Zorda kalınca değil hep halka sormalısınız

Türkiye’de demokrasi yamalı bohça gibi. Bohçamız antidemokratik, yamalayarak durumu idare etmeye çalışıyoruz. Hükümet, 20 günü bulan ve tüm ülkeye yayılan Gezi Parkı direnişini korku ve şiddetle bastıramayacağını anlayınca halkoylaması (referandum) seçeneğini ortaya attı. Gezi Parkı’nda halkoylamasına sıcak bakan az kişi var. Bu yazıyı yazarken parktaki forumlar devam ediyordu. Karar parktan çıkacak ama ben de halkoylaması konusundaki düşüncelerimi paylaşmak istedim.

Demokrasilerde sürece halkın katılımını arttırmanın bir yolu da halkoylaması. Seçimden seçime değil, sorundan soruna halka danışmakta bir sakınca yok. Böyle düşünmekle birlikte, her konu için halk oylaması yapılması da pratikte zor. O yüzden öncelikle reformlara Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden başlamalı, Meclis’in herkesin sesi olmasını sağlamalıyız. Orada tüm siyasi görüşlere, her sınıftan insana yer verilmeli. Ülke sorunları Meclis’te tartışılırken yerel sorunları da mümkün olduğunca halka sormalıyız. O zaman bu “çapulcular” nereden çıktı diye merak etmezsiniz. Bugün Gezi Parkı için halkoylaması isteyen hükümetin ilk işi, vakit kaybetmeden seçim barajını indirmek olmalı.

Biz seçimlerde zaten halka sorduk argümanı ne yazık ki zayıf. İstanbul’la ilgili projeleri hatırlarsınız ilk kez Başbakan Erdoğan açıklamıştı. Ben konu İstanbul olunca belediye başkanlarını dinlerim başbakanı değil. O benim kentime karışamaz, seçimdeki beyanları hükümsüzdür. Kaldı ki, seçimlerde Taksim’in alışveriş merkezine çevrileceğine, miting alanı olmaktan çıkarılacağına dair bir açıklama duyduğumu da hatırlamıyorum.

HALKOYLAMASINA HALK KARAR VERİR
İkinci önerim halkoylamasının demokrasimizin kalıcı bir parçası olması. Sadece Gezi için ya da mecbur kaldığınız zamanlarda değil her zaman bu seçeneği kullanmaya hazır olmalıyız. Ancak propaganda süreci eşit şartlarda olmalı. Medya herkese eşit söz hakkı tanımalı. İki fikri savunanlar bugün olduğu gibi uzaktan uzağa değil, karşı karşıya tartışmalı. Bu da halkoylaması seçeneğini yasal süreçlerin içerisine katmak, kurallarını yasalarla belirlemek ve kalıcı olmasını sağlamakla olur. Beraberinde şeffaflık sorununun da çözülmesi gerekiyor. Avrupa Birliği’ne üye olma sürecinde imzalamamız gereken Aarhus Sözleşmesi’ne bir an önce imza atmak en kolay yol. Sözleşme, Gezi Parkı gibi projelerin verebileceği çevresel zararlar konusunda halkın bilgi edinmesinin yolunu açıyor, bunu hukuki garanti altına alıyor ve gerektiğinde yargıya gidebilmesine olanak sağlıyor. Türkiye bu anlaşmayı imzalamaktan özellikle kaçınıyor. Başta HES’ler olmak üzere birçok konuda yargı yolunun açılacak olmasından çekiniyorlar. Şeffaflık sorunu çözülmüş olsaydı, Gezi Parkı’nda ağaçlar sökülürken en azından yerine ne yapılacağını hem biz hem de hükümet bilirdi. Evet, hükümet de ne yapacağını bilmiyor aslında. Bir müze diyorlar, bir AVM ama yıkıyorlar.
Burada bir başka sorun da tek adamcılık. Halk oylamasına gidilmesine halkın kendisi karar vermeli. Bulgaristan 27 Ocak’ta yeni nükleer santral yapıp yapmama konusunu halka sordu. Bunun için de önce 770 bin imza toplandı. Bulgaristan yasaları, 500 bin imza toplandığında halkoylamasına gidilmesini zorunlu kılıyor. Bu hak, Bulgaristan’da bir kişinin keyfine kalmış değil, yasalarla garanti altına alınmış. Bilmem anlatabiliyor muyum?

FİDANLARI İSVEÇ’E Mİ DİKTİNİZ?
İşin doğa boyutu ise daha çetrefilli. İnsan merkezli politika yaptığınızda doğa hakkındaki kararları da insanlar alıyor. Gezi Parkı’na sandık koyduğunuzda ağaçlar, kuşlar oy atamayacak. Karar “yıkın” çıkarsa o ağaçlar sandık olacak. Oylamada sunulan seçeneklerin kıyaslanabilir olması, kamusal faydanın gasp edilmemesi gerekir. Kentlerde parklar, yeşil alanlar elzemdir. Halkoylamasında “parklı mı parksız mı yaşayacaksınız” demek, “hastaneli mi, hastanesiz mi bir kent istersiniz” demeye benzer. Özellikle de İstanbul’da kişi başına düşen yeşil alan miktarı 6 metrekare civarındayken. Bu rakam Beyoğlu gibi betonla örülü merkezlerde daha az, Avrupa’da ise ortalama 20 metrekare. Dış mihraklardan bir örnek vereyim de Gezi Parkı’nda insanlar neden “3-5 ağaç” için direniyor anlayın. İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşayanların yüzde 85’i, bir park ya da yeşil alana gitmek isterse evlerinden çıkıp en fazla 300 metre yürüyor. Neredeyse herkesin evinin yanı başında bir yeşil alan var. Merak ediyorum, milyarca fidan dikenler, yollarını şaşırıp hepsini İsveç’e dikmiş olmasın? Camdan bakınca biz sadece beton görüyoruz da!

The Ones Who Don't Bow Down

Taksim Dayanışması'ndan Basın Açıklaması ve Çağrı

Taksim Gezi Parkı’na 14. Günde, Gezi Parkı için direnenlere yanıt yine polis panzeri ve gazla geldi! 10 gün önce sabah 05.00’te Gezi Parkına yapılan polis baskını ile bugün yapılan arasında sadece saat farkı bulunuyor. Bu kez 07.00’de yapılarak fark yaratılan polisin Taksim’in fethi harekatında yine onlarca yaralı ve toplumu endişeye sevk eden bir polis ablukası var. Polis ablukasının olduğu yerde demokrasiden, diyalogdan söz edilemez.

Taksim Dayanışması’nın yurttaşlarımızın ortak dileği haline gelen taleplerine hiçbir yanıt verilmemişken, İki haftadır omuz omuza her türlü dayanışmayı gösteren Gezi Parkı direnişçileri arasında parkçı-marjinal ayrımı yapılmasından medet umuluyor. Kimse parkına ve yaşamına sahip çıkanları ayrıştırmaktan medet ummasın. Biz bir arada durmaya ve haklı, meşru taleplerimizi dayanışma ile örmeye devam edeceğiz.

Oysa, Taksim Gezi Parkı’nı betonlaştıracak proje ortaya çıktığı günden bu yana kamuoyu oluşturma adına mücadele eden, parkına ve meydanına sahip çıkan, iş makinalarının önüne yatan, parkta sabahladığı için polis şiddetine maruz kalan; gece gündüz Taksim başta olmak üzere ülkenin her yanında parkı ve yaşam alanlarını savunanlara yönelik polis şiddetini kendisine yapılmış olarak kabul eden milyonlarca yurttaşımızın duygu ve taleplerini yansıtan TAKSİM DAYANIŞMASI olarak; mücadelemizin karalanmasına izin vermeyeceğimizi bir kez daha ilan ediyoruz.

Kamuoyunun yakından takip ettiği üzere, Taksim Dayanışması heyeti Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’la görüşmüş ve taleplerini kendisi aracılığıyla hükümete iletmiştir. Bu görüşmenin ardından iletilmiş taleplere dair hiçbir açıklama yapılmamışken yeni ve nasıl oluşturulduğu belirsiz bir heyetle görüşmek, samimi bir diyalog çabasından ziyade kamuoyunu yanıltmaya ve milyonların günlerdir ülkenin dört bir yanında haykırdığı meşru ve demokratik taleplerin altını boşaltmaya yöneliktir. Bu gün yapılan polis çıkarması ise iktidarın niyetini ve halka karşı tutumunun en açık ifadesidir.

