Avrupa'nın Tüm Muhalifleri İstanbul Yolcusu

2010’da İstanbul’da toplanacak olan Avrupa Sosyal Forumu, iki yılda bir işçileri, feministleri, anarşistleri, eşcinselleri, politikacıları, öğretmenleri, sanatçıları, yeşilleri ve daha nicelerini biraraya getiriyor. Hedef belli; neo-liberal politikaların hüküm sürmediği, cinsiyetçiliğin ortadan kalktığı, doğanın korunduğu, emperyalizm karşıtı “Bir Başka Dünya” yaratmak. Bu büyük rüyayı taşıyanların son buluşması İsveç’in Malmö kentindeydi. Eylemcileri yakından takip ettik, onlarla yattık, onlarla kalktık ve son gün on binlerle birlikte yürüdük...

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 2-8 Ekim 2008

Yaklaşık 15 dereceye varan, güneşli ama sıcak olmayan bir havada, İsveç’in en büyük parkına (Pildamsparken) doğru 15 bin kişiyle beraber yürüyoruz. Avrupa Sosyal Forumu’nun son günü. Yürüyüşe ilginin toplantılardan daha fazla olduğunu belirtmekte fayda var. Diğer günler sadece bisiklete binerken, koşarken görmeye alıştığımız İsveçlilerin birçoğu ise evlerinden ve yol kenarlarından bu büyük “sosyal trenin” geçişini izledi. Vagonlarında anarşistlerden eşcinsellere, işçilerden mühendislere, politikacılardan ırk ayrımına karşı çıkanlara kadar onlarca insanı taşıyan bu büyük trenin son durağının adı “Bir Başka Dünya”. Oraya nasıl gidileceği henüz çok belirli olmasa da… Avrupa’da beşincisi düzenlenen bu büyük buluşmaya katılan 10 bin civarında katılımcının ortak dileği de zaten bu adrese nasıl ulaşılacağını bulmak. 17-21 Eylül arasındaki beş gün boyunca yapılan 250 toplantıda işte bu sorunun yanıtı arandı.

“George Bush, terorista!”
Yürüyüşte atılan sloganlar aslında bu 250 toplantının sonuçlarını özetler gibiydi. Çokuluslu şirketler hemen hemen her grubun hedefindeydi. Sendikalar, firmalar kadar Avrupa Birliği’ni de hedef aldılar. AB’de alınan kararlar bugün Avrupa’da yaşayan her sınıfın çalışma ve örgütlenme haklarını direkt olarak etkiliyor ve sokaktaki insanlar bunun farkında. Türkiye her ne kadar AB üyesi olmasa da, ortak ekonomik programlar, tarım sektörüne verilen sübvansiyonlar, enerji ve güvenlik konularında alınan kararlardan Avrupalı komşuları kadar etkileniyor. 300’e yakın kişiyle toplantıya katılan Türkiyeli heyetleri giderek artan bir dayanışma içerisinde, Avrupalı dostlarıyla ortak mücadele ederken gördük. Bu yüzden olsa gerek, kulağımıza alışık olduğumuz nidalar da gelmedi değil. Amerika’yı Irak’tan çıkmaya çağıran sloganlar, George Bush, Berlusconi ile Gordon Brown’a atfedilen terörist söylemi, parasız eğitim gibi. AB’ye girişimiz kâğıt üstünde ve ülke bazında gerçekleşmemiş olsa da, sokakta bir birliktelik söz konusu. İngilizce slogan atan bizim buralı gruplar, bunun çok güzel bir örneği belki de...

Katılan grupların renkliliği, minik bandolar eşliğinde yapılan yürüyüşler, çoğu zaman bir miting değil karnaval alanında olduğunuzu düşündürüyor. Anarşist grupları görünce biraz daha farklı düşünüyorsunuz haliyle. İçlerinde, kar maskeleriyle yüzlerini kapatmış, her an kapitalizmin simgelerinden biri saydıkları bankalar ya da hazır yemek lokantalarına saldıracak görüntüsü veren anarşistler mitingin belki de en kalabalık grubunu oluşturuyorlardı. Hareketli disko hizmeti veren küçük bir kamyonetin arkasında yürüyen grubun taşıdığı iki pankart açık ve kısa mesajlar veriyordu: “Kapitalizmi ez!” ve “Uzlaşmayı yok et!”. Bir gün önce İsveç polisiyle yaşadıkları sokak çatışmaları bu konuda kararlı olduklarını da gösteriyor. İsveç sokaklarında çırılçıplak kalmaya kadar varan direnişlerini, ilkesel olarak benimsemeseniz bile, bunu 5 dereceye düşen sıcaklıkta yaptıkları için en azından bir şapka çıkarmak yerinde olur. İstanbul’daki toplantıda anarşistlerin neler yapacağı ve benzeri bir gösterinin sonuçları ise sizin hayal gücünüze kalmış.

