İstanbul'un çeşmeleri temiz çıktı

İstanbul'un üç ayrı çeşmesinden aldığımız numunelerde mikrobik yani sarılık ishal yapıcı bir tehlikeye rastlanmadı. Tüm değerleri belirlenen sınır değerleri içerisinde çıkan suların içilmesi ve kullanılmasında bir sakınca yok.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 23 Mart 2009

İstanbul'un her iki yakasındaki üç çeşmeden aldığımız su örneklerinin analiz sonuçları, bu çeşmelerden akan suyun temiz olduğunu gösterdi. Anadolu yakasından iki, Avrupa yakasından ise bir çeşmeden uzmanlar eşliğinde su örnekleri aldık. Aldığımız örnekleri Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü laboratuvarlarında analiz ettirdik. Sultanahmet'teki Alman Çeşmesi, Libadiye'deki Hamin Nine Çeşmesi ve Göztepe'de Tütüncü Mehmet Efendi (İstasyon Caddesi) Caddesi'ndeki çeşmeden aldığımız sular, standartlara uygun çıktı. İşlenmemiş ve içilebilir özelliği taşıyan kaynak suları için belirlenen 266 numaralı Türk Standartlarının tüm ölçütlerine uygun düşen üç çeşmeden alınan suların halk sağlığı açısından bir tehlike arz etmediği kimyasal ve bakteriyolojik analizler sonucunda ortaya kondu. Toplam 12 ölçüt esas alındı ve hiçbir çeşmede bu ölçütleri herhangi birini aşan bir değere rastlanmadı.

"Sularda bakteri tehlikesi yok"
Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen analizleri değerlendiren Enstitü Müdürü Prof. Dr. Orhan Yenigün, "Sularda bakteri tehlikesi yok. İçme kalitesi ve sudaki iyon miktarı açısından nitrit değeri düşük olduğu için bir zararı yok" açıklamasını yapıyor. Yüksek nitrit oranları çocuklar ve bebekler için bazı hastalıklara yol açabiliyor. Yenigün, nüfusun oldukça yoğun olduğu bu bölgelerde böylesine iyi değerlerin elde edilmesinin, kaynak sularını taşıyan isale hatlarının yenilenmiş olmasından kaynaklanabileceğini söylüyor. Boruların yakın zamanda değiştirilmiş olma olasılığının altını çiziyor. Ağır metal analizi yapılmayan su örnekleri içinse Prof. Yenigün, "Ağır metalleri yerleşim yerlerindeki sularda bulmamız pek beklenemez, sanayide, endüstriyel yeraltı sularına metal geçişi olabilir, ama şehir ortasında böyle bir şey pek mümkün değil" diyor. Çıkan sonuçların tüm sınır değerlerin altında olması da bu ihtimali oldukça azaltıyor.

Libadiye ve Göztepe'deki çeşmelerden çıkan "temiz raporu", bu çeşmelerin, halkın her gün bidonlarla su taşıdığı kaynaklar olması açısından önemli. Bu kaynaklarda ücretsiz su için 24 saat boyunca kuyruklar oluşuyor. İstanbul'un tarihi çeşmelerinden bir olan Alman Çeşmesi ise, yöredeki esnaf ile onlarca yerli ve yabancı turistin su içtiği bir çeşme. Kısacası, kentin merkezinde örnek aldığımız su kaynakları sınıfı geçti.

***
Analiz Sonuçları

TS 266 Maksimum Kriterler Konsantrasyon (mg/L)
pH: 6,5-9,5
Bulanıklık: NTU <5
Florür: <1
Nitrit: <0,10

Göztepe, Libadiye ve S.Ahmet için sırasıyla
pH,
6,83 6,91 7,30
Bulanıklık,
1,42 0,15 0,32
Florür
0,0136 0,0867 0,0605
ve Nitrit değerleri:
<0,05 <0,05 <0,05

Tüm çeşmeler için toplam Bakteri: 0 0 0, toplam Koliform 0 0 0 buluunmuştur.

Çevrecilerin Patiskası

Özgür Gürbüz / 22 Mart 2009

İstanbul’da bir hafta süren 5. Dünya Su Forumu ve bu ‘resmi’ foruma karşı düzenlenen iki alternatif forum sona erdi. Akıllarda ise üzerinde İngilizce yazılmış, “Riskli Barajlara Hayır” sloganı olan bir patiska ve her insanın erişim hakkı olan su üzerinden para kazanmak isteyenleri protesto ettikleri için dövülüp gözaltına alınan 17 kişi kaldı.

İki gün önce, Bilgi Üniversitesi’ndeki Alternatif Forum’u izlemeye gittiğimde o meşhur patiskayı gördüm. Riskli barajlara hayır dedikleri için sınırdışı edilen Ann Kathrin Schneider ve Payal Parekh, önce karakolda hatalı olduklarını ve bu nedenle özür dilediklerini belirten bir metne imza attırılmak istenmiş. İnsan hiç riskli baraj projelerine hayır dediği için özür diler mi? Tabi ki reddetmişler. Sonrasını biliyorsunuz. Bu iki kişi apar topar sınır dışı edildi ve Türkiye’ye girişleri iki yıllığına yasaklandı. Bundan yaklaşık 1,5 yıl önce tanıştığım Ann Katherine’i Türkiye’deki sivil toplum örgütleriyle ben tanıştırmıştım. Herhalde bu nedenden dolayı, “Riskli Barajları Sevmeyenler" terör örgütüne üye olmaktan en az bir yıl sınırdışı edilmeyi hak ederim. "Çevreciliğimi" tatmin için Kenya’ya gider çita severim artık.

