Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi / 18 Mayıs 2011
Japonya isterse 10 yıl içerisinde, Fukuşima'daki bir numaralı santralin ürettiği elektriğin dört katını yenilenebilir enerjiden sağlayabilir. Bunu ben söylemiyorum. Yenilenebilir enerji üzerine yıllardır yazılar yazan Paul Gipe söylüyor. Nükleer santral kurmanın çetrefilliğini, Japonya'da kamuoyunun nükleer enerji konusunda değişen algısını düşünürseniz, 10 yılda değil altı nükleer reaktör (Fukuşima Daiçi'de altı reaktör vardı) belki de bir tanesini bile bitiremeyebilirsiniz. Gipe, Japonya'nın Almanya'nın izlediği gibi bir yenilenebilir enerji politikası izlemesi, benzer alım garantileri sağlaması halinde, 10 yıl içerisinde Japonya'da yılda 120 TWs elektrik üretebilecek bir temiz enerji kapasitesi kurulabileceğini öne sürüyor. Almanya'nın 2000-2010 yılları arasında güneş, rüzgar ve biyokütle başta olmak üzere yılda 80 TWs elektrik üreten yenilenebilir enerji kaynaklarını sisteme eklediğine vurgu yapıyor. Almanya'da 2010 sonunda yenilenebilir enerji kaynaklı üretimin 100 TWs'i geçtiğini belirtelim. Gipe, Fukuşima Daiçi'nin 2010 yılında 30 TWs'lik, Japonya'nın tüm nükleer santral filosunun da yılda 260 TWs'lik (Bu konuda bazı kaynaklar 284 TWs'i gösteriyor) üretim yaptığına dikkat çekiyor.
Bir tarafta nükleer enerjiden vazgeçmeye çalışan Almanya, diğer tarafta dünyanın ikinci en büyük nükleer kazasını yaşayana dek nükleer enerjiden daha fazla faydalanmanın planlarını yapan Japonya. Japonya 2050'ye kadar elektrik ihtiyacının yüzde 50'sini nükleerden karşılamayı planlıyordu. (Bu oran şu anda yüzde 30'un altında) Bu hedef nükleer felaketten sonra yalan oldu. Şimdi, medet umulan nükleer enerjinin yerine yenilenebilir enerji ve enerji tasarrufunun geçmesi planlanıyor. Japonya Başbakanı Naoto Kan birkaç gün önce bu yönde bir açıklama yaptı.
Gipe'nin makalesinden devam edelim. Dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi Japonya ve dördüncü büyük ekonomisi Almanya. İki ülkenin de yüzölçümü birbirine yakın ancak Japonya'nın nüfusu neredeyse Almanya'dan 50 milyon, elektrik tüketimi de yüzde 70 daha fazla. Japonya'nın milli geliri de Almanya'dan yaklaşık yüzde 40 oranında fazla. İki ülke arasındaki fark elektrik enerjisi üretiminde yaptıkları tercihlerde. Japonya elektriğinin yüzde 1 kadarını, Almanya elektriğinin yüzde 17'sini (yüzde 14'ü rüzgar, güneş ve biyokütle) yenilenebilir enerji kaynaklarından elde ediyor. Bir deprem ülkesi Japonya'da 540 MW'lık jeotermal kurulu gücü var. Rüzgar enerjisi kurulu gücü de sadece 2304 MW. Gipe'nin Japonya'nın aldığı güneş radyasyonu miktarına göre yaptığı kıyaslamaya bakıldığında Almanya'dan yüzde 14 daha fazla potansiyele sahip bir ülke karşımıza çıkıyor. Japonya'nın fotovoltaik teknoloji konusunda bir zamanlar dünya lideri olduğunu da anımsayalım. Yazarın özetlediği bu tabloya bakıldığında şöyle bir yorum yapabiliriz. Tek eksik politik irade. İki ülkenin arasındaki en büyük fark bu.
Yazarın iddiası, Japonya'nın Almanya benzeri politikaları hayata geçirmesi halinde, endüstriyel kapasitesinin de zorlanmayacağı göz önüne alınırsa, 2022'de 50 TWs'lik fotovoltaik, 20 TWs'lik jeotermal kaynaklı elektrik üretimi yapabileceği. Rüzgar enerjisinde de Almanya benzeri (yılda ortalama yüzde 20'lik büyüme) bir yol izlenirse, sadece 10 yıl içinde 180 TWs'lik bir yenilenebilir enerji kaynaklı elektrik üretiminin mümkün olabileceğini öne sürüyor. Bu da büyük bir kısmı hurdaya çıkan Fukuşima Daiçi santralinin üretiminin altı kat fazlasına denk düşüyor. Anahtar ise yenilenebilir enerji yasası. Gipe'ye göre ABD'deki gibi rüzgar için ayrı, jeotermal için ayrı bir yol izlenirse başarı zor. Almanya'daki gibi kapsayıcı, tüm yenilenebilir enerji kaynaklarını içeren bir yasayla yola çıkılması gerektiğini savunuyor. Yine, yasanın uzun dönemli olması, en azından bir 10 yıllık güvence vermesi gerektiğini, üretim tesislerinin hazırlanması, santral sahalarının saptanması ve kurumların oluşturulması için zaman tanınmasının önemine değiniyor. Kısacası, teknoloji geliştirecek bilim insanları da, üretim yapacak yatırımcılar da kendilerini hazırlamalı ve uzun vadeli bir işe giriştiklerinin farkına varmalı diyor.
Bu yazımı boşu boşuna önemli bir makalenin çevirisine harcadığımı düşünüyor olabilirsiniz. Hemen amaçlarımı açıklayayım. İlk nedenim, dünyada yenilenebilir enerjinin hangi düzeyde konuşulduğuna dair bu önemli örneği paylaşmaktı. Türkiye'de temiz enerjiye çocuk oyuncağı gibi bakan bir zihniyet hala varlığını sürdürüyor. İkinci nedenim ise yenilenebilir enerjinin sadece çevreci ve risksiz olmakla kalmayıp, aynı zamanda oldukça hızlı bir şekilde hayata geçirilebildiğine ve beraberinde bir endüstri yarattığına dikkat çekmekti. Üçüncü nedenim ise Türkiye'de sadece fiyat üzerinden, kısa vadeli, bir veya birkaç kaynağa odaklı yenilenebilir enerji yasasına dikkat çekmekti. Temelinde, “yenilenebilir olsun ama çok da fazla olmasın” mantığının yattığı bir yasanın yerli üretimden, enerjide dışa bağımlılığı azaltmaya kadar istenen rolü üstlenemeyeceğine vurgu yapmaktı. Dördüncü ve son amacım ise kısa ve net. Nükleersiz olmaz diyenlere “bal gibi olur” demek istedim. Dünyanın en büyük üçüncü ve dördüncü ekonomilerinde nükleersiz seçenekler gündeme geliyor, konuşuluyor ve planlanıyorsa; 16. büyük ekonomisinde, hem de bu iki ülkeden daha büyük yenilenebilir enerji potansiyeline sahip Türkiye'de neden olmasın? Çıldırmaya gerek yok, inanmak yeter...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder