Japonya'da nükleer santralde yangın

Özgür Gürbüz / 11 Mart 2011
Onagawa NS - Kaynak:INSC

Japonya'da meydana gelen, Richter ölçeğine göre 8,9 büyüklüğündeki depremden sonra Japonya'nın Onagawa Nükleer Santrali'nde yangın çıktığı belirtildi. Kyodo Haber Ajansı'nın bu haberi, santrali işleten firma tarafından doğrulanmadı. Daha önce de santralin soğutma sisteminin çalışmadığı yönündeki haberler yalanlanmıştı. İlginç olan, Japon medyasına göre, hükümetin “nükleer enerji acil durum”unu ilan etmesi oldu. Reuters'in haberine göre bu sadece radyasyon sızıntısı olduğunda hayata geçirilen bir önlem.

Onagawa Santrali'nde üç nükleer reaktör bulunuyor. Bir numaralı reaktör, Toshiba firması tarafından yapılmış, 497 megavatlık (Mwe) kurulu güce sahip. İkinci reaktöre ise yine Toshiba tarafından sağlanmış, 796 Mwe gücünde bir reaktör. Üçüncüsü de aynı güçte ancak daha yeni, 2001'de devreye alınmış. Reaktörlerin ilki 1984, ikincisi ise 1995 yılında ticari faaliyete başlamış.

Bilindiği gibi Enerji Bakanı Taner Yıldız kısa bir süre önce Japonya'ya bir ziyaret yapmış, Türkiye'de bir nükleer santral inşaatı için mutabakat zaptı imzalanmıştı. Yıldız, Japonya'yı seçme konusunda depreme dayanaklılığın öne çıktığını söylemişti.

Yıldız'ın daha önce Rusya ile anlaşma imzalarken depremden bahsetmemesinin nedenleri ve deprem konusu bu kadar önemliyse, daha önce neden Rusya'yı seçtikleri gibi aklımıza takılan sorular ise her zaman olduğu gibi Enerji Bakanı'na sorul(a)mamıştı. Akkuyu'da kurulması düşünülen santralın Ecemiş Fay Hattı'na yakınlığı şimdi daha da tartışmalı bir konu haline geldi. 

Japonya'yla ilgili gelişmeleri izlemeye ve bilgi vermeye devam edeceğim...

Vizyonsuzluk

Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi / 24 Ocak 2011

1990'lı yılların başı ile ortası arasıydı. Bizim gibi birkaç kendiniz bilmez çevreci, yeşil, anarşist, falan filan, Akkuyu'da kurulması düşünülen nükleer santrala itiraz ediyor, dünyada hızla gelişen rüzgar ve güneş enerjisinden örnekler veriyorduk. Gelecekte insanoğlu gereksinim duyduğu elektriği bu kaynaklardan, doğaya mümkün olduğunca az zarar vererek üretecek diyorduk. O dönemin yetkilileri ise bize, “fırıldaktan elektrik mi üreteceksiniz” diye sorup, tabir-i caizse “dalga” geçiyordu. Kömür, nükleer, gaz lobilerinin etkisini bir yana bırakalım, en basitinden görmüyor, göremiyorlardı. Onların “vizyonsuzluğundan” ne yazık ki Türkiye de nasibine düşeni almak zorunda kaldı. 1995'te temiz enerjinin hizmetindeki naçizane kulunuz, “nükleer ileriye doğru değil geriye doğru bir adımdır diyerek” nükleere kaşı 170 km geri geri yürüken, Türkiye gazetesinin yaşı kemale ermiş kalemlerinden biri, “bunlar sahiden gerici” diyerek bana köşesinden yanıt veriyordu. Dönemin hükümeti ve destekçileri geleceği görmekten ne kadar uzak da olsa, 18 günlük yürüyüşüm boyunca karşıma çıkan her bir vatandaş onların tam tersine, temiz enerjiye, doğasına ve yaşamına sahip çıkmaya kararlıydı. Bu, Türkiye'ye özgü bir durum değil, dünyanın birçok ülkesinde halk kendisini yönetenlerden daha ileride durur.

O zamanlar rüzgar türbini resimlerini yabancı dergilerde görüyorduk. Memlekette rüzgarı savunanlara gerici dendiği zamanlarda, 1995'te, Avrupa'da 814 megavatlık rüzgar kurulu gücü kurulmuştu. Neredeyse, Türkiye'nin 2010 yılında ulaştığı toplam kurulu güce eşit, gericiliğin hesabını siz yapın artık. 2009'a gelindiğinde ise Avrupa'da sadece o yıl kurulan rüzgar türbinlerinin kurulu gücü 10 bin megavatı geçiyor, doğalgaz santrallarını bile geride bırakıyordu.

