Hükümetin nükleer itirafları

Özgür Gürbüz/26 Aralık 2010

Bilindiği üzere Enerji Bakanı Taner Yıldız, Japonya seferinde bir dizi açıklamada bulundu. Amaçlarının yerli malı bir nükleer santral üretmek yani bu teknolojiyi geliştirmek olduğunu söyledi. Güney Kore ile anlaşamayan Türkiye'nin yeniden Japonya ile görüşmeye başlamasını ve hatta anlaşmasını ise, Japonların depreme dayanıklı nükleer santral inşa etmedeki başarılarına bağladı. Ne yazık ki, nükleer enerji konusunda Yıldız'ın yaptığı bu açıklamalar da nerden tutarsanız tutun elinizde kalıyor.

Dilerseniz önce yerli nükleer meselesinden başlayalım. AKP hükümetinin şu ana kadar nükleer santral konusunda attığı her adım, Taner Yıldız'ın Japonya'da verdiği beyanatı yalanlar nitelikte. Mersin-Akkuyu'da nükleer santral inşa edilmesi için Ruslarla yapılan anlaşmanın detaylarına bakarsanız Türkiye'nin aslında hiç de böyle, “yerli malı nükleer” gibi bir çaba içerisinde olmadığını görürsünüz. Anlaşmaya göre santral anahtar teslim bir santral olacak, yakıtı Rusya'dan gelecek ve Ruslar tarafından işletilecek. Zaten santralın sahibi de yine Rus firması olacak. Anlaşmada teknoloji transferine dair bir madde yok. Türkiye'nin bu inşaatta üstleneceği tek rol çimentonun harcını karmak. Arada da nükleer mühendislik bölümlerinde okuyan öğrenciler için turistik geziler düzenlenir herhalde. Bakınız, burası kontrol odası, bakınız bunlar jenaratör...

Akkuyu deneme tahtası
Özetlersek, hükümet Mersin'de başka, Japonya'da bir başka dil konuşuyor. Konuyu yakından takip edenler bilirler; yıllardır Türkiye'de bir nükleer santral kurulmasını isteyen bilim adamları bile Rusya ile yapılan anlaşmayı gönül rahatlığıyla destekleyemiyor. Elektrik pahalı, teknoloji transferi yok, güvenlik bir muamma, kullanılan Rus teknolojisini kabul eden bir tek batılı ülke yok. Dahası da var, santralın 60 yıl çalıştırılması planlanıyor ki, dünyada 60 yıl çalışmış santral yok! Akkuyu sanki hükümetin nükleer konusundaki deneme tahtası.

Dost acı söyler misali bir noktaya daha değinmek zorundayım. Türkiye'nin yerli nükleer santral inşa etmesi, bu işten milyarlarca lira zarar etmeyi göze almadıkça mümkün değil. Bilim adamı, uzman yetersizliği sorununun aşıldığını (nükleer enerji şirketleri tüm dünyada kalifiye eleman bulma sorunu yaşıyor) ve herhalde 20-30 yıl sürecek bir çabanın ardından ilk yerli malı reaktörü ürettiğimizi varsaysak bile bu işin sonu yaş. Bunun birkaç nedeni var, madde madde anlatalım:

-30 yıl sonra sadece elektrik enerjisi üretebilen nükleer santrallerin yerini fiyat, çevre gibi birçok etken nedeniyle yenilenebilir enerji kaynaklarının almasının kuvvetle muhtemel olması. Yine güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarıyla desteklenmiş hidrojen enerjisinin rekabet edebilir bir fiyatla piyasada söz sahibi olması.

-Akıllı şebekelerin yaygınlaşması sonucu, baz yük santrallerin sisteme uyum sorunlarıyla karşılaşması.

-Nükleer atıkların bertarafıyla ilgili bir çözümün ufukta görülmemesi ve güvenlikle (kaza, terör saldırısı riski) ilgili risklerin hala devam etmesi nedeniyle nükleerin öyle ya da böyle gözden düşecek olması.

-Uranyum kaynaklarının sınırlı ve belli ülkelerde bulunması nedeniyle, reaktör teknolojisine sahip ülkelerin bile hiçbir zaman nükleeri “yerli kaynak” olarak kullanamayacak olması.

-Yenilenebilir enerji kaynaklarının maliyetlerinin giderek azalmasına rağme nükleer enerjinin maliyetinin giderek artması ve nükleere verilen sübvansiyonların kesilmesi durumunda sektörün iyiden iyiye çıkmaza girmesi.


Yerlisini yapmak değil satabilmek önemli
Yukarıdaki nedenlere onlarcası eklenebilir ama her şeyden önce Türkiye'nin elindeki yakıtın, kabaca ve iyimser bir tahminle söylersek 60 yıl çalıştırılması düşünülen bir tek reaktöre ancak yeteceği düşünülürse, yerli nükleerden bahsetmenin ne kadar “absürd” olduğu da anlaşılır. Kaldı ki, ekonominin temel kuralı burada da geçerlidir. Milyarlarca lira harcadığınız böyle bir teknolojiyi ihraç edemez, ürettiğiniz malı çok ayıda satıp bu paraları geri alamazsanız büyük bir borç batağına saplanırsınız. Türkiye'nin, 50-60 yıldır bu teknolojiler üzerinde çalışan Fransa, ABD, Japonya gibi ülkeleri 30 yıl içinde geçip, onlardan daha ucuza ve güvenli reaktör üretip, bunu iç talep tek başına yeterli olamayağı için başka ülkelere satabilmesi neredeyse imkansızdır. Mümkün olan, Türkiye'nin daha az bir bütçeyi, güneş, rüzgar, biyokütle, enerji tasarrufu gibi alanlara ayırıp, yerli malı güneş panellerini, rüzgar türbinlerini üretmeye başlamasıdır. Bu teknolojiler daha yeni gelişmeye başladığından ve Türkiye sahip olduğu büyük yenilenebilir enerji potansiyeli sayesinde iç pazarı geliştirmeye müsait olduğundan Türkiye'nin bu konuda hem lider ülkelerden biri olma hem de ürünlerini ihraç etme şansı vardır.

Sinopluların canı can, Mersinlilerinki patlıcan!
Deprem meselesi de ayrı bir komedi. Madem depreme karşı Japon teknolojisi iyiydi, o halde neden ilk santralin siparişi Ruslara verildi? Sinop ve Mersin'de deprem tehlikesi birbirine yakın olduğuna göre, şimdi Mersinli vatandaşlar kalkıp, Sinopluların canı can da, bizim ki patlıcan mı diye sorarsa” Enerji Bakanımız ne yanıt verecek merak ediyorum.

Nükleer tren kaçmış ve sonu hurdalıkta biten bir yolda ilerlemektedir. Yenilenebilir enerji treni de gardan çıkmıştır ancak yolu uzun ve önü açıktır. Hükümetin geç de olsa yerli üretimi düşünmesi kuşkusuz iyi bir şey. Ancak, bir insanın doğru yolu bulması için kulağına fısıldananı dinlemek yerine gözünün gördüğü yolda ilerlemesi her zaman daha hayırlıdır.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Yazı sağlam bir mantık, inandırıcı gerekçelere dayanan bir yazı olmuş. Eline sağlık. Daha geniş bir okur çevresine ulaşmalı.