Ortadoğu barışı Türkiye’den geçiyor
Sosyal Forum’a damgasını vuran konuların başında “savaş”ın geldiğini söylemek yanlış olmaz. Özellikle Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler tüm dünya gibi Avrupa’yı da tedirgin ediyor. Filistin ve Irak’ta yaşananların ağırlıklı olarak konuşulduğu toplantıların en ilgi çeken birisi de ÖDP Milletvekili Ufuk Uras, DTP Milletvekili Sabahat Tuncel, İtalya’nın radikal işçi konfederasyonu Cobas’tan Pierro Berocchi ve Yunanistan savaş karşıtı hareketinden Sotiris Kontogiannis’in katıldığı “Emperyalizm ve Ortadoğu” başlıklı paneldi. Sabahat Tuncel, forumun açılış konuşmalarından birini de yapmıştı. Çikolata fabrikasında yapılan paneli Mor ve Ötesi grubundan Kerem Kabadayı yönetti. Uras, biraz da özeleştiri yaparak bölge üzerindeki çatışmaları daha iyi anlamak gerektiğinden bahsetti. Tuncel’in ağırlık verdiği konu Türkiye’deki Kürtler ve Türkler arasındaki gerilimdi; Türkiye’deki sorunun çözümünün tüm Ortadoğu’ya barış getirebileceğinden bahsetti. Berocchi ise NATO’yu hedef aldı. Aslına bakılırsa, tüm forum boyunca NATO karşıtı bir hareketin yükselişte olduğu gözlemleniyordu. 4 Nisan 2009 tarihinde 60. kuruluş yıldönümünü kutlamaya hazırlanan NATO’ya karşı Strasbourg’ta ciddi bir eylem hazırlığı var. Sadece eski Doğu Bloku’na yakın sol partiler değil, savaş karşıtları ve NATO’nun silahlarında uranyum kullanmasına son vermesini isteyen çevreciler de orada olacağa benziyor.

Finans ve iklim krizleri değişim için fırsat
Yürüyüşte atılan sloganlar ya da taşınan pankartlar, yüzlerce seminerde tartışılan fikirlerin bir yansımasıydı aslında. Pankartların ortak dileği de, Hindistanlı tanınmış eylemci Vandana Shiva’nın Halk Parkı’nda (Folkets Park) yaptığı açılışta dediği gibi, “dünyanın zenginliklerinin daha adil olarak paylaşmak”. Shiva, 2002 yılında Floransa’dan yola çıkan Sosyal Forum’un eski canlılığında olmadığını kabul ediyor ama bunun geçici olduğuna inanıyor. Shiva’ya göre, sosyal değişikliğe olan ihtiyaç, finansal ve iklim değişikliği krizleriyle her geçen gün artıyor. Shiva, iklim değişikliğinin aynı zamanda dünya çapında yaşanacak bir sosyal değişim için fırsat yarattığını da inanıyor. Kendisinin organik ürünler yetiştirdiği bir çiftliği var ve tarım üzerindeki çalışmaları pratik ve teoriye dayanıyor. Bu nedenle, İsveçlilere seslendiği şu sözlerine kulak vermek gerek: “Kahveniz için hâlâ Guatemala’ya ihtiyacınız var ama bu İsveç’te patates yetişebilecekken yetiştirmemeyi haklı çıkarmaz”. Shiva’nın bahsettiği adil ticaret konusu başta ekolojistler ve çiftçiler olmak üzere katılımcıların çoğunun dilindeydi. Bugün, birçok ülke yetiştirebileceği ürünleri daha ucuza bulduğu için dünyanın öteki ucundan getirmeyi tercih ediyor. Sonuç olarak yoksul ülkelerde işçilerin ucuza çalıştırılmasından zenginler kazançlı çıkıyor. Ürünler onlarca kilometre uzağa taşınırken, yakılan petrol ve çevreye verilen zarar da cabası tabii. Toplantılar boyunca birçok yerde organik ürünler, “adil ticaret sonucu” üretilmiş yiyecekler ve vejetaryen yemeklerin olması da bu kaygıların sonucuydu sanırım. “Başka Bir Dünya”nın yemek sistemi, yerelde üretilmiş, genleriyle oynanmamış ve daha az etli olacağa benziyor.

