Şükrü Balcı'nın oğlu güvenlikçiyi öldürdü

Galatasaray’ın şampiyonluğunu kutlamaya gittiği diskoya alınmayan Ertuğrul Balcı terör estirdi.

Özgür Gürbüz - Necla Görgeç
Sabah / 16 Mayıs 2007

İstanbul'un ünlü emniyet müdürü Şükrü Balcı'nın oğlu Ertuğrul Balcı, bar girişinde tartıştığı güvenlik görevlisini silahla vurdu. Balcı tutuklanırken, 26 yaşındaki Necmi Akın hayatını kaybetti.

İstanbul'un eski emniyet müdürlerinden Şükrü Balcı'nın oğlu Ertuğrul Balcı (48), Galatasaray'ın şampiyon olduğu gün gittiği diskonun güvenlik görevlisini silahıyla vurarak öldürdü. Galatasaray'ın şampiyonluğunu çok miktarda alkol alarak evinde kutlayan Balcı, daha sonra Gayrettepe'deki Discorium adlı eğlence yerine geldi. Balcı'nın alkollü ve silahlı olduğunu gören güvenlik görevlileri kendisini içeri almadı. Sinirlenen ve tartışmaya başlayan Balcı, sakinleştirilmeye çalışıldı ve kendisine sigara ikram edildi. Sakinleştiği ve içeri girmekten vazgeçtiği sanılan Balcı, uzaklaşır gibi yaptı ancak 2-3 adım sonra geri dönerek silahıyla üç el ateş etti. Kurşunlardan biri koruma görevlisi Necmi Akın'ın başını sıyırırken bir diğeri karnına ve üçüncüsü ise omuzundan sekerek başına saplandı. Zanlı Ertuğrul Balcı olay yerinde silahıyla yakalandı ve 12 Mayıs günü tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi'ne konuldu. Zanlının gözaltına alındığında 1.90 promil alkollü çıktığı ve kullandığı silahın ruhsatsız olduğu belirlendi. Akın'ın önceki gün beyin ölümü gerçekleşti. Gencin ailesi de aynı gün oğullarının organlarını bağışladı. İstanbul Armutlu'da yaşayan Akın'ın cenazesinin bugün defnedilmesi bekleniyor.

12 Mart ve 12 Eylül'ün kritik adamı
12 Mart döneminde Siyasi Şube Müdürlüğü yapan Şükrü Balcı, 1978'de İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevine getirilmiş ve 12 Eylül döneminde bu görevde kalmıştı. 1993'te ABD'de ölen Balcı hakkında azınlıklardan haraç aldığı ve teşkilat içinde rüşveti yaygınlaştırdığı iddiaları bulunuyordu.


Nükleer enerjiye evet mi hayır mı?

Özgür Gürbüz - Sabah Pazar
27 Nisan 2008*

Türkiye’de nükleer santral kurulması tekrar gündemde ve 24 Eylül’de son bulması beklenen ihale süreci devam ediyor. İlk nükleer santralın kurulması için düşünülen yerlerin başında Mersin’in Gülnar'ına bağlı Büyükeceli beldesi ve Sinop yer alıyor. Yatırımcının Sinop’a oranla gözdesi Akkuyu çünkü 25 yıl önce nükleer santral kurulması için alınmış bir yer lisansı var. O gün bugündür de tellerle çevrili. Gerçi, bu lisansın bugün geçerli olup olmadığı tartışmalı bir konu. Lisansı veren uzmanlardan Prof. Dr. Tolga Yarman, lisansın artık geçerli olmadığını, bugünkü şartlarla 25 yıl öncesinin çok farklı olduğunu söylüyor.

Mersin’den Alanya yönüne yaklaşık 170 km. gittiğinizde kendinizi Akkuyu beldesinin önünde buluyorsunuz. Türkiye’nin Akdeniz sahil şeridinde en az betona rastladığınız noktalardan bir tanesi. Beldede yaşlı nüfus hakim, gençler iş bulmak için civar kentlere gitmiş. Kimileri nükleer kurulsa işsiz kalmazdık kimileri ise nükleer kurulacak diye yatırımların önü kesildi turizmden bile para kazanamadık diye yakınıyor. En can alıcı tartışmalardan biri de zaten Turizm konusunda yaşanıyor. Akkuyu’nun bir ucu Alanya-Antalya diğer ucu Mersin. Buraya kurulacak bir nükleer santralın Türkiye’nin en büyük ihracat kalemi olan turizmi nasıl etkileyeceği ciddi bir soru işareti. Turizmdeki rakibimiz Yunanistan’da bu konuda kampanya hazırlıkları başladı bile.

