Tuzla'da bu kez işçiler kazandı

Özgür Gürbüz - Sabah / 2 Mart 2008*

Tuzla tersanelerinde ölümlere neden olan çalışma koşullarını protesto eden işçilerin eylemi sonuç verdi. Gemak Tersanesi’nde yaklaşık 300 işçi önceki gün işe yarım saat geç başlayarak çalışma saatlerinin günde 7 buçuk saati geçmemesi için eylem yapmıştı. Eyleme katılan ve Gemak’la iş yapan Birlik Gemi (Birlik Gemi İnşa Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.) adlı taşeron şirketinde 2 buçuk aydır çalışan Yakup Ekin’de aynı gün işten atılmıştı. Dün geç saatlerde Gemak Tersanesi yetkilileriyle görüşen Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Limter-İş sendikası temsilcileri, iş saatlerinin sabah 08.30, akşam 17.00 olması talebini tersane yönetimine kabul ettirmeyi başardı. İşten çıkarılan Yakup Ekin adlı işçi de yeniden işe geri alındı. Limter-İŞ Sendikası Genel Sekreteri Kanber Saygılı, Çalışma Bakanlığına bağlı iş müfettişlerinin teftişi sırasında tersane yetkilileri ve taşeron firmalar tarafından işçilere imzalatılan 08.30–17.00 çalışma saatlerine uyulması amacıyla bu eylemi başlatmışlardı.

İşçiler konsey kurulsun istiyor
Geçtiğimiz perşembe günü bir araya gelen DİSK ve Gemi İnşa Sanayicileri Birliği (GİSBİR) yetkilileri bu hafta içerisinde tekrar bir araya gelecek. Bir buçuk saatlik uzun bir toplantı yapan heyetler karşılıklı görüş alışverişinde bulunmuş, DİSK işverenlere, işçilerin 5 maddeden oluşan önerilerini sunmuştu. İşçilerin önerdikleri 5 madde şöyle:

* Tuzla tersanelerinde; işçi, işveren temsilcilerinin, TMMOB ve TTB’nin yer aldığı, eşit haklara sahip “Tuzla Tersaneler Bölgesi İş Konseyi” (İşçi Sağlığı, İş Güvenliği ve İş Güvencesi İzleme Kurulu) oluşturulmalı.

* Bu konseyin işçi sağlığı ve iş güvenliğine yönelik düzenlemelerinin yaşama geçirilmesinde, eğitimlerinin düzenli olarak yapılması ve denetlenmesinde yetkili kılınması

* İşçilerin taşerona ait olsun ya da olmasın uluslararası sözleşmelerin belirlediği norm ve standartlarda çalışmalarını sağlanmasından yine Konsey yükümlü olmalı.

* Sendikalaşmanın önündeki engeller kaldırılmalı.

* Günlük çalışma saati 7 buçuk saat olarak acilen hayata geçirilmeli, sigortalar alınan ücret üzerinden ödenmeli, yemek kalitesi ve giyinme odalarının durumu iyileştirilmeli. Saat 10 ve 15’te olmak üzere iki çay molası uygulanmalı.

*haberin orjinali

Tersane işçileri geç işbaşı yaptı

Özgür Gürbüz - Sabah / 1 Mart 2008*

Tuzla tersanelerinde ölümlere neden olan çalışma koşullarını protesto eden işçilerin grevi Çarşamba günü 11’de sona erdi. DİSK’e bağlı Limter-İş sendikası dün yaptığı yazılı açıklamada önceki gün yaptıkları greve katılan bir işçinin işten çıkarıldığını açıkladı. Sendika yetkilileri, Gemak tersanesine bağlı Birlik Gemi (Birlik Gemi İnşa Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.) adlı taşeron firmasında iki buçuk aydır çalışan Yakup Ekin’in, iki günlük Greve katıldığı için düm işten atıldığını belirtti. Sendika, Ekin’e, ‘Bütün haklarımı aldım’ ibranamesini imzalamadığı için “Alnına terörist damgası vurup memleketine gönderirim” tehdidinde bulunulduğunu da öne sürüyor.