Kapanışı Nazım Hikmet yaptı
“Başka Bir Dünya”nın evleri nasıl olacak derseniz, daha az enerji harcayan, kendi elektriğini temiz enerji kaynaklarından kendi üreten evler olacak diye yanıt verebiliriz. Bu öngörü, pratikten çok seminerlerde edindiğimiz bilgilerden kaynaklanıyor çünkü forum boyunca biz de birçok katılımcı gibi, uyku tulumumuzla bizlere ayrılan spor salonu, okul gibi yerlerde kaldık. Bu arada zorunlu olarak spor da yaptığımızı belirtmeliyim, çünkü Malmö’nün her bir yanına dağılmış toplantı salonlarına zamanında yetişmek için hayli koşuşturmak gerekiyordu. Organizasyonun en çok şikâyet alan yönü de bu dağınıklıktı. Birçok katılımcı bir forum alanından diğerine yetişmeye çalışırken sunumları kaçırdı. Sosyal Forum’un açılış konuşmalarına Vandana Shiva damgasını vurmuştu. Kapanışta ise Nazım Hikmet vardı. 2010 toplantısı İstanbul’da olacağı için kapanış konuşmasını Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Başkanı Süleyman Çelebi yaptı. “Başka Bir Dünya”ya nasıl gidilir sorusunun yanıtını da Nazım’ın şiiriyle verdi: “Bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine”…

***
Sosyal Forum’da neler tartışıldı?
1. Sosyal haklar, refah ve herkes için kamu hizmeti.
2. Sürdürülebilir dünya, çevresel ve iklimsel adalet.
3. Demokratik, açık, eşitlikçi, şeffaf, polis devletinden uzak, özgürlükçü ve azınlık haklarına önem veren bir Avrupa.
4. Eşitlik ve haklar için mücadele, farklılıkların kabulü ve ataerkil toplum yapısına karşı mücadele.
5. Adil, barışçıl ve dayanışma içinde işgallere, saldırı ve savaşlara karşı bir Avrupa.
6. İşçilere iyi iş imkânlarının sağlanması, itibarlarının verilmesi ve sömürünün durdurulması.
7. Ekonomik ve sosyal adalet için alternatiflerin oluşturulması.
8. Kitlesel medyanın, kültürün, bilginin ve eğitimin demokratikleştirilmesi.
9. Mülteci ve göçmenlerin kabulü ve her türlü ırkçılığa karşı savaş.
10. Sosyal hareketlerin, devlet ve küresel adalet hareketinin geleceği.

Hangi kararlar alındı?
1. AB’nin sosyal ve emek politikalarıyla ilgili olarak, çalışma saatlerine, göçmen emeği politikalarına karşı ortak bir Avrupa kampanyası örgütlenecek.
2. 4 Nisan’da Strasburg’da yapılacak NATO’nun 60. yıl kutlamaları sırasında, NATO’nun dağıtılmasını talep etmek için büyük bir gösteri yapılacak.
3. Aralık ayında Poznan’da yapılacak iklim değişikliği toplantıları sırasında tüm dünyada gösteriler yapılacak.
4. Temmuz 2009’da Sardinya’da yapılacak G8 toplantısına karşı tüm barış ve demokrasi yanlısı hareketlere çağrı yapılacak.

***
“Umutla ve heyecanla İstanbul’u bekliyoruz”

Yıldız Önen
Küresel Bak Aktivisti

Malmö’de toplantının yapılması kabul edilirken zaten diğerlerinden daha farklı olacağı biliniyordu. Bundan önceki toplantılar hep hareketin güçlü olduğu büyük kentlerde yapıldı. İskandinav ülkesinde yapılması biraz da onları harekete katmak, oradaki insanlara ulaşmak içindi. Katılım daha azdı ama ilgili insanlar geldi. Doğru soruların sorulduğu verimli tartışmaların yapıldığı bir toplantı oldu. Üniversitelerdeki öğretim görevlilerinin, forumdaki toplantılardan örnekler vererek öğrencilerine tavsiye ettiklerini duyduk. Olumsuz tarafları ise çeviriyle ilgili yaşanan teknik ve mali sorunlar, gönüllü sayısının azlığı ve toplantı yerlerinin birbirine uzaklığıydı. İstanbul’da yapılacak toplantı Bilgi Üniversitesi’nde gerçekleşirse böyle bir sorun olmayacak. Katılımın da yüksek olacağını düşünüyoruz. Türkiye’deki emek ve meslek örgütleri zaten uzun zamandır işin içindeler. Şu anda Türkiye Sosyal Forumu içersinde 45 kurum var ve bu sayı yükselecek. Buradaki insanlar dertlerini anlatmak istiyor, Avrupalılar da dinlemek. Ayrıca, İstanbul toplantısına Doğu Avrupa’dan, Ukrayna ve Rusya’dan da büyük katılım olacağını düşünüyoruz. İtalya ve Yunanistan’dan gelen ekipler Malmö’de, İstanbul için 500-1000 kişilik ekiplerle katılım sözü verdi. Umutla ve heyecanla İstanbul’daki Avrupa Sosyal Forumu’nu bekliyoruz.