Nükleerin payı düşüyor
Nükleer enerji sadece enerji politikalarını ilgilendiren bir sorun olmadığı için, olumlu ya da olumsuz görüş bildirmek için aynı yukarıdaki turizm örneğinde olduğu gibi onlarca kriteri gözden geçirmek gerekiyor. Biz bu gözden geçirmeyi rakamlar üzerinden yapalım ve son noktayı koyma işini size bırakalım. Önce küresel anlamda nükleer enerjinin durumuna bakmakta fayda var. 1978’de Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan Üç Mil Adası ve ardından gelen tarihin en büyük nükleer kazası Çernobil nükleer enerjinin altın çağına noktayı koymuştu. Sadece kaza riski değil kazaların önlenmesi için arttırılan güvenlik tedbirleri de maliyetleri yükseltti ve nükleer enerji gözden düştü. Küresel ısınmanın gündeme gelmesi, nükleer santralların kömür santrallarına göre daha az karbondioksit çıkarması, enerji güvenliği konusunda Rusya ve Ortadoğu’ya olan bağımlılığın artması nükleer enerjiyi yeniden güncel enerji tartışmalarına dahil etti. Tüm bunlara rağmen nükleer enerji hala beklenen çıkışı yapabilmiş değil. Uluslararası Enerji Ajansı’nın, “Dünya Enerjisinin Geleceği 2007” raporuna göre; elektrik enerjisi üretiminde nükleerin yüzde 15 olan bugünkü payının 2030’da yüzde 9’a gerilemesi bekleniyor. Hidroelektrik hariç tutulmasına rağmen yenilenebilir enerjinin bugün yüzde 2 olan payının ise yüzde 6’ya çıkması bekleniyor. Aslan payı da, yüzde 1’den yüzde 4’e çıkması beklenen rüzgâr enerjisinde. Artan küresel enerji talebine rağmen nükleer enerji pazar payının azalması yeni siparişlerin istenilen hızda artmamasından ve mevcut 439 reaktörün birçoğunun önümüzdeki 10-20 yıl içerisinde yaş haddinden emekliye ayrılacak olmasından kaynaklanıyor.

