Çin kimi kopyalıyor?

Özgür Gürbüz-BirGün / 26 Haziran 2011 


Paris değil Tianjin
Geçtiğimiz hafta haber bültenlerinde Çin'den bir haber vardı. Halkın sevdiği türden, klişeleşmiş bir “Çin haberi”. Avusturya'nın Unesco (Birleşmiş Milletler Eğitim, Kültür ve Bilim Kurumu) Dünya  Mirası Listesi'ne girmiş, 4 bin 500 yıllık geçmişe sahip Hallstatt kasabasının bir kopyasını Çinliler ülkelerinde inşa etmeye başlamış. Proje sahibi Çin'in maden ticaretiyle uğraşan en büyük firması Minmetals Grup. Minmetals, son yıllarda Çin'de ciddi kâr getiren emlak piyasasında da etkili bir şirket. Birçok Çinli dev firma gibi onların da sermaye sorunu yok. Çin kaynakları, proje bedelinin 15 milyar TL olduğunu söylüyor. Avusturyalılar ise hem kızgın hem şaşkın. Bin kişinin yaşadığı bu eski tuz madeni kasabasının sakinlerinin bazıları kendilerinden izin alınmadan evlerinin bir benzerinin yapılmasından şikayetçi. Bazıları ise orjinali burada, elbet Çinliler de eninde sonunda gerçeğini görmek isteyecekler diye düşünüyor ve keyiflerini bozmuyor. Kasaba sakinlerinin, Çinlileri yaşadıkları kentin birebir kopyasını çıkarırken farketmemiş olmaları da ayrı bir komedi tabi. Belli ki bayağı sessiz çalışılmış.

Çin'in Guandong eyaletine bağlı Huizhou'da (Huicou okunur) kurulmak istenilen bu Avrupa kasabası aslında Çin'deki ilk Avrupa kasabası değil. Çin'in hızla büyüyen ve önemli bir merkez haline gelen kentlerinden Tianjin'de de Avrupa'da eşine rastlayabileceğiz binalara rastlayabilirsiniz. Tianjin adeta bir gökdelenler şehri ancak kentte Fransız mimarisinden köprüler, Paris'i aratmayan altın sarısı heykeler görmek mümkün. Bunların kentin geçmişiyle, Fransızlara verilen imtiyazlarla da ilgisi var. Yenilenmiş olsalar da “klonlanmış” demek pek doğru olmaz. Ancak kentte bir de İtalyan mahallesi var. Burasının da geçmişi imtiyazlara dayanıyor ancak çoğu bina yeni veya yenilenmiş. Adı da, “İtalyan Stili Kasaba”. Adında ve sokaklarda İtalyan havası hakim olsa da, bar ve lokantaların olduğu sokakta Alman birası ve yemeklerine rastlamak da mümkün. Çoğu kişi buraya Avrupa'nın küçük bir kopyasını görmeye geliyor. Çin'de yaşayan yabancılar için memleket havası solunacak bir mekan, Çinliler içinse küçüğünden bir Avrupa turu denilenebilir. Bu bölge de tam derdimi anlatmıyor, sonuçta Avusturya örneğinden farklı; tam bir klonlama örneği değil. Ama bekleyin, dahası var...

İtalyan Sitili Kasaba
Birkaç hafta önce Tianjin'de büyük bir alışveriş merkezi açıldı. Yine İtalyan tarzı elbette ama bu defa daha özellikli, Floransa sitilinde bir alışveriş merkezi burası. Kanallar ve gondollar biraz kafaların karışmış olduğunu gösterse de, dünya markalarının İtalyan bayrakları altında Çin'de sergilendiği dev bir açık hava alışveriş merkezi burası. Kolezyum benzeri yapıların olduğu bu alışveriş cenneti 200 bin metrekare büyüklüğünde ve 220 milyon dolara mal olmuş.

