Hasankeyf'ten vazgeçmek, barajdan vazgeçmekten daha (mı) kolay

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 4 Şubat 2006

2001 yılında Balfour Beatty ve baraj yapımına talip olan diğer firmalar, sivil toplum kuruluşlarından gelen baskılardan tedirgin olan İngiliz Hükümeti ve ihracat kredi ajanslarının da geri adı
m atmasıyla projeden vazgeçmiş, Hasankeyf tartışmaları da son bulmuştu. Ancak, ilk olarak 1954 yılında Dicle Nehri'nin toprak ve su kaynaklarının geliştirilmesi kapsamında gündeme gelen, 1971'de yazıya dökülen ve 1982'de fizibilite raporu hazırlanan projeden vazgeçmek, Hasankeyf'ten vazgeçmekten daha zor gibi gözüküyor.

2003 yılında proje tekrar gündeme getirildi. Ilısu Barajı için ilk kazmayı mart ayında vurmaya hazırlanan konsorsiyum, bir yandan da Avrupa'daki bankaları kredi konusunda ikna etmek için çalışıyor. Kısaca, yüzde yüz dış krediyle yapılması planlanan Ilısu Barajı'nın bu tarihi kenti, kelimenin tam anlamıyla tarihin derinliklerine gömüp gömmeyeceği, önümüzdeki günlerde belli olacak. Konsorsiyum içinde yer alan Avusturya, Almanya ve İsviçre firmaları ihracat kredi ajanslarının garantisi olmadan bu işe girmeye pek hevesli değil. Bu ajanslar ise Hasankeyf'i kurtarmak isteyen gruplar tarafından, kredi garantisi verilmemesi için ablukaya alınmış durumda.

İkna edilecek çok kişi var
Hasankeyf'te güneş doğudan doğuyor ama aydınlık bir sabahı bekleyen gözler hep batıya bakıyor. Nurol İnşaat'ın liderliğini yaptığı konsorsiyumun Avrupa'daki bankalar dışında ikna etmesi gereken oldukça fazla kişi ve kuruluş var. Örneğin baraj gölüne su toplanmasıyla birlikte yeniden yerleştirilmek zorunda kalacak 70-80 bin kişi gibi. Bu rakam, inşaatı yapacak olan firmalara göre daha az. Onların rakamı doğru olsa bile Diyarbakır, Batman, Mardin, Siirt ve Şırnak il sınırları içinde yaşayan 60 bin kişiye yeni yerleşim yerleri bulmak gerekecek. ÇED raporunda, 1997 nüfus sayımı baz alınarak hesaplandığı belirtilen ve yeniden yerleştirilmek zorunda olan bu 60 bin kişi, Hasankeyf ilçesi dışında, 4 belde, 95 köy ve 99 mezradan oluşan toplam 199 yerleşim merkezinde yaşıyor. Bölgede göç sorunun halihazırda korkunç boyutlara ulaşmış olması, bu konuyu en az kültürel miras sorunu kadar öne çıkarıyor. 1990'lı yıllarda yaşanan göçler zaten Diyarbakır, Batman ve Urfa gibi birçok kentin nüfusunu üçe katlamış durumda. Başta Diyarbakır olmak üzere Güneydoğu’da büyük bir sorun haline gelen gecekondulaşma, kapkaç ve hırsızlık gibi birçok sosyal problemin ardında kentlere göç etmek zorunda kalan aileler yatıyor. Köylerinde kendi yetiştirlikleriyle en azından açlıktan uzak yaşayan bu insanlar kentte geçimlerini sağlayamıyor. GAP projesi kapsamında faaliyete geçmiş olan diğer baraj projelerinden dolayı göç etmek zorunda kalan insanlara verilen tazminat ve ev sözlerinin de yerine getirilmemiş olması, bu proje sonunda da aynı hayal kırıklığının yaşanacağı konusunda şüpheleri arttırıyor.

İş sağlayacağı muamma
Konsorsiyum ortaklarıyla Ilısu projesine karşı çıkanlar istihdam rakamları konusunda da farklı görüşlere sahip. İnşaat ortakları Batman, Şırnak, Mardin ve Diyarbakır illerinde “80 bin kişiye iş ve aş sağlanacağını” söylerken yöredekiler sadece birkaç yıl boyunca 3 bin 500 kişiye iş sağlanacağını öne sürüyor. Hasankeyf’in sular altında kalmamasını isteyenlerin baraja alternatif önerileri de kişiden kişiye değişiyor. Ilısu barajı yerine üretilecek enerjinin rüzgar, güneş ve biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması, enerji verimliliği ve kayıpların azaltılması ya da bir büyük baraj yerine birkaç küçük baraj yapılarak, baraj göllerinde biriktirilecek su seviyesinin daha aşağıda tutulması bunlardan birkaçı. DSİ ve inşaatı üstlenen firmalar ise bu projelerin ya daha pahalıya malolacağını ya da gereken ihtiyaca yanıt vermeyeceğini öne sürerek, alternatif projeleri geri çeviriyor.