Dün oldukça hareketli saatler yaşanan Tuzla’da Limter-İş üyesi ve taşeron işçilerden oluşan bir grup, dün de GEMAK Tersanesi’nde uzun çalışma sürelerini protesto etmek için eylem yaptı. İşçiler işe saat 8 yerine 8 buçukta başladı. Sendika Genel Sekreteri Kanber Saygılı ve Genel Başkan vekili Hakkı Demiral, “Bakanlığa bağlı iş müfettişlerinin teftişi sırasında tersane yetkilileri ve taşeron firmalar tarafından işçilere imzalatılan 08.30–17.00 çalışma saatlerine uyulmadığı, dolayısıyla tersane ve tersaneye bağlı taşeronların yasa dışı davrandıklarını” söyledi. Sendika, işçilerin saat 18’e kadar çalışmaya zorlandıklarından şikayet etti ve yasaya uyulmazsa bugün Gemak Tersanesi önünde eylem yapacaklarını belirtti.

“Herşeyi sordular”
Öte yandan TBMM İnsan Hakları Komisyonu Üyeleri dün Tuzla’ya giderek tarafları dinledi. Komisyon üyeleriyle bir buçuk saat uzunluğunda bir toplantı yapan ve kendisine zor sorular yöneltildiğini belirten Gemi İnşa Sanayicileri Birliği (GİSBİR) Yönetim Kurulu Başkanı Murat Bayrak, toplantının çok olumlu geçtiğini söyledi. SABAH’ın sorularını yanıtlayan Bayrak, “Komisyon iyi çalışıyor. Ülkede insanların haklarını koruyan bir komisyon var. İnsanlarımız korkmasın. Bana kazaların nedenlerinin insan hakları ihlalleri (tedbirsizlik, dikkatli olmamak) olup olmadığını sordular. Yanıt verebildiğim kadarını yanıtladım. Tersane sahipleriyle ilgili soruları onlara yöneltmeleri gerektiğini belirttim” dedi. “Her şeyi sordular” diyen Bayrak, “Süratle tedbirler alınacak, eksikler giderilecek ama kazaları sıfırlamak mümkün değil” açıklamasını yaptı. Toplantı sırasında duygulandığını da belirten Bayrak, DİSK yöneticileri tarafından önceki gün GİSBİR’e iletilen öneri paketinin ise henüz kendisine ulaşmadığını belirtti. Bayrak, DİSK’e bağlı Limter-İş’i değil bakanlıkla bir hafta önce yaptıkları protokolü esas aldıklarını söylüyor. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ise bu yanıta şaşırdığını belirterek, GİSBİR Yönetim Kurulu Başkan Vekili Kenan Torlak’la yapılan bir buçuk saatlik görüşme sonucunda önerilerin olumlu karşılandığını ve bir hafta sonra tekrar bir araya gelmek üzere ayrıldıklarını söylüyor.

*orjinal hali

Vicdani retçi benzer sözlerle 25 ay ceza aldı

Özgür Gürbüz - Sabah / 27 Şubat 2008

Zorunlu askerlik hizmetini, reddeden ve bu yüzden de halen 25 ay hapis cezasıyla yargılanan Mehmet Tarhan, Bülent Ersoy'un gündem yaratan sözleriyle kendi duruşunun arasında benzerlikler olduğunu söyledi. Vicdani reddi seçmesinin temel nedenini ölmemek ve öldürmemek olarak açıklayan Tarhan, Ersoy'un sözlerinin "Söylediklerimden uzak değil" şeklinde yorumladı. Askeri hapishanede bulunduğu 11 ay boyunca fiziki ve psikolojik işkenceye maruz kaldığını, saçlarının zorla kestirildiğini belirten Tarhan, şu anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce (AİHM) "sivil ölüm" tabir edilen bir süreçte olduğunu belirtti.


Tuzla'nın kaçak tersaneleri mahallelere girmiş!

Özgür Gürbüz - Sabah / 27 Şubat 2008

Tersanelerde yaşanan işçi cinayetleriyle gündemden düşmeyen Tuzla’da yeni bir skandal daha ortaya çıktı. Tuzla'nın denizden 8 km. uzaktaki Aydınlı Mahallesi son 3-4 yıl içerisinde yerleşim alanlarına yapılan dev tersanelerle doldu. Tuzla’da deniz kenarında yer bulamayan tersaneler, sanayi yerleşimine açık olmamasına rağmen halk sağlığını tehdit ederek, evlerin 20-30 metre uzağında gemi inşa ediyor. Gürültüden uyuyamayan, tozdan nefes alamayan ve pas yüzünden çamaşır dahi asamayan mahalleli şikayetlerine yanıt alamadığı için sinir küpüne dönmüş durumda.