Çin, Batı'yı casus uçağından kasabalarına kadar birçok konuda taklit ediyor (kim etmiyor ki?); bu doğru. Çinliler mutluysa çok da derdim değil diyebilirsiniz; buna da diyecek bir sözüm yok. Ancak sorun aslında bir tercih sorunu değil, bir sistem sorunu. Burada kopyalanan aslında binalar ve sokaklar değil bir hayat tarzı. Bugün Çin, dev alışveriş merkezleriyle, artan bireysel tüketimin en çarpıcı örnekleri yeni konutlar ve otomobillerin doldurduğu sokaklarıyla giderek daha fazla “Batı”ya benziyor. Özellikle de Amerika Birleşik Devletleri'ne (ABD). Örnek alınan modelin her ne kadar Çin'e özgü bir sosyalizm olduğu söylense de, kapitalizmin giderek daha fazla hissedildiği bir ülkeden bahsediyoruz. Bu kopyalama hikayesinin asıl can alıcı noktası da bu. Dünya tarihinde ekonomik mücadelenin kaba hatlarıyla işçilerin umut bağladığı sosyalist ekonomi ile sermaye sahiplerinin sevdiği kapitalist ekonomi arasında geçtiğini söyleyebiliriz. Bu iki modelin önder ülkeleri ise tartışmasız ABD ve eski Sovyetler Birliği'ydi. Soyetler Birliği bugün çok tartışılsa da farklı bir ekonomik ve politik bir model ortaya koymuş ve birçok ülkeyi de peşinden sürüklemişti. Bir başka ama farklı olarak niteleyeceğimiz model ise karma ekonomiydi. Çin'deki politik yapı çeşitli özgün öğeler içerse de, kimi zaman karma ekonomiye yakın yapılar görülse de, bugün piyasa ekonomisi büyük oranda ekonomik sistemin belirleyicisi. Bu gidişle gelecekte de rolü ve gücü artacak.

Çin'de bireysel tüketimin arttırılmasıyla desteklenen ekonomik büyüme (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla), enflasyon oranındaki artışa rağmen devam ediyor. Enflasyon artışı giderek ciddi bir sorun haline geliyor. Enflasyon artışının önüne geçmesi düşünülen önlemler, bireysel harcamaları ve kredi kullanımını dizginlemeye yetmiyor. Dünyanın geleceği adına bu beni korkutuyor. Tüm bunların tüketim kültürünün Çin'de de yerleştiğinin bir göstergesi olduğunu düşünüyorum. Mayıs ayında açıklanan enfalsyon rakamı son 34 ayın en yüksek oranına, yüzde 5,5'a ulaşıldığını gösteriyor. 2010 Mayıs ayında enflasyon yüzde 3,1 idi. Sadece Mayıs ayında gıda fiyatları yüzde 11,7 oranında arttı. Bunda yaşanan sellerin de etkisi var ama enflasyondaki artış eğilimi son 30 günlük bir süreç değil. Çin Halk Bankası'nın (Merkez Bankası) mevduatlar için zorunlu karşılık oranını yüzde 21'e yükseltmesine rağmen kredi kullanımı azalmıyor. 2010 yılında kredi kullanımı yüzde 22 oranında artmıştı. Konut fiyatlarındaki artışın onca önleme rağmen değişmemesi de bir başka işaret.

Beğenin ya da beğenmeyin, ABD ve Sovyetler Birliği dünyaya farklı ekonomik modeller sundular. Avrupa Birliği, “Sosyal Avrupa” rüyası sona erene kadar yen bir seçenek olduğuna milyonları inandırmayı başardı. Küba, Bolivya veya Venezüela'da yaşananlar da yine farklı bir ekonomik yaşam mümkün mü sorusunu akla getiren örnekler. Yeşil ekonomi tartışmaları keza öyle. Çin'de uygulanan ekonomik sisteminin bugün için ABD'nin öncülüğünü yaptığı kapitalist sisteme verilecek bir yanıt olduğunu veya olacağını söylemekse şu anda zor. Gidişat, tüketim toplumunun kopyalandığı Çin'in farklı bir seçenek olmayacağını gösteriyor. Çin büyük bir güç olabilir hatta oldu bile ancak farklı değil. Bu da ister politik sonuçlarını düşünerek değerlendirin ister ekolojik sonuçlarını, bizi bulunduğumuz yerden çok uzağa götürmeyecek. Önümüzdeki günlerde umarım ben yanılmış olurum.