Yaklaşanı Yakıyor!

Arızasız nükleer santraller de yakın çevrelerinde yaşayan çocukları kanser yapıyor...

Almanya’daki nükleer santrallerin 5 km. çevresinde yaşayan çocuklarda, erken çocukluk kanserlerinde ve lösemide büyük oranda artış olduğunu ortaya çıkaran Fizik Doktoru Alfred Körblein, İstanbul’daydı. Körblein’ın verdiği rakamlar daha sonra yürütülen çalışmalarla da doğrulanmış, nükleer santrallerin sadece kaza olursa tehlikeli olacağı görüşü bu araştırmayla ciddi bir yara almıştı. Çünkü normal çalışma sırasında da nükleer santrallerden doğaya radyoaktif madde salımı gerçekleşiyor ve literatürde bu, “rutin radyasyon” olarak adlandırılıyor…

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 25 Eylül - 1 Ekim2008

İstanbul’un önemli bir konuğu vardı geçen hafta. 1998’de, Almanya’daki nükleer santrallerin 5 km. çevresinde yaşayan çocuklarda, erken çocukluk kanserlerinde yüzde 54’lük, lösemide ise yüzde 76’lık artış olduğunu bulduğunda ona inanmak istememişlerdi. Fizik doktoru olmasına rağmen, “çevreci” olarak bilinen Münih Çevre Sorunları Enstitüsü’nde çalıştığından dolayı verdiği rakamları görmezden gelmişlerdi. Almanya’da Yeşiller Partisi koalisyon ortağı olup da çevre bakanlığı koltuğunu alınca iş değişmiş, 2000 yılında, Almanya’nın nükleer santrallerini 2021 yılına kadar kapatma kararını almasından sonra madalyonun öteki yüzünü konuşmak daha da kolay bir hale gelmiş ve kapatma kararının hemen ardından, Radyasyondan Korunma İçin Alman Federal Ofisi, Dr. Alfred Körblein’ın daha önce duyurduğu ancak kaale alınmayan sonuçlarını kontrol etmek üzere 16 nükleer santralin çevresinde yeni bir çalışma başlatmıştı Tabii bu çalışmanın başlatılması için halkın verdiği 10 binden fazla imzayı da unutmamak lazım. 2007 sonunda açıklanan bu çalışma sonuçları, Dr. Körblein’ı haklı çıkardı: Nükleer santrale 5 kilometre çapında bir mesafede yaşayan, beş yaşın altındaki çocukların kansere yakalanma olasılığı beklenenden 1,6 kat; lösemiye yakalanma olasılığı ise nükleerden uzak duran çocuklara oranla 2,2 kat artıyordu! Nükleer santrallerin sadece kaza olursa tehlikeli olacağı görüşü bu araştırmayla ciddi bir yara aldı.

Alman devletinin kanserli 1592, lösemili 593 vaka üzerinde beş yıl süren çalışmalarında, çocukların diğer etkenler tarafından hasta olup olmadığı da araştırıldı ancak nükleer santral dışında hiçbir kanser yapıcı faktörün sonuçlar üzerinde etkili olmadığı ortaya çıktı. Aynı durum lösemili çocuklar için de geçerliydi. Lösemi sayısındaki artışa neden olan tek faktörün radyasyona maruz kalmak olduğu kanıtlandı. İstanbul Tabip Odası, Çevre İçin Hekimler Derneği ve Nükleer Savaşı Önlemek için Hekimler Birliği tarafından Türkiye’ye davet edilen Körblein’a İstanbul’daki sunumundan sonra şu soruyu sorduk: “Her yıl binlerce Alman turistin de geldiği Akdeniz’de kurulması düşünülen Akkuyu nükleer santralinin yanında denize girer misiniz, denizden çıkan balığı yer misiniz?”. Körblein’ın yanıtı netti: “Ben yaşlı bir insanım, kanser konusunda çok fazla endişelenmem. Eğer küçük çocuklarım olsaydı, Türkiye’de ya da Almanya’da, çocuklarıma nükleer santralin yakınına gitmelerini öğütlemezdim. Elimizdeki bilgiler ışığında, torunlarımın nükleer reaktörün 5 km. yakınında yaşamalarını da istemezdim”. Körblein’in bu korkusunun kaynağı sadece kendisinin yaptığı çalışma değil. Almanya’da 1983’ten beri küçük çocuklar üzerinde nükleer santral kaynaklı radyasyonun etkilerini inceleyen araştırmalar yapılıyor. 1984’te, İngiltere’deki Sellafield nükleer santrali yakınındaki Seascale köyünde çocukluk çağı lösemisine normalden 10 kat yüksek oranda rastlanmıştı. Körblein’a göre nükleer santral ve çocuklar üzerine yapılan araştırmaları tetikleyen de bu 1984 yılındaki çalışma oldu.

