Kalitesiz kömür devlete 56 milyon dolara mal olmuş

Halen operasyonun devam ettiği Kangal Termik Santrali’nin arıza sicili oldukça kabarık çıktı. Santralin iki ünitesi halen bakımda. Kaza kaynaklı üretim kaybı 2004 yılının tüm üretiminden daha fazla. 1991 yılında devreye giren santralde, EÜAŞ tarafından raporlanan en az üç kaza olduğu ve santralin uzun süre devre dışı kaldığı da ortaya çıktı.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk /6 Haziran 2009 *

Kangal Termik Santraliİşletme Müdürlüğü ve Koç Holding’e ait Demir Export Kangal Kömür İşletmesine yönelik operasyonlarla gündeme gelen santralin bakıma alınma nedeninin düşük kalorili kömür kullanımı olduğu ortaya çıktı. Birçok kişinin gözaltına alındığı operasyonun amacının, temin edilen ve alımında usulsüzlük yapıldığı ileri sürülen kömürün kalorisinin düşük olduğu öne sürülmüştü. EÜAŞ (Elektrik Üretim A.Ş.) ve TKİ (Türkiye Kömür İşletmeleri) tarafından hazırlanan raporlarda, santralin kuruluş tasarımında yakılacak kömürün 1300 kilokalori/kg ısıl değere sahip olması öngörülmüş. EÜAŞ, santrale verilen kömürün ortalama 1100 kilokalori/kg ısıl değere sahip olduğunu ve kömürün kalorifik değerinin tutturulamamasının santralin verimli çalışmasını engellediğini belirtiyor. Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, “Santrallerin tasarımları kazana girecek kömürün özelliklerine bağlı olarak yapılır. Ona uygun olmayan, tasarım sınırları dışında kömürle beslenirse arızalar olabilir” diyor. Rehabilitasyon çalışmaları da bu savı güçlendiriyor. Üç ünitesi bulunan santralin ünitelerinden biri 1 yıldır, diğeri ise 1 aydır bakımda. Rehabilitasyon kapsamında yapılan bakım çalışmalarında kazan sisteminin yanma veriminin arttırılmasına çalışılıyor. 1 ve 2 numaralı ünitelerin kazanlarının değirmenleri, yakıcılar ve borular komple yenilenecek.

Kazaların devlete zararı 56 milyon dolar
Kangal Termik Santrali’nin arıza konusunda sicili oldukça kabarık. 1991 yılında devreye giren santral, elimize geçen ve EÜAŞ’ın kayıtlarına aldığı ilk arızasını 7 Temmuz 1992 yılında yaşamış. 1 numaralı ünitede, “Kazanda oluşan gaz birikmesi ve bu gazın dışarı sızabilen yanar haldeki kömür parçacıklarının etkisiyle tutuşması” nedeniyle çıkan yangın sonucunda 1 numaralı ünite 439 gün bakımda kalmış. 1993 sonunda tekrar devreye giren 1 numaralı ünitede 2 yıl sonra tekrar aynı nedenden dolayı bir yangın daha çıkmış. Bu defa 126 günde tamir edilen santralin 2 numaralı ünitesi iç ihtiyaç trafosunda da 2005 yılında gevşek bir civata yüzünden bir arıza yaşanmış. Bu üç kaza sonucunda santralin üretilemeyen elektrik bedeli ve tamir masrafları olarak devlete toplam maliyeti, aynı raporlarda 56 milyon 275 bin dolar olarak belirtilmiş. 1992 yılındaki kaza kaynaklı üretim kaybı 2004 yılının tüm üretiminden daha fazla. Bu iki ünite de şimdi bakımda.

“İhalesiz alım yolsuzluk akla getirir”
Transelectro ve Siemens firmaları tarafından gerçekleştirilen bakım işlemleri de hayli maliyetli. Amil-i Mutehassıs sözleşmeyle 56,5 milyon avro üzerinden bakım işlemlerinin yapılması konusunda anlaşmaya varılmış. TMMOB Makina Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu Üyesi Haluk Direskeneli, “Kamu çalışmalarında ihalesiz alım ne gerekçe verilirse verilsin, doğru değildir. ‘Yolsuzluk’ akla getirir, kaçınmak gerekir” diyor. TKİ’nin kömür satışlarında artık kömür kalitesinin mekanik ayricilar veya lavvar (yüzdürme) tekniğiyle yükseltildiğini belirten Direskeneli, “Umarım yeni bakanımız bundan sonra ihalesiz alımlara fırsat vermez” açıklamasını yapıyor.