Baraj inşaatının Hasankeyf gibi tarihi Roma uygarlığına kadar uzanan ve
Akkoyunlulardan Perslere, Osmanlılardan Asurlulara kadar 30'a yakın farklı uygarlığa ev sahipliği yapmış bir kenti sular altında bırakacak olması da bir başka itiraz noktası. Hasankeyf Gönüllüleri Derneği ayrıca bu projenin aradan geçen onca yıla rağmen hala aynı ana hatlarıyla tekrar gündeme getirilmesine ve orada yaşayan insanların görüşlerinin dikkate alınmamasına da oldukça tepkili. Kayalıklardaki mağaralarda az sayıda da olsa hala yaşayanların olduğu, yaz aylarında Dicle'nin buz gibi sularıyla serinlediğiniz ve şimdi sadece ayaklarıyla ayakta kalmaya çalışan köprünün üzerinden güneşin batışını izlerken, köprüden kimlerin geçtiğini düşündüğünüz Hasankeyf'in tarihi kalesi yine savunmada anlayacağınız...

Hasankeyf'in tarihi
Batman'ın 36 kilometre güneydoğusunda ve Gercüş ilçesinin 26 kilometre kuzeyinde bulunan Hasankeyf, Anadolu'da Ortaçağ'a ait bütünlüğünü koruyabilen tek kent olma özelliğini taşıyor. Eski kaynaklarda adı "Hısn Kayfa", "Hısn Keyba", "Hısn-ı Keyfa" olarak geçen Hasankeyf'e Roma tarihçileri Kipas, Cehpa, Ciphas isimlerini vermişler. İslamiyet döneminde "Kaya Kalesi" anlamına gelen "Hasın Kayfa" olan kentin adı zamanla Hasankeyf'e dönüşmüş. Hasankeyf'in Geç Asur ve Urartu devirlerine kadar inen bir geçmişi olduğu biliniyor. Bazı tarihçiler, Hasankeyf'teki ilk yerleşimi on bin yıl öncesine dayandırıyor.

Üreteceğimiz elektriğin fiyatı hâlâ belirsiz

Geçen hafta yaşanan doğalgaz krizi sırasında çözüm için en çok yerli kaynakların adı geçti. Ancak, 2005'te yasası çıkan ve 2007'de devreye girmesi beklenen yerli kaynaklardan elde edilecek elektriğe ne kadar ödeneceği hala belli değil. Belirsizlik yüzünden kredi almakta zorlanan yatırımcı harekete geçemiyor.

Özgür Gürbüz - Referans / 31 Ocak 2006

Yenilenebilir enerji kaynakları olarak da adlandırılan rüzgar, su, jeotermal gibi enerji kaynaklarını destekleyen ilk yasa Türkiye'de 18 Mayıs 2005'te yürürlüğe girmesine rağmen, bu kaynaklardan üretilecek elektrik enerjisi için üreticiye ne kadar fiyat verileceği hala belirsiz. Yasaya göre, 2011 yılı sonuna kadar satın alınacak elektrik için fiyat, Enerji Piyasası Denetleme Kurulu'nun(EPDK) belirlediği bir önceki yıla ait Türkiye ortalama elektrik toptan satış fiyatı olacak. Bakanlar Kurulu ise eğer gerekli görürse, her yıl bu fiyatı yüzde 20 kadar artırabilecek. "Projelere finansman sağlanabilmesi için üreteceğimiz elektrik enerjisinin alım fiyatının belli olmuş olması bir zorunluluk" diyen Rüzgar Enerjisi Santralleri Yatırımcıları Derneği (RESYAD) Başkanı Selahattin Baysal, yasanın çıkmasından bu yana yedi ay geçmesine rağmen henüz Türkiye Ortalama Elektrik Toptan Satış Fiyatı'nda bir düzenleme yapılmadığına dikkat çekti.
RESYAD yetkilileri elektrik piyasası mevzuatı gereği, yatırımları lisans süreleri içerisinde tamamlayıp işletmeye alma yükümlülükleri olduğunu anımsatarak, ortalama fiyatın açıklanmasının yanı sıra, nasıl hesaplanacağı konusunda da kamuoyunun bilgilendirilmesini istiyor. Baysal, EPDK'nin 2005 yılı ortalamasını açıklaması için 7 ay önce kuruma başvurduklarını belirterek, "Açıklayamıyorlar, çünkü çapraz sübvansiyonlar var. EÜAŞ santrallerinde ve hidroelektrik santrallerde elektriğin ne kadara mal edildiği belli değil" dedi. Baysal, EPDK tarafından TEDAŞ'ın mali durumunun düzeltilmesi amacıyla yapıldığı açıklanan yüzde 20'lik indirimin, Türkiye ortalama elektrik toptan satış fiyatını düşüreceğinden endişe duyduklarını ifade etti.