Resmi rakamlar her şeyi anlatmıyor
Halk tarafından çok bilinmese de, normal çalışma sırasında nükleer santrallerden doğaya radyoaktif madde salımı yeni bir şey değil. Literatürde “rutin radyasyon” olarak adlandırılıyor ve santrallerden doğaya salınan radyoaktivite, birçok ülkelerde kayıt altında tutuluyor. Dr. Alfred Körblein’dan, Almanya’daki santrallerin bu rakamları her üç ayda bir halka açıkladığını öğreniyoruz. İşin püf noktasını da... Uzun bir zaman dilimine bakıldığında doğaya salınan radyoaktivitenin yasalarla belirlenen sınırların altında kaldığını belirten Körblein, bizi kısa süre içerisinde doğaya verilen yüksek dozlar konusunda uyarıyor. Örneğin, santraller yeniden çalıştırılırken (bakımdan ya da yeni yakıt yükleme işleminden sonra) yüksek miktarlarda radyoaktif izotopu doğaya salıyorlar. “Ancak bu üç aylık veri içinde görülmüyor” diyen Alman fizikçi, böyle bir anda reaktörün yakınında olmanın oldukça riskli olduğuna işaret ediyor. İddiasını da şu sözlerle pekiştiriyor: “Nükleer santral yakınında yaşayan kişiler yıl boyunca dalgalanan miktarlarda radyasyon dozlarına maruz kalırlar, sabit bir düşük doza değil. Doğrusal olmayan bir doz-yanıt eğrisinde etki ortalama doza değil, tepe noktasında olan doza bağlı olarak ortaya çıkabilir. Nükleer santraller rutin olarak doğaya radyasyon bırakırlar hatta Almanya’da bunun ne kadar olduğu, düzenli olarak yayınlanır. Bu bulduğumuz lösemi etkisi, resmi açıklamalar doğru olsaydı 1000 kat daha az olmalıydı”.

Nükleer reaktörden sadece havaya değil, soğutma suyuyla denize de yine “rutin” olarak radyasyon bırakıldığını belirten Körblein, “Sellafield’teki yeniden işleme reaktörü plutonyum ve stronsiyum gibi radyoaktif izotopları İrlanda Denizi’ne bıraktı. Dalga ve rüzgârlarla bir süre sonra radyoaktif maddeler kıyıya geri döndü. Kumsalda oynayan çocuklar radyasyona maruz kaldı. Daha sonra bu, başta balıklar aracılığıyla besin zincirine de eklendi. Nüfusun bir bölümü radyoaktiviteye maruz kaldı” açıklamasıyla balıklarla ilgili bir önceki soruma da yanıt vermiş oluyor.