Önce Metin Lokumcu sonra İbrahim Çeşmecioğlu. Hepimizin başı sağ olsun.

Dünyanın en büyük güneş santrali

Özgür Gürbüz / 21 Haziran 2011
 
Dünyanın en büyük güneş santralinin inşasına Kaliforniya'da başlandı. 1000 megavat (MW) kurulu güce sahip olacak güneş santrali tamamlandığında 300 bin evin elektriğini karşılayabilecek.

Santral alanına çit döşeniyor
Blythe Güneş Enerjisi Projesi, Riverside İlçesi'nin doğusunda kurulacak ve projenin ilk bölümünün tamamlanıp elektrik üretimine başlaması 2013 yılında gerçekleşecek. Amerika Birleşik Devletleri Enerji Bakanlığı, projenin iki ünitesini (proje dört adet 250 MW'lık üniteden oluşuyor) şartlı olarak desteklediğini ve 2 milyar 100 milyon dolarlık kredi verdiğini geçtiğimiz Nisan ayında açıklamıştı.

Güneş termal santralin inşası sırasında 1066 kişi çalışacak. Proje tamamlandıktan sonra da 295 kişiye kalıcı iş yaratılmış olacak. Projenin hayata geçirilmesi de 7 bin 500 dolaylı istihdam yaratacak. Projeyi Solar Millennium adlı firma ile petrol devi Chevron hayata geçiriyor. Santrallerin kurulacağı alan yaklaşık 25 kilometrekare büyüklüğünde bir yer kaplıyor.

Dünyanın en büyük güneş santrali tamamlandığında her yıl 2 milyon ton karbondioksitin atmosfere bırakılmasının da önüne geçilecek. Bu rakam yaklaşık 300 bin otomobilin bir yıllık seragazı emisyonuna eşit. Santral her yıl 2 milyon 800 bin dolar turarında emlak vergisi de ödeyecek ve bu para Kaliforniya Eyaleti'nin kasasına girecek.

Malazgirt Meydan Muharebesi ve Nükleer Enerji

Enerji Bakanı Taner Yıldız seçimden birkaç gün önce Almanya'nın nükleer santrallerini ekonomik ömürleri dolduğu için kapattığını iddia etti. Tahmin ettiğiniz gibi Bakan Yıldız'ın bu iddiası da doğru değil. Yıldız daha önce de Fukuşima'da kaza yapan reaktörlerin 1. nesil, yani eski teknoloji olduklarını söylemişti. Halbuki, hepsi 2. nesildi. 

Özgür Gürbüz- BirGün / 19 Haziran 2011 

Avrupa'dan arka arkaya gelen nükleer karşıtı haberler, nükleer enerjiyi savunmayı adeta bir onur meselesi haline getiren Enerji Bakanı Taner Yıldız'ı köşeye sıkıştırıyor, garip demeçler verdirtiyor. Hatırlarsınız, Bakan Yıldız seçimden altı gün önce yaptığı açıklamada, henüz yapımına başlanmamış nükleer santrali 2071 yılında kapatacaklarını açıklamıştı. Neden 2071? Çünkü o gün Malazgirt Muharebesi'nin 1000. yıldönümü. Malum hükümetin takvimi farklı. O yüzden de çeşitli icraatlar için böyle tarihten yapraklar karşımıza çıkarılıyor. Cumhuriyetin 100. yılında “çılgın kentler” kuruluyor, Malazgirt'in 1000. yılında nükleer santral kapatılıyor. Henüz açıklanmadı ama tahminimce “Sarantaporon Muharebesi”nin 100. yıldönümünde de (2012) Anayasa değişikliği yapılacak. Öyleyse bizde meseleyi Bakan Yıldız'ın anlayacağı dilden anlatalım. Hesap kitap yapalım.