RESYAD'ın yatırımların önünde engel olarak sıraladığı bir başka konu da fiyattaki kur riski. Yenilenebilir enerji kaynaklarına kredi vermeyi kabul eden yabancı bankalar, alım garantisinin Yeni Türk Lirası üzerinden yapılması konusunda da rahatsız. Krediyi yabancı para cinsinden verecek olan finans kuruluşları, Yeni Türk Lirası'nda yaşanacak olası bir değişikliğin yatırımcıyı ödeme konusunda zor durumda bırakacağını düşünüyor. Bu da kredi alınmasını zorlaştırıyor. Yasanın çıkmasından önce de konuyu defalarca gündeme getirdiklerini söyleyen Baysal, "Enerji Bakanı, EPDK iyi niyetli ama yenilenebilir enerji kaynaklarının önündeki asıl engel, asılsızca bu kaynakların engellenmesine çalışan Hazine'den sorumlu bakandır" görüşünü savundu.

Çin nükleere temkinli yaklaşıyor

Son 20 yılda ortalama yüzde 9.5'ları bulan büyüme hızı, 1 milyar 300 milyonu bulan nüfus ve 2004'te 4 bin 600 dolara ulaşan kişi başına düşen milli gelirle devamlı büyüyen Çin'de enerji ihtiyacı da hızla artıyor. Buna rağmen Çin, nükleere temkinli yaklaşıyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Ocak 2006

Çin'i, sadece dünyanın en büyük barajına ya da seddine sahip ülke olarak tanımlarsak haksızlık etmiş oluruz. Bugün toplam elektriğin yüzde 2'sini sağlayan nükleer enerjinin, 2020 için tasarlanan tüm projeler hayata geçse dahi, toplam kurulu güç içinde payının yüzde 5'i geçemeyeceği tahmin ediliyor. 2003 yılı rakamlarına göre 338 GW'lık (gigavat) kurulu güce sahip olan Çin'in kapasitesinin 253 GW'ı termik santrallerden, 83 GW'ı hidroelektrikten ve sadece 2 GW'ı nükleerden oluşuyor. Üretilen 1 trilyon 807 milyar kilovatsaatlik elektriğin de sadece 42 milyon kilovatsaati nükleerden geliyor. Geçtiğimiz günlerde TÜSİAD ve Boğaziçi Üniversitesi'nin konuğu olarak Türkiye'ye gelen Çin, Silah Kontrol ve Silahsızlanma Grubu Araştırma Bölümü Direktörü Teng Jianqun, Çin'de daha az nükleer santral olmasının tamamen politik bir karar olduğunu söylüyor. Jianqun, "Hindistan'da sanırım 15'ten fazla nükleer santral var. Çin'de bu sayı daha az. Bu santraller 1990'larda faaliyete geçti. Çin, enerji kaynaklarında çeşitliliğe gitti ve nükleeri en son seçenek olarak gördü" diyor. İşletmede 9 santrali olan Çin'in inşa halinde olan 1 ve planlanan 4 nükleer santrali daha var.

Jianqun, Çin'in kalkınmasının büyük ölçüde enerjiyle, özellikle de petrolle bağlantılı olduğunu söylüyor. Nükleer enerjide bir başka çeşit enerji kaynağı ama kolay değil diyen Jianqun,"Sadece teknik olarak değil, güvenlik açısından da kolay değil. Çevrenin korunması açısından; eğer nükleer santral kaynaklı bir kaza olursa sonuç felaket" diyor. Jianqun Avrupa ve Çin'in enerji politikalarındaki farklılığı da şöyle açıklıyor: "Çin petrolü elektrik üretmek için kullanmıyor örneğin, sadece ulaşımda kullanıyor. Su, kömür, petrol, rüzgar ve nükleer gibi başka seçeneklerimiz de var ama Çin'in en büyük enerji kaynağı kömür". Jianqun, "Bugün, birçok Batı ülkesi kendi ülkelerinde nükleer santral kurmaya sıcak bakmıyor. Çin'in de bazı nükleer planları var. Teknolojinin kontrol altında tutulabileceğini düşünüyorum ama yine de kimse bilemez" diyor.

Çin'de 2004 yılında ihraç edilen petrolün kullanılan petrol içindeki oranı yüzde 48'lere kadar çıktı. Dünyanın en çok kömür kullanan ülkesi olan Çin, yılda 957 milyon ton petrole eşdeğer kömür kullanıyor. Bu yüzden de iklim değişikliğine neden olduğu bilinen sera gazları içinde başı çeken karbondioksit emisyonlarında, 1 milyar tonun üzerinde bir rakama ulaşmış durumda. Yine de bu rakam her gün Çin'den 3 kat daha fazla petrol kullanan ve nüfusu Çin'in neredeyse 5'te 1'i olan ABD'den daha az. Dünyanın en çok karbondioksit emisyonuna neden olan ABD'de ise yılda 1 milyar 616 milyon ton karbondioksit atmosfere salınıyor.