Evler para etmiyor
Penceresini açtığında karşısında devasa bir tanker gövdesi gören Aysel Güreş, “Camı açsam 5 dakika sonra kapatmak zorunda kalıyorum. Çocukları dışarı gönderemiyoruz, gürültüden uyuyamıyorlar. Kırmızı renkli tozu (taşlama denilen sonucu çıkan pas) gözle görebiliyorsunuz” diyor. Karşı komşusu Türkan Sürmeli kapıda beliriyor. “Kapı, pencere açamıyoruz” diyen Sürmeli, “Taşınacağız ama evlerimiz artık para etmiyor. Satmaya kalksanız kimse almıyor” diye dert yakınıyor. Bütün mahalleli benzer şikayetlerde bulunuyor. Mahalle Muhtarı Süleyman Bicerikli, tersanelerin yerleşim alanlarının içerisine getirilmesinin hata olduğunu söylüyor. Bicerikli durumu, “2004 yılında muhtar seçildiğim gün temeller atıldı. O günden başlayarak mahalle halkı bize şikayette bulunuyor. Biz de dilekçe topladık Tuzla Belediye’sine başvurduk. Telefonla ‘dilekçenizi aldık, zabıta müdürlüğüne başvurduk’ açıklamasını aldık ama bir şey değişmedi” şeklinde özetliyor. 25 bin nüfuslu mahallenin muhtarının, “Burası 620 yıllık geçmişi olan bir mahalle. Mahalle oluştuktan sonra bu devasa tesislerin buraya getirilmesini anlayamıyoruz. Buraları hiçbir zaman sanayi bölgesi olarak gösterilmemiş” sözleri de durumun vehametini anlatıyor. Bicerikli, “Dört kilometre ötede oturuyorum yine de sesleri duyuyorum diyor.

ABS tersanesine 50 metre uzakta oturan Şerife ve Coşkun Kortag çiftinin ise derdi başka. Bir daire fiyatına bile satamadıkları 3 katlı evlerinin çatısını izinsiz onardıkları için 4 milyar 100 milyon ceza kesilen çift, “Bizim çatımızı görenler, yanıbaşımızdaki dev tersaneyi görmüyor” diye isyan ediyor. Coşkun Kortag, para cezasının yanında hapis cezası istendiğini de belirtiyor. Ceza nedeni çevrede görsel kirlilik yaratmak. Kortag haklı olarak soruyor: “Çevreyi ben mi kirletiyorum bu fabrika mı?”. Şerife Kortag, “Gürültüler deprem etkisi yaratıyor. Ya bu tersane gitsin ya da biz. Lütfen bu duruma çare bulun” diye yardım istiyor. Mahalleli isyanda ama aynı anda bu tersanelerde imal edilen küçük tekneler ya da büyük gemilerin parçaları tırlarla deniz kenarındaki tersanelere taşınmaya devam ediyor. Taşınırken de yollar tıkanıyor, yol kenarındaki ağaçlar zarar görüyor ve ortalık toz duman oluyor.

Mahalle sakinlerinin bir başka şikayeti ise tersaneler yapılırken kendilerine doğru bilgi verilmemesi. Tuzla Belediye Başkan Yardımcısı Münir Turan’la inşaat başlamadan önce konuştuklarında, depo yapıyoruz yanıtını almışlar. Sonra depo tekstil atölyesi olmuş. Arkasından dev gemilerin inşa edildiği tersaneler çıkmış ortaya. Turan da kendisini yanılttıklarını söylemiş ama bu “yanlış anlamanın” faturasını şimdi Aydınlı Mahallesi sakinleri ödüyor.