Rüzgar Avrupa'da 200 bin kişiye iş sağlıyor
Avrupa'da rüzgar enerjisi bugün 200 bine yakın insana iş sağlıyor. Bundan iki yıl önce bu rakam 155 bindi. 2002 ile 2007 yılları arasında rüzgar enerjisi sektöründe doğrudan çalışan işçi sayısı yüzde 125 arttı, her gün 33 kişiye istihdam sağlandı. Avrupa Rüzgar Enerjisi Birliği (EWEA), 2020 yılında sektörde çalışan sayısının 446 bin, 2030 yılında ise 479 bine ulaşacağını öngörüyor. Avrupa Komisyonu ise, 2020 yılı hedeflerinin tutturulması halinde yeşil yakalı işçi sayısının 2 milyon 800 bine ulaşmasını bekliyor. EWEA'nın yaptığı ankete göre çalışanları yüzde 37'si türbin üretiminde, yüzde 27'si rüzgar çiftliklerinin planlanmasında, kurulmasında, çalıştırılması ve bakımında görev yapıyor. Parçaların üretiminde de çalışanların yüzde 22'sine istihdam sağlanıyor. Yani, şu türbin imalatının neresinden tutarsanız tutun, elinizde istihdam kalıyor.

Yasa hiçbir şey söylemiyor
Geçtiğimiz günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden geçen yasa değişikliği tasarısıyla yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriğe verilen alım garantileri değiştirildi, güneş enerjisi gibi bazı yeni kaynaklar da listeye alındı. Nereden baksanız, 2005 yılında çıkan ilk kanunla birlikte başlayan, alım garantilerinin yeterliliği üzerinde süren tartışmalar, bu değişiklikle de son bulmadı. RESYAD'ın yasadaki değişikliğin resmi gazetede yayımlanmasından sonra yaptığı açıklamada, rüzgar ve hidroelektrik için bir değişiklik olmadığı, güneş ve biyokütle içinse önerilen rakamların beklentilerin altında olduğu belirtilmiş. Bunu bir kenera not düşmek gerekir. Ancak asıl sorun, bu yasanın da daha önceki yasa gibi, Türkiye'nin geleceği için bir öngörüde bulunmamasıdır. Kamuoyu araştırmalarında ilk sıralarda yer alan ve giderek kronikleşen işsizlik sorununun çözümünde önemli rol oynayabilecek yenilenebilir enerji kaynaklarının, bu anlamda kullanılacağına dair yasada ciddi bir işaret bulmak oldukça zordur. Türkiye'nin kuvvetli iç pazarına dayanarak, başta güneş paneli olmak üzere, bu enerji kaynaklarından enerji üretiminde kullanılacak aksam ve parçaların üretilmesinde bir merkez olacağı, ihracat üssü haline geleceği yönünde bir vizyonun ana hatları bu yasayla da çizilmemiştir. Sadece yenilenebilir enerji değil, nükleerden kömüre, hemen hemen diğer tüm enerji kaynaklarıyla ilgili yasal düzenlemelerde de, iç talep gibi, üretimin sihirli kelimelerinden birine sahip olunmasına rağmen, bunu destekleyecek bir programın eksikliği kendini göstermektedir.

Türbin döner Ahmet bakar
Ceyhan'ın taşıma petrolle bir “merkez” olacağına inanılacağı kadar, yerli kaynaklarla, hem enerji üretimi hem de ekipman ihracı yapılabileceğine inanılsaydı, sanırım Türkiye'de ne bu kadar işsiz olurdu ne de memleket enerjide bu kadar dışa bağımlı kalırdı. Türkiye'nin mevcut ve yaşımın elverdigi kadarıyla anımsadığım tüm hükümetlerinin asıl sorunu işte bu vizyon yoksunluğu aslında. Bu nedenle, bugün ne bindiğimiz otomobilin adı “devrim”, ne gittiğimiz yollar “demir ağlarla” örülü. Mehmet güneş enerjisine 13,3 dolar sent verseniz de işsiz, 20 verseniz de. Panel yapmasını öğretecek, fabrika kurduracak vizyon olmadıktan sonra; ha türbin döner Ahmet bakar, ha su akar Zeynep bakar.

Çevreciler Meclis önünde

Özgür Gürbüz / 23 Ocak 2010

Daha önce İzmir Barosu'nun ayrıntılı itirazına yer verdiğimiz “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı”na tepkiler giderek artıyor. 24 Ocak günü birçok çevre kuruluşu, Ankara'da Türkiye Büyük Milet Meclisi önünde biraraya gelerek tasarının onaylanmaması için seslerini yükseletecek. Bu kuruluşlara WWF-Türkiye'de (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) eklendi.

WWF-Türkiye, yaptığı yazılı açıklamada söz konusu tasarının Türkiye'de yıllardır korunan alanları tehdit ettiğine dikkat çekerek, söz konusu tasarının biyolojik çeşitliliği korumak yerine, doğayı tahrip edebilecek yatırımlar da dâhil her türlü kullanımın önünü açacağını öne sürüyor. Açıklamada, “... tasarı ile "Doğal Sit" statüsü ortadan kaldırılarak ülkemizdeki 1234 Doğal Sit Alanı'nda tahribatın önü açılacaktır. Oysa HES'ler başta olmak üzere doğaya zarar veren birçok müdahale Doğal Sit'ler sayesinde koruma kurulları tarafından engellenebilmiştir” deniyor.

Birçok çevreci ve yeşil örgüt 24 Ocak 2011 tarihinde, saat:11:30'da Ankara'da TBMM'nin önünde buluşacak. Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı'na yönelik eleştirilerini dile getirmek üzere bir araya gelecek bu kuruluşlara destek olmak isteyenlere duyurulur.