Türkiye'nin 128 milyar dolarlık enerji yatırımına ihtiyacı var

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / 28 Ocak 2006

Önceki gün doğalgaz kesintileriyle gündeme gelen enerji sorunu hakkında konuşan Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Türkiye'nin enerji konusunda önümüzdeki 15 yılda 128.5 milyar dolarlık yatırım ihtiyacı olduğunu söyledi. Önceki gün gerçekleşen 42 saatlik kesintinin "yanlış anlamadan" kaynaklandığını ve doğalgaz kaynaklı olmadığını söyleyen Bakan Güler, İstanbul ve diğer bölgelerde yaşanan elektrik kesintilerinin doğalgazdan kaynaklanmadığını belirterek, "Önceki gün gerçekleşen doğalgaz kesintisi, anlaşması olan ve bu anlaşmalarında kesintiye müsaade eden kurumlar için uygulandı. Bu aşamada ev ve sanayi için kesinti yapılması söz konusu değil" dedi.

Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ile İstanbul'da bir gelen Enerji Bakanı Güler, gelen doğalgaz miktarında bir azalma olmadığını da belirterek, elektrik kesintisini gerektirecek bir durumun olmadığını da söyledi. Güler, "Yurtdışından gelen doğalgazın miktarı arttı. İkinci bir LNG gemisi de Çanakkale'ye yaklaştı" diye konuştu.

Türkiye'de 20 yıldır doğalgaz kullanıldığına ve buna rağmen bir depolama alanının olmadığına değinen Güler, "Aliağa'da özel sektöre ait tesisle ilgili görüşmeler sürüyor. Silivri'de inşa edilen 1. 6 milyar dolarlık doğalgaz deposunun haziran ayında bitirilmesi planlanıyor. Tuz Gölü'nün altına yapılması düşünülen deponun da özel sektör tarafından yapılmasını destekliyoruz. Bu projenin 2001 yılında mühendislik ihalesi yapıldı. Konsorsiyumla çıkan problem yüzünden 2004 yılına kadar bir şey yapılmayacağına dair anlaşmaya şerh konulmuş. Biz buna razı olmadık ve tekrar konsorsiyumla konuştuk. Bu projenin yapılmasının birkaç yıl sürmesi planlıyor" diye konuştu.
Rusya ve İran ile yapılan doğalgaz anlaşmalarının her ikisinin de "kullan ya da öde" anlaşmaları olduğuna değinen Bakan Güler, "Almadığımız bir gazın parasını verdiğimiz halde, gaz kesintisi halinde karşı tarafın bir yükümlülüğü yok. Buna karşın bir yaptırım da uygulayamıyoruz" dedi.

Kömür ve su ihmal edildi
Enerji konusunda önümüzdeki 15 yılda 128.5 milyar dolarlık yatırım ihtiyacı olduğunu ve bu yatırımın 5 milyar dolarının kömüre, 16 milyar dolarının petrole, 2.7 milyar dolarının doğalgaza, geriye kalan 104.7 milyar dolarının da santrallerle birlikte iletim ve dağıtım hatları için kullanılacağını belirten Güler şöyle devam etti: "İletim yatırımları kamu, üretim ve dağıtım ise özel sektör tarafından yapılacak. Bu toplantıyı da özel sektörle fikir alışverişinde bulunmak için gerçekleştiriyoruz. Konuşulacak konular arasında nükleer santraller de var."

Yerli kaynakların geliştirilmesi için çalıştıklarını belirten Bakan Güler, "Uzunca bir süre kömürü ve suyu ihmal ettik. Yenilenebilir enerji kaynakları ile ilgili yasa bize nasip oldu. Şu ana kadar bu kaynaklara 562 lisans müracaatı oldu. Bu da 10 bin megawatta denk düşüyor. Bunun yanında şimdiye kadar 52 lisans verildi. Bunların kurulu gücü de 1250 megawatt" dedi.

Kesintiler 'yanlış anlama'dan kaynaklanmış!

Önceki gün doğalgaz kesintileriyle gündeme gelen enerji sorunu hakkında konuşan Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Türkiye'nin enerji konusunda önümüzdeki 15 yılda 128.5 milyar dolarlık yatırım ihtiyacı olduğunu söyledi.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 28 Ocak 2006

Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, önceki gün gerçekleşen 42 saatlik kesintinin 'yanlış anlamadan' kaynaklandığını ve doğalgaz kaynaklı olmadığını söyledi. Bakan Güler, İstanbul ve diğer bölgelerde yaşanan elektrik kesintilerinin doğalgazdan kaynaklanmadığını belirterek, "Önceki gün gerçekleşen doğalgaz kesintisi anlaşması olan ve bu anlaşmalarında kesintiye müsade eden kurumlar için uygulandı. Bu aşamada ev ve sanayi için kesinti yapılması sözkonusu değil" dedi.

Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ile İstanbul'da bir gelen Enerji Bakanı Güler, gelen doğalgaz miktarında bir azalma olmadığını da belirterek, elektrik kesintisini gerektirecek bir durumun olmadığını da söyledi. Güler, "Yurtdışından gelen doğalgazın miktarı arttı. İkinci bir LNG gemisi de Çanakkale'ye yaklaştı" diye konuştu. Türkiye'de 20 yıldır dogalgaz kullanıldığını ve buna rağmen bir depolama alanının olmadığına değinen Güler, "Aliağa'da özel sektöre ait tesisle ilgili görüşmeler sürüyor. Silivri'de inşa edilen 1. 6 milyar dolarlık doğalgaz deposunun haziran ayında bitirilmesi planlanıyor. Tuz Gölü'nün altına yapılması düşünülen deponun da özel sektör tarafından yapılmasını destekliyoruz. Bu projenin 2001 yılında mühendislik ihalesi yapıldı. Konsorsiyumla çıkan problem yüzünden 2004 yılına kadar birşey yapılmayacağına dair anlaşmaya şerh konulmuş. Biz buna razı olmadık ve tekrar konsorsiyumla konuştuk. Bu projenin yapılmasının birkaç yıl sürmesi planlıyor" diye konuştu. Rusya ve İran'dan yapılan doğalgaz anlaşmalarının her ikisi için de 'kullan yada öde' anlaşmaları olduğuna değinen Bakan Güler, "Almadığımız bir gazın parasını verdiğimiz halde gaz kesintisi halinde de karşı tarafın bir yükümlülüğü yok. Buna karşın bir yaptırım da uygulayamıyoruz" dedi.

Enerji'ye 128 milyar dolarlık yatırım
Enerji konusunda önümüzdeki 15 yılda 128.5 milyar dolarlık yatırım ihtiyacı olduğunu ve bu yatırımın 5 milyar dolarının kömüre, 16 milyar dolarının petrole, 2.7 millar dolarının doğalgaza, geriye kalan 104.7 millyar dolarının da santrallerle birlikte iletim ve dağıtım hatları için kullanılacağını belirten Güler şöyle devam etti: "İletim yatırımları kamu, üretim ve dağıtım ise özel sektör tarafından yapılacak. Bu toplantıyı da özel sektörle fikir alışverişinde bulunmak için gerçekleştiriyoruz. Konuşulacak konular arasında nükleer santraller de var."
Yerli kaynakların geliştirilmesi için çalıştıklarını belirten Bakan Güler, "Uzunca bir süre kömürü ve suyu ihmal ettik. Yenilenebilir r enerji kaynakları ile ilgili yasa bize nasip oldu. Şu ana kadar bu kaynaklara 562 lisans müracaatı oldu. Bu da 10 bin megawatta denk düşüyor. Bunun yanında şimdiye kadar 52 lisans verildi. Bunların kurulu gücü de 1250 megawatt" dedi.

Tuz Gölü özel sektöre açılsın
Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Özcan Ültanır, doğalgazda taahhütlerin yerine getirilmemesi halinde uygulanacak ceza hükmünün sadece Ruslarla yapılan anlaşmada olduğunu İran gazında böyle bir hüküm olmadığını söylüyor. Ültanır, "Eğer Ruslar taahhüt ettikleri doğalgazı göndermezlerse BOTAŞ, ceza olarak doğalgaz mikatrına denk gelen tutarı faturadan kesiyor. İran anlaşmasında ise bu hüküm yok" dedi. Bunun hem İran anlaşmasını imzalayan hem de bugüne kadar bunu düzeltemeyen bugünkü hükümetin de bir ayıbı olduğunu söyleyen Ültanır, fiyat pazarlıkları sırasında bu konunun dile getirilmemesine dikkat çekti.

Doğalgaza bağımlılık azalmayacak, artacak.

Özgür Gürbüz - Yorum - Referans / 28 Ocak 2006

Son günlerde doğalgaz krizleriyle ortaya çıkan tablo, tüm açıklığıyla Türkiye'nin enerji politikalarının tıkandığını ortaya koyuyor. Ulusal politika eksikliği, strateji yoksunluğu ve vizyonsuzluk Türkiye'yi bu günlere getirdi. Bazen bu tip sert dönemeçler şirketleri ya da ülkeleri rotalarına sokar bazen de tamamen raydan çıkarır. O yüzden şimdi atacağımız adımlar oldukça önemli.