Sinop ve Mersin’de kanser kayıt merkezleri yok
Körblein’ı dinlerken alışık olmadığımız kurum adlarıyla da karşı karşıya geldik. Radyasyondan Korunma İçin Alman Federal Ofisi, Alman Çocukluk Çağı Kanserleri Kayıt Dairesi gibi. Çevre İçin Hekimler Derneği Başkanı Dr. Seval Alkoy’a 24 Eylül’de nükleer ihaleye çıkacak olan Türkiye’de benzer kurumların olup olmadığını sorduk. “Türkiye’de radyasyon denince akla Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) geliyor” diyen Dr Seval Alkoy, “TAEK’in Çernobil kazası sonucu sergilediği tutum bu konuda güvenilirliği konusunda bir soru işareti oluşturmuştur. Kanser kayıtlarının tutulduğu en eski merkez İzmir’de ve o da zannediyorum 12 yıllık. Türkiye’nin şu an için kanser kayıtlarının güvenilir olduğunu söylemek mümkün değil. Zaten Çernobil sonrası Karadeniz’de kazaya bağlı kanser vakaları artmış mıdır, artmamış mıdır sorusuna bilimsel bir yanıt verilememesinin de nedeni budur” diyerek “Nükleer Türkiye”nin bu kavrama ne kadar hazır olduğunu sorguluyor. Yaptığımız araştırma sonucu bahsedilen “kanser kayıt merkezleri”nin sayısının 20 olduğunu tespit ettik. Büyük kentler dışında Kahramanmaraş, Sivas, Şanlıurfa gibi illerde de bu merkezlerden açılmış. Türkiye’de nükleer santral kurulması düşünülen iki ilde, Sinop ve Mersin’deyse bu merkezlerden yok. Bu, nükleer santrallerin bu illere kurulması halinde kanser oranlarında artış olup olmadığını bilemeyeceğimiz anlamına geliyor; çünkü bu illerde kanser olanlarla ilgili kayıtlar henüz (!) tutulmuyor.

***
“Nükleer ihale iptal edilsin”
Prof. Dr. Gençay Gürsoy Türk Tabipleri Birliği Başkanı
Türkiye enerji politikalarını ağırlıklı olarak geleneksel enerji kaynaklarına dayandırarak ülkenin enerji gereksinimini karşılamaya yönelmiş bulunmakta. Bunun anlamı gelecekte ekonomik maliyetleri büyütmek, asla geri ödenemeyecek çevresel riskleri ve çevrenin geri dönüşümsüz yıkımını arttırmaktır. Bunun yanında kömür ve nükleer enerji gibi en tehlikeli merkezi enerji kaynaklarına alım garantisi verilerek yatırımı özendirilmektedir. Nükleer santraller çevresinde yapılan araştırmalarda; santrallerin yılda 1 milyon kişide 600-1000 ölüme neden olduğu, bunların yüzde 80 gibi büyük çoğunluğunun çalışan işçiler olduğu ve çocukluk dönemi kanserlerinde artış olduğu saptanmıştır. Bu veriler ışığında öncelikle 24 Eylül’de yapılacağı açıklanan ihalenin iptal edilmesini istiyoruz. Türkiye çok zengin yenilenebilir enerji potansiyeline sahip ve enerji verimliliği açısından dünyanın önde gelen ülkelerinden biri.”

"Cep"te Tam Rekabet Dönemi

9 Kasım’dan itibaren cep operatörünü değiştirmek isteyenler, yıllardır kullandıkları numaralarından vazgeçmek zorunda kalmayacak artık. Basit bir işlemle, operatörünü değiştirebilecek ama eski numarasını da saklayabilecek. Numara taşıma avantajı, rekabetin kızışmasına da neden olacak ve her şey yolunda giderse kızışan rekabet tüketiciye yarayacak. Ama, doğru tarifeyi bulmak şartıyla...

Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel / 18-24 Eylül 2008

Ey ahali! Duyduk duymadık demeyin! Artık numaram değişir korkusu olmadan cep telefonu operatörünüzü değiştirebileceksiniz. 9 Kasım 2008 tarihinden sonra cep numaranız adeta adınıza tescilli hale geliyor. Kullandığınız cep operatöründen memnun değilseniz ve diğer operatörde size daha uygun bir tarife varsa seçtiğiniz yeni operatörünüze bizzat başvurup bir form doldurmanız yeterli. En geç altı gün içerisinde, o tanıdığınız herkesin bildiği telefon numaranız, yeni SIM kartınıza (taşınabilir hafıza kartı) “tanıtılmış” olacak ve siz eski numaranızdan ama farklı bir operatörle konuşmalarınızı yapmaya devam edebileceksiniz.

1994 yılında ilk defa cep telefonuyla tanışan Türkiye’de halihazırda Turkcell, Vodafone ve Avea’dan oluşan üç adet operatör, sayıları 65 milyona yaklaşan SIM kart var. Her SIM kart bir kullanıcı anlamına gelmiyor çünkü kullanıcıların bazıları birden fazla hat kullanıyor. Bunun nedeni de, farklı operatörler arasında yaptığınız konuşmaların, aynı operatörler arasında yapılan konuşmalara göre hayli pahalı olması. Bu sorunu çözmek için birçok kişi farklı bir operatörden ikinci bir hat alıyor. Kimileri ailesinin sahip olduğu kamu tarifesinden yararlanmak, kimileri ise en çok konuştuğu arkadaşlarını ucuza aramak için bu yola başvuruyor. Yıllardır kullanılan eski numara vazgeçilmez olduğu için de mecburen hat ve telefon sayısı ikiye hatta üçe çıkıyor!