***
Arızalar üretimi aksatıyor
Teorik elektrik üretim kapasitesi yılda 2 milyar 970 milyon kilovatsaat olan Kangal Termik Santrali, arızalar yüzünden elektrik üretiminde dalgalı bir grafik çiziyor. Son yıllarda yükselen üretimin, 2 ünitenin yeniden rehabilitasyona alınmasıyla düşmesi bekleniyor. İşte yıllara göre elektrik üretim rakamları:

YIL ÜRETİM (Kilovatsaat)
2002 2.083.965.000
2003 1.701.450.000
2004 1.491.318.000
2005 2.049.825.000
2006 2.535.422.000
2007 2.745.091.000

1. Ünitede meydana gelen kazalar
Tarih Tamir süresi Üretim kaybı(kWs) Arızanın maliyeti ($)
7 Temmuz 1992 10 bin 546 saat 1.581.900.000 44.739.303
1 Ağustos 1995 3 bin 28 saat 454.200.000 11.510.074

*tam metin

Çevre Günü’nde çevreciler mutlu değil

Her yıl 5 Haziran günü tüm dünyada çevre günü olarak kutlanıyor. Doğaseverler bu günü çevre sorunlarının ön plana çıkması için bir fırsat olarak görüyor.

Özgür Gürbüz / 5 Haziran 2009

Türkiye’de de çevre örgütleri ve sivil toplum kuruluşları, ormansızlaşmadan iklim değişikliğine, barajlardan enerji santrallerine kadar birçok konuya dikkat çekiyor. Sorunlar çok, çevreciler mutlu değil ama sorunlara çözüm arayanların sayısının artması umutları da arttırıyor.

Nüfus artıyor
Çevre Bakanlığı’nın verilerine göre artan nüfus, Türkiye’de kişi başına düşen tarım alanını azalttı. 1990-2006 yılları arasında yüzde 30 civarında artan nüfus, 1990’da 0,75 hektar olan kişi başına düşen tarım alanını 2006 sonunda 0,50 hektara geriletti. Umut verici gelişme ise organik tarım alanında yaşanıyor. 1985’de Türkiye’de 8 farklı organik ürün üretilirken bu rakam şimdi 200’ün üzerinde. 9. Kalkınma Planı’nda, organik tarıma ayrılan alanın toplam tarım alanı içerisinde yüzde 3’ü bulması tasarlanıyor.

Daha çok orman ama 2B...
Orman Genel Müdürlüğü, 30 yıl öncesine göre toplam orman alanında yüzde 1’lik bir artış sağlandığını belirtiyor. Buna karşın “2B” olarak adlandırılan, orman niteliğini kaybetmiş alanların satışına yönelik yasal düzenleme, TEMA Vakfı, Türkiye Ormancılar Derneği gibi kuruluşlar tarafından sert bir dille eleştiriliyor.

Orkinoslar tehlikede
Türkiye giderek daha çok balık avlıyor. 2007 yılında denizlerden avlanan balık miktarı 589 bin tonu buldu. Aynı yıl, üretimin yüzde 18’i balık çiftliklerinde gerçekleştirildi. Balığa olan ilgi beraberinde kaçak avlanma, küçük balıkların yakalanması, sezon dışı avcılık gibi sorunları da beraberinde getiriyor. Greenpeace, özellikle Akdeniz’de soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalan orkinos (ton) balıkları için kampanya yürütüyor. Deniz kirliliğine karşı da Deniztemiz Derneği çalışmalar yürütüyor.

40 tane Milli Park var
Türkiye’de 40 adet Milli Park, 30 adet Tabiat Parkı, 31 adet Tabiatı Koruma Alanı, 105 adet Tabiat Anıtı ve 14 adet Özel Çevre Koruma Bölgesi bulunuyor. Yine, 12 tanesi Ramsar Alanı olarak kabul edilmiş 135 adet uluslararası öneme sahip sulak alan Türkiye sınırları içerisinde. Bu alanlarda binlerce göçmen kuş konaklıyor ve onların varlığı dünya ekolojisi için önemli bir yer tutuyor. 897 bin hektarlık Milli Park’a sahip olsak da bu alanlarda tartışmalı projeler de var. Munzur Vadisi Milli Parkı’nda yapılması düşünülen baraj projeleri tepki topluyor.

Anadolu’da 60 bin hayvan türü var
Avrupa kıtasında yaşayan 80 bin hayvan türüne karşılık, sadece Anadolu' da 60 bin tür yaşıyor. Tüm Avrupa kıtasında 12 bin 500 açık ve kapalı tohumlu bitki türü varken Anadolu’da bu rakam 11 bin ve bunların 3 bin 925’i endemik yani sadece Anadolu’da yaşıyor.