Türkiye bir önceki hükümet döneminde yaptığı "al ya da öde" anlaşmaları yüzünden doğalgaza boğulmuş durumda. Talepten fazla olan bu gazın kullanılması için önce çevrim santralleri denilen doğalgazı elektrik enerjisine çeviren santraller kuruldu. Bu santrallerin avantajı, diğer termik santrallere oranla daha çabuk devreye sokulabilmesi ve doğalgaz ucuz alındığı takdirde daha ucuza elektrik üretebilmesiydi. Ama ipin ucu kaçırıldı. 1999'da neredeyse başa baş olan hidrolik, kömür ve doğalgaz santrallerinden üretilen elektrik miktarı 5 yıl içerisinde doğalgaz lehine bozuldu. Bugün üretilen elektriğin yarısına yakını doğalgaz santrallerinden geliyor. Bu çarpıklığın bir ucu Yüce Divan'a kadar uzanırken diğer ucu da şu rakamların altında yatıyor. BOTAŞ 2006 yılı için yaptığı talep tahmininde Yunanistan'a yapılması planlanan 21 milyon metreküplük ihracatla birlikte 29 milyar 526 milyon metreküp doğalgaza gereksinim olduğunu söylüyor. Kontrata bağlı arz ise aynı yıl için 35 milyar 766 milyon metreküp. Bu arz fazlası, 2010 yılında 10 milyar metreküpe çıkıyor. Bu yüzden BOTAŞ yetkilileri, her yıl anlaşmaları revize ederek kullanamayacağımız gaz için para ödememeye çalışıyor. Bir yandan da gerek çevrim santralleri gerek doğalgaz kullanımının yaygınlaştırılmasıyla arz miktarı karşılanmaya çalışılıyor.
Burada doğalgazın özellikle büyük kentlerdeki konutlarda ve sanayide diğer alternatiflere göre ucuza mal olmasının da etkisi var. Nedeni ne olursa olsun asıl doğalgaz bağımlılığı da burada başlıyor. Yeni doğalgaz santrali kurulmasa bile 2020'de gerçekleşecek elektrik harici tüketimin 46 milyar metreküpleri bulması bekleniyor. Günü kurtarmaya çalışıyoruz ama yarın doğalgaza daha da bağımlı hale geliyoruz.

Peki, seçeneklerimiz neler? Doğalgaz, Türkiye gibi yüksek fiyatlara almadığınız takdirde ucuz bir kaynak. Ancak, fiyat dalgalanmaları var ve büyük kentlerde hava kirliliğine çözüm olsa da küresel ısınmaya yol açan sera gazları konusunda çok da masum değil. Çözüm için adı geçen nükleer enerji de çevresel açıdan büyük riskler içeriyor, elektrik üretim maliyeti doğalgazın ve diğer birçok kaynağın üzerinde, ilk finansman giderleri çok yüksek ve atık sorunu herkesi ürkütüyor. Ayrıca nükleer santraller sadece elektrik üretiyorlar. Elektrikle ısınmaya kalkarsanız astarı yüzünden pahalıya geliyor. Türkiye'nin doğalgazı giderek ısınma amaçlı kullanacağı düşünülürse, nükleer enerjinin Türkiye'yi bu bağımlılıktan kurtarması zor. 5-10 yıl önce kurulan ve alım garantisi altında olan doğalgaz santrallerini de kapatamayacağınıza göre çözüm başka yerde aranmalı.

Öncelikle, jeotermal enerji gibi ısınma amaçlı da kullanılabilecek bir enerji kaynağının kullanılabildiği yerlerde doğalgazdan uzak durmak gerek. Kamu binaları başta olmak üzere, verimli ampullerden izolasyona kadar olan bir dizi önlemi süratle gerçekleştirmeli, özellikle yeniden canlanan inşaat sektöründe yalıtım ve izolasyonla ilgili standart ve kontrolleri arttırmalıyız. Üretilen elektriğin yüzde 22'sinin evlerde, yüzde 11'inin ticarethanelerde ve yüzde 4'ünün resmi dairelerde tüketildiği anımsanırsa, 4 kat daha az enerji harcayan verimli ampullerin bile nasıl büyük bir katkı sağlayacağı ve böyle bir kampanyanın ne kadar kısa sürede sonuç vereceği tahmin edilebilir.

Türkiye gibi enerjiyi oldukça pahalıya alan bir ülkedeki ortalama bir dairenin enerji harcamasının Almanya'daki eşdeğerinin 5 katı olduğu akıldan çıkmamalı. Bu çalışmalarla arttırılan doğalgazın ihracatı için de çaba sarf edilmeli. Yeni enerji yatırımlarında yerli kaynaklar ön planda tutulmalı ve Türkiye'nin AB hedefi göz ardı edilmemeli. Kyoto Protokolü, AB'nin olmazsa olmazı; çevresel maliyetler ve bu kadar büyük yatırımlar için istihdama katkı mutlaka kriter kabul edilmeli. Kriz anında devreye girecek doğalgaz depoları kısa zamanda hayata geçirilmeli. Hangi yerli kaynakları ve nasıl kullanacağımızı belirleyecek ciddi bir plan acilen hazırlanıp, kamuoyunda tartışmaya açılmalı.