Küresel ısınmaya çözüm mü?
Nükleer reaktörler tüm hayatları boyunca yapılan bir karşılaştırmada kömür santrallarına göre daha az seragazı salıyor. Nükleer enerjinin son yıllarda yeniden tartışılmasının ardında yatan nedenlerden biri de bu. Ancak bir nükleer reaktörün uzun süren inşaatı, ilk yatırım maliyetinin yüksekliği ve mevcut reaktörlerinin yaşlanmış olması, uranyum rezervlerinin giderek azalması, gereken seragazı indiriminde nükleer enerjinin ciddi bir rol oynama olasılığını azaltıyor. Bugün, nükleer endüstrinin tüm çabaları küresel ısınmayı durduracak büyük bir atılımdan çok mevcut kapasiteyi korumaya yönelik aslında. ABD Ulusal Enerji Komisyonu, 2004 yılında yaptığı bir çalışmasında, hissedilir bir karbondioksit emisyonu azaltımı için gelecek 30-50 yıl içinde 300 veya 400 reaktörün yapılması gerektiğini belirtmişti. Enerji yatırımlarında tek kriter seragazları olsa bile nükleer enerji beşikten mezara yapılan hesaplarda listenin ortalarında yer alıyor. Almanya’daki Öko Enstitüsü tarafından yapılan bu çalışma az çok durumu özetliyor. Belki de bu yüzden ABD’de şu anda yapımına 1972 yılında başlanan Watts Bar 2 reaktörü dışında bir başka inşaat yok. 1165 MW gücündeki Watts Bar II’yi 16 yılda bitiremeyen, 1988’de de inşaatı enerji talebi yok diye durduran ABD, yüzde 60’ından fazlasının tamamlandığı söylenen bu reaktöre yaklaşık 2,5 milyar dolar daha harcamayı planlıyor. İşin garibi aynı santraldaki Watts Bar I reaktörü de (1121 MW) tam 23 yılda bitirilmiş ve 7 milyar dolara mal olmuştu. Nükleer enerjinin en büyük sorunlarından biri de ilk yatırım maliyetinin yüksekliği ve inşaatının zorluğu. Geciktiğiniz her ay size ciddi finansal zorluklar getiriyor. Bugün, Batı Avrupa’da Fransa dışında reaktör inşa eden tek ülke olan Finlandiya’da yaşananlar bu sorunun hala çözülemediğini gösteriyor. Finlandiya’da yapılan Olkiluoto reaktörünün yapımına 2005 yılında başlandı. Yapımı, hisselerinin yüzde 90’ı Fransız devletine ait Areva ve Siemens tarafından yürütülüyor. Bittiğinde Avrupa’nın ilk üçüncü kuşak (jenerasyon) nükleer santralı olacak ama biterse. İnşaatın başladığı 2005 yılında elektrik üretimine 2009 ortasında geçeceği söyleniyordu. İşler yine nükleer firmaların söylediği gibi olmadı. İnşaatın sürdüğü iki yıl içerisinde ortaya çıkan hatalar ve güvenlik konusundaki eksiklikler inşaatı şimdiden iki yıl geciktirdi. Areva ve Siemens’in en iyi tahmini elektrik üretimine 2011 yazında geçilebileceği yönünde.Gecikmeleri değerlendiren Areva Nükleer Güç şirketinin (Areva NP) İcra Kurulu Başkanı Luc Oursel, “Bir serinin ilk örneğini inşa ettiğinizde kaçınılmaz olarak yeni maliyetler keşfediyorsunuz, çalışanlar yerinde durdukları için de maliyetler artıyor” diyor.[1] İki yıllık gecikme sonucunda üretilemeyen elektriği de hesaba katarsanız bu rakamın toplamda 1 milyar 600 milyon Avro’ya ulaştığını görüyorsunuz.[2] Bu gecikme bedelinin, bugün Türkiye’de ilk yatırım bedeli olarak telaffuz edilen rakama eşit olması insanı düşündürüyor.

Nükleer atık sorunu çözülemiyor
Nükleer enerji tartışmasında en çok konuşulan konulardan biri de atık sorunu. Nükleer santrallardan çıkan yüksek seviyeli atıkların bazıları 240 bin yıl boyunca radyoaktif kalıyor. Bu atıkların, doğadan ve canlılardan uzakta saklanmaları gerekiyor ancak çözüm olarak önerilen yer altı depolarının henüz dünyada gerçekleştirilmiş bir örneği yok. Nükleer enerjinin ömrünün 60 yıl olduğu düşünülürse bu depolarda atıkların sızdırmadan binlerce yıl kalabileceği de sonuçta bir iddia. Uranyum zengini olmayan Türkiye’de dışa bağımlı olmamak için toryumun yakıt olarak kullanılabileceği de biraz böyle aslında. Dünyada toryumla çalışan bir tek ticari reaktör bulunmuyor.

Nükleer santralların sadece elektrik ürettiği göz önüne alınırsa yerine bir başka enerji santralı koymak mümkün. Bugün başta rüzgar olmak üzere çevrecilerin savundukları rüzgar, güneş, jeotermal, küçük hidrolik santrallar ve biyokütleden elektrik üretmek teknik olarak sorun teşkil etmiyor. Maliyetler de güneş dışında nükleerle başa baş mücadele edebiliyor hatta rüzgar birçok noktada daha ucuza elektrik üretiyor. Atık, güvenlik sorunu olmadan. Nükleer mi temiz enerji mi arasında yapılan tercih teknik değil daha çok siyasi bir tercihe benziyor. Fransa 59’uncu reaktörünü yaparken Almanya, Türkiye’nin kurulu gücünün yarısından fazlasına ulaşan 22 bin megavatlık rüzgar gücüne yeni türbinler ekliyor. Danimarka elektriğinin dörtte birini rüzgardan sağlıyor Litvanya ise dörtte üçünü nükleerden. Sorun elektriksiz kalmayla değil vatandaşın hassasiyetiyle ilgili artık.


Kim yapıyor? Kim Kapatıyor?