Mr. Burns ile Hilmi Güler el sıkıştı

Özgür Gürbüz

Nükleer santral ihalesinin tekrar açılmasına sayılı günlerin kaldığı şu günlerde nükleer karşıtları da çalışmalarını hızlandırdı. Çernobil’in 22. yıldönümü olan 26 Nisan tarihinde, İstanbul Kadıköy’de büyük bir nükleer karşıtı miting düzenleyecek olan nükleer karşıtlarına sanatçılardan da destek geldi. Küresel Eylem Grubu tarafından düzenlenen ve mitinge çağrı niteliği taşıyan basın açıklamasına katılan sanatçılar, nükleer santral kurma girişimlerini daha önce önledikleri gibi bu defa da durduracaklarını belirttiler.

Sanatçılara, sivil toplum örgütleri, bazı siyasi partiler ve meslek odalarının da destek verdiği açıklamayı Mahir Günşıray okudu. Nükleer enerjiye hem insani, ekolojik ve vicdani nedenler hem de bilimsel gerekçelerle karşı çıktıklarını belirten Günşıray, şu ana kadar gerçekleşmiş yüzlerce nükleer kazadan örnekler verdi. “Nükleer santral kurma meraklılarına sorumuz şudur. Atık sorununu nasıl çözeceksiniz?” diyen Günşıray, “Bu soruya yanıtları yok. Çünkü bu sorunun çözümü yok” diyerek nükleer atık sorununa da dikkat çekti. Toplantıya Zeynep Tanbay, Zeynep Casalini, Aydan Çelik ve Jale Karabekir bizzat katılırken, Genco Erkal, Taner Öngür, Derya ve Mehmet Ali Alabora gibi birçok isim de desteklerini iletti. Toplantı boyunca duvarda yer alan poster de ilgi çekti. Nükleer ihaleye hayır yazılı posterde, Enerji Bakanı Hilmi Güler, “Simpsons” adlı çizgi filmde acımasız nükleer santral patronunu canlandıran Mr. Burns ile el sıkışırken görünüyor.

Tersanelerde “teftiş temizliği” başladı

Özgür Gürbüz - Sabah /24 Şubat 2008 *

Son 15 yılda 83 işçinin öldüğü Tuzla’daki tersanelerde temizlik çalışmaları üretimin önüne geçti. Arka arkaya gelen ölümlerin kamuoyuna yansıması ve TBMM’deki iki ayrı ihtisas komisyonunun kazaları incelemek üzere Tuzla’ya heyet gönderecek olması tersaneleri hareketlendirdi. Birçok tersane, eksikliklerini gidermek ve tersanelerdeki görüntüyü düzeltmek için üretimdeki iş gücünü ‘temizlik’ çalışmalarına kaydırdı. TBMM İnsan Hakları ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler komisyonları inceleme için Tuzla’ya heyet gönderiyor. Milletvekilleri dışında Çalışma Bakanlığı müfettişleri de tersaneleri ziyaret ediyor.

Baykal'dan tersane ziyareti
Öte yandan dün Tuzla’da Desan Tersanesi’ni kalabalık bir heyetle birlikte ziyaret eden CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, “Son zamanlarda gerçekleşen ölümler tüm Türkiye’yi etkiledi. Memnuniyetle görüyorum, iktidar, muhalefet, sivil toplum kuruluşları hepimiz olaya sahip çıkıyoruz” dedi. Gemi inşa sanayinin Türkiye’nin geleceği için önemli olduğunu belirten Baykal, bu sanayiden Türkiye’nin yılda 2,5 milyar dolar gelir elde ettiğini söyledi. Baykal, sözlerine şöyle devam etti: “Burada çalışan insanlarımızın çok üstün bir başarı sergilediği açık ama buradaki çalışma koşulları kabul edilemez. Yapılması gereken çok iş var. Burada taşeronluk çok yaygın. Taşeron da olsa, burada çalışan her işçi iş güvenliğine ve sosyal güvenceye sahip olmalıdır. Taşeron olmasın anlamında söylemiyorum ama taşeron da olsa kayıtlı olmalıdır”. Tersane gezisi sırasında işçilere “kolay gelsin” diyen Deniz Baykal, Hüsnü Noyan adlı bir işçiye taşeron firma aracılığıyla çalışıp çalışmadığını sordu. Yanıt, “5 yıldır taşeron işçi olarak çalışıyorum” oldu. İşverenlerin sigorta primlerinin yüksek olduğu yönündeki şikayetlerini de haklı bulduğunu belirten Baykal yine de bu sorunların burada işçilerin ölmesine yol açan sorumsuzluğun gerekçesi olamayacağını söyledi.