Mersin'de santral yapmayı planlayan Rus firması inşaata 2013 yılında başlamayı planlıyor. Rusya ile Türkiye arasında yapılan uluslararası anlaşmanın 6. maddesinin 2. fıkrası, ilk reaktörün en geç yedi yıl içinde tamamlanmasını öngörüyor. Bu da 2020'de, Malta Kuşatması'nın 455. yıldönümünde reaktörün çalışmaya başlamasını gerektiriyor. Rus dizaynı reaktörün 60 yıl çalışacak şekilde tasarlandığı da hesaba katılırsa (henüz dünyada bu kadar uzun süre çalışmış bir reaktör olmasa da), reaktörün normal şartlar altında 2080 yılında, yani Otranto Seferi'nin 600. yıldönümünde kapatılması gerekir. Nükleer reaktörün hangi gerekçeyle, ekonomik ömrünü doldurmadan dokuz yıl önce kapatılacağını anlamak zor. Yıldız'ın demecini ciddiye aldılarsa eminim bu soruyu Rus şirketi de Türkiye'ye soruyordur. Çünkü dokuz yıl az elektrik satılması firmanın ciddi zarara uğramasına yol açar. Bence bu tarih herhangi bir hesap kitaba dayanmıyor ve bir ciddiyetsizliğe işaret ediyor.

Gelelim asıl soruna. Taner Yıldız'ın demecinde, 2022 yılına kadar ülkedeki tüm reaktörleri kapatacağını açıklayan ve Fukuşima'daki kazadan sonra kontak kapattığı yedi reaktörünü şimdiden emekliye ayıran Almanya'nın kararı ciddi bir şekilde çarpıtılıyor. Yıldız, Almanya'daki santrallerin eski olduğunu, zaten kapatılacaklarını ima ederek tüm Türkiye'ye yanlış bilgi veriyor. Bir de, “Nükleer santrallar tehlikeli ise bu ülkeler niye yarın kapatmıyor da 2020'yi bekliyor? Bunlar 30-40 yılını doldurmuş santrallar, ekonomik ömürleri bitiyor” diyor.

Hemen yanıtlayalım. Dünyanın dördüncü büyük ekonomisinin elektriğinin yüzde 28'ini sağlayan nükleer santrallerin bir günde kapatılamayacağını bilmem benim bir enerji bakanına hatırlatmama gerek var mı? Kaldı ki Almanya, 17 reaktörün sekiz tanesini şimdiden kapattı. Kalan dokuz taneden üçü de halihazırda çalışmıyor. Bu dokuz rekatör 2021'ye kadar devreden çıkarılacak. Çok zorlanılırsa üç reaktör bir yıl daha açık kalacak. 2022'de Almanya'da çalışır bir nükleer santral kalmayacak.

İkinci yanlış iddia ise bu reaktörlerin ekonomik ömrünün dolduğu söylemi. Nükleer reaktörlerin ilk yatırım maliyetleri tüm maliyetler içinde önemli bir yer tutar. Bu nedenle de nükleer santraller ilk 10-15 yıldan sonra sahibine para kazandırmaya başlar. Çekilen büyük kredilerin ve faizlerin ödenmesi uzun sürer. Nükleer enerji şirketleri reaktörleri mümkün olduğunca uzun çalıştırmak için tüm dünyada hükümetlere baskı yapar. Fukuşima öncesi, Yıldız'ın “yaşlı” dediği santrallerin 2022 yerine ortalama 12 yıl geç kapatılması konusunda anlaşma sağlanmıştı. Almanya'daki nükleer enerji şirketleri, bu karar için ek bir vergi bile ödemeyi göze almıştı. Merkel daha sonra bu karardan vazgeçmek zorunda kaldı. Bu bile Yıldız'ın iddiasının doğru olmadığını gösteriyor. Biz yine de 40 yıl çalışmak üzere tasarlanmış bu reaktörlerin bugünkü ve kapatılma tarihlerindeki yaşlarını aşağıdaki tabloda özetleyelim.