Paramızla rezil oluyoruz.

Özgür Gürbüz-Analiz / 27 Ocak 2006

Ukrayna ile Rusya arasında fiyat anlaşmazlığından çıkan kriz, Avrupa'da doğalgazı en pahalıya alan ülkelerden biri olan Türkiye'yi, hem de parasını ödüyor olmasına rağmen vurdu. Yaklaşık bir hafta önce İran hattından gelen doğalgazın azalmasıyla başlayan sorun, gelen duyumlara göre, Ukrayna üzerinden gelen hatta meydana gelen kesintilerle krize döndü. Doğalgaz Kriz Masası'nın 2 gün önce yaptığı toplantı sonucu, İran üzerinden gelen 8 milyon meterküplük açığın Karadeniz'in altından geçen Mavi Akım ve Batı hattından gelecek 4'er milyon metereküplük ilave doğalgazla kapatılması planlanmıştı. Aynı zamanda doğalgaz kullanarak elektrik üreten bazı yap-işlet santrallere verilen gaz miktarında da yüzde 50'ye varan kısıtlamalara gidildiği bildirilmişti. Şimdi bu tedbirlerin yeterli olup olmadığı tartışılmaya başlandı. Marmara Ereğlisi'ndeki 1 milyar 600 milyon metreküplük kapasitenin 15 gün boyunca yeteceği söyleniyordu. Bu kapasitenin ne kadarının kullanıldığı da ikinci bir soru. Üçüncü soru ise daha fazla kesinti yapılmak zorunda kalırsa nereden yapılacağı. Türkiye 2004 yılında ithal edilen doğalgazın 13.5 milyar metrekübünden fazlasını çevrim santrallerinde elektriğe çevirmiş, 4.5 milyarını konutlarda, 3.8 milyarını ise sanayide kullanmış.

Görünen o ki, giderek azalan doğalgazı, çetin kış şartları altındaki konutların ısıtılması için ayıran yetkililer, doğalgaz kullanan otoprodüktörleri devreden çıkarmak zorunda kaldı. Kriz devam eder ve Türkiye'ye gelen doğalgaz miktarı arttırılamazsa, bunu büyük çevrim santralleri de izleyebilir ki, bu gerçekten Türkiye için büyük bir felaket olur. Sadece sanayide değil tüm Türkiye'de üretilen elektriğin yüzde 50'sine yakını doğalgaz çevrim santrallerinden sağlanıyor. Yine, ihraç edilen doğalgazın yarıya yakını elektrik üretimi için kullanılıyor. Kısaca, doğalgazı sadece ısıtma amaçlı kullanmanız da herkesin ısınacağı anlamına gelmiyor çünkü elektrikle ısınan kişilerin, olası elektrik kesintisiyle karşı karşıya kalması da sözkonusu. Tüm bu senaryolar, Türkiye'nin borularında ve Marmara Ereğlisi'ndeki tek deposunda ne kadar doğalgaz kaldığına ve daha da önemlisi Rusya ve İran üzerinden gelen doğalgazın ne zaman taahhüt edilen seviyelere geri döneceğine bağlı. Türkiye'nin enerjide doğalgaza olan bağımlılığını kısa sürede değiştiremiyeceği ortada. Doğalgaza bu kadar çok bağımlı olan bir ülkede doğalgaz deposunun düşünülmemiş olması da yine iyi bir yöneticilik örneği. 2001 yılında 34 milyar metreküp doğalgaz harcayan Fransa'nın, 15 deposunda 10 milyar metreküplük stoğu var. 95 gün, yani bir kışı geçirmesine yetecek kadar. Biz ise bu gidişle Cezayir'den gelecek gemilerin yolunu bekleyeceğiz. Dua edelim de rüzgar sert esmesin.

BORSA'ya gelenler
İran ve Ukrayna'dan gelen kesintiler yüzünden talebe yanıt veremeyen BOTAŞ'ın yaptığı zorunlu gaz kesintileri yüzünden doğalgazla çalışan birçok santral durmak zorunda kaldı. Zorlu Enerji Elektrik Üretim A.Ş. borsaya yaptığı açıklamada, sözleşmeleri kesintisiz tarifeden olmasına rağmen BOTAŞ'ın doğalgaz satışını durdurması nedeni ile Bursa, Lüleburgaz, Kayseri ve Ankara'daki santrallerinde üretime son verdiğini açıkladı. Bursa'daki santral 90, Ankara’daki 55, Lüleburgaz’daki 66 ve Kayseri'deki ise 15 megavat kurulu güce sahip. Borsa'ya açıklama yapan bir başka kuruluş ise Kartonsan oldu. Kartonsan'da İzmit Kullar Köyü'nde kurulu olan 19 MW'lık kojenerasyon santralindeki faaliyetlerin, BOTAŞ'ın yeniden doğalgaz sevkiyatı sağlayacağı ikinci bir tarihe kadar durdurulduğunu söyledi. Türkiye'de otoprodüktör ve otoprodüktör grubu lisansı almış olan 200'e yakın santral var. Bunların 116'sı yakıt olarak doğalgaz kullanıyor.

