Macaristan’daki çevre felaketi Türkiye'yi etkiler mi?

Özgür Gürbüz – 12 Mayıs 2010

Macaristan'ın Ajka kentinde özel bir şirkete ait alüminyum tesisinde meydana gelen kaza, şimdiden ülkenin en büyük çevre felaketi olarak adlandırılmaya başlandı. Şu ana kadar yedi kişinin hayatını kaybettiği biliniyor. Atık barajının iki setinin yıkıldığı diğerlerinin de yıkılması olasılığından bahsediliyor.

Macar hükümeti, dün akşam şirketin yönetimini kontrolü altına aldı ama bu tehlikeyi önlemekten çok kamuoyunu sakinleştirmeye dönük bir hamleye benziyor. Çünkü 700 bin metreküp civarında toksik atık çoktan bölgeye yayıldı. Tesisin atık barajının toplam kapasitesinin ise 30 milyon ton olduğu belirtiliyor. Tuna nehrine zehirli atıkların ulaşmasını önlemek için de yeni bir set inşa edilmeye çalışılıyor. Kalan setlerin durumunun pek iç açıcı olmadığı düşünülürse zamana karşı bir yarıştan bahsedilebilir. Tuna nehrine akan Raba ırmağında ise şimdiden kimyasal atıkların belirtileri görülüyor.

Türkiye tehlike altında mı?
Gelelim önemli soruya? Macaristan'daki çere felaketi Türkiye'yi etkiler mi veya ne derece etkiler? Çevre ve Orman Bakanlığı 7 Ekim'de yaptığı basın açıklamasında, kazanın Türkiye için bir tehdit oluşturmadığını söyledi. Nedeni bazı matematiksel hesaplara dayanıyor. Bakanlığın yazılı açıklamasında tesisin Tuna nehrine 130 km, Bulgaristan-Romanya sınırına 400 km mesafede olduğu, alınan ilk bilgilere göre atıkların Tuna nehrine ulaşmasının beklenmediği söyleniyor. “İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Enstitüsü ile birlikte önümüzdeki hafta içinde mukayese maksadıyla Karadeniz’de ölçümler yapılacaktır” cümlesine de yer verilen açıklama, “ülkemiz karasuları ve kıyıları için herhangi bir tehlikenin söz konusu olmayacağı öngörülmektedir” vurgusuyla noktalanıyor.

Kanımca Çevre Bakanlığı asıl tehlikeyi görmezden geliyor. Türkiye'de çevrecileri vatan hainliğiyle suçlayarak, taşlarla sopalarla üzerlerine yürüyerek (Bkz. Bergama), yasaları kalbura çevirerek önü açılan madencilik sektörüyle, birkaç gün önce Macaristan'da, 2000'de Romanya'nın Baia Mare Altın Madeni'nde, 1995'de Güney Afrika'da ve daha onlarca başka yerde meydana gelen benzeri kazalara davetiye çıkarılıyor. Macaristan bize uzak olabilir ama Uşak, Bergama, Kaz dağları, Dersim çok ama çok yakın. Madencilik sektörü, özel sektörün keyfine bırakılır, yasalar, yönetmelikler ve denetim faaliyetleri şirketlerin istekleri doğrultusunda değiştirilir ve uygulanırsa, Macaristan benzeri kazaların Türkiye'de de görülmesi ne yazık ki an meselesidir.

Bileklerimiz ve boyunlarımızı altınla süslemek için aldığımız riskin de bir sınırı olmalı. Maden talebi, gerçek tüketim ihtiyacıyla eşleştirilmez ve bu konuda sınırlamalar getirilmezse; içecek, buğdayı başağı sulayacak temiz su bulamayabiliriz. Bu kazadan Türkiye'nin çıkaracağı en büyük ders, madencilik sektöründeki kontrolü siyanür havuzlarında ördek yüzdüren sektör yetkililerine değil, bağımsız sivil toplum kuruluşlarının da yetkili olduğu platformlara bırakmak olmalıdır. Tabi, çok geç olmadan...

Sulak alanı ralli pisti yapıyorlar uyarısı

Golf sahası, maden, enerji santrali derken yeşil alanlar şimdi de otomobillerin saldırısına uğradı. Sinop Çevre Dostları Derneği, Sinop ilinin Akliman mevkinde yer alan Aksaz Sazlığı'nın ralli düzenlemek için tahrip edildiğini duyurdu. Dernek tarafından yapılan açıklamaya göre, Karagöl-Aksaz Bataklık Sazlık Ünitesi içindeki Aksaz Sulak Alanı'nda sazlıklar ralli uğruna kesiliyor ve alan dolduruluyor.

Sinop Çevre Dostları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Hale Oğuz, Türkiye Cumhuriyeti'nin ‘’Ramsar Sözleşmesi’’ni ihlal ettiğini belirterek, sözleşme uyarınca Türkiye'nin sulak alanları korumayı taahhüt ettiğine ve bu amaçla yönetmelikler çıkardığına dikkat çekiyor.

Dernek açıklamasında, Sinop'un çok önemli doğal alanlarından biri olan Aksaz Sulak Alanı'nın ulusal ve uluslararası hukuki yükümlülükler hiçe sayılarak yok edilmeye çalışıldığına dikkat çekiyor ve yetkilileri göreve çağırıyor.

Çin emisyon ticaretine hazırlanıyor, Türkiye ne yapıyor?

Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi/27 Eylül 2010

2011-2015 yılları arasında 12. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nı devreye sokacak olan Çin hükümeti, 2011 yılından itibaren ülke sınırları içerisinde karbon ticaretini başlatmayı planlıyor. Emisyon ticareti için beş yıllık bir plan hazırlayan Çin Halk Cumhuriyeti, 2020'ye kadar Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'da birim başına karbon salımını 2005 yılının yüzde 40 ila 45 oranında aşağısına çekme hedefine bu sayede daha rahat ulaşmayı planlıyor.