"Sözün bittiği noktadayız"
CHP heyetiyle beraber tersaneyi ziyaret eden DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ise çalışanların yüzde 95’i taşeron firmalarda olduğunu belirterek, taşeron firmalarda çalışanların 14-15 saat çalışmaya maruz bırakıldığını söyledi. “Sözün bittiği noktadayız diyen Çelebi, “Hem taşeron uygulamasının ortadan kaldırıldığı hem de sendikaya üye olmanın cezalandırılmadığı bir süreci başlatmak zorundayız. Buranın denetimi sadece müfettişlerle olmaz. Sendikalar denetime katkıda bulunabilir. Bu bölgede insani bir çalışma yaratılana kadar mücadelemiz sürecek. Bu çarşamba (27 Şubat) 24 saat nöbet tutacağız. Üretimden gelen gücümüzü de kullanarak sonuna kadar mücadele edeceğiz” dedi.

*Orjinal hali


İşkence yeniden yükselişe geçti

Özgür Gürbüz - Sabah / 21 Şubat 2008

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) tarafından açıklanan 2007 verilerine göre Türkiye’de işkence ve kötü muamele gördüğü gerekçesiyle Vakf’a başvuranların sayısında bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 30 artış görüldü. Vakfın, Adana, Ankara, Diyarbakır, İstanbul ve İzmir’deki merkezlerine 2007 yılında 452 kişi rehabilitasyon ve tedavi amaçlı başvurdu. Bunlardan 320’si 2007 yılı diğerleri ise daha önce gördüğü işkence vakalarını rapor etti. 2006 yılı içerisinde işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı gerekçesiyle TİHV’na başvuranların sayısı 252 idi.

1999 yılında Ecevit Hükümeti ve AKP’nin ilk dönemlerinde yaşanan yasal değişikliklerin işkencenin önlenmesinde yararlı olduğunu belirten TİHV Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, “Ne yazık ki atmosfer çok değişti. 2005’ten itibaren bazı şeylerin değişmeye başladığını görebiliyoruz” diyor. Yasal değişikliklerin birkaç yıl sonra etkisini göstermeye başladığını belirten Bakkalcı’nın gözlemlerini rakamlar doğruluyor. 2004 yılında yaşanan açlık grevlerine rağmen TİHV’na 922 başvuru yapılmış; bunların 348’i o yıl içerisinde işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını belirtmiş. 2005’te başvuru sayısı 692’ye o yıl içerisinde işkence görenlerin sayısı ise 193’e düşmüş. Daha sonra yükseliş eğilim başlamış ve o yıl içerisinde işkence görenlerin sayısı 2006’da 252’ye 2007’de ise 320’ye çıkmış.

Sorun sitemin genlerinde
Bakkalcı, bu yükselişi yasal değişikliklere bağlı olduğunu belirtiyor. 2005 yılında yürürlüğe giren Ceza İnfaz Yasası, 2006 yılında kabul edilen Terörle Mücadele Yasası ve 2007’de Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nda yapılan değişikliklerin bu sonuçları doğurduğunu belirten Bakkalcı, ‘Elimizi kolumuzu bağlıyorlar’ demeçleriyle başladı, 2007’de Hrant’ın vurulmasıyla iyice görülür hale geldi. Bir ülkede ihtiyaç duyulduğunda işkence uygulamasına olanak verecek fiziki ortam, zihniyet varsa bu önemlidir. Yarın sayılar azalabilir ama bu sistemin genetik şifresinde saklı bir mesele” yorumunu yapıyor. Bakkalcı, işkencenin sadece sayısal olarak artmadığına şiddetlendiğine de dikkat çekiyor. “Bir kol kolay kolay kırılmaz” diyen bakkalcı, dalak yırtılması, kol kırılması gibi vakalardan işkencenin pervasızlaştığı ve kabalaştığını görebildiklerini belirtiyor. TİHV’nın raporunun bir alarm olarak algılanmasını istediklerini belirtiyor.