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) rakamlarına göre dünyada şu anda 439 reaktör (santral değil) var. Bunların toplam kurulu gücü 371 GW ve 35 yeni reaktör de yapım aşamasında. Bu 34 reaktörün 7’si Rusya, 6’sı Hindistan, 5’i Çin, 3’ü Kore, 2’si Ukrayna ve Bulgaristan, 1’er adet de Arjantin, Fransa, İran, Japonya, Pakistan, Finlandiya ve ABD’de inşa ediliyor. Yalnız biraz dikkatli bakınca Arjantin örneğinde olduğu gibi 1981 yılında inşaatına başlanan Attucha-2 reaktörünün 27 yıldır listede yer aldığını görüyorsunuz. Diğer tarafta ise Obrigheim ve Stade reaktörlerini kapatan Almanya var. Yeşiller ve Sosyal Demokrat Parti’nin koalisyonu sırasında alınan karara göre 2020’de tüm nükleer santrallar kapanmış olacak. Avusturya inşaatı bitmiş olmasına rağmen, tek reaktörü Zwentendorf’u (Siemens) 1978 yılında hiç çalıştırmadan kapatmış. İtalya, Çernobil kazasından sonra ülkedeki 4 reaktörü, İsveç ise 1999’da Barseback 1, Haziran 2005’de ise Barseback 2’yi kapattı. İspanya’da hükümet tüm santralları kapatma kararı aldı. Bu karar, 30 Nisan 2006’da Zorita (Cabrera)reaktörünün kapatılmasıyla uygulanmaya başladı. İspanya’da 8 reaktör kaldı. Belçika, santrallarını en fazla 40 yaşlarına kadar çalıştırmayı ve daha sonra kapatmayı kabul etti. 2025 yılında Belçika’da nükleer santral kalmayacak. Bunun dışında Norveç, Yeni Zelanda, Avustralya, İrlanda gibi gelişmiş ülkeler nükleer enerjiye hiç bulaşmamış.

*Tam metin


[1] Nuclear Bid to Rival Coal Chilled by Flaws, Delay in Finland, 4 Eylül 2007. http://www.bloomberg.com/apps/news?pid=20601087&sid=aFh1ySJ.lYQc&refer=home

[2] Power failure: What Britain should learn from Finland's nuclear saga, 16 Ocak 2008. http://www.independent.co.uk/news/science/power-failure-what-britain-should-learn-from-finlands-nuclear-saga-770474.html

Rakamlarla Çernobil

22 yıl önce tarihin tek değil ama en büyük nükleer kazası gerçekleşti. Bu kadar yılın ardından, kazayı yok saymak isteyenlere aşağıdaki rakamları bir kez daha okumalarını öneriyorum.

Temizlik çalışmalarına çoğunluğu asker 800 bin kişi katıldı.

Tasfiyeci adı verilen bu 800 bin kişiden 25 bininin öldüğü, 70 bininin sakat kaldığı Sovyetler Birliği dağılmadan önce elimize ulaşan tek resmi bilgi.

Bazı bağımsız kaynaklar ise ölü sayısını toplam 60 bin, sakat kalanların ise 165 bin olduğunu söylüyor.

Reaktörde çıkan yangını söndürmek için helikopterler 1800 uçuş yaptı ve 5 bin ton materyali(sodyum fosfat ve kum gibi) reaktörün üzerine boşalttı.

400 bine yakın insan tahliye edildi. Bugün hala 30 kilometre çapında bir alana izinsiz giriş yasak.

7 bin işçi kazanın ardından 22 yıl geçmesine rağmen temizlik çalışmalarına devam ediyor.

Radyoaktif bulutlar, Rusya, Belarus ve Ukrayna’da 7 milyon insanın yaşadığı bir alanı etkiledi. Daha sonra ise neredeyse tüm dünyaya yayıldı. Mayıs başında Edirne derken Karadeniz ve tüm Türkiye bu bulutlardan nasibini aldı.

2006 yılında Türk Tabipler Birliği ve Hopa Belediyesi’nin yaptığı ortak çalışma Hopa’da son 3 yılda meydana gelen ölümlerin yüzde 47’sinin nedenin kanser olduğunu belirledi.

Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi, İtalya’nın yarısı kadar bir alanın, (yaklaşık 150 bin kilometrekare) kirlendiğini ve yaklaşık 52 bin kilometrekare, (Danimarka’dan biraz daha büyük) tarımsal alanın da harap olduğunu belirtiyor.

Belarus Ekonomi Enstitü’sünün verilerine göre Çernobil kazasının maliyeti 235 milyar doları geçecek.