Sergazı emisyonları tehlike çanları çalıyor
Türkiye’nin küresel ısınmayla da başı dertte. Gelişmiş ülkeler içinde seragazı emisyonlarını en çok arttıran ülke olan Türkiye, 1990 yılına göre atmosfere saldığı küresel ısınmaya yol açan seragazlarını 2007 sonunda yüzde 119 arttırdı. Türkiye, 2009 yılı başında Kyoto Protokolü’ne dahil olarak küresel ısınmayı durdurma çalışmalarına dahil oldu.

***
Ankara’da barajlara karşı miting
Çevreciler yarın (6 Haziran) Ankara’da barajlara karşı büyük bir miting düzenliyor. Hasankeyf, Allionai, Munzur ve Karadeniz’de yapılması düşünülen barajlara karşı çıkan çevreciler Kızılay Meydanı’nda seslerini duyurmaya çalışacak. Baraj projelerinin kimi yerlerde kültürel çevreyi, kimi yerlerde ise bitki örtüsü ve canlı yaşamını tehdit ettiğini söyleyen çevreciler, miting için diğer kentlerden Ankara’ya otobüsler kaldırıyor.

İster manavdan, ister sanaldan...

Domatesim hormonlu, mısırımın genleriyle oynanmış; yoğurdun proteini, balınsa tadı kaçmış diye yakınıyorsanız sizin ilacınız organik gıdalar. Kimyasal gübrelerden, gen teknolojisinden, endüstriyel kirlilikten korunarak üretilen bu gıdalara artık sayıları sınırlı olan ekolojik pazarların dışında, manavlardan hatta internetten bile ulaşmak mümkün. Meraklısı için organik ürünlerden yemek pişiren lokantalar bile var. Doktorlar altı aydan sonraki çocuklara ek besin olarak organik gıdaları tavsiye ediyor, kanserli hastalar için yakınları organik ürün satın alıyor.

Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 24 Mayıs 2009

Toprak o kadar kirlendi ki, içine kimyasal gübre atılmamış, sanayi tesislerinden kaynaklı kirliliğe bulaşmamış sebze ve meyva bulmak çok zorlaştı. Büyük dede ve ninelerimizin ürettiği gibi üretilmiş domates, biber bulmak için artık özel bir çaba harcamak gerekiyor. Sentetik, kimyasal üretime maruz kalmayan bu gıda ürünleri genel olarak “organik gıda” olarak adlandırılıyor ve sertifikalandırılıyor. Sertifikalı ürünlere ulaşmak ise geçtiğimiz yıllara göre daha kolay. Akla ilk olarak “ekolojik pazarlar” geliyor. İlki Buğday Dermeği’nin desteğiyle İstanbul Feriköy’de 2006 yılında kurulan pazarlar şimdi dört ilde daha hizmetinizde. Antalya, Samsun, Bursa (Nilüfer) ve Ankara’da (Çankaya) haftada bir gün kurulan bu pazarlardan organik ürün almak mümkün. Pazara kadar gidemem diyenler içinse sadece organik ürün satan manavlar var. İstanbul Kuzguncuk ve Galata’da haftanın yedi günü açık olan İmece, Türkiye’nin sadece organik ürün satan ilk ve tek manavı.

Evlere ücretsiz servis
“Ben organik ürün almak için evden çıkamam, pazarla manavla uğraşamam” diyorsanız, sizin internet üzerinden organik ürün siparişi vermeniz mümkün. Ticaret sanal, elmalar ise hem gerçek hem de hormonsuz. Bakliyattan salçaya, yaş sebzeden yumurtaya kadar birçok ürünü internetten sepetinize doldurabiliyorsunuz. Toprak Ana adlı internet sitesinde, ürünlerin nerede yetiştirildiğini harita üzerinde gösteriliyor, üretici ve ürün hakkında bilgi elde edilebiliyor. Organik ürün sertifikası olup olmadığını da kontrol edebiliyor. Bir başka örnek, Fidan Ekolojik Ürünler sitesi. Evlere ücretsiz servis yapıyor, Naturay adlı site ise size organik hediyelik eşya alma şansı bile veriyor.

Herşey zamanında “ucuz”
Manava ve pazara gidebilenler armudu fotoğrafına değil gerçeğine bakarak seçiyor. İmece Manav’ın kurucusu Mehmet Gökmen, “Keşke herkes birbirine güvenseydi ve organik ürünler sertifikasız” satılsaydı diyor. Çünkü sertifika almak ürünlere ciddi bir maliyet getiriyor. Buna rağmen sezonunda alınan ürünlerde fiyatların düşmeye başladığını söyleyebiliriz. İlk çıktığında organik çilek kilosu 10 TL’den satılırken Mayıs 14 itibariyle fiyatı 7 TL’ye kadar düşmüş. Sezonu 9 TL’den açan eriklerin kilosu da şimdi 7 TL. Organik semizotunun kilosu 6, muzun ise 5,5 TL’den satılıyor.