Çin'in emisyon ticareteine başlayacağı haberi, 12. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın detaylarının tartışıldığı Ulusal Kalkınma ve Reform Komisyonu’nun toplantısı esnasında, katılımcılardan biri tarafından China Daily gazetesine iletildi ve böylece açığa çıktı, ya da çıkması istendi. Konu hakkında kamuoyu fazla bilgiye sahip değil. Haberi sızdıran katılımcı, toplantıda ulusal karbon ticareti programı konusunda anlaşma sağlandığını ancak, endüstri ve uzmanların mekanizmanın nasıl uygulanacağı konusunda tartışmaya devam ettiğini söylemişti. Birleşmiş Milletler'in, Çin'in Tianjin kentinde 4-9 Ekim tarihleri arasında düzenleyeceği iklim değişikliği toplantısında Çin tarafı belki daha fazla bilgi verebilir. Kişi başına düşen seragazı emisyonlarının miktarı az da olsa, dünyanın atmosfere en fazla seragazı bırakan ülkesinin neler yapacağını bilmek, yıl sonunda Meksika'da yapılacak kritik toplantı hakkında da fikir verecek. Çin'in eskisi kadar kapalı bir ülke olmadığı herkesce biliniyor. İklim konusunda Türkiye'den daha şeffaf olduğunu da düşünmeye başlamıştım ki, imdadıma Çevre Bakanlığı'nın açıklaması yetişti.

“Karbon Sicili” adı verilen uygulama sayesinde Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü, karbon ticaretine dahil olan projeleri kayıt altına almaya balacak. Yenilenebilir enerji yatırımcılarının ve yatırım yapmayı düşünenlerin “www.karbonkayit.cob.gov.tr” adresine göz atmalarında fayda var. Yapılan açıklamada, “karbon sicili projesiyle Türkiye’de Gönüllü Karbon Piyasaları'nda geliştirilen projeler sayesinde azaltılan seragazı emisyonlarının kayıt altına alınması ve izlenmesi sağlanacak” deniyor. Gönüllü piyasalardan bahsediliyor çünkü Türkiye, Kyoto Protokolü'ne geç de olsa taraf olmuş, ancak yıllar süren müzakere süreci içerisinde özel konumunu belirten birçok değişikliği de kabul ettirmişti. Tüm bunlar, Türkiye'nin diğer ülkelerden çok farklı bir konuma gelmesine neden oldu. Öyle ki, hatırı sayılır emisyon yüküne ve Kyoto üyeliğine rağmen Türkiye, seragazı emisyonlarını azaltmak istediğinde neredeyse protokolün sağladığı hiçbir finansman kaynağından yararlanamaz hale geldi. Türkiye, İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması'nda Ek-1 listesinde yer aldığı için Kyoto Protokolü'nün Temiz Kalkınma Mekanizması (CDM) kapsamındaki projelere ev sahibi olamıyor. Kyoto Protokolü'nün Ek-B listesinde yer aldığı ve bir yükümlülüğü olmadığı için de Ortak Uygulama Mekanızması'ndan faydalanamıyor. Yine bu nedenle, Emisyon Ticareti'ne de katılamıyor. Halbuki bunların hepsi, Kyoto'nun da temeli sayılır. Sonuçta Türkiye'nin elinde, yenilenebilir enerjiden yutak alanları korumaya kadar birçok seragazı azaltım tedbirlerini finanse edebilmek için kala kala, Gönüllü Karbon Piyasaları kaldı. Gönüllü piyasalarda ton başına ödenen fiyatların zorunlu piyasalara göre kat ve kat aşağıda olduğu da herkesce biliniyor. Zorunlu piyasalarda karbonun ton fiyatının 20 avrolarda gezindiği sıralarda gönüllü piyasalarda ton başına 3 avro üzerinden anlaşmalar yapıldığı biliniyor. Söylemeden edemeyeceğim; güneşe, rüzgara destek verirsek paramızı dışa kaptırırız zihniyeti, acaba bu kardan zarar durumunda ne düşünüyor?

Kısacası, Türkiye'nin “yükümlülük almayalım, sanayiciyi kızdırmayalım” üzerine kurulu Kyoto politikası, olası seragazı azaltım politikalarının finansmanının önünü de büyük ölçüde tıkamıştır. Geçtiğimiz yıl, ekonomik krizin de etkisiyle Türkiye'nin toplam seragazı emisyon miktarı yıllar sonra inişe geçti. Bu, gönüllü, yurtiçi piyasalarının kurulması için bir fırsat olabilirdi. En azından enerji yoğun sektörleri içine alan küçük bir borsayla Türkiye, mekanizmalara ısınabilirdi. Enerjide fosil yakıtlara dayalı mevcut politikalarla bu inişin uzun sürmeyeceğini herkes biliyor. İklim cambazı olmaya çalışan Türkiye'nin Meksika'da izleyeceği politikalar hakkında kimin, ne kadar haberi var, Türkiye daha ne kadar hiçbir şey yapmadan giderek incelen iklim ipinin üzerinde yürüyemeye devam edecek, merak ediyorum doğrusu. ABD, Çin ve Japonya gibi devlerin kavgası sonucu Kopenhag'da paçayı kurtaran Türkiye, Meksika'dan da yükümlülük almadan dönebilecek mi? Döndü diyelim... Uygun finansman yöntemlerini ve dış desteği sağlamadan seragazı azaltılımını nasıl gerçekleştirecek? Sizce Meksika'da taktik değiştirmenin zamanı gelmedi mi?