Tarife savaşları başlıyor
Bazı sektör yetkililerinin “Milat” olarak tanımladıkları 9 Kasım 2008 tarihinden sonra cep telefonu operatörü seçerken sadece kendi operatörünüzün size sunduğu seçeneklere değil diğer operatörlere de bakmanız gerekecek. İşin püf noktası, telefonunuzu en sık ne zaman kullandığınızı, en sık kiminle konuştuğunuzu, yine en sık hangi operatörü aradığınızı bilmekten geçiyor. Bu, kolayca yapılacak bir analiz değil diyorsanız size tavsiyemiz “her yöne”, “herkesle” adı verilen, her operatörü en ucuza arayacağınız tarifeyi bulmanız. 9 Kasım’dan sonra, diğer operatörleri aramada size ücretsiz süreler öneren ya da daha ucuza konuşma olanağı sağlayan tarifeler öne çıkacak.

Numara taşımayla birlikte bugüne kadar Turkcell’in sahip olduğu pazar hâkimiyetinin değişme olasılığı da gündeme gelmiş durumda. Şu anda Türkiye’deki 65 milyon SIM kartın yaklaşık 35 milyona yakını Turkcell markalı. Yine, yaklaşık olarak 19 milyon Vodafone ve 11,5 milyon da Avea kullanıcısı var. Son değişiklikle rekabetin daha da kızışması ve Avea ile Vodafone’un Turkcell’den müşteri kazanabilecek tarifelerle piyasaya çıkması bekleniyor; Turkcell’in de buna karşılık vermesi tabii. Firmalar şimdilik yeni tarifeler hakkında çok ipucu vermeseler de, yeni tarifelerin odak noktasında diğer operatörleri ne kadara arayacağınız sorusu yatıyor.

“Asıl sadakat numaraya”
Cep telefonu numaralarının adeta kimliğimizin bir parçası haline geldiğini söyleyen Avea Kurumsal İletişim Direktörü Pınar Kaya’ya göre kullanıcıların asıl sadakati operatöre değil kullandıkları numaraya. “Bu şu anda bizim işimizi zorlaştırıyor. Numara taşınabilirlik bu engeli kaldıracak.” Pınar Kaya, numara taşıma serbestisinden sonra ilk yıl büyük hareket beklemediklerini, sadece yüzde 10-15 (6-9 milyon) arasında kullanıcının operatör değiştireceğini tahmin ettiklerini de sözlerine ekliyor. Kaya’ya göre transfer sezonu ikinci yıldan sonra daha da hareketlenecek. Bunun ardında yatansa “görmeden inanma” felsefesi. Kaya, operatörünü değiştirdiği halde numarasını taşımaya devam eden kullanıcıların memnuniyetinin diğerlerine de örnek olacağını söylüyor. Yurtdışında da eğilim bu yönde olmuş.

Vodafone Türkiye’nin Teknikten Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Hüseyin Köksaldı da bu gelişmeden çok memnun olduklarını, bunun hem rekabete hem de tüketici özgürlüğüne katkı sağlayacağını belirtiyor. “Bu uygulamadan en kazançlı çıkacak olanlar, cep telefonu kullanıcıları olacak” diyen Köksaldı’ya göre, kullanıcılar en iyi hizmeti alacakları operatörü seçebilecek ve bunu yaparken de “Numaram değişecek, dostlarım veya müşterilerim bana erişemeyecek” kaygısından uzak olacaklar. Gözler ister istemez rakiplerinin “Hâkim operatör” olarak adlandırdığı Turkcell’e çevriliyor. Turkcell Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Lale Saral Develioğlu, Turkcell’in dünyanın 13’üncü, Avrupa’nın da üçüncü büyük operatörü olduğunu ve numara taşıma serbestisinden sonra da liderliğini sürdüreceğine inandıklarını belirterek, “Dünyada birçok pazarda mobil numara taşınabilirliği sürecinde yaşanan deneyimler, pazardaki toplam değişimin yüzde 1 ile yüzde 10 seviyelerinde gerçekleştiğini ve numara taşınabilirliğinin pazar paylarında ciddi değişimlere yol açmadığını ortaya koyuyor” açıklamasını yapıyor.