TAEK düşünülmüyor diyor, İğneada rahatlamıyor

Kurulması düşünülen nükleer santraller için belirlenen yerlerin şubat ayında açıklanması beklenirken, TAEK, yıllardır nükleer santral için adı geçen İğneada'nın uygun bulunmadığını söyledi. Buna rağmen yöre halkı hala kuşkulu.

Özgür Gürbüz -Referans / 25 Ocak 2006

38 yıldır süren nükleer santral kurma projesinde adı sıkça gündeme gelen İğneada'nın TAEK tarafından uygun görülmemesine rağmen, İğneadalılar tedirgin. Bilgi Edinme Hakkı Kanunu'ndan yararlanarak, ilçelerine nükleer santral yapılıp yapılmayacağını soran İğneadalılara Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) Nükleer Bilgi Birimi Başkanı Gül Göktepe, "İğneada’nın nükleer santral yapımına uygun bulunmadığını söyleyebiliriz" yanıtını verdi. Göktepe'nin kaleme aldığı yazılı yanıtta İğneada'yla ilgili olarak şu satırlar yer aldı: "2012 yılında devreye girmesi öngörülen ilk nükleer santralımızın kurulmasıyla ilgili hazırlık faaliyetleri TAEK tarafından yürütülmektedir. Ancak nükleer santralın yeri ve tipi henüz belirlenmemiştir. Yer seçimi ile ilgili olarak halen farklı alanlarda ön etütler yapılmaktadır. Bunlar belli bir aşamaya geldiğinde yetkililer tarafından kamuoyuna açıklama yapılacaktır. Bununla birlikte şimdiden İğneada’nın nükleer santral yapımına uygun bulunmadığını söyleyebiliriz".

İğneada Belediye Başkanı Tahir Işık ise, bu açıklamanın kendisini çok rahatlatmadığını söylüyor. Işık, "Yazılı bir evrak gelmediği için çok da emin olamıyoruz. Bize telefonda da İğneada'nın düşünülmediğine dair bilgi verildi ancak bu beni rahatlatmıyor. Belediye'ye resmi bir belge gelmedikçe rahatlamamız mümkün değil" diyor. İğneada'ya sadece bir kez 4 kişilik bir ekibin inceleme yapmaya geldiğini söyleyen Işık, "Buraya dolaşmaya geldiklerini bile bize haber vermemişlerdi. Biz onları fark ettik. O zamanın Kırklareli Valisi İsmet Metin'in haber vermesiyle bir görüşme yaptık. Daha sonra da Vali Bey bir açıklama yaparak, İğneada'ya nükleer santralin düşünülmediğini söylemişti" açıklamasını yapıyor.

Nükleer santrallerin kurulmasıyla ilgili tüm aşamalarda proje yönetimi görevinin TAEK'e verildiğine dikkat çeken yanıtta ayrıca dünya elektrik talebinin %16 sını karşılayan nükleer reaktörlerin bazen büyük kentlerin hemen yakınında, nehirlerin, denizlerin kenarında, tarlaların ortasında, ormanların içinde baca gazları olmadan, atmosferi kirletmeden çalıştırıldığı öne sürülen açıklamada "Nükleer santraller dünyada ortaya çıkmış olan birkaç kazanın dışında çevre halkına olumsuz etki yaratmadan işletilmektedir" açıklaması yapılmış. Japonya’da nükleer santrallerin soğutma suyunun alındığı koylar dalyan halinde değerlendirildiği beliritlen yanıtta "Paris, Toronto, Tokyo, Stokholm, Bern, Moskova gibi nükleer elektrik kullanan kentler ışıl ışıl, pırıl pırıldır" açıklamasına da yer verilmiş. Geçimini turizm ve balıkçılıktan karşılayan İğneadalıların kaygılarına da bu örneklerle yanıt verilmeye çalışılmış gibi görünüyor. İğneada'nın devre dışı kalması da Trakya'da bir nükleer santral olasılığını oldukça azaltıyor. Belediye Başkanı Işık, İğneada2ya gelen yetkililerin kendilerine buranın şu an düşünülmediğini, bir ön çalışma yapıldığını söylüyor. Işık, nükleer santral için Trakya'nın yer olarak seçilmesi halinde İğneada'nın düşünülen yer olacağının altını çiziyor. Kurulması düşünülen nükleer santraller için Mersin Akkuyu ve Sinop'un adları da kulislerde dolaşıyor.