Talepler ortadadır. Muhatap Taksim Dayanışması'dır.
İki haftadır, şiirleri, şarkıları ve sloganlarıyla bir arada halay çeken, kadını genci, lgbt bireyi, emekçisi, inananı ve inanmayanıyla Taksim gezi parkı ve alanında demokratik tepkisini gösteren yüzbinlerin, başta Kızılay olmak üzere ülkenin 77 ilinde sokakta talepleri haykıran milyonlarca yurttaşımızın taleplerini reddeden, kendi yurttaşlarını tehdit eden, alternatif mitingler düzenleyerek toplumsal kutuplaşmayı arttırmaya çalışan AKP iktidarından endişeliyiz.
Parka karşı beton kışla, toplumsal barış talebine karşı polis saldırısı ve alternatif miting dışında somut adım atmayanların çok büyük bir vebal altına girdiklerini kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz.
Bir kez daha yinelemek istiyoruz. Parkına ve yaşamına sahip çıkanlarla polisi karşı karşıya getirmekten vazgeçin. Gözaltına alınanları serbest bırakın, iki haftadır süren polis şiddetinin sorumlularını görevden alın ve ilk ve en temel talebimiz olan GEZİ PARKININ 1 METREKARE OLSUN BETONLAŞTIRILMAYACAĞINI, PARK OLARAK KALACAĞINI RESMİ OLARAK AÇIKLAYIN…

Ülkenin ve dünyanın dört bir yanında sahip çıkılarak meşruluğu tartışılmaz bir hal alan, açtığımız davalar ve uluslararası evrensel hukuk kriterleri açısından da en temel insan hakları ve demokrasi kriterleri açısında hukukiliği tartışılamayacak olan taleplerimizin takibinde ısrarcıyız.

Gezi Parkına, Taksime sahip çıkan gençlerin, meydanları dolduran kadınların, gece gündüz nöbet tutanların, evinden kalbiyle destekleyenlerin yani halkın talepleri karşılanana kadar, toplumsal barışa yönelik adımlar atılıncaya kadar buradayız. Taleplerimiz görülünceye, somut adım atılıncaya kadar parkımıza ve meydanlarımıza tüm yurttaşlarımızla birlikte büyük bir dayanışma ile sahip çıkmaya devam ediyoruz.

Saat 19.00’dan itibaren taleplere sahip çıkanları bekliyoruz.
Buradayız ve hiçbir yere gitmiyoruz.
TAKSİM DAYANIŞMASI

Sis atma Tayyip

Özgür Gürbüz-BirGün/9 Haziran 2013 

Taksim ve civarı duvar yazılarıyla dolu. Bir tanesi hepsinden ilginç, “sis atma Tayyip” diyor. Bu sloganın kaynağı bir bilgisayar oyunuymuş. Adı “Counter Strike”. Dünyanın en popüler oyunlarından biri, bir savaş oyunu. Elde çeşit çeşit silah düşman avlıyorsunuz. Konusu korkunç ama milyonlarca insan internet üzerinden karşılıklı bu oyunu oynuyor.

Oyundaki bir seçenek de rakip oyuncuya sis bombası atmak. Yalnız bu bombayı atarsanız bilgisayarların ekran kartları zorlanmaya başlıyor, göz gözü görmüyor. İyi bir bilgisayarınız yoksa donma, çökme ve sonucunda oyun dışı kalma şansınız var. İyi bilgisayar da para istiyor. Sis bombası oyunun keyfini de kaçırıyor. Bu yüzden de elinde zayıf bilgisayarı olanlar diğerlerini “sis atma” diye uyarıyor. Bu bir anlamda yoksulun zengine yaptığı bir adalet çağrısı. Taksim’deki duvar yazıları da bu yüzden çok anlamlı. Hem size meydanlarda kimlerin olduğunun ipuçlarını veriyor hem de silahsız eylemcileri gaza boğarak yaratılan adaletsizliğe karşı çıkışı anlatıyor. Gezi Parkı’yla başlayan bu hareketi değerlendirirken yeni bir neslin sokağa çıktığını fark ettik. Bizim bildiğimiz politik jargonu bilmeyebilirler, sokağa ilk kez çıkıyor olabilirler ama sanal dünyada geliştirdikleri bir adalet duygusunu, gelir dağılımına isyanı beraberlerinde getiriyorlar. Belki de bu yüzden adaleti, ezilenin hakkını, “tencere tava hep aynı hava” diyerek hiçe sayan Başbakan Erdoğan’a bu kadar kızgınlar. Onlar sana, “sis atma, şu oyunu dürüstçe oynayalım” diyor, sen onlara çapulcu diyorsun. Bu yüzden de artık seni oyun parklarında istemiyorlar. Feysbuk’ta seni arkadaşlıktan çıkardılar, Tivitır’da blokladılar.