İşin ilginç yanı, bu kadar patırtı koparılan patiskanın üzerinde yazan karşı çıkışın oldukça “yumuşak” bir muhalefetten ibaret olması. “Dünyada tüm barajlara hayır” demiyorlar. Deme hakları da var haliyle. “Falanca baraja hayır” deyip kafaları da karıştırmamışlar. Sadece ve sadece, “riskli barajlara hayır” yazmışlar. Bu patiskadan neden bu kadar rahatsız olduklarını Türkiye’deki yetkililere sormak lazım. Anlaşılan o ki, Türkiye’deki baraj projelerinin bazıları ya da hepsi çeşitli riskler içeriyor. Verilen tepki adeta bir itiraf gibi. Takkeyi düşürüyor keli gösteriyor. Yoksa, neden böylesine bir alınganlık gösterilsin ki? Kısacası, Türkiye'de konuşma özgürlüğü bu defa da barajlara takılıyor.

Anlaşılan, çevrecilerin patiskası, çevrecilerin daniskalarını bir kere daha köşeye sıkıştırdı. Madem öyle, daha çok patiska lazım bu memlekete. Yeni doğan her bebeği bu rengarenk patiskalara sarmalı; zıbın niyetine. Sarmalı ki, onların gülüp oynayacağı, suyla, doğayla tanışacağı yerleri bazı daniskalar "riskli" baraj projeleriyle donatmasınlar. Patiskaya rengini veren çiçekler beton baraj bloklarının altında kalmasın.

Alternatif forumun açılışına gözyaşları damgasını vurdu.

İstanbul’daki 5.Dünya Su Forumu’na karşı etkinlikler düzenleyen iki hareketten biri olan “Suyuma Dokunma” kampanyası aktivistleri, Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul Kampüsü’nde alternatif su forumu düzenledi. Forumun açılışında konuşan Kenyalı Ikal Angelei, ülkesinde yaşanan sorunları anlatırken gözyaşlarına boğuldu.

Özgür Gürbüz / 21 Mart 2009

İki gün sürecek “Alternatif Su Forumu”nun açılışına 28 yaşındaki mağrur bir kadının gözyaşları damgasını vurdu. Hayatında ilk kez Kenya dışına çıkan Ikal Angelei, Turkana bölgesine su sağlayan Omo Nehri üzerine yapılan baraj inşaatını durdurmak için yedi arkadaşıyla birlikte mücadele veriyor. Aynı zamanda yağmacıların saldırılarına uğrayan köyünde üç aylık bir bebeğin yağmacılar tarafından öksüz bırakılmasını anlatırken kendini tutamayan Anglei, 300 bin kişinin yaşadığı Kenya’nın Turkana bölgesinde yaşananların su ihtiyacının yüzde 80’inin Omo Nehri’nden sağlandığına dikkat çekiyor. Etiyopya Hükümeti tarafından yapılan barajın Turkana Gölü’ne suyun erişimini engelleyeceğini söyleyen Anglei, bu gölden balıkçılık yapan ve Uganda’ya balık satanlar ile su ihtiyacını karşılayan herkesin büyük bir felaketle karşı karşıya kalacağını söylüyor. Yapılan barajdan üretilecek elektriği Etiyopya’dan satın almaya hazırlanan Kenya Hükümeti ise bugüne kadar Ikal ve arkadaşlarının başvurularını yanıtsız bırakmış. Bu nedenle, Uluslararası Nehirler adlı kuruluş vasıtasıyla sorunlarını dünya kamuoyuna duyurmaya çalışıyorlar.

Her gün su için 20 kilometre yürüyorlar
Yaptığı duygusal konuşmadan sonra sorularımızı yanıtlayan Anglei, babasının eski bir milletvekili olmasına rağmen annesinin öğütleri doğrultusunda eğitimini tamamlamak için oldukça zorlu günler geçirmiş. Nairobi’de finans okuyan ve üniversiteden sonra bir süre bankada çalışan Anglei, köyündeki çocukların eğitimine yardım etmek için geri dönmeye karar vermiş. 30-40 bin kişinin yaşadığı ve “köyüm” dediği evinde ilk olarak insanların okuma yazma öğrenmesi için çalışmaya başlamış. Bölgede okuma yazma oranı erkeklerde yüzde 20, kadınlarda yüzde 10 kadar. Çocuklar okula gitmek için her gün 20 kilometre yürümek zorunda kalıyor ve çoğunun okula gitme nedeni orada bedava yemek bulabilmeleri. Su bulmak için de kadınlar hergün benzer bir yolculuk yapmak zorunda. Ikal’ın korumak istediği su işte bu. Baraj yapılırsa durum daha da kötü olacak diyen Ikal, inşaatın 2006 yılında başladığını ve en geç 2012 yılında biteceğini belirterek çok az zamanlarının kaldığını söylüyor. “Etiyopya’daki politik durum işleri daha da güçleştiriyor. Bölge halkı yardım etmek istiyor ancak güçleri yok. Son protestoya 900 kişi katıldı” diyor. Baraj projesinin arkasındaki Hollandalı şirketin işleri daha da zorlaştırdığının da altını çiziyor.