Rapor hakkında düşüncelerini sorduğumuz İnsan Hakları Komisyonu üyesi milletvekili Ahmet Koca, sayının artmasını insan hakları muamelesinden yoksun kalmış insanların başvurma yetisinin gelişmesine bağlıyor. Koca, “Bundan 10-15 yıl önce karakollarda bazı dosyalar kapatılıyordu. Sivil Toplum Örgütleri değişik çatılar kurdular ve insanlar artık gerekli yerlere başvurabiliyorlar. Sayı bu yüzden artıyor bundan korkmamak lazım” diyor. Eskiden siyasi cinayetlerden sonra devletle vurulan kimsenin yakınları karşı karşıya gelirdi diyen Koca, “Artık öyle bir hükümet var ki, devlet içinde devlet olmaz mantığıyla sadece hukuk devleti adı altında bir devletin olması gerektiğine inanıyor. Uygulamalardan kaynaklanan bir takım noksanlıklar var. Bu noksanlıkları gidermek içinse biraz daha zamana ihtiyacımız var” açıklamasını yapıyor.

Metin Bakkalcı
TİHV Genel Sekreteri

“Bundan sonra sizler göreceksiniz”
İşkence gören kişilerin birçoğundan kendilerine “Bundan sonra sizler göreceksiniz” cümlesinin söylendiğini duyduk. Kaba işkence ve gözaltı süreleri ve uygulamalarda pervasızlıklar arttı. İnsan haklarına riayet edilmeyen, işkencecileri koruyan bir döneme doğru gittik. Örneğin Terörle Mücadele Yasası işkence mağdurlarının birden fazla avukat tutmasını engelliyor. İşkence mağduru ile avukatının görüşmelerine üçüncü kişi girebilir deniyor. Halbuki işkence görmüş birinin avukatıyla özel görüşme yapabilmesi lazım. İşkence iddiasıyla yargılanan güvenlik görevlileri ise 3 avukat tutabiliyor. Geçen ay yapılan yeni bir değişiklikle bu avukatlar için devlet tarafından 35 bin yani toplamda 105 bin YTL’ye varan ödeme yapılabiliyor. İşkence gören bir kişinin avukatı için verilen ücret ise 135 ile 420 YTL arasında. Aslında işkence yaptığı iddialarıyla yargılananların görevden el çektirilmesi ve avukat ücretinin devlet tarafından karşılanmaması gerekiyor.

Yıllara göre işkence başvuruları

YIL / TİHV’na yapılan toplam başvuru / Başvuru yılı içerisinde işkence görenler

2004 922 348

2005 692 193

2006 337 252

2007 452 320

Fırıldak enerjisi

Bir zamanlar "fırıldak enerjisi" olarak küçümsenen rüzgâr kurulu gücü dünyada 94 bin MW'ye ulaştı. Türkiye'nin potansiyeli ise 50 bin MW'lerle ifade ediliyor. Ülke, 200 MW'ye bile ulaşamayan rüzgâr kurulu gücüyle "Fırıldak Devrimi"ne direniyor.

Özgür Gürbüz - Global Enerji / Şubat 2008

Dünya Rüzgâr Enerjisi Konseyi (GWEC), 2007 yılının rakamlarını geçtiğimiz günlerde açıkladı. Dünyadaki kurulu rüzgâr gücü, 2006'ya oranla yüzde 27 artarak 94 bin megavata (MW) ulaşmış durumda. Bu yılın ilk yarısında büyük bir olasılıkla "dalya" diyecekler... Bundan 1015 yıl kadar öncesiydi. Türkiye'de nükleer değil rüzgâr enerjisi kurulsun diyenlere o dönemin üst düzey bürokratlarından yanıt gelmişti: "Fırıldak enerjisiyle mi elektrik üreteceksiniz?" diyerek çıkışmışlardı temiz enerji isteyenlereGeçtiğimiz yıl sadece Amerika Birleşik Devletleri'nde 5 bin 244 MW gücünde yeni rüzgâr çiftlikleri şebekeye bağlandı. Dünyadaki en büyük üçüncü rüzgâr kurulu gücüne sahip İspanya 3 bin 500 MW, pazarın yeni ama hızlı oyuncusu Çin ise 3 bin 400 MW'lik rüzgâr türbini dikti. Sadece bu üç ülkenin 1 yılda eklediği kapasite 12 bin MW'yi geçiyor. Avrupa'daki kurulu rüzgâr gücü de 57 bin MW'yi aştı. Rönesans hafif kalır, isterseniz biz bütün bu olan bitene "Fırıldak Devrimi" diyelim. Toplamda, geçen yıl tüm dünyada eklenen yeni kapasite 20 bin MW'ye ulaşıyor. Almanya hâlâ dünya birincisi ama uzmanlara göre 2009 yılında ABD, tacı Almanların elinden alacak. Bir yılda 9 milyar dolarlık yatırım öngören sektörün temsilcisi Amerikan Rüzgâr Enerjisi Birliği'nin hesaplarına göre 17 bin MW'ye ulaşan kurulu güç, 2008 yılında ortalama 48 milyar kilovat saat elektrik üreterek 4 milyon 500 bin evin elektrik ihtiyacını karşılayacak. *