“Numara taşıma ücretsiz olmalı”
Operatörler olaya farklı açılardan yanaşsa da tüketicilerin yüzleri gülüyor. Tüketiciler Derneği Genel Başkanı Engin Başaran, numara taşıma hakkının tüketici için fevkalede iyi bir şey olduğunu düşünüyor. Buna karşın Başaran’ın çekinceleri de var: “Tüketiciler şimdiye kadar tek operatöre bağlıydı. Rekabetin olmadığı yerde her şey tüketicinin aleyhine gelişir. Yalnız bu işlemin ücretsiz olması gerekiyor. Buraya konacak ‘ücretlidir’ sözü caydırıcı olacaktır. İkinci bir nokta ise taşınmış numaralar için yapılacak uyarının bir sinyal sesiyle değil sözlü olarak yapılması gerekir. Sinyalle yapılacak uyarıyı anlamayan insanlar çıkabilir.” Derneklerine gelen şikayetlerin başında cep telefonu ve kredi kartları olduğunu belirten Başaran, “Klon telefonlar, tüketicinin haberi olmadan değiştirilen kartlar, telefonlara izinsiz gönderilen melodiler gibi bize birçok şikâyet geliyor. Kontörlü telefonlarda çok sık fiyat değişiyor. Numara taşınabilirliği bunlara mutlaka bir çözüm getirecek” diyor. Getirebilecek çünkü bu tip uygulamalardan rahatsız olan tüketici artık “yeter ama, ben gidiyorum” diyebilecek.

***
Numaranızı nasıl taşıyacaksınız?

1. İlk olarak bundan sonra kullanmak istediğiniz operatörün bayisine giderek “Numara Taşıma Başvuru Formu”nu dolduracaksınız. Değişim için cüzi bir miktar ödeyebilirsiniz. Henüz ücret belirlenmedi.

2. Ayrılmak istediğiniz firma size baskı uygulayamayacak, yeni teklif sunamayacak.

3. Değişiklik talebiniz halihazırda kullandığınız operatör tarafından onaylanacak.

4. Cep telefonunuza gelen mesajdan 15 dakika sonra yeni SIM kartınızı eski numaranızla kullanmaya başlayacaksınız.

5. Tüm bu işlemler en fazla altı gün içerisinde tamamlanacak.

6. Taşınmış bir numarayı aradığınızda bir sinyal sesiyle uyarılacaksınız. Böylece farklı operatöre geçmiş bir kişiyi aradığınızı, ücretlendirmenin de bu yönde yapılacağını bileceksiniz.

***
Ne diyor, ne yapıyorlar?

AVEA
11,5 milyon abonesi var. Bunların 3,5 milyonunun faturalı ve çoğunun kamu tarifesine sahip olmasını avantaj olarak görüyorlar. Avea’nın kamu tarifeleri için yaptığı anlaşma 2014 yılına kadar yürürlükte. Kapsama alanı ve bayi ağını genişletmelerini tam rekabet döneminde yine bir başka avantaj olarak görüyorlar. Tarifelerini herkesin kolay anlayabileceği ve fatura tutarını tahmin edebileceği bir şekilde düzenlemeye çalışıyorlar. Yüksek faturaların bir başka nedeninin de vergiler olduğunu söylüyorlar. Türkiye, fatura tutarının yüzde 50’sine varan oranda vergiyle dünya birincisi.

VODAFONE
Tüketicilere kullanım alışkanlıklarını ve ihtiyaçlarını dikkate alarak tarife ve paket seçmelerini öneriyorlar. Ucuzluk kavramının müşterilerin kullanım profiline göre değişkenlik gösterdiğine ve mutlak anlamda ucuz bir tarifeden bahsetmenin güç olduğuna dikkat çekiyorlar. “Cep telefonu harcamalarını, abonelerin kendi konuşma ihtiyaçlarına uygun tarifede olup olmadıkları belirliyor” diyorlar. Rekabetin yalnızca abone kazanırken değil aboneleri elde tutmak için de var olacağını, fiyatların ve servislerin de bundan böyle daha rekabetçi olacağını söylüyorlar.

TURKCELL
Mobil numara taşınabilirliğiyle kullanıcının seçeneğinin artmasının olumlu bir gelişme olduğunu düşünüyor, tüketicilerin dikkat etmesi gereken önemli kriterlerin kapsama alanı, kesintisiz ve kaliteli iletişim, uygun tarifeler ve fiyat teklifleri olduğunu söylüyorlar. Diğer operatörlerin aksine, numara taşıma serbestisiyle diğer operatörlerden birçok müşterinin Turkcell’i seçeceğini öne sürüyorlar. Kontörlü ve faturalı hatlarda “Herkesle Paketleri”yle rekabete hazır olduklarını belirtiyorlar.