Almanya'daki nükleer reaktörlerinin yaş durumu


Tabloda da görüldüğü gibi şu anda kapatılan 8 reaktörün yaş ortalaması 33. Halbuki bu reaktörlerin değil dizayn yaşı 40'a, Fukuşima öncesi yapılan düzenlemeye göre 50 yıla kadar çalıştırılması planlanıyordu. Aralarında 28 yaşında kapatılan bir reaktör (Kruemmel) bile var. Ger kalan dokuz reaktör de 2021 yılının sonuna kadar kapatılacak. Kapatıldıkları tarihte dokuz reaktörün yaş ortalaması 35 olacak. Unutmadan Taner Yıldız'ın, Kemal Kılıçdaroğlu'na nükleer enerji konusunda “brifing” vermeyi de önerdiğini hatırlatalım. Artık bir şey demiyorum. Zaten bu yıl Belgrad Seferi'nin 500. yıldönümü, bu kadar “gafın” üzerine nükleer santral planlarından vazgeçmenin tam zamanı.

İtalyanlar da nükleere hayır dedi

Dünyada duymayan kalmadı ama ben bir daha yazayım istedim. İtalya'da yapılan halk oylamasında ülkede yeni nükleer santral kurulmaması yönünde bir karar çıktı. Oylamanın geçerli sayılması için halk oylamasına katılımın en az yüzde 50 olması gerekiyordu. Katılım oranı yüzde 57'yi buldu. Nükleer santraller kurmak isteyen Berlusconi hükümeti, halk oylamasına katılımın düşük olmasını ve kural gereği tekrarlanmasını istiyordu.Böylece halkın Fukuşima'daki korkunç kazayı unutacağını ve nükleer enerji lehine oy kullanacağını düşünüyordu. Katılımcıların yüzde 90'ı İtalya'da yeni nükleer santraller kurulmasına hayır dedi. İtalyanlar, yeni bir nükleer maceraya kalkışmak istemediklerini açıkça ortaya koydu.

İtalya, Çernobil nükleer kazasından bir yıl sonra (1987) yine bir halk oylamasına (referandum) gitmiş, sandıktan o sırada çalışır durumda olan ülkedeki dört reaktörün kapatılması yönünde karar çıkmıştı. İlerleyen yıllarda bu reaktörler kapatıldı ve İtalya nükleer enerjiye veda etti. Berlusconi önderliğindeki sağ hükümetin nükleer enerjiye geri dönüş çabaları da bu son halk oylamasıyla sona erdi. İsviçre ve Almanya'nın aldığı kararlardan sonra Batı Avrupa'da bir ülke daha nükleer enerjiye hayır dedi.

Halk oylamasında sandık başına giden İtalyanlar ayrıca su dağıtım şebekesinin özelleştirilmesine ve kabinedeki bakanların dokunulmazlıklarının kaldırılmasına da hayır dedi. Tüm bu gelişmeler Başbakan Berlusconi'nin iktidarını zor durumda bırakıyor.

İtalya, Türkiye'den daha fazla doğalgaza bağımlı bir ülke olmasına rağmen nükleer enerjiden vazgeçme kararı aldı ancak Ankara, Avrupa ve dünyadaki nükleer karşıtı kararlara ve yerel muhalefete rağmen Rus şirketine yeşil ışık yakmaya devam ediyor. Rus şirketi, Akkuyu'da inşaata 2013 yılında başlamayı planlıyor.