çok kazanıyorlar. Küçük çiftçilerin emeklerinin hakkını alma şansı hiç kalmadı. Ya tarlalarını büyük şirketlere satıp oralarda işçi olacaklar ya da başka bir iş yapacaklar. Holden gibi Prens Charles’la sürdürülebilir tarım üzerine sohbetler yapan bir çiftçi bile geleceğinden kaygılı. Sekiz çocuk babası ve eski bir ‘çiçek çocuk’ olan Holden, “Gıda hareketini sadece küçük, benim gibi birkaç hippi çiftçinin ilgi alanı olmaktan çıkarmak ve bütün tarımın değişmesini sağlamak gerekli” diyor.

İspanya'da "sol" adlı market. Fotoğraf: E. Aslan
Her sorunun, çözüm önerilerini ve bazı fırsatları beraberinde getirdiğine inanırım. Bu karamsar tablo Türkiye’de emekten, işçiden yana duran hareketler için bir fırsat yaratıyor. Hep konuşuruz, “sokakları mı örgütleyelim yoksa fabrikaları mı” diye. Bence süpermarketleri örgütleyelim. Üreticinin pay sahibi olabildiği, ürünlerini raflarına taşıyabildiği bir marketler zinciri kuralım. Bugün, küçük ya da büyük, marketten alışveriş yapmıyorum diyebilen kaç kişi var aramızda? Madem gidiyor ve kullanıyoruz, sahibi de biz olalım. Çok ortaklı işletmeler olur, kooperatifler olur; fark etmez. Tüketiciyle aracısız buluşan, sattığı ürünleri yerel üreticiden tedarik eden, raflarında mümkün olduğunca adil ticaret ve organik ürünlere yer veren, istihdam edilecek kişileri kurulduğu mahalleden seçen “sol ve yeşil” bir süpermarketler zincirimiz neden olmasın? O marketlerden aldığınız ürünlerin ilk başta bir kısmının, daha sonra büyük çoğunluğunun adil bir ticari faaliyet sonucu raflara geldiğini düşünün. Çocuk işçilerin çalıştırılmadığı tarlalardan koparılan domatesler hayal edin. İçine koruyucu madde katılmamış meyve suları. Aldığınız ıspanak için çiftçiye alın terinin hakkının ödendiğini bilmek hoş olmaz mı? Kârın emeğe göre adil bir şekilde paylaşılması önemsiz olabilir mi? Üreten biziz ama yöneten olamadık. Tüketen de biziz ama yine yöneten değiliz. Demek ki bu iş yarım yarım olmuyor. Zincirin tamamında söz sahibi olmadıkça işimiz zor.

Süpermarket de ayakta kalmak için kâr edecek elbet ama üreticiyi sömürmeyecek, tüketiciyi kazıklamayacak. Kısa zamanda çok kar etmeyi değil, çok kişiye gelir sağlamayı hedefleyecek. Böyle bir model, kurucu ortak sayısı çok olacağı için düşük kâr marjına rağmen kısa zamanda ilk yatırım bedellerini geri ödeyebilir. Çeşitli derneklere, dar gelirlilere indirimli ürün satılabilir. Fotoğrafta gördüğünüz süpermarketler içerik olarak anlatmaya çalıştığım tanıma uymuyor olabilir ama İspanyolca’da “sol” güneş anlamına geldiği için benim bir değil, iki kez hoşuma gitti. Süperi bile var. Sizi daha da heyecanlandırmak ve harekete geçirmek için bu fotoğrafları kullanmak iyi olur diye düşündüm.

Böyle bir süpermarket zincirinin ekonomik ve sosyal getirilerini uzun uzadıya yazmama herhalde gerek yok. Üretim ve tüketimde söz sahibi olunan böyle bir modelin başka alanlarda da, örneğin enerji konusunda da gerçekleştirilebileceğine dikkat çekmek isterim. Lisans gerektirmeyen, 500 kilovat kurulu gücün altında mini bir rüzgar santrali (ya da 1 veya 2 türbin) kurarak işe başlanabilir. 1000 ortak, kişi başına düşen 4-5 bin TL’lik (hatta daha az) bir yatırımla ufak bir üretim üssü kurabilir. Avrupa'da özellikle Danimarka'da halkın sahip olduğu çok sayıda enerji santrali var. Almanya'da çiftçiler tarlalarına rüzgar türbinleri kurarak hem tarım yapıyor hem de elektrik satışından ek gelir elde ediyorlar. İleride elektrik tedarikçinizi seçme şansınız da olacak. O zaman bu küçük şirketleri seçerek hem temiz enerji kullanabilir hem de ortak olduğunuz şirketten elektrik satın alarak üreten ve tüketen olma şansına sahip olabilirsiniz. Kömürden, nükleerden veya HES’lerden elektrik üreten bir santrale beş kuruş ödemezsiniz. Türkiye’nin, enerji ve gıda gibi her alanda, halkın üretimden tüketime söz sahibi olduğu, büyük şirketlere mahkum olmadığı modellere ihtiyacı var. İnanın çok zor değil. Var mı 999 gönüllü?

1 yorum:

Koray Löker dedi ki...

ABD'de özellikle organik/doğal beslenmek isteyenlerin rağbet ettiği bir ağ böyle örgütlenmiş. Çok kulaktan dolma bilgilere sahibim ama kabaca piyasadan %30-40 daha ucuza bu tür ürünlerin satıldığı bir market zinciri oluşturuyorlar. Alışveriş yapmak için üye olmak zorundasın, üye olmak için de haftada belirli bir süre orada çalışmak... Böylece gerekli insan gücünü kullanıcılar arasında bölüşerek bir çeşit kooperatifleşme deneyimi hayata geçirmişler. O kadar rağbet görmüş ki, büyük şehirlerin popüler mahallelerindeki şubeler için epey uzun bekleme listeleri varmış...