Neyi anlatamadık?
Başbakan Erdoğan’ın Gezi Parkı’yla başlayan ve tüm Türkiye’ye yayılan olayların nedenini anlayamadığını biliyoruz. Kendisini çok iyi icraatlar yaptığına öylesine inandırmış ki, bana neden isyan ediyorlar diye kızıp, kontrolünü kaybediyor. Erdoğan’dan ümidi kestik ama Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy veren ve bizi dinlemek isteyenlere durumu açıklamaya devam etmeliyiz. Hükümetin bireysel özgürlükleri kısıtlayan anti demokratik uygulamalarını bir başka yazıya bırakıp, anlatamadığımız, bu direnişin özündeki yeşil isyana odaklanalım. Bakın biz neyi anlatamadık…

Fidanla ağacın aynı şey olmadığını, bir fidanın ağaç, ağaçların orman olması için yıllar gerektiğini anlatamadık.

Otoyol kenarına dikilen binlerce ağaç betondan geçilmeyen bir kentin merkezindeki parkın yerini tutamaz. Modern kentler şehrin içindeki parklarla var olur. Bunu da anlatamadık. İşte bu yüzden Gezi Parkı’na ne yapacağın önemli değil, ister kışla ister AVM. Biz hiçbir şey yapılmasın, orası park kalsın istiyoruz. Nokta!

Türkiye’de insanların kent içinde doğayla baş başa kalacağı bir yer kalmadı. Olan yerler de parası olana. Tüm sahiller çay bahçeleri, meydanlar “lüks kahvehanelerle” doldu. Temiz hava, doğayla baş başa kalmak her insanın en temel hakkıdır. Bizler ayaklı kredi kartı değiliz, sokakta yürümek, denizi seyretmek, ağaç gölgesinde oturmak için bizden para alamazsınız, bize kentin merkezinde, araçsız erişilebilecek parklar yapmak, sahilleri, mesire yerlerini halka ücretsiz açmak zorundasınız.

AĞAÇLAR SANDIĞA GİDEMEZ
Birkaç ağaç dediğinizin yaşamın kendisi olduğunu, yeşil politikanın insanla beraber diğer tüm canlıların yaşam hakkını savunduğunu da anlatamadık. Ağaçlar sizin demokrasinizde sandığa gidemez en fazla sandık olurlar. O yüzden onların sesini size duyurmak bize düşer. Demokrasiyi sandıktan ibaret sanmanız oy kullanamayan ama sizin politikalarınızdan etkilenen diğer canlıları hiçe saymak demektir. İşi sandığa bağlarsanız seçim yaşını doldurmayanların, doğmamış bebeklerin söz hakkını gasp etmiş olursunuz. Yeşil politikanın diğer siyasi hareketlerden en belirgin farklarından biri de bu; konuşamayanların sesi olmak. İşinize gelmediği için bunu hiç anlamak istemediniz.

Biz bu ülkede parasız, polissiz bal gibi yaşanır diyorduk. Taksim’de günlerdir polis yok, devlet yok ama suç oranının en düşük olduğu günler yaşanıyor. Taksim’de yemek içmek hiç bu kadar ucuz olmamıştı. İnsanlar hükümetin sözcülüğünü yapan gazetecilerle ve sahte hikayelerle dolu televizyonlarınızı, iftiralarla dolu gazetelerinizi unuttu, gerçeği görmeye meydanlara iniyor. Birbirlerini tanımaya başladı. Solcusundan sağcısına herkesin, “bir araya gelseler kavga çıkar” dediği gruplar aynı parkta yatıp kalkıyor. Apolitik dediklerimiz bize politika yapmayı öğretiyor. Ezber bozuldu. Merak etmeyin, bu durumu sadece başbakan değil bizler de kavramakta zorlanıyoruz ama bizim anlama olasılığımız başbakandan yüksek. Çünkü dinlemesini biliyoruz. Biz parktayız o ise artık halktan çok uzakta. AKP’ye oy veren dostlara en çok da bunu anlatmak lazım. O tek başına sis atıyor, biz ise hep birlikte oynamak istiyoruz.