8 yılda 20'den 200'e 2005 yılında çıkan yasaya ve sonrasında yapılan "iyileştirmeye" rağmen Türkiye "Fırıldak Devrimi"ne hâlâ ayak uydurmakta direniyor. 2000 yılı sonlarına gelindiğinde 20 MW'ye merdiven dayayan "fırıldak gücümüz" bugün 200 MW'ye yaklaşıyor. EPDK'da bekleyen ve 78 bin MW'yi bulan lisans başvuruları en sonunda potansiyelin fark edildiğini gösterse de, bürokratik engeller hâlâ aşılabilmiş değil. Rüzgâr yatırımcıları, verdikleri teminat mektupları için ödedikleri faizlerden bunaldıklarını dile getiriyor. Elektrik sıkıntısının kapıda olduğu günlerde bir mucize gibi önümüze çıkan bu büyük potansiyeli kullanmak için hükümetin acil tedbir alması şart. Onlar ise 10 yıl sonra güvenli çalışıp çalışmayacağı belirsiz olan nükleer enerjiyle vakit kaybediyorlar. Bilindiği gibi, rüzgâr santralleri, en çabuk hayata geçirilen büyük çaplı enerji santralleri arasında yer alıyor, hatta başı çekiyor. Dışa bağımlı olmaması da bir başka avantaj; bu yüzden de ilk akla gelen çözüm önerilerinden biri olması kaçınılmaz. Lisans başvurularının büyüklüğünü de dikkate alırsak, Türkiye'nin İspanya'ya benzer bir model geliştirerek yerli üretimi ön plana çıkarması ve dünyanın en büyük üreticilerinden biri olması içten bile değil. Böylece rüzgâr enerjisinin istihdama olan katkısından da tam anlamıyla yararlanılabiliriz.

Hedefiniz yoksa gidecek yolunuz da yoktur!
Tüm bunlar için iyi bir planlama şart. Sadece rüzgâr için değil, tüm enerji kaynakları için hedef belirlenmeli. Bu hedef bir takvime bağlanmalı ve karar vericiler sadece hedefe ulaşılmadığını hissettiği anlarda piyasaya müdahale etmeli. "Liberal değil devletçi olsun" deseniz de fark eden bir şey yok. Plansız hiçbir şeyin olmayacağı ortada.

Bakın "elalem" nasıl yapıyor bu işi?.. Avrupa Birliği, ocak ayı sonunda enerjideki yeni hedeflerini belirledi ve üye ülkelere sundu. İklim değişikliği ve enerji güvenliği sorunlarına çözüm olarak önerilen pakette yenilenebilir enerjinin payının 2020'ye kadar yüzde 20'ye ulaştırılması öneriliyor. Yüzde 20'lik payın yüzde 10'unu ulaşımda kullanılacak biyoyakıtlar oluşturuyor. Petrol ve dizelin yüzde 10'unun biyoyakıtla değiştirilmesi hedefi zorunlu kılınacak, aynı toplam enerjide yüzde 20'lik yenilenebilir hedefi gibi. Aradaki tek fark, yüzde 20'lik pay içerisinde yer alacak enerji kaynaklarının seçiminin üye ülkelere bırakılması. İşte size bir hedef koyma örneği. Nereye gideceğinizi bilirseniz, nasıl gideceğinizi de elbet bulursunuz.
*h t t p : / / w w w . a w e a . o r g