“Ekolojik yaşamın bir yaşam felsefesi olması gerektiğini” söyleyen Gökmen, bu felsefeyi desteksiz bırakmamak için ürünlerini küçük üreticilerden almaya çalıştıklarının altını çiziyor. Satıcılar, Türkiye’nin her köşesine dağılmış olan küçük üreticileri adeta cımbızla çeker gibi buluyor ve ürünlerini tüketiciyle buluşturuyorlar. İmece’nin sarımsağı Kastamonu’dan, naranciyesi Fethiye’den, elmasıysa Amasya, Gümüşhacıköy’den geliyor. Büyük kentlerde, pazarda, manavda ya da sanal ortamda başlayan bu dayanışma sayesinde 1985’te sadece sekiz organik ürün üretimi yapılırken bugün 200’ün üzerinde ürünün organiğinin bulmak mümkün. Üretici sayısı da 15 bini bulmuş durumda. 1985’te temiz ve sağlıklı gıda yeme umudu, deyim yerindeyse, Kaf Dağı’nın ardındaydı. Şimdi ise umut, manavda, pazarda ve sanal alemde...

***
Doktor tavsiyesi
Türkiye’de üretilen organik ürünlerin çoğu ihraç edilse de artık her 10 bin tüketiciden 8’i organik ürün alıyor. Doktorlar altı aydan sonra bebeklere ek besin olarak organik gıdaları tavsiye ediyor. Fidan Ekolojik Ürünler sitesinin kurucusu Aytaç Timur, Kütahya’da kendi ürettikleri ürünler dışında, diğer sertifikalı ürünleri de sitelerinden sattıklarını belirtiyor. Timur, organik ticarete girişlerini, “Öncelikle ürünleri kendimiz tüketiyorduk. Eş-dost yiyip sevince bize baskı yaptı. Kendimizi bu işte bulduk” şeklinde açıklıyor. Hafta boyunca alınan siparişler hafta sonu evlere bırakılıyor. Naylon torba kullanılmıyor, file ya da kese kağıdı tercih ediliyor. Temizlik ürünleri Almanya’dan diğer ürünler ise Türkiye’den temin ediliyor. Yoğurt ve peynir Gökçeada’dan, yumurtalar ise Sivas’ta hücrelere hapsedilmiş değil, çiftliğinde gezebilen tavuklardan çıkıp geliyor. “Kendi oğlum bile daha önce yemediği sebzeleri yemeye başladı çünkü organik ürünler daha lezzetli” diyen Timur, “Stok maliyetimiz olmadığı için ürünler ucuz. Maydanoz 1, roka 1,5 TL. İstanbul’un birçok semt pazarındaki fiyatlarla aynı” diyor. Tüketici kapıda paketi açıyor, beğenmezse ürünü geri veriyor. Timur, yakınları kanser olanların, hastaları için organik ürün siparişi verdiklerini de söylüyor.

***
Organik lokantalar
Organik gıda yemek isteyen tüketiciler için bu ürünleri alıp pişiren lokantalar da var. İstanbul Koşuyolu’ndaki Bacce Restaurant’ın sahibi Harun Tigün, talebin müşterilerden geldiğini ve yaklaşık 4 aydır organik yemek pişirmeye başladıklarını söylüyor. Omlet, ıspanak, sebze sote gibi ev yemekleri organik ürünlerden hazırlanıyor. Organik ıspanakla pişen yemek 7 lira yerine 11 liraya satıldığını söyleyen Tigün, organik ürün tüketenlerin eğitim seviyesi yüksek, kansere karşı duyarlı kişiler olduğunu söylüyor.

***
Organik tarım yayılıyor
Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) tarafından yapılan araştırmaya göre 2008 yılında organik tarım yapılan il sayısı 65’i bulmuş. Türkiye’de en çok pamuk, buğday, elma, üzüm, mısır, domates ve zeytin organik olarak üretiliyor. Toplam tarımsal alanın yüzde 0,5 kadarı (165 bin hektar) organik tarıma ayrılmış. 2004’ten bu yana organik üretici sayısında yüzde 25 artış olmuş. Bunların çoğu küçük üretici. Güneydoğu Anadolu organik tarımda başı çekiyor.