Biracılardan öğrenecek çok şey var
Elektrik İşleri Etüt İdaresi, her yıl Türkiye'nin en verimli sanayi tesisini seçiyor. Bu yıl ödülü alan Efes Pilsen'in Lüleburgaz'daki bira fabrikası oldu. Efes, enerji yoğunluğunu 2003 yılına göre yüzde 64 oranında azaltmayı başarmış. Yıllık yüzde 21.4'lük bir ortalamaya denk geliyor bu. Asıl ilginç olan, bu kadar önemli bir tasarrufun gerçekleştiği süre. İlk yıl enerji yoğunluğu yüzde 39 azaltılmış, ikinci yıl yüzde 36 ve 2006 yılında da bir önceki yıla göre yüzde 10 azalma sağlanmış. Bu işletmenin sahibi olsaydınız ve biri size gelip, "Sadece 12 ay içerisinde enerji tüketiminizi yüzde 39 azaltırım" deseydi ne derdiniz? Muhtemelen ya inanmazdınız ya da havalara uçardınız. Bir üçüncü olasılık ise "Kaça patlayacak" diye sorardınız. Efes'in başarısının ardında görülmeye değer en önemli nokta da bu aslında. Enerji yoğunluğunu düşürmek için fabrikanın tam 12 ayrı alanında yatırım yapılmış. Örneğin buhar üretim prosesinde yapılan çalışmalar sonucu 769 TEP/yıl değerinde tasarruf sağlanmış. Harcanan para 219 bin 867 YTL. Bu yatırımın geri ödeme süresi ise enerji tasarrufundan elde edilecek miktara göre hesaplanınca sadece 7 ay. Bu kadar kısa sürede geri ödemesi olan bir yatırıma hayır diyecek işletmeci var mı acaba? İşte size Türkiye'nin sanayideki enerji verimliliği potansiyeline güzel bir örnek olmakla birlikte, enerji krizinin çözümünde tek çarenin yeni santraller kurmak olmadığının da güncel bir kanıtı.


Meraklısına...

Fosil yakıtlı enerji santralleri
Uluslararası Enerji Ajansı (UEA) tarafından fosil yakıtla çalışan enerji santralleriyle ilgili bir rapor (Fossil FuelFired Power Generation) yayınlandı. Raporda, 4 kıtadan örneklerle, Almanya, Çin, Amerika gibi ülkelerde yapılan ve yüksek verimlilikle çalışan termik santrallerin karşılaştırması yer alıyor. Maliyetten dizayna, verimlilikten karbondioksit emisyonlarına kadar santrallerin birçok teknik detayı raporda yer alıyor.
PDF kopyası 80 avro. İnternet üzerinden sipariş için UEA kitaplığı:
http://www.iea.org/w/bookshop/add.aspx?id=313

Rakamlarla enerji ve ulaşım
Avrupa Birliği Enerji ve Taşımacılık Genel Direktörlüğü, her yıl enerji ve ulaşımla ilgili istatistiki bilgileri bir kitapçıkta topluyor. Avrupa Birliği ülkelerindeki enerji tüketim, üretim, ihracat rakamlarını ve eğilimleri bir çırpıda görmek için oldukça iyi bir kaynak. Ücretsiz internet üzerinden indirilebiliyor.
http://ec.europa.eu/dgs/energy_transport/figures/pocketbook/2006_en.htm

Dünyadan verimlilik politikaları
Dünya Enerji Konseyi, birçok ülke için gündemin bir numarası haline gelmeye başlamış olan enerji politikalarını hazırladığı bir raporla masaya yatırmış. 19902006 yılları arasında dünyadaki birçok bölgede yapılan verimlilik çalışmalarıyla toplam 4.4 GTEP oranında enerji tüketiminin önüne geçilmiş. Bu rakama ulaşılmasında Çin'in katkısının yüzde 50'lere vardığı belirtilen rapor, enerji verimliliği potansiyelini gözler önüne seriyor.
Ücretsiz indirebilmek için:
http://www.worldenergy.org/documents/energy_efficiency